Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live

AKP'ye, CHP'den cevap: trafik lambaları da gökkuşağı!


Yeni teklisi 'Ay' ile gündemde olan Nuri Harun Ateş: ‘Çünkü varız’

$
0
0
Yeni teklisi ‘Ay’ ile Onur Haftası’na damgasını vuran Nuri Harun Ateş LGBTİ+ haklarının gündemde olduğu şu günlerde güçlü bir manifesto ile çıktı ortaya. Nuri Harun Ateş ile kendi yaşam deneyimlerini de açık sözlülükle anlattığı bir söyleşi yaptık.


Emrah Kolukısa

Tam da Onur Haftası’nda geldi Nuri Harun Ateş’in yeni şarkısı “Ay”. Tanıtım için yollanan basın bülteninde “Şeffaf, süssüz, net bir manifesto” deniyordu şarkı için. Ardından yıllardır Onur Yürüşü’nün yapıldığı (gerçi son birkaç yıldır çok engeller konuldu bu yürüyüşe de, muhafazakar iktidar tarafından elbette) Beyoğlu sokaklarında geçen bir de klip geldi. hal böyle olunca bize de Nuri Harun Ateş’e ulaşıp, aklımızdakileri sormak kaldı.

Dediğiniz gibi ‘Manifesto’ gibi bir şarkı olmuş “Ay”. Hikâyesini bir de sizden dinleyelim mi?

Gerçekten “ay” demem yasaktı küçükken tabii “ayol” da, her ağzımdan kaçırdığımda annem çok kızardı. Çiçekli gömleklerim vardı, 11 yaşındaydım, dersaneye onları giyip giderdim; bir gün dershane hocası annemi arayıp “Oğlunuz çok renkli giyiniyor, hareketleri de kız gibi, bir uyarsanız” deyince benim gömlekler direkt çöpe gitti ve gardrobum oduncu gömlekleri ve kahverengi şeylerle dolduruldu. Böyle böyle delirttiler beni, sonunda şarkısını da yaptım, işte hikayesi bu.


'AİLEM FARKLILIKLARIMI TÖRPÜLEMEYE ÇALIŞTI'
Tam da Onur Haftası’na denk düşen bir günde çıktı şarkınız. Ayrıca yaptığınız basın açıklamasında “Homofobisiyle hayatımı cehennem çeviren ailem” demişsiniz. Kendi deneyimlerinizİ paylaşmak ister misiniz?

Eşcinsel doğuyorsunuz, tıpkı diğer doğal yönelimler gibi bu durum da aynı. O yüzden bebekliğimden itibaren farklılıklarımı fark eden ailem beni değiştirmeye çalışa çalışa, farklılıklarımı törpüleye törpüleye büyütmeye çalıştı. Annemin en büyük korkusu eşcinsel olmamdı. Bunun doğanın getirdiği bir yönelim olduğunu anlayıp beni olduğum gibi kabul etmeye başlaması yıllarımızı aldı ama çok büyük bir sevgi vardı aramızda ve o sevgi akılla birleşince her şey olması gerektiği gibi dönüştü. Ama ikimiz de çok mücadele ettik bunun için, o kendisiyle, ben onunla.

LGBTİ+ hakları tüm dünyada bir mücadele alanı şu sıralar. Türkiye’de nasıl yürüyor hareket ve mücadele size göre?

Dünya online yayına geçtiğinden beri, yani internet çağı başladığından beri her şey çok hızlandı. Ayrımcılığın, fobikliğin her çeşidi daha görünür oldu ve bu yüzden artık daha güçlüyüz. Türkiye de bundan bağımsız değil. Daha görünür ve sonsuz haklılığımızın farkında olarak temel insan haklarımızın peşinde yan yana dev bir kalabalığız artık.


'AYRIMCILIĞIN BİNBİR ÇEŞİDİ OLMUŞ TARİHTE'
Muhafazakarlığın yükselişi bu bağlamda nasıl etkili oluyor sizce?

Bir yükseliş olduğunu düşünmüyorum ben, hep varolan, insan mayasındaki “ötekini, kendi varoluşuna tehdit olarak görme” hali bu çağda daha görünür oldu. Ayrımcılığın her zaman binbir çeşidi olmuş tarihte, bazen ten rengiyle, bazen cinsiyetle, bazen ırk saçmalığıyla, bazen inançla, yaz yaz bitmez bu ilkel dürtünün tezahürleri. Bir çözümü de yok aslında, biz daima mücadele edeceğiz çünkü varız.

Yeni bir albüm var mı yakınlarda?

Tek şarkı, tek şarkı çıkarıp bir albümü öyle oluşturacağız. Yol arkadaşlarım başta aranjörüm Ogün Dalka, orkestram ve şu an beraber yürüdüğüm Pasaj-Garaj  müzikle durmadan üretmeye devam edeceğiz.

Kontrtenor olarak yaptığınız kayıtlar çok ilgi çekmişti, yine bu tarz çalışmalarınız olacak mı?

Tabii “Barok Masallar” devam ediyor, edecek de. O dönemden kopmam mümkün değil. Öyle çok seviyorum ki o şahane bestecilerin eserlerini, daima söylemeye devam edeceğim. Zaten bir Kontrtenor olarak ses türümün geldiği gelenek de bunu gerektirir.

Salgın ve karantina sürecinde müzisyen olarak ne gibi sıkıntılar yaşadınız? Ekonomik ya da başka anlamlarda?

Maddi olarak büyük bir yokluk dönemi hepimiz için, ailemin desteği ve ailem kadar beni destekleyen bir de kahramanım var, onlar olmasaydı ayakta kalıp üretmeye devam edemezdim.

Bu pandeminin hayatımıza ne gibi değişiklikler getirdiğini ya da getirmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Yine yeni bir dönemin başlangıcı bu pandemi. Bana mutlu ve huzurlu olmak için çok az şeye ihtiyacımız olduğu gerçeğini iyice gösterdi. Ve tabii sanatın, özgürce üretmenin ne kadar değerli olduğunu da.

AY
“Ay” demem yasakmış
“Ay” hiç yakışmazmış
“Ay” gömleklerimde çiçekler varmış
Yatakta şöyle
Sokakta böyle
Herkes tarif peşinde

İstediğimi giyerim dedim
İstediğimi söylerim
Kalp dediğine söz geçmez, işte öyle!
Ben de böyle birisiyim

“Ay” demem yasakmış

“Ay” hiç yakışmazmış
“Ay” gömleklerimde çiçekler varmış
El âlem ne der
Çok da umrumda

Bir tek Annem isyanda

İstediğimi öperim dedim

İstediğimle giderim

Kalp dediğine söz geçmez, kesin bilgi

Ben de böyle birisiyim


Nuri Harun Ateş, "Ay"ın klibini yöneten İrfan Yıldırım (ortada) ve klipte rol alan Koreograf/Drag Queen Ahsen Gönülce ile.

BEYOĞLU'NDA GEZERKEN...
“Olay Beyoğlu’nda geçiyor” diyen bir duvar yazsıyla başlıyor Nuri Harun Ateş’in “Ay” klibi. Bir yanda Nuri Haruyn Ateş’i gökkuşağı desenli tişörtüyle Beyoğlu, Tünel ve civar sokaklarda yürür ve şarkı söylerken izliyoruz, bir yandan da LGBTİ+ bireylerin kendi evlerinde ya da dövmecide, bir terasta vb. çekilmiş dans görüntülerini… İrfan Yıldırım’ın yönetmenliğini üstlendiği, kurgusunu ise Koray Can’ın yaptığı bu eğlenceli klipte bakın kimler rol aldı: Ahsen Gönülce (Koreograf, Draq Queen) Moshe Aelyon (Kreatif Direktör), Fethi Bozkırlı (Dansçı), Zenne Segah (Dansçı), Jilet Sabahat (Performans sanatçısı), Madır Öktiş(Performans sanatçısı), Krutzog ( Performans sanatçısı), Metin Akdemir Fox (Performans sanatçısı), Onur Özdemir (Menajer), Orhan Ergiol (Plates eğitmeni, Dansçı), Aylin-Tufan İlksöz (Doktor, dövme sanatçısı), Florence Konstantina Delight (Performans sanatçısı, Drag Queen)

https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yeni-teklisi-ay-ile-gundemde-olan-nuri-harun-ates-cunku-variz-1750014

Amnesty; “Hücre hapsinde tutulan LGBTİ+ ve kadın hakları aktivisti Li serbest bırakıldı”

$
0
0
Uluslaraarası Af Örgütü; “Li’nin serbest bırakılmasında, oluşturduğumuz küresel baskının etkili olduğu düşünülüyor “


Af Örgütünün Li’nin serbest bırakılmasıyla ilgili açıklaması şu şekilde;

“Her gün dünyanın her yerindeki hak ihlallerine karşı durmadan, yorulmadan mücadele ediyoruz, ancak kazanımlarımızı sizlerin verdiği imzalar ve destekler sayesinde elde edebiliyoruz. Çin’de Şubat ayından bu yana ailesi ve avukatı dahil hiç kimse ile görüştürülmeden hücre hapsinde tutulan kadın aktivist Li Qiaochu serbest bırakıldı!

Toplumsal cinsiyet temelli şiddete karşı yürüttüğü aktivizm ile tanınan Li’nin Çin’in yaygın pratiklerinin aksine hızlı bir şekilde serbest kalmış olmasında, siz aktivist, üye ve destekçilerimiz sayesinde oluşturduğumuz küresel baskının etkili olduğu düşünülüyor. 19 Haziran’da evine döndüğü bildirilen Li’nin ailesi, Uluslararası Af Örgütü’ne gönderdiği mesajda \’Li’yi önemseyen tüm arkadaşlara teşekkürler!\’ ifadelerini kullandı. Bu başarı hepimizin!

Kadın ve işçi hakları savunucusu Li Qiaochu ile 16 Şubat 2020’de Pekin’de polis tarafından gözaltına alınmasından bu yana iletişim kurulamıyordu. Ailesine ve kendi seçtiği bir avukata erişimi olmayan Li Qiaochu’nun işkence ve diğer türde kötü muamele tehlikesi altında olmasından endişe ediliyordu.

Attığınız imzalar ve verdiğiniz destekler sayesinde tüm insanların, insan haklarından eşit bir şekilde yararlanmasını sağlayabilmek adına yaptığımız çalışmaları sürdürebiliyoruz.

​Devam eden Acil Eylem’lerimize imzanla destek vererek sesimizi daha fazla duyurmamızı sağlayabilirsin. İmza kampanyalarını sosyal media hesaplarından paylaşarak daha fazla insanın hak ihlallerini fark etmesini sağlayabilirsin. Daha fazla iyi haberi sizinle paylaşabilmek için desteğine ihtiyacımız olduğunu unutma!” denildi.

https://www.habereguven.com/amnesty-birlikte-basardik-hucre-hapsinde-tutulan-lgbti-ve-kadin-haklari-aktivisti-li-serbest-birakildi/

LC Waikiki LGBTİ sembollerini yasakladı

$
0
0
LC Waikiki'de yönetimi çalışanlara, LGBTİ’leri andırdıkları gerekçesiyle “bu sembollerin kesinlikle kullanılmaması“ ve “mutlaka renk sayısının azaltılması” söylendi.


LC Waikiki yönetimi tarafından çalışanlara gönderilen e-postada LGBTİ’leri andırdıkları gerekçesiyle gökkuşağı, tek boynuzlu at gibi figürlerin kullanılmaması gerektiği belirtildi. Haziran-Temmuz aylarında bu tip figürlerin LGBTİ’leri andırdıkları gerekçesiyle “bu sembollerin kesinlikle kullanılmaması“ ve “mutlaka renk sayısının azaltılması” istendiği söylendi. Şirket ayrıca kaçınılması gereken “LGBTİ sembolleri listesini” de paylaştı.
 Kaynak: LC Waikiki LGBTİ sembollerini yasakladı

LC Waikiki LGBTİ sembollerini yasakladı Kaynak: LC Waikiki LGBTİ sembollerini yasakladı

https://halktv.com.tr/gundem/lc-waikiki-lgbti-sembollerini-yasakladi-429008h

Ne Eğitimde Ne İstihdamda: NEET Gençliği Dosyası…

$
0
0
LGBTİ+ Gençleri Eğitim ve İstihdamdan Uzaklaştıran En Önemli Etken Fobik Şiddet


Genç LGBTİ+ Derneği Danışmanlık Koordinatörü ve Proje Koordinatörü Duygu Yayla ile LGBTİ+ gençleri eğitim ve istihdamdan uzaklaştıran nedenleri konuştuk. En önemli etkenin fobik şiddet olduğunun altını çizen Yayla, istihdam hayatında ise fobik şiddetin önüne geçmek için kamu kuruluşlarında LGBTİ+ istihdam kotası olması gerektiğini söylüyor.

Öncelikle sizi ve Genç LGBTİ biraz tanıyabilir miyiz?

Ben Duygu, Genç LGBTİ+ Derneğinde Danışmanlık Koordinatörü ve Proje Koordinatörüyüm. Sosyoloğum. Derneğimizin hedef kitlesi öncelikli olarak LGBTİ+ gençler. Bu kitlenin sorunlarını araştırmak, gündemleştirmek, çözüm önerileri sunmak ve LGBTİ+ gençlere kendilerini ifade edebilecekleri alanlar açmak için çalışıyoruz. Yönetime katılım için üst yaş sınırımızı 35 yaş olarak belirledik ama toplantı ve etkinlikler için bir yaş sınırımız yok.

NEET gençlerle olan çalışmalarınızdaki gözlemlerinize göre bu gençlerin diğer gençlerden ayrışan özellikleri var mı sizce? Neler? Bu tanıma uyan bir hedef kitleniz varsa nasıl profiller var?

Genç LGBTİ+ DerneğiYaşadıkları problemler ve maruz kaldıkları şiddet düşünüldüğünde bu kişilerde özgüven eksikliği, kırılganlık, suça yönelme gibi olguların daha fazla görüldüğünü söyleyebilirim. Bunlar diğer LGBTİ+ gençlerde de görülen şeyler fakat NEET grubunda daha fazla vaka olduğu söylenebilir.

Bu tanıma uyan kitlemiz seks işçiliği yapan trans kadınlar. Sosyalleşme ve görünür olma problemleri çok yüksek. Nefret suçunun doğrudan merkezindeler ve tehlikeye açıklar. Yalnızlaştırıldıkları için devletin kolluk güçlerine de güvenleri yok, hukuka dair inançları da.

Bu gençleri eğitim ya da istihdamdan uzak tuttuğunu düşündüğünüz temel kırılma noktaları neler? NEET’e giden süreç nasıl ilerliyor?

LGBTİ+ gençleri eğitim ve istihdamdan uzaklaştıran en önemli etken fobik şiddet. Örneğin NEET kategorisinde en çok yer alan kitle olan Trans kadınlar okulda akranları ve hocaları tarafından transfobiye uğruyorlar. Eğitimlerini tesadüf eseri bırakmadan tamamladıklarında ise istihdamda fobik şiddete maruz kalıyorlar. Ayrıca ya işe alınmıyorlar ya da işverenleri tarafından istismara maruz kalıyorlar. Bu sebepten istihdamdan da itiliyorlar. Ve bu örnekler çoğaldıkça kişiler iş arama isteklerini ve motivasyonlarını da yitiriyorlar.

Hayatlarını idame ettirmek en büyük mücadeleleri haline geliyor. Eğitimden ve istihdamdan itildikleri için ve büyük oranda ailelerinden reddedildikleri için barınma sorunları ortaya çıkıyor, evsiz kalıyor ya da hayatta kalabilmek için suça yönelebiliyorlar.

Sizce Covid-19 Krizinin bu gençlerin hayatına yansıması ne oldu?

Sokakta kalma riskiyle karşılaştılar, Mor Çatı ve Güçsüzler Evleri de cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri bakımından kalamadıkları yerler oldukları için sokakta kalma riskleri daha da yükseldi.

İşsiz kaldıkları için sokakta kalmaktansa aile evlerine dönmeyi tercih edenler de (tabii aile kabul ederse) evde fiziksel, psikolojik şiddete maruz kaldılar.

Sizce tüm bu sorunlar ve potansiyel riskler nasıl bertaraf edilir, sorunlar nasıl çözülür? Kimlerin neler yapması gerekir?

Kanıt temelli politikalar geliştirilip karar alıcılara iletilmesi ve karar alıcıların bu sorunlara direkt çözümler getirmesi gerekir. Eğitim hayatından kopmalarında akran ve eğitici zorbalığı etkili oluyor bunun önüne geçmek için liseden ve üniversitelerde toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile ilgili temel ders zorunlu olmalı. İstihdam hayatında ise fobik şiddetin önüne geçmek için kamu kuruluşlarında LGBTİ+ istihdam kotası olmalı.

Türkiye’de bu grupları hedef alan veya mevcut çalışmalarında bu gruplara temas eden çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Eksiklikleri neler? Sizin yaklaşımlarınıza uygun olmadığını düşündüğünüz yönleri neler?

Açıkçası doğrudan bu grubu hedef alan kurumlardan haberdar değilim. Çeşitli gençlik, mülteci, kadın, LGBTİ+ alanında çalışan STÖ’lerin bazı çalışmalarında bu gençlere dokunduklarını görüyorum. Sorunun temelde bu kişileri eğitime ve istihdama yönlendirmekle değil, bu gençleri bu alanlardan iten temelleri ortadan kaldırmaya yönelik politikalarla çözüleceğini düşünüyorum. Ve gençleri bu alanlardan iten problemleri de grubun öznelerinden öğrenmeyi önemli buluyorum.

https://www.sivilsayfalar.org/2020/07/08/ne-egitimde-ne-istihdamda-neet-gencligi-dosyasi-lgbti-gencleri-egitim-ve-istihdamdan-uzaklastiran-en-onemli-etken-fobik-siddet/

Stuttgart’ta sanal onur geçidi: Phoenixhalle sahnesinden naklen yayın

$
0
0
Güney Almanya’nın politik motifli en büyük festivali Christopher Street Day (CSD) bu yıl online gerçekleşiyor. Çeşitlilik mesajı veren Onur Geçidi iki gün üst üste düzenlenecek dijital etkinliklerle YouTube ve Facebook’tan ücretsiz izlenebilecek.


Almanya’nın en önemli lezbiyen, gey, bisseksüel, transseksüel ve interseksüel etkinliklerinden biri olan Stuttgart’taki CSD Onur Geçidi bu yıl salgın dolayısıyla virtüel düzenleniyor.

“Çeşitlilik Destek İster” sloganı ile gerçekleşen Stuttgart festivali  çerçevesinde 25 ve 26 Temmuz tarihlerinde yani iki gün üst üste sosyal medyadan Römerkastell alanındaki Phoenixhalle salonlarından izleyenlere sanat ve kültür şöleni aktarılacak.

https://www.arti49.com/stuttgartta-sanal-onur-gecidi-phoenixhalle-sahnesinden-naklen-yayin-2345471h.htm

Halle Berry Transseksüel Bir Erkeği Canlandırmayı Düşünüp Vazgeçtiği İçin Özür Translardan Diledi

$
0
0

Ünlü oyuncu Halle Berry özür dileyerek transseksüel erkek rolünde yer alacağı filmden vazgeçtiğini duyurdu.
Chris Brown ile yaptığı Instagram canlı yayınında, Halle Berry bir trans erkeği canlandıracağını duyurmuştu.
Yapılan canlı yayının ardından Hale Berry'nin bu açıklaması yoğun tepki aldı.
Eleştirileri dikkate alan aktris, Twitter hesabından bir açıklama yaparak trans bireylerden özür diledi.
Twitter hesabında yaptığı açıklama şöyle oldu:
Hafta sonu boyunca bir trans erkeği canlandıracağım rolüm hakkında düşünme fırsatım oldu. Yaptığım açıklamalar için özür dilemek isterim. Bir kadın olarak bu rolü düşünmemem gerektiğini ve trans bireylerin kendi öykülerini anlatma fırsatına sahip olmaları gerektiğini şimdi anlıyorum.
"Son birkaç gündür bana rehberlik eden eleştirel sohbetler için minnettarım. Dinlemeye, kendimi eğitmeye ve hatamdan ders çıkarmaya devam edeceğim."
Hem ekran önünde hem de kamera arkasında daha iyi bir temsil  için çabalayacağıma söz veriyorum.

http://cf-source.onedio.com/haber/unlu-aktris-halle-berry-transseksuel-bir-erkegi-canlandirmayi-dusundugu-icin-ozur-diledi-910666

Eşcinsellik Nedir? Eşcinsellik Doğuştan Mı Gelir?

$
0
0
Dünyada yaşayan milyonlarca eşcinsel kimliğe sahip kişi bulunuyor; bu kişiler toplum baskısından şikâyet ediyor. Toplum geleneksel ahlak anlayışından. Eşcinsellik dünya kadar ülkemize de gelmiş ve yayılmaya da başlamıştır. Bundan birkaç hafta önce sırf eşcinsellik haramdır; dedi diye linçle karşılaşan bir bakanı gördük. Yani eşcinsel kimlik kendine bir lobide yapmış bulunuyor. Peki, eşcinsellik nedir? İnsanoğlu yaradılışında kadın ve erkek olarak yaratılmıştır. Kadın ve erkek kavramları aynı zamanda birer cinsel kimliğe işaret eder. Erkek ve kadın çift olduğunda yani cinsel ilişki başladığında bu iki farklı cinsel kimlik de farklı rollerde olur. Eşcinsel kimliklerde ben kadınım ama kadınlardan hoşlanıyorum; ben erkeğim ama kadınlardan değil erkeklerden hoşlanıyorum. Gibi bir anlayış vardır; eşcinsel kelimesi otomatik olarak hemcinsinden hoşlanan anlamına geliyor.

Eşcinsellik doğuştan mıdır?
Sürekli sorulan sorulardan biri budur; eşcinsellik doğuştan yani genlerimizden gelen bir duygu mudur; bunu iddia eden bazı bilim adamları olsa da genel algı bunun sonradan yani çevre faktörü ile insanlara geçtiğidir. Bununda en büyük suçlusu ailedir; aileler çocukların cinsel kimlik kazandıkları yaşlarda onlara doğru eğitim vermezse o zaman çocuk eşcinsel kimliğe doğru yol almıştır. Örneğin bir anne ve baba kavga ederken kadın şiddet görüyorsa kız çocukları ezilen taraf olmamak için farklı bir boyutta düşünceye geçebilir. Erkeler içinde bu şekilde farklı çevreler onları farklı yönlere çekebilir.

Eşcinselliğin tedavisi var mı?
Eşcinselliğin tedavisi yoktur algısı da çok yanlış bir urumdur; bu tam anlamıyla psikolojik bir rahatsızlık olmakla birlikte, düzenli psikiyatri eğitimleri ile düzeltilebilir. Çocuk yaşı geçmiş bir durum varsa da o zaman kişinin öz benliğe dönme çabaları da işin içinde çok etkili olacaktır. Bunu ben böyleyim diye kabul etmek çok yanlış bir mantıktır, dünya da milyonlarca insan bu hastalıktan kurtulmak istese de Avrupa’da bu hastalıkla ilgili psikiyatrik tedavilere de çok fazla izin yoktur.

https://tr.sputniknews.com/turkiye/202007071042405952-ak-partili-unal-netflix-yorumu-ask101-osman-bir-sorun-alanini-operasyon-aparatina-donusturme-cabasini-iyi-niyetli-bulmayiz/

İskoçya, Dünyada LGBTİ+ Tarihini Okul Müfredatına Ekleyen İlk Ülke Olacak!

Murat Övüç, iş adamı sevgilisini anlattı!

$
0
0

İnstagramda 2.4 milyon kişi tarafından takip edilen Murat Övüç Ertem Şener'in youtube kanalı Sorgu Odası'na katıldı. 19 yaşında gay olduğunu ve hem kadın hem de erkekle birlikte olabildiğini açıklayan Murat Övüç, oğlu Burak Can hakkında merak edilenleri de cevapladı.

Murat Övüç son günlerde giderek artan sosyal medya fenomenlerinden biri. Kendine has tarzı ile çektiği videolar ile ünlünen Murat Övünç'ü instagram'da 2.4 milyon kişi takip ediyor. Yaşam biçimi ve tercihlerinden dolayı birçok kişi eleştirse de Murat Övünç'ü olduğu gibi kabul edenler çoğunlukta.

İnstagramı aktif kullanan isimlerinden biri olan Murat Övüç Ertem Şener'in youtube kanalı Sorgu Odası'na katıldı ve Şener'in sorularını bir bir cevapladı. Biseksüel olduğunu söyleyen Murat Övüç'ün cinsel yaşamı hakkında söyledikleri ise şaşırttı.

Murat Övüç, Ertem Şener'in ilk ne zaman sendeki bu durumu anladın sorusuna şöyle cevap verdi.

Ortaokul dönemindeyken, sevgilim olması gerekirken ben yan tarafımda oturan erkek arkadaşımla takılmaya başladı. O bize geldi ben ona gittim ve ilk ilişkimi 19 yaşında yaşadım.

Çok tereddüt ettim, ne olacak, ne yapacağım diye kendime çok sordum. Ben evlilik de yaşadım, bir kadınla evlendim oğlum oldu. Ben bir kadınla da erkekle de birlikte olabiliyorum gay miyim biseksüel miyim ben de anlamadım. Ama çok sağlıklıyım

Övüç, bir dönem evli olan ve kısa süre önce karısından boşanan sevgilisi hakkında konuştu.

Ben normal mütevazi yaşayan biriyim, benım hayat arkadaşım var 12 yıldır birlikteyiz bizim bir kare fotoğrafımız yoktur. Benim özelim dört duvar arasındadır kimse bilmez. Her şey seks değil o benim akıl hocam çok seviyorum onu. Amerika'da pırlanta tasarımcısı paraya da ihtiyacı yok. ' sözleri


Peki son zamanlarda adını sık sık duyduğumuz ve elinde tesbihle gezen delikanlıyım diyen birçoğundan daha delikanlıyım diyen Murat Övüç kimdir, aslen nereli, boşandığı eşi ve oğlu Burak Can kimdir?

Son günlerde 'Netflikş'çıkışıyla adından sıkça söz ettiren sosyal medya fenomeni Murat Övüç'ün aslen Siirtli. Babasının zoruyla bir evlilik yapan ve şuan 19 yaşında olan oğlu Burakcan 3 yaşındayken eşinden boşanan Murat Övüç'ün hayatını ise rahmetli Nur Yerlitaş değiştirmiş.

Nur Yerlitaş benim hayatımı değiştirdi, ona fal baktım hayran kaldı ve beni Kıbrıs'a götürdü ondan sonra yıldızım parladı diyen Murat Övüç'ün ilk evliliği ise babasının ısrarı üzerine oldu.

Rahmetli babası gay olduğunu söyleyen Murat Övüç'ün 'ayıbını'örtmek için zorla evlendirdi ve bu evlilikten Burakcan adında bir oğlu oldu.

Evlilik bana göre değilmiş bunu anladım diyen Murat Övüç'ün uzun süredir birlikte olduğu sevgilisi ise Amerika'da yaşayan pırlanta tasarımcısı. Kısa süre önce eşinden boşanan Murat Övüç'ün iş adamı sevgilisinin Kapalıçarşı'da birçok mağazası var.

https://www.medyafaresi.com/foto-galeri/murat-ovuc-is-adami-sevgilisini-anlatti/944500

Beşiktaşlı eski basketbolcu: Biseksüel bir siyahi olmaktan gurur duyuyorum

$
0
0
Washington Mystics forması giyen Cloud, Beşiktaşlı eski basketbolcu Tasha Cloud, biseksüel bir siyahi olmaktan gurur duyduğunu söyledi.


Amerikan Kadınlar Basketbol Ligi (WNBA) ekiplerinden Washington Mystics forması giyen Tasha Cloud, Onur Haftası’nı takip eden haftada sosyal medya hesabından bir paylaşımda bulundu.

Koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle bu yıl alanlarda da gerçekleştirilememesine rağmen Onur Haftası, bu yıl da büyük bir coşkuyla kutlandı.

Etkinikler, salgın sebebiyle dijitale taşınırken pek çok spor figürü de bu etkinliklere katılarak çeşitliliğe destek verdi.

TIKLAYIN- Beşiktaşlı eski basketbolcu: “Boğazıma bastırılan diz, senin sessizliğindir”

WNBA takımlarından Washington Mystics‘te oynayan Tasha Clouds da bu isimler arasında yer aldı.

Bir dönem Beşiktaş Kadın Basketbol Takımı‘nda da oynayan Cloud, Instagram hesabından yaptığı paylaşımla biseksüel ve siyah olmaktan gurur duyduğunu söyledi.

Cloud, yaptığı paylaşımda “Biseksüel olmaktan gurur duyuyorum, siyahi olmaktan gurur duyuyorum, kadın olmaktan gurur duyuyorum ve kendi gerçeğimi yaşamaktan kurur duyuyorum” ifadelerini kullandı.

Takipçileri, bu paylaşımı sonrası 28 yaşındaki basketbolcuya destek mesajları attı.

http://alansavunmasi.org/besiktasli-eski-basketbolcu-tasha-cloud-biseksuel-bir-siyahi-olmaktan-gurur-duyuyorum/

Dünden kalan homofobi-kler!

$
0
0
Bir Siyasi Partiye Yakıştırmadıklarım!

Zaman zaman HDP hakkında sıra dışı değerlendirmeler yapılınca parti kimliğini yansıtan en önemli metinlerden biri olan HDP’nin parti programını gözden geçirdim.

Bu mütalaa esnasında dikkatimi çeken bazı paragrafları sizinle paylaşmak isterim.

Olabildiğince kadını programına konu edip, sokağa çeken, mücadeleye çağıran, sözüm ona özgürlük vaad eden programda anne, ev hanımı ve evlenme kavramını bulamadım.

Ülkemizde yaşan bir çok inanç türlerine vurgu yapan HDP’nin Programında İslam ve Müslüman kavramına rastlamadım.

Son yıllarda olabildiğince geniş anlamı ile hayatı zehir eden cinsel şiddet konusunda şu ifade yer almaktadır. ‘kadına yönelik cinsel şiddetin tanınması ve soruşturulmasında kadının beyanı esastır’ İstanbul Sözleşmesinin aynısı burada yer alıyor.

Dünyanın illellah ettiği, bir milyonu aşkın farklı inanç ve dinlere mensup kimselerin anti cander hareketi olarak ortaya çıkıp bu yaşam tarzının insanlığın yüz karası kabul edip ona karşı mücadele ettikleri, açık adıyla eşcinseller ve diğer sapkın ilişki türleri parti programında güvence altına alınmıştır.
Konunun hassasiyetine binaen programda yer alan LGBT’ler hakkındaki paragrafı aynen yazıyorum.

“Partimiz, heteroseksizmi bir tür ırkçılık olarak görür. Lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüellerin (LGBT) maruz kaldıkları homofobi ve transfobi temelli ayrımcılığa ve şiddete karşı mücadele eder. LGBT bireylerin özgürleşmesinin heteroseksüelleri de özgürleştireceğini savunan Partimiz, heteroseksüelliği zorunluluk olarak gösteren ve dayatan nefret söylemine ve nefret suçlarına karşı mücadele eder.”

Rusya’nın,  Macaristan’ın,Eermenistan’ın reddettiği bu sefil heriflerin taleplerinin siyasi bir parti olan HDP nezdinde değer bulması hiç yakışık durmuyor. Bir vatandaş olarak bu ifadenin programlarından çıkarmalarını ivedi ile bekliyorum.

https://www.guneydoguguncel.com/bir-siyasi-partiye-yakistirmadiklarim/


Prof. Bayraktar: LGBT lobisi insanlığın geleceğini tehdit ediyor

Öğretim Üyesi Ürolog Prof. Zeki Bayraktar: Artık bu aktivite eşcinsel bireylere karşı ayrımcılıkla mücadele zemininden çıktı. Bunun çok ötesine geçerek, eşcinsel kimliği dayatan bir lobi haline döndü. Sabah Gazetesinden İsa Tatlıcan'ın Öğretim Üyesi Ürolog Prof. Zeki Bayraktar ile yaptığı röportajı yayımlıyoruz.



Prof. Bayraktar: LGBT lobisi insanlığın geleceğini tehdit ediyor

Eşcinsellik tartışmasının binlerce yıllık bir geçmişi var. Ancak sosyal medyanın, dizilerin, sinema filmlerinin ve STK'ların etkisi ile heralde insanlık tarihi boyunca bu kadar görülür olmamıştı. Bunda elbette tüm dünyayı etkisi altına alan LGBT lobisinin de büyük payı var. Peki nedir bu eşcinsellik meselesi? Doğuştan gelen bir özellik mi yoksa doğumdan sonra insanın peşini bırakmayan bir hastalık mı? LGBT lobisi son yıllarda nasıl bu kadar güçlendi? Sabah Gazetesi, "Interseks - Hermafrodit Ve Eşcinsel" kitabını yazan ve yazdığı makalelerle LGBT lobisinin hedefi haline gelen Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Ürolog Prof. Zeki Bayraktar ile uzun süredir üzerinde çalıştığı bu konunun tüm detayları sordu.

EŞCİNSELLİK GENİ YOKTUR

-Hocam en çok merak edilen soru ile başlayalım. Eşcinsellik doğuştan mı gelir, doğumdan sonra çevre şartları ile edinilen bir hastalık mıdır?

Eşcinselliğe zemin hazırlayan birkaç faktörden bahsetmek mümkün ama eşcinselliğin pratikteki en sık nedeni cinsiyete özgü cinsel kimlik geliştirememektir. Bebeğin ya da çocuğun cinsel kimlik karmaşasına, cinsel kimlik hoşnutsuzluğuna veya bozukluğuna sürüklenmesidir. Bunun nedeni de hatalı anne-baba modelleridir, bireyin erken çocukluk döneminden itibaren cinsiyetine özgü cinsel kimlik geliştirememesidir.

EŞCİNSELLİK DOĞUŞTAN GELDİĞİNİN KANITI YOK

-Eşcinselliğin doğuştan geldiği yönünde bilimsel bir kanıt var mı?

Eşcinselliğin doğuştan geldiğine yani genetik olduğuna dair bilimsel bir kanıt yoktur. Bu sadece dile getirilen bir hipotezdir ama asla kanıtlanabilmiş değildir. Aksine 2019 yılında yapılan bir çalışma ile -ki bu konuda bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışmadır- eşcinselliğin genetik olmadığı gösterilmiş, genetiğin eşcinselliğin gelişiminde bir rolünün bulunmadığı kanıtlanmıştır. Eşcinsellik geni yoktur ve eşcinsellik genetik değildir.

EŞCİNSELLİK DEĞİŞTİRİLEMEZ TEZİ DOĞRU DEĞİL

-Eşcinsellik tedavisinin mümkün olmadığını düşünen uzmanların sayısı da çok fazla. Siz bunun tedavi edilebilir olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet güncel psikiyatriyi domine eden psikiyatri dernekleri olaya genelde böyle bakıyorlar. Ancak talep üzerine terapi yapan psikoterapistler de var. Ve eğer bireyin bu konuda motivasyonu varsa olumlu sonuçlar da alınıyor. Ancak burada önemli olan bireyin bunu talep etmesi, eğer birey bunu talep etmiyorsa tedavi yapamazsınız, zaten böyle bir durumda sonuç da alamazsınız. Burada asıl olan bireyin neyi talep ettiğidir. Ama tabi onun da doğru bilgilendirilmesi, yanıltılmaması gerekiyor. Lakin eşcinsel bireyler bu konuda yanıltılıyorlar. ''Eşcinsellik doğuştandır ve değiştirilemez'' tezleri ile yanıltılıyorlar. Bu doğru değil.

ANNE BABA SORUMLU

-Ailelerin her zaman "çocuğum eşcinsel olur mu" korkusu vardır. Bu insanlara ne yapmalarını önerirsiniz?

Aslında bu konuda üzerinde durulması gereken en önemli konu budur. Ebeveynlerin çok bilinçli olması gerekiyor. Çünkü bireyi eşcinselliğe sürükleyen çoğunlukla anne-babalar oluyor, evet yanlış ifade etmedim, çoğunlukla anne-babalar oluyor. Nasıl mı? Şöyle;

Eşcinselliğin kökeninde -ağırlıklı olarak- cinsiyete özgü cinsel kimlik geliştireme sorunu bulunduğunu az önce ifade etmiştim. Bunu biraz daha detaylandırmam lazım;

Hepimizin biyolojik bir cinsiyeti olur, erkek veya kız. Bunu, yani bedenimizi bilgisayar kasasına benzetebiliriz. O halde bu kasaya (bedenimize) bir de program (cinsel kimlik) yüklememiz gerekiyor. Cinsel kimlik de tıpkı bir bilgisayar programı gibi, onu bedenimize yüklüyoruz; Erkek isek erkek, kız isek kız olduğumuzu kabulleniyor, bunu özümsüyor, bundan dolayı bir rahatsızlık duymuyor ve romantik ve erotik olarak ilgi duyduğumuz cinsel hedefimizi buna göre belirleyerek erişkin dönemimizde de cinsiyetimizin gerektirdiği rollerimizi tatbik ediyoruz.

KRİTİK EVRE 1-6 YAŞ

-Bu özellik ne zaman oluşmaya başlıyor?

Her birey cinsel kimliğini hayatın olağan akışı içinde erken çocukluk döneminden itibaren kazanmaya başlar. Bunun için kritik evre 1-6 yaştır, ama özellikle çekirdek cinsel kimliğin geliştirildiği 1-3 yaş, her şey büyük oranda bu aşamada yani bebeklik/erkek çocukluk döneminde şekillenir. Bu aşamadaki bir duraksama/engellenme ciddi sonuçlara neden olur. Freud'un deyimiyle nasıl ki bir tohuma atılan minik bir çizik ağaçta büyük bir yarık olarak karşımıza çıkar, bu dönemde bebeğin cinsel kimliği ile ilgili oluşturulan çizikler de erişkin dönemde büyük bir yarık/sorun olarak karşımıza çıkar.

Her bebek/çocuk cinsel kimliğini, erkek ise babasını, kız ise annesini modelleyerek, yani onlarla özdeşim kurarak geliştirir. Özdeşim, anne veya babanın veya onlar yerine geçen bir modelin bilinç dışı olarak kopya edilmesidir, bilinç dışı taklittir.

CİNSEL KİMLİK BOZUKLUĞUNA DİKKAT

-Yani cinsel kimlik oluşurken anne ve baba mı model alınıyor?

Çocuk, cinsiyetine özgü cinsel kimliğini anne-babasından aldığı mesajları yorumlayarak geliştirir. Daha doğrusu bedenine hangi cinsel kimliği yükleyeceğine bu mesajlara bakarak karar verir. Ebeveynler bu dönemdeki bebeklere/çocuklarına hatalı mesajlar gönderirlerse çocuk -kendi hemcinsinden olan- ebeveyni ile özdeşim kuramaz ve bedensel cinsiyetine özgü cinsel kimlik de geliştiremez. Cinsel karmaşaya, cinsel kimlik hoşnutsuzluğuna sürüklenir. Erkek ise kız gibi, kız ise erkek gibi olmak ister, öyle davranır. Bu durum Cinsel Kimlik Bozukluğu (CKB) olarak nitelenir. CKB, ergenlik öncesi dönemde tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Eğer tedavi edilmezse büyük oranda eşcinsellikle sonuçlanır.

ÇOCUKLAR CİNSEL KARMAŞAYA İTİLİYOR

-Ebeveynler ne yapmalı peki?

İşte bu nedenle tüm ebeveynlerin bu konularda bilinçli olması gerekiyor. Ama maalesef çocuklarının heteroseksüellikle ilgili filizlerini -bebeklik döneminden itibaren- kırarak onları eşcinselliğe sürükleyen bir çok anne-baba var, bunu tabi ki farkında olmadan yapıyorlar, çünkü hangi davranışların hatalı olduğunu bilmiyorlar.

Mesela adaletsiz güç dağılımının bulunduğu bir aile ortamında -emekleyen- bir kız çocuğu ve zalim bir baba tarafından ezilen, horlanan, aşağılanan bir anne varsa, bu kız çocuğu dişiliğin tehlikeli olduğu mesajını alacak ve annesinin temsil ettiği feminenlikle özdeşimi reddedecektir. Yani annesi gibi olmak istemeyecektir. Erkeksi ve güçlü kadınlara karşı hayranlık duyacak, maskülen alana yönelecektir. Aynı mesajı sürekli olarak depresif halde bulunan, kararsız ve silik bir anne modeli de verebilir. Böyle bir annesi olan bir kız çocuğu da annesi gibi bitip tüketen endişeler yaşamak yerine maskülenlikle savunmacı bir özdeşim kuracak ve annesinin çaresizliği ile özdeşim kurmayı tercih etmeyecektir.

Yani bu çocuklar sırf ebeveynlerinden gelen bu ve benzeri hatalı mesajlarla cinsel karmaşaya itilmiş olurlar. Elbette ki başka hatalı mesajlar da var, bunlar sadece bazı örneklerdi. Özetle bu sorunuz çok önemlidir, eşcinsellik konusunda üzerinde durulması gereken asıl konu budur, çünkü bunun somut bir karşılığı-katkısı var. Ve ne yazık ki hatalı mesajlarla çocuklarını karmaşaya sürükleyen çok anne-baba var, ama hiç farkında bile değiller.

ÇOCUKLARI EŞCİNSEL OLARAK DAMGALAMAK SUÇTUR

-LGBT lobisi son yıllarda "LGBT'li çocuklar unutulmasın" diyerek tartışmaya cinsel kimliği henüz oturmamış çocukları da dahil ettiler. Bu söylem hakkında ne söylemek istersiniz?

Bu gerçekten çok büyük bir hadsizlik, çünkü cinsel kimlik erken çocukluk döneminde oluşmaya başlar ise de ancak ergenlik sonrasında yani 21-22 yaşlarında stabilleşir. Cinsel kimliği stabilleşmeyen bir çocuğa eşcinsel muamelesi yapmak ve onları eşcinsel olarak damgalamak büyük bir hadsiz1iktir. Üstelik bu güncel psikiyatrik yaklaşıma da aykırıdır. Çünkü 18 yaş altındaki bireyler çocuk olarak kabul edilir. Bir çocuk ancak Cinsel Kimlik Bozukluğu içinde olabilir. Bu eşcinsellik demek değildir. Tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Güncel psikiyatri de bunu hastalık olarak kabul eder. ''Evet bu bir hastalıktır ama tedavi edilmemelidir'' demek, hasta bir bireyin tedavisini engellemek demektir ki, bu hadsizliğin ötesinde açık bir suçtur.

EŞCİNSELLERİN HAKLARI İLE LGBT HADSİZLİĞİNİ AYIRMAK GEREKİR

-LGBT Onur Yürüyüşüne bu yıl aşırı bir ilgi var. Eşcinsel olmayanlar da sosyal medya profil resimlerini değiştirerek yürüyüşe destek veriyor. Bu aşırı ilgiyi nasıl yorumlamak gerekir?

LGBT lobisinin aktif bir lobi olduğunu ifade etmiştim. Çok organize çalışıyorlar. Ama bu durum biraz da eşcinselliğe ilişkin olan bir husustur, çünkü eşcinsel bireylerde kimlik gururu olur. Hatta belli dönemlerde eşcinsel olmayan bireylerle çatışmayı hedeflerler. Onur yürüyüşlerinde yaşanan abartılı davranışlar biraz da bunların yansımaları. Bu yürüyüşler belki ilk aşamada bir hak talebi şeklinde ve ayrımcılığa karşı mücadele zemininde başladı. Yani kısmen bir haklılığı vardı. Ama artık gelinen noktada böyle bir gerekçe kalmadı. Ve açıkçası LGBT lobisi birçok alanda haddini aşmaya başladı. Artık bu aktivite eşcinsel bireylere karşı ayrımcılıkla mücadele zemininden çıkmış, bunun çok ötesine geçmiş, eşcinsel kimliği dayatan bir lobi haline dönüşmüş durumda. Bu nedenle eşcinsel bireylerin hakları ile LGBT aktivitesini ayırt etmek gerekiyor.

EŞCİNSELLER LGBT LOBİSİNE MUHTAÇ OLMAMALI

-Eşcinsellerin hakları bir özgürlük meselesi değil midir?

Eşcinsel bireylerin temel insan hakları güvence altına alınmalı, ayrımcılığa uğramaları engellenmeli, bu konuda LGBT lobisine muhtaç bırakılmamalı ama buna karşı haddini aşan LGBT aktivitesi de yasaklanmalıdır. Veya en azından haddini aşan konularda kısıtlanmalıdır. Çünkü değişmek isteyen eşcinsellerin önünü kapatarak onların ideal sağlık hizmetine erişimlerini engelledikleri gibi -yani homofobik bir sonuca neden oldukları gibi- hadsizlikleri nedeniyle eşcinsellere karşı olan çevrelerde de ajitasyona neden oluyorlar. Yani homofobik bir atmosfer oluşumuna katkı yapıyorlar. LGBT lobisi bunu fark etmiyor olabilir ama toplumda böyle bir gerilimin gelişmeye başladığını gözlemlemek mümkün.

EŞCİNSELLERE PSİKİYATRİK DESTEK OLMAK YASAK!

-Dünya Sağlık Örgütü'nün bu konudaki kuralları çok katı. Birçok ülkede eşcinsellere Psikiyatrik destek vermek yasak. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet bu da kritik bir soru, daha doğrusu kritik bir tespit. Bizler tüm tıbbi disiplinlerde birbirine zıt görüşleri dahi bilimsel çerçevede dile getirebiliyor iken -ki bilim de zaten bunu gerektirir- eşcinsellik konusunda bunun böyle olmadığını görüyoruz. Neden? Çünkü psikiyatri camiası eşcinsellik konusunda maalesef bilimsel bir disiplin olmaktan çıkmış, dogmatik bir camia haline dönüşmüştür. Buna itiraz eden psikiyatristler de var elbette ama camiaya hakim değiller, Amerikan Psikiyatri Derneği gibi dernekler buna müsaade etmiyor. Ve eşcinsellik konusunda araştırmalar dahi yapılamıyor. Böyle bir bilim olur mu?

DEĞİŞMEK İSTEYEN BİREYİ ENGELLEYEMEZSİNİZ

-Bu yasakçı tutum psikiyatrik destek almak isteyen eşcinsellere ve ailelerine bir haksızlık değil mi?

Kesinlikle öyle, aslında bu bir homofobi, çünkü bu bireylerin optimal sağlık hizmetlerine erişimi bu şekilde engellenmiş oluyor, yanıltılıyorlar, ama maalesef durum böyle. Eşcinsel kimliği ile barışık olan bir bireyi tedaviye zorlamak ne kadar hatalı ise eşcinsel dürtülerinden rahatsız olan ve değişmek isteyen bir bireyi engellemek de aynı şekilde hatalıdır. Ama her iki hata da yaygın bir şekilde yapılıyor ne yazık ki...

FİLM VE DİZİLERDE EŞCİNSELLİK DAYATMASI

-Sinema filmlerinde, dizilerde eşcinsellik vurgusu olmazsa olmaz hale geldi. Bunun zararlı olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, çünkü bu durum hayatın olağan akışı içindeki olgularla birebir örtüşmüyor, yani günlük pratikte çevremizde bu kadar eşcinsel görmüyoruz, dolayısıyla bu yapılan artık bir kimlik dayatması, bu durum özellikle cinsel kimliğini geliştirememiş, karmaşa içinde bulunan ve özdeşim öznesi arayan ergenler için olumsuz bir tablo oluşturuyor. Buna dikkat etmek gerekiyor.

GENÇLERİN CİNSELLİK ALGISI HASAR GÖRÜYOR

-Gençlerin cinsellik algısında bir değişim gözlemliyor musunuz?

Evet görüyorum ve bunu fırsat buldukça da ifade ediyorum. Günümüzdeki cinsellik etik ve estetikten mahrum; aşk ve sevgi barındırmayan, romantik ve erotik donatılardan mahrum -pornografik- bir cinsellik yaşanıyor.

Gençler internetin sağladığı imkanlarla hiç tanımadıkları bir partnerle anlık ilişki yaşayabiliyorlar, bu çok partnerli ilişkiler demek, tabi bu ilişkiler, cinsel yolla bulaşan hastalıkların yoğun bir şekilde kapıldığı ilişkiler, bunu biz üroloji pratiğimizde çok sıklıkla görüyoruz, dolayısıyla gençler bu ilişkilerle aslında sadece bedenlerini/kendilerini değil cinsel hayatlarını da öldürüyorlar. Ne var ki bunun farkında değiller. Farkına vardıkları zaman da ne yazık ki iş işten geçmiş olacak. Çünkü kalıcı bedensel ve ruhsal hasarlar çoktan gelişmiş olacak...

Eskiden ancak evlilik veya romantik bir ilişki sonrasında ulaşılabilen cinsellik, artık gençler arasında ''takılma'' olarak nitelenen ve sadece cinsel birliktelik yaşamak için buluşmak manasına gelen ilişkilerle yaşanıyor. Aşk yok, sevgi yok, romantizm yok, erotizm yok yani aslında cinsellik yok. İşin kötüsü gençler cinselliği artık internet üzerinden böyle öğreniyor ve böyle yaşıyorlar. İnternetten öğrendikleri pornografik görüntüleri cinsellik sanıyorlar.

CİNSİYETSİZ TOPLUMUN KARŞILIĞI YOK

-Son yıllarda cinsiyetsiz toplum söylemleri de yaygınlaştı. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Bu başta LGBT lobisi olmak üzere muhtelif çevrelerce dile getirilen bir söylem. Ama ben bu söylemin etkisinin ifade ettiğim hususlara dikkat edilmesi koşulu ile çok yaygın olacağı kanaatinde değilim. Çünkü reel bir karşılığı yok. Ayrıca insanlık tarihi evrensel ölçekte erkek-kadın deseni üzerinde yaşanmıştır ve bundan sonra da böyle yaşanacaktır. Çünkü biyolojik realiteler, fıtrat, aile ve üreme içgüdüsü gibi temel faktörler nedeniyle bu mecburen böyle olacaktır. İlaveten üretim ve reklam piyasası da erkek kadın deseni üzerinden çalıştığı için cinsiyetsiz bir topluma izin vermez. Çünkü pazarları daralmış olur.

https://www.memurlar.net/haber/915377/prof-bayraktar-lgbt-lobisi-insanligin-gelecegini-tehdit-ediyor.html


LGBT lobileri devrede: Gökkuşağı figürünü kullanmama kararı alan LC Waikiki'ye boykot başlattılar

Türkiye'de hemen her alanda faaliyet gösteren LGBT lobileri, gökkuşağı ve tek boynuzlu at gibi figürleri kullanmama kararı alan giyim markası LC Waikiki'ye karşı boykot başlattı. LGBT akımları bu tür sembolleri kullanarak uzun süredir giyim ve moda sektöründe yer edinmeye çalışıyor. Dünya genelinde LGBT tasarımcıları, dergi editörler, fotoğrafçılar, makyaj sanatçıları bu tür trendlere yön verme peşinde. Bu akımın en büyük destekçileri ise eşcinsel modacılar, müzisyenler ve sinema yıldızlarından oluşuyor..

Türkiye'de giyimden modaya, eğitimden film sektörüne kadar birçok alanda aktif rol almaya çalışan LGBT lobileri LC Waikiki'ye boykot kampanyası başlattı.

LC Waikiki yönetimi, LGBT sembollerini çağrıştıran gökkuşağı ve tek boynuzlu at gibi figürleri kullanmama kararı almıştı.

Bu durumdan rahatsız olan LGBT lobileri, sosyal medyada boykot çağrıları yaptı. LGBT akımları uzun süredir giyim sektöründe yer edinmeye çalışıyor ve bu sektörde kadın-erkek etiketlerinin kaldırılarak reyonların birleştirilmesi gerektiğini savunuyor.

LC WAİKİKİ'Yİ HEDEF ALAN LGBT'NİN İLK HEDEFİ ÇOCUK REYONLARI
LGBT sembollerini andıran figürleri kullanmama kararı aldığı için LC Waikiki'ye boykot kampanyası başlatan bu tür lobilere bağlı çalışan mağazalar, uzun süredir 'kız çocuk ve erkek çocuk' tabelaları yerine bebekler, arabalar, kostümler ve oyuncak türlerini temsil eden figürler koyuyor.

LGBT akımının en büyük destekçisi markalar ve topluluklar trendler üstü olan bu toplum mimarlığının zeminini çocuk giyim bölümündeki cinsiyetleri kaldırarak ve cinsiyetsiz bir biçimde satış yaparak sağlamlaştırıyorlar.

LGBT AKIMLARI GİYİM SEKTÖRÜNÜ ELE GEÇİRMEYE ÇALIŞIYOR
LGBT toplulukları moda endüstrisinden her geçen gün daha önemli roller üstlenmeye çalışıyor. Dünya genelinde LGBT tasarımcıları, dergi editörler, fotoğrafçılar, makyaj sanatçıları bu tür trendlere yön vermeye çalışıyor. Bu sektörün en büyük destekçileri ise eşcinsel modacılar, müzisyenler ve sinema yıldızlarından oluşuyor.

LGBT SPONSORU YAYINEVLERİ 'EŞCİNSELLİK' PROPAGANDASI YAPIYOR
Toplumsal cinsiyet kavramını yerle bir etmeyi amaçlayan, erkek ve kadın arasındaki biyolojik farklılıkları yok sayarak, sapkın ilişkileri meşrulaştıran ve cinsiyetsiz bir toplum hedefleyen LGBT’nin Türkiye’deki faaliyetlerine çok sayıda önemli marka sponsor oldu.

Giyim markaların kullandığı renkler, filmlerde sunulan alt metinler, mobilya reklamlarında annesiz aile tabloları derken gıda ürünlerinde dahi cinsiyetsizlik sloganlarını görür olduk.

KÜLTÜR YAYINCILIĞINDAN LGBT LOBİSİNE
LGBT akımlarının toplum nezdinde meşrulaşması için kültürel bir zemin oluşturma çabaları açısından bazı yayınevleri de ön plana çıktı. Kitle kültürüne yön verme konusunda Netflix gibi dijital platformlar planlı bir strateji uygularken, söylem ve teorik alt yapı ise yayınevleri vasıtasıyla kültür endüstrisi tarafından üretiliyor. Kültür yayıncılığı alanında önemli paya sahip yayınevlerinden; Sel Yayıncılık, İletişim Yayınları, Ayrıntı Yayınevi, Epsilon, Can Yayınları ve Everest Yayınevi eşcinsellik lobisinin sponsorları arasına katıldı.

LGBT devşirecek çocuk arıyor

Modern dünyanın toplumsal cinsiyet projesi 'cinsiyetsizleştirmek' temelleri üzerinde kuruluyor. Cinsiyetsizlik dayatması yapan LGBT lobileri, her geçen gün 'ideolojik çete' haline dönüşüyor. Sosyal hayatta kadın ve erkek arasında farklılıkların olmadığını savunan bu görüş, bireylere özgü rol ve vazifeleri reddediyor. Bu projenin temel hedefinde ise çocuklar var. Batı ülkelerindeki bazı eğitim kurumlarında çocukları cinsiyetsizleştirme mühendisliğinden geçiren LGBT lobilerinin amaç ve hedeflerini 'Neler Oluyor'da anlattık:

https://www.yenisafak.com/hayat/lgbt-lobileri-devrede-gokkusagi-figurunu-kullanmama-karari-alan-lc-waikikiye-boykot-baslattilar-3548473


ÖNDER ve TÜGVA: İstanbul Sözleşmesi cinsel yönelim dayatması yapıyor ve eşcinselliği makulleştiren yaklaşımlar var

AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasını doğru bulmadığını belirterek, usulüne uygun sözleşmeden çıkılabileceğinin sinyallerini verdi. Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla imzalan sözleşme, suistimaller sebebiyle sık sık gündeme gelmekle beraber, eşcinsel evliliklerin önünü açarak Türk aile yapısının temellerini sarsmasıyla bilenen sözleşmeye bir tepki de ortak bir metin yayınlayan ÖNDER ve TÜGVA'dan geldi. Her iki derneğin sosyal medya hesaplarından yayınlanan yazılı açıklamada, "Sözleşmenin temel ahlaki değerlerimizle örtüşmeyen “toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim” konusundaki dayatmaları kesinlikle kabul edilemez. Sözleşmenin eşcinselliği yaygınlaştırıcı ve makulleştirici yaklaşımına karşı çıkmak insan neslinin korunması açısından vazgeçilmezdir" ifadeleri kullanıldı.

LGBT lobilerinin Türkiye'de hızlandırdıkları çalışmaları sonrası gündemden düşmeyen bir konu da İstanbul Sözleşmesi. AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, geçtiğimiz günlerde sözleşme ile ilgili konuşarak “İstanbul Sözleşmesi’nin üzerinde çalışmış biri olarak, sözleşmenin imzalanmasını doğru bulmuyorum. Bu metnin içerisinde iki tane önemli husus var. Dikkat çekmemiz gereken ve bizimle asla uyuşmayan. Bunlardan birisi toplumsal cinsiyet meselesi ve cinsel yönelim tercihi. Sözleşmenin içerisinde yer alan ’sözde namus, ahlak gibi konularla mücadele etmek hükümetlerin meselesidir’ diye bir kavram geçiyor. Bunlar asla kabul edilebilir konular değildir. Birtakım aile değerlerindeki zedelenmelerin ortaya çıkması tek başına İstanbul Sözleşmesi’nden kaynaklanan bir durum değildir. İstanbul Sözleşmesi yanlış bir şeydir. İstanbul Sözleşmesi olmazsa kadına karşı şiddet artar tezi de yanlıştır. Nasıl usulünü yerine getirerek bu sözleşme imzalanmışsa, aynı şekilde usulünü yerine getirerek bu sözleşmeden çıkılır” ifadelerini kullanmıştı.

İstanbul Sözleşmesi nedir? Neden imzalandı? Niçin iptal edilmek isteniyor?

Sözleşmenin sadece kadın beyanını esas almasından dolayı sık sık suistimallerin yaşanması ve eşcinsel evliliklerin önünü açmasında dolayı gündemden düşmeyen İstanbul Sözleşmesi'nin kabul edilmez olduğunu ÖNDER İmam Hatipliler Derneği ve Türkiye Gençlik Vakfı TÜGVA ortak bir metin yayınlayarak "İstanbul Sözleşmesi'nin dayatmalarını reddediyoruz" dedi.

ÖNDER, açıklamayı twitter hesabından "İstanbul Sözleşmesinin dayatmalarını reddediyoruz" ifadeleri ile yayınlarken, TÜGVA ise metni, "Kadına yönelik şiddetin her daim karşısında olduk, olmaya devam edeceğiz.İstanbul Sözleşmesi ile ilgili duruşumuz ve tavrımız nettir" ifadeleri ile duyurdu.

https://www.yenisafak.com/hayat/onder-ve-tugva-istanbul-sozlesmesi-cinsel-yonelim-dayatmasi-yapiyor-ve-escinselligi-makullestiren-yaklasimlar-var-3548612


Mehmet Akif Yılmaz: İstanbul Sözleşmesi'nin asıl niyeti ayrıntıda gizli!

AK Parti Kocaeli Milletvekili Mehmet Akif Yılmaz, İstanbul Sözleşmesi hakkında çarpıcı detayları sosyal medya hesabından paylaştı. Yılmaz, İstanbul Sözleşmesi'nin esas niyeti ayrıntıda gizli vurgusunda bulundu.

Hayata geçtiği günden beri tartışma konusu olan İstanbul Sözleşmesi hakkında AK Parti Kocaeli Milletvekili Mehmet Akif Yılmaz dikkat çeken detaylar paylaştı.

ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR

''Bu sözleşmeyi okuduğunuzda “Kadına Şiddet” vurgusu sizi aldatmasın. Her türlü şiddetin önlenmesi için gerekli kanuni düzenlemeler yapmak TBMM’nin en asli görevidir.'' ifadelerini kullanan Yılmaz, İstanbul Sözleşmesi hakkında 'Şeytan ayrıntıda gizlidir'' vurgusunda bulundu.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NİN 12. VE 14. MADDESİ

Madde 12 – Genel yükümlülükler

1. Taraflar, ... Kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.

Madde 14 – Eğitim

1 Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, TOPLUMSAL KLİŞELERDEN ARINDIRILMIŞ TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ, .... gibi konuların ... dahil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır.”

DİN, KÜLTÜR, GELENEK VE NAMUS KADINA ŞİDDET OLARAK SUNULUYOR

Yılmaz, İstanbul Sözleşmesi'nin 12. ve 14. maddesini işaret ettiği açıklamada, ''Sözleşme, amacını “Kadına Şiddet” maskesi altında net ifade ediyor; Toplumsal değerlerin kökünü kazımak, kadın-erkek dışında cinsiyet rollerini meşrulaştırmak istiyor. Kadına şiddeti engelleyecek kültür, din, gelenek ve namus gibi mukaddes kavramlarımızı Kadına Şiddetin gerekçesi olarak sunuyor. Sadece bu iki madde, bu sözleşmenin iptali için yeter sebeptir. Sözleşmenin iptalinin veya bu maddelerin kaldırılmasının gerekli olduğunu ifade eden Genel Başkan Vekilimiz Prof. Dr. Numan Kurtulmuş'u tebrik ediyor, bu konuda atılacak her adımı destekliyoruz.'' ifadelerini kullandı.

https://www.habervakti.com/dosya/mehmet-akif-yilmaz-istanbul-sozlesmesi-nin-asil-niyeti-ayrintida-h116511.html


AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin'den Kadın derneklerine çağrı

AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin İstanbul Sözleşmesi İçin Tüm Kadın Derneklerine Çağrıda Bulundu 'Biraraya gelelim' dedi

Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin, İstanbul Sözleşmesi tartışmasıyla ilgili değerlendirmede bulundu. İstanbul Sözleşmesini savunduklarında yeteri kadar dindar olmadıkları eleştirisi yapıldığını da söyleyen Zengin, yapılan itirazların ''Terminoloji ile ilgili itirazlar olabilir'' olarak değerlendirdi. AK Partili bazı isimlerin de "İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmalıyız" açıklamalarını değerlendiren Zengin:"Türkiye'de hiçbir konu İstanbul Sözleşmesi kadar hem parçalanmaya hem de tarafgir tartışmaya sahne olmadı diye düşünüyorum. İstanbul Sözleşmesi'nin lehine söylediğimizde yeteri kadar dindar olmamakla itham ediliyoruz. Lut kavmiyle yanyana durmaktan tutun da eşcinsel evlilikleri savunmaya kadar ağır ithamlarla karşılıyoruz. Bu konuya dair en ufak eleştiri kadın özgürlüğünü kısıtlamak adım gibi algılıyor. Çok sıkışmış bir alanda kalıyorsunuz. İstanbul Sözleşmesi ile ilgili sağlıklı bir konuşma yapacak zemine gelmediğimizi düşünüyorum. Demek ki toplumumuzda bu sözleşmeden rahatsız bir grup insan var. Ama onların rahatsız olduğu şeyler bu sözleşmede yazmıyor. Nafaka şikayetleri yazmıyor. Eşcinsel evliliklerin onaylandığı yazılıyor bu sözleşmede. Belki 20 defa okudum yazmıyor. Terminoloji ile ilgili itirazlar olabilir. Bunu anlıyorum." ifadelerini kullandı.Türkiye'de kadın meselesi için çalışan, hayatları farklı olan fakat muazzam benzerlikleri olan çok sayıda kadın olduğunun altını çizen Zengin, çağrıda bulunarak 'Biraraya gelelim' dedi. Zengin açıklamasının devamında şöyle devam etti:"Artık İstanbul Sözleşmesi içindekilerden bağımsız olarak bütün itirazların toplandığı havuza dönüştü. Benim arzum sağlıklı zeminde konuşalım. Bu sözleşmenin varlığı, yokluğu kadınlarla alakalı meselede asla geri gidişe sebep olmayacak diye düşünüyorum. Bugün İçişleri Bakanımızın çok iyi bir açıklaması vardı. Kadın cinayetlerinde ne kadar geriye gidiş olduğunu anlattı. Koruma tedbirleri anlattı. Bu konuda bütün birimler muazzam hassasiyet gösteriyor. Burada bütün meselem bu konuları konuşurken ne olur hacmi kadar konuşalım. Neyse hakettiği onu konuşalım. Bu sözleşmeden çıkarsak Türkiye'deki kadınların bütün problemler ortadan kalkacak, tam karşı kesimde bütün haklar geri gidecek. Gerçekten çok üzülüyorum. Buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum. Türkiye'de kadın meselesi için çalışan çok fazla kadın varız. Hayatımız farklı olabilir ama muazzam benzerliklerimiz var. Biraraya gelelim." dedi.Kaynak: AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin'den Kadın derneklerine çağrı

https://www.ulusalturk.com/ak-parti-grup-baskanvekili-ozlem-zenginden-kadin-derneklerine-cagri-47875h.htm


“Aileyi sapkınlara çiğnetmeyeceğiz”

Aileyi dinamitleyip, sapkın oluşumlara zemin hazırlayan İstanbul Sözleşmesi’nin iptali yönündeki çalışmalar, feministleri kudurttu. Kırkyama Kadın Dayanışması ve FeminAmfi’li kadınlar, İstanbul Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünü işgal edip, feminist sloganlar attı.

AK Parti’nin Süresiz Nafaka gibi haksız uygulamayı içerisinde barındıran, ailenin temelini dinamitleyen İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edileceğine yönelik açıklamaları feminist dernekleri çıldırttı.

Allahtan korkmazlar
Konuya ilişkin konuşan Süresiz Nafaka Mağdurları Platformu Başkanı İlhan Ergincan, şunları dile getirdi: “Kadına şiddet adı altında algılar ile çıkarılan İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edileceğini duyan ahlaksızlıkta sınır tanımayan 3 beş çapulcu feminist kadın, İstanbul Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nü işgal edip pankart astılar. Binaya ‘Artık yeter! Kadınlar yaşam güvencesi istiyor’ pankartı asan kadınlar, sık sık ‘Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz’ ‘sesimizi kısamayacaksınız’ diyen feminist gruplar evet Allah’tan korkmazlar, her türlü sapkınlığı savunur bunu özgürlük diye adlandırırlar”..

Feminist grupların algı peşinde olduklarını belirten Ergincan, şöyle devam etti:

Sesleri o kadar iğrenç ki!
“Sözde son günlerde artan kadına yönelik şiddet karşısında hiçbir önlem alınmayan, kadınlara iş ve gelir güvencesi sağlanmayan bir algı oluşturan Avrupa menşeli ve yurtdışından fon alan ahlaksız feminist gruplar; sevgilisi ile bir olup erkeği öldürten kadınlara kör, aldatan kadınlara sağır, çocuklarını döven kadınlara karşı dilsizdirler. Kadınların sesini kısamayacaksınız diyorlar. Sesleriniz o kadar iğrenç ki, lezbiyen ilişkileri savunan, erkek erkeğe ilişkiyi özgürlük sayan, aldatmayı en doğal hak gören iğrenç seslerinizi sonsuza dek kısacağız. Aile gibi kutsal kurumu sizin azgınlaşmış, ahlak dışı emellerinize alet etmeyeceğiz. Süresiz nafaka, çocuk haczi, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 kadının sözlü beyanı son bulana kadar mücadelemiz devam edeceğiz.”

https://www.yeniakit.com.tr/haber/aileyi-sapkinlara-cignetmeyecegiz-1325872.html


Metin Külünk LC Waikiki'nin LGBTİ+ kararını destekledi: Şirketin duyarlılığını iş dünyasından da bekliyoruz

Tema Grubu'nun sahibi olduğu tekstil firması LC Waikiki’nin LGBT’yi andırdığı gerekçesiyle “bu sembollerin kesinlikle kullanılmaması“ ve “mutlaka renk sayısının azaltılması” yönünde kararına AKP'li Metin Külünk'ten destek geldi.

Külünk "LC Waikiki’yi insanın doğasına sahip çıkan dikkati, duyarlılığı ve duruşundan dolayı tebrik ediyoruz ve teşekkür ediyoruz" dedi.
Sosyal medya hesabından paylaşım yapan Külünk,  benzer "duyarlılığı ve dikkati iş dünyasından beklediklerini" söyledi.

LC Waikiki'nin bu kararının iktidarın LGBTİ+'lara yönelik açıklamalarından sonra gelmesi dikkati çekti.
LC Waikiki'nin bu kararı sosyal medyada LCWaikikiBoykot etiketi açılmasına neden oldu.

Sosyal medyada şirketin kararını destekleyenler de oldu.

LC Waikiki

Şirket 1988 yılında Fransa'da çıktığı marka yolculuğuna, 1997 yılından beri LC Waikiki Mağazacılık Hizmetleri Ticaret A.Ş. çatısı altında Türk markası olarak devam ediyor.

47 ülkede 1015 mağazada faaliyet gösteren LC Waikiki, Dizdar ve Küçük aileleri tarafından yönetilmektedir.

https://t24.com.tr/haber/metin-kulunk-lc-waikiki-nin-lgbti-kararini-destekledi-sirketin-duyarliligini-is-dunyasindan-da-bekliyoruz,889623


Destek çığ gibi büyüyor! LC Waikiki’den ibnelere Osmanlı şamarı

Sapkın LGBTİ’lerin sembollerinin yer aldığı ürünleri satmama kararı alan LC Waikiki’ye destek çığ gibi büyüdü. Sapkınlara avukatlık yapan birtakım gruplar markaya yönelik cılız bir boykot çağrısı yapsa da, Müslüman Anadolu halkı LC Waikiki’nin bu anlamlı tavrı karşısında desteğini esirgemedi.

Türkiye’de giyim sektörünün önde gelen firmalarından LC Waikiki, LGBTİ sembollerini çağrıştıran gökkuşağı ve tek boynuzlu at gibi figürleri kullanmama kararı aldı.

Türkiye’de aktif bir şekilde kültürel yapıyı bozmaya çalışan LGBTİ lobileri, LC Waikiki’nin hamlesi sonrası sudan çıkmış balığa döndü. Dev firmaları etkilemeyi adet edinen ve adeta vesayet mantığıyla iş yapan sapkınlar, ket vuramadıkları LC Waikiki’ye karşı nefret kusmaya başladı.

Sosyal medyada dev markaya yönelik boykot çağrıları yapıldı.

Müslümanlar sessiz kalmadı! Boykota karşı destek mesajları
LGBTİ lobilerinin linç kampanyasına karşı, Müslüman Anadolu halkı da sesini çıkararak Türkiye’nin ve yerli markaların sahipsiz olmadığını gösterdi. Twitter’da LC Waikiki’ye yönelik on binlerce destek mesajı yayınlandı.

AK Parti eski Milletvekili Metin Külün yayınladığı bir mesajında, “LC Waikiki’yi İnsanın doğasına sahip çıkan dikkati, duyarlılığı ve duruşundan dolayı tebrik ediyoruz ve teşekkür ediyoruz.  @LCWaikiki’nin duyarlılığını ve dikkatini İş Dünyasından da bekliyoruz.” ifadelerini kullandı.

Gazeteci Ersin Çelik ise, “Türkiye'nin tekstil devi LC Waikiki LGBT lobisinin baskılarına boyun eğmedi. Sosyal medyada eşcinselliği destekleyen paylaşımlar yapan markaların aksine LGBT'yi çağrıştıran ve meşrulaştıran renk kombinasyonlarını da kullanmama kararı almış. Helal olsun. #TebriklerLCWaikiki” mesajını paylaştı.

Ahmet Yesevi Derneği ise, "Her yıl, bakmakta olduğumuz yetim yavrularımıza kıyafet yardımı da yapan LC Waikiki’ye, LGBT gibi oluşumlara karşı sergilediği tutumla milli, manevi ve ailevi değerlerimize sahip çıktığı için teşekkür ediyoruz. #TebriklerLCWaikiki" ifadelerini kullandı.

Yazar Sevda Türküsev de sosyal medya hesabından, "Tebrikler" yazarak LC Waikiki'ye destek oldu.

LC Waikiki’ye verilen destek mesajları on binleri bulurken, “#LCWaikikiBoykot” etiketine karşı, “#TebriklerLCWaikiki”, “#YanındayızLCWaikiki” ve “#LCWaikikiDestek” etiketleri açıldı.

https://m.yeniakit.com.tr/haber/destek-cig-gibi-buyuyor-lc-waikikiden-ibnelere-osmanli-samari-1326459.html

Güncel siyasetin ortasında LGBTİ+’lar:

$
0
0
Üst düzey kamu yetkililerinin açıklamalarıyla ilgili kısa bir değerlendirme

SPoD Hukuk ve Adalete Erişim Ekibi’nden avukat Polat Yamaner üst düzey kamu yetkililerinin ve siyasetçilerin LGBTİ+’lar hakkında yaptıkları açıklamaların siyasi sorumluluk ve insan hakları hukuku perspektifinden değerlendirmesini Susma Platformu’na yaptı


POLAT YAMANER

LGBTİ+ hareketinin ve LGBTİ+ haklarının son günlerde gittikçe karmaşıklaşan gündemde öne çıkan başlıklardan biri olduğu ortada. Geçen haziran ayı COVID-19 salgını sebebiyle ilk defa tamamıyla çevrim içi şekilde kutlanan Onur Ayı’nın getirdiği ivmeyle birlikte, üst düzey kamu yetkilileri ve siyasetçiler LGBTİ+’lar hakkında peşi sıra açıklamalarda bulunmuşlardır. Söz konusu açıklamalar LGBTİ+ hareketinin siyaset sahası içinde ana akımlaşmasına ve LGBTİ+’lar hakkında geniş bir kamusal tartışma ortamının kurulmasına katkı sağlamasının yanı sıra, siyasi atmosferin LGBTİ+ öznelerin hayatlarına doğrudan doğruya etki ettiği göz ardı edilemez gerçektir.

Bu tabloyu açıkça gösteren bir örnek olarak; Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın 24 Nisan 2020 tarihli Cuma hutbesinde LGBTİ+’ları ve HIV’le yaşayan insanları hedef göstermesinin ardından, SPoD’un (Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelik Çalışmaları Derneği) Pandemi Raporu – COVID-19’un üç ayında LGBTİ+’lar başlıklı raporunda tespit edildiği üzere, açıklamayı izleyen 45 günde cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli ayrımcılık ve şiddet vakalarıyla ilgili, SPoD LGBTİ+ Danışma Hattı’na yapılan başvurularda %100 artış görülmüştür.[1] Raporda, nefret söylemlerinin ardından şiddet vakalarında artış yaşandığı ve danışanların kendilerini daha güvensiz hissettiği özel olarak belirtilmiştir.

Erbaş’ın yapmış olduğu açıklama sonrası çeşitli düzeylerde ve alanlarda kamu yetkilileri ve siyasetçiler LGBTİ+’lar hakkında beyanlarda bulunmaya devam etmişlerdir. Akla gelen belli başlı örnekleri sıralamak gerekirse; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun eşcinsel evliliklere izin verilmesinde toplumun hazır olmadığına ilişkin açıklaması,[2] Kızılay Genel Başkanı Kerem Kınık’ın LGBTİ+’ları pedofili ile suçlaması,[3] Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un da Kınık’ın açıklamalarını destekleyerek “LGBT propagandasının” ifade özgürlüğüne büyük bir tehdit olduğunu belirtmesi,[4] Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın LGBTİ+’ların sapkın olduğunu belirterek halkı tavır almaya davet etmesi, [5] İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in çocuğunun eşcinsel olmasını istemediğini ifade etmesi,[6] yakın zamandan işaret edilebilecek belli başlı açıklamalardır. Henüz bu yazının kaleme alındığı gün içinde dahi, AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal eşcinselliğin dayatılmasına karşı olduklarını belirten bir açıklamada bulunmuştur.[7] Bu anlamda LGBTİ+’lar hakkında yapılan çeşitli açıklamaların bir süre daha kamuoyunda yer edeceğini öngörmek yanlış bir tahmin olmayacaktır.

ÜST DÜZEY KAMU YETKİLİLERİNİN VE SİYASETÇİLERİN SİYASİ SORUMLULUĞU

Sözü edilen ve başka örneklerle arttırılabilecek üst düzey kamu yetkililerinden ve siyasetçilerden gelen bu açıklamalar, kuşkusuz ki özel bir ağırlık taşımakta ve Türkiye’nin LGBTİ+ politikalarıyla ilgili güncel durumu ortaya koymaktadır.[8] Söz konusu açıklamalar ve beraberinde diğer kamu yetkilileri ve araçlarıyla desteklenen yaklaşıma ilişkin olarak, Türkiye’nin kurduğu veya dahil olduğu ulusal ve uluslararası insan hakları hukuku rejimi bakımından bir değerlendirme yapılması mümkündür.

Bu değerlendirme, özellikle üst düzey kamu yetkililerinin ve siyasetçilerin hukuki, cezai ve siyasal sorumluluklarının belirlenmesi anlamında göz önüne alınacak önemli araçlardan birini teşkil edecektir. Bu sorumluluk türlerinden siyasi sorumluluk üzerinde özel olarak durmak gerekirse; siyasi sorumluluk ekonomik, sosyal, kültürel, askeri, iç ve dış politika gibi konularda bu politikaları belirleyenlerin bundan sorumlu olmasını ifade etmektedir.[9] Cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğuyla ilgili olarak, 2017 Anayasa değişiklikleri öncesi parlamenter sistemde devlet başkanının sorumsuzluğu ve bakanlar kurulunun siyasal sorumluluğu bulunmaktaydı. Bununla birlikte, 2017 değişiklikleriyle getirilen başkanlık sistemiyle birlikte devlet ve hükümet başkanı konumunda olan cumhurbaşkanının sorumluluğu, bu yeni sistemin esasları bağlamında düşünülmelidir.

Bu anlamda cumhurbaşkanının yardımcıları ve bakanlarının cumhurbaşkanına karşı sorumlu olması ve bu durumun siyasi denetimi de kapsaması, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve cumhurbaşkanının partili olabilmesi gibi özellikler, cumhurbaşkanlığını ve ona bağlı yardımcıları ve bakanları başkanlık sistemine özgü, hesap sorulabilir bir siyasi makam haline getirmiştir.[10] Bunun yanında, gerek yerel seçimler gerek meclis seçimleri sonucu iktidara gelen siyasetçilerin ya da siyasi parti başkanlarının ve üst mevkide bulunan mensuplarının, seçmenlerine ve geniş anlamıyla kamuoyuna siyasi sorumlulukları bulunduğu açıktır.

Bu sebeple üst düzey kamu yetkililerinin ve siyasetçilerin insan haklarına ve özel olarak dezavantajlı gruplara ilişkin açıklamaları ve politik tutumları, temel hak ve özgürlükler cephesinden incelenmeli ve bu bağlamda sağlanacak kamusal denetim, demokratik tartışma ortamının sürdürülebilmesi bakımından her daim açık tutulmalıdır.

ÜST DÜZEY KAMU YETKİLİLERİNİN VE SİYASETÇİLERİN AÇIKLAMALARINA İLİŞKİN HUKUKİ REJİMİN ÇERÇEVESİ

Türkiye’nin insan hakları yükümlülüklerine ilişkin genel çerçeveyi özet olarak çizmek gerekirse, en temel olarak, Anayasa’nın Cumhuriyetin Nitelikleri başlıklı 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına saygılı bir devlet olduğu belirtilerek, insan haklarına saygı ilkesinin devletin temel varlık sebeplerinden biri olarak düzenlendiği görülebilmektedir. Bunun yanı sıra, Anayasa’nın Kanun Önünde Eşitlik başlıklı 10. maddesi, her ne kadar cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerini açıkça saymasa da, açık uçlu bir hüküm olması itibarıyla herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet ve bunun gibi kimlik ve benzeri özellikleri ve statüleri sebebiyle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşit olduğunu düzenlemektedir. Söz konusu eşitlik kavramı, salt kanuni düzeyde bir eşitliği ifade etmemektedir. Kanun önünde eşitlik kavramıyla sıkı sıkıya bağlantılı olan ve Türkiye’nin taraf olduğu ve insan haklarıyla ilgili en temel normatif kaynaklarından birini oluşturan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (“İHAS” ya da “Sözleşme”) kavramsallaştırmasıyla ayrımcılık yasağı, kanun önünde eşitlik kavramına içkin bir kuraldır. Bu doğrultuda ayrımcılığın; doğrudan, dolaylı ya da dolayısıyla bütün formlarıyla ve pratikte ortaya çıktığı şekilleriyle, gerekirse sistemik ve sistematik eşitsizliklerin ortadan kaldırılması ve var olan eşitsizliklerin güç kazanmasının önüne geçilmesi amacıyla pozitif yükümlülüklerin alınmasını da kapsayacak şekilde yorumlanması gerektiğini ayrıca belirtmek gerekmektedir.

Anayasa’nın Devletin temel amaç ve ödevleri başlıklı 5. maddesinde “Devletin temel amaç ve görevleri … insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” şeklinde belirtilerek devletin en temel amaçlarından biri olarak sayılan maddi ve manevi gelişim hakkı, Anayasa’nın Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı 17. maddesinde bir temel hak olarak düzenleme alanı bulmuştur. Maddi ve manevi gelişim kavramı, İHAS rejimi doğrultusunda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (“İHAM” ya da “Mahkeme”) tarafından “özel hayat” kavramı paralelinde değerlendirilmektedir. Özel hayat kavramı Sözleşme’nin yaşayan bir enstrüman olması sebebiyle günden güne gelişen ve genişleyen bir seyir izlemektedir. Bu seyir doğrultusunda, kişinin cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği, cinsel otonomisi, bütünlüğü ve ifadesi gerek Anayasa, gerek Sözleşme uyarınca düzenlenen insan hakları rejiminde sıkı bir koruma altındadır.

Türkiye’nin insan hakları hukuku kaynaklarından belki de en önemlisi olarak işaret edilebilecek İHAS rejiminin hukuki dayanağı, Anayasa’nın D. Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma başlıklı 90. maddesinde düzenlenmektedir. Bu maddenin son fıkrası uyarınca, milletlerarası andlaşmalar kanun hükmünde olup; usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklerle ilgili bir milletlerarası andlaşma ile kanunlar arasında bir uyuşmazlık bulunması durumunda, milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınmaktadır. Bu hüküm şüphesiz ki yalnızca İHAS için değil, Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları hukuku rejiminin normatif dayanaklarının tamamı için geçerlidir.

Son olarak önemle ifade etmek gerekmektedir ki bahsedilen anayasal yükümlülükler, yine Anayasa’nın kendisinden kaynaklı olarak, Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü başlıklı 11. madde uyarınca yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlamaktadır. Bu sebeple LGBTİ+ haklarına ilişkin çizilen bu çerçeve, yalnızca belirli düzenlemelerin yapılmasını ya da yargı kararlarının alınmasını değil; yapılan açıklamalarda, politik tutum ve davranışlarda ve genel olarak LGBTİ+’lara tanınan özgürlük alanına ilişkin bütüncül bir yaklaşımın geliştirilmesinde kendisini anayasal bir yükümlülük olarak göstermektedir.

Söz konusu durum, daha geniş bir çerçeveden bakıldığında insan hakları hukukuna hakim temel ilkelerden tanıma-koruma-riayet etme yükümlülükleri paralelinde de görülebilmektedir. Anayasa’da ve yerel mevzuatta ve Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve arttırılabilecek örneklerde düzenleme alanı bulan insan hakları hukuku rejimi; insan haklarının yalnızca kağıt üzerinde kalmamasını, yasama, yürütme ve yargı aygıtlarının tamamıyla korunan, hakkında bütüncül politikaların geliştirildiği ve günden güne her alana sirayet eden ve gelişen haliyle insan haklarına ilişkin tam bir koruma sağlanmasını ifade etmektedir.

Bu bütüncül yaklaşımın açık yükümlülük olarak düzenlendiği ve yine güncel siyasette oldukça tartışma konusu olan Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (“İstanbul Sözleşmesi”) LGBTİ+ haklarının korunması bakımından özellikle anılmalıdır. Toplumsal cinsiyet kavramı odaklı bir koruma rejimi öngören İstanbul Sözleşmesi; İstanbul Sözleşmesi Açıklayıcı Kitapçığı uyarınca İHAM’ın cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık içtihadından yararlanılması ile Sözleşme’nin özüne yakınen bağlantılı olan diğer kimlik gruplarının da Sözleşme korumasına dahil edilmesi gerektiğini düzenlemektedir. Bu sebeple LGBTİ+ hakları bakımından en önemli hukuk kaynaklarından birini oluşturan İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet lensinin merkeze alındığı bir önleme ve koruma mekanizmasının kurulması ve güçlendirilmesi ve bütüncül politikaların alınması yükümlülüğünü Sözleşme’nin çeşitli maddeleri altında açıkça düzenlemektedir.

Bu itibarla üst düzey kamu yetkililerinin ve siyasetçilerin açıklamalarının, LGBTİ+ haklarının korunması bakımından özel bir önem arz ettiği açıktır. Özellikle ifade özgürlüğü bakımından üst düzey kamu yetkililerine ve siyasetçilere tanınan yüksek koruma ve ifade özgürlüğüne ilişkin yapılan yargısal incelemelerde ifadenin kim tarafından, hangi koşullarda, hangi sonuçları verecek şekilde dile getirildiği şeklinde gerçekleştirilen çok aşamalı bağlamsal değerlendirme, ilgili ifadelerin ne derece önem arz ettiğini göstermektedir. İfade özgürlüğünün koruması dışında bulunan açık şiddet çağrısı, şiddete teşvik ve nefret söyleminin, söz konusu bağlamsal değerlendirme doğrultusunda, üst düzey kamu yetkililerinin ve siyasetçilerin ifadeleri için de geçerli olduğu vurgulanmalıdır.

Nitekim üst düzey kamu yetkililerinin ve siyasetçilerin açıklamalarıyla ilgili verilen İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına kabaca göz atıldığında, görülebilecek ilk örneklerden biri olan Erbakan v. Türkiye kararında da bu durum tespit edilmiştir. Karara konu açıklamalar, Necmettin Erbakan’ın dini mensubiyetler ve referanslar üzerinden Refah Partisi’ne ilişkin yaptığı konuşmanın halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiği iddiasıyla Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde görülen ceza yargılamalarına ilişkindir. Mahkeme bu kararda, izlenen meşru amaçla orantılı olmak kaydıyla, genel bir ilke olarak, demokratik toplumlarda “formaliteleri”, “koşulları”, “kısıtlamaları”, veya “müeyyideleri, hoşgörüsüzlük de dahil olmak üzere, nefreti teşvik eden, hatta meşru sayan her türlü ifadeye yaptırım uygulanması ve hatta bunların önlenmesi gerekli görüldüğü belirtilmiştir.[11] Yapılan açıklamaların sonrasında toplumsal bir kargaşa yaşanmasına yönelik “mevcut bir risk” ya da “yakın bir tehlike” bulunmaması ve ceza yaptırımının konuşmanın yapılmasından dört yıl beş ay sonra verilmesi sebebiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bununla birlikte söz konusu karar üst düzey kamu yetkililerinin ve siyasetçilerinin açıklamaları sebebiyle taşıdıkları sorumluluğun sınırlarını çizmesi bakımından oldukça önemlidir.

Kişilerin kimlik özellikleri sebebiyle aşağılanmasına, dışlanmasına, kalıp yargıların pekişmesine ve ilgili kimliklerin toplum nezdinde hedef gösterilerek kriminalize edilmesine yol açabilecek nefret söylemine ilişkin anılabilecek bir diğer önemli karar, Vejdeland ve Diğerleri v. İsveç kararıdır.[12] Başvuruya konu olaylarda, bir lise binasında dağıtılmak istenen broşürlerde, eşcinselliğin “sapkın bir cinsel eğilim” olduğu, “toplumun temeli üzerinde ahlaki olarak tahripkar bir etkisi bulunduğunu” ve “HIV ve AIDS’in artmasından sorumlu olduğu” iddia edilmiş, broşürlerle ilgili yürütülen cezai süreç sonrası ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla Mahkeme’ye başvurulmuştur. Kararda, “cinsel yönelim temelli ayrımcılığın ırk, etnik köken veya renk temelli yapılan ayrımcılık kadar ciddi olduğu” vurgulanmış ve “nefret uyandırmak için yapılan kışkırtmanın muhakkak şiddet veya suç teşkil eden başka bir fiile çağrı niteliği taşımasının zorunlu olmadığı” belirtilerek “toplumun belirli bir kesimini tahkir etmek, alay konusu durumuna düşürmek veya lekelemek suretiyle yapılan saldırılar ifade hürriyetinin mesuliyetsizce kullanılması niteliği taşıdığından yetkili makamların bu ifadelerle mücadele etmesi için yeterli sebep mevcut [olduğu]” ifade edilmiş ve somut başvuruda ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmiştir.[13] Bu itibarla, cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği temelli nefret söyleminin ifade özgürlüğünün koruması kapsamında görülmediği Mahkeme tarafından oldukça açıkça ifade edilmiştir. Nefret söylemine ilişkin yapılan bu net tespitlerin üst düzey kamu yetkilileri ve siyasetçiler için de uygulama alanı bulmaması için herhangi bir sebep bulunmamaktadır.

SONUÇ YERİNE

Üst düzey kamu yetkililerinin ve siyasetçilerin açıklamalarının, ülke siyasetinin izlediği seyir bakımından önemli bulgular içerdiği ortadadır. Açıklamada bulunan kişilerin sahip olduğu nüfuz, açıklamanın yayılma hızı ve genişliği ve ortaya çıkarabileceği sonuçlar söz konusu açıklamaların sıradan bir görüş açıklaması olamayacağını, bu anlamda kişilerin farklı veçhelerden sorumluluğunu doğurabileceğini söylemek mümkündür. Nitekim bu husus, yerleşik ifade özgürlüğü içtihadıyla İHAM tarafından ortaya konulmuştur. Özel olarak insan haklarıyla ve güncel siyasetin ortasında bulunan LGBTİ+’larla ilgili yapılan açıklamalar, bu anlamda insan haklarıyla ilgili pratikleri ve politikaları akla getirmekte, bu değerlendirme LGBTİ+’ların yaşamını doğrudan etkileyen açıklamalar ışığında ayrıca ağırlık kazanmaktadır.

LGBTİ+ haklarının insan hakları olduğu gerçeği, yıllardır alanda mücadele veren aktivistlerin ve sivil toplumun gösterdiği yoğun emek ve metanet sonucunda güncel siyasette kendisine bir yer etmiş vaziyettedir. LGBTİ+’larla güncel açıklamalar için de benzer şekilde, insan hakları hukuku doğrultusunda verilen mücadelenin buradan öteye kararlılıkla devam ettirileceği açıkça görülebilecektir.

http://susma24.com/guncel-siyasetin-ortasinda-lgbtilar-ust-duzey-kamu-yetkililerinin-aciklamalariyla-ilgili-kisa-bir-degerlendirme/

'Bugün nefrete sessiz kalan yarın nefretin hedefi olur'

$
0
0
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması yönündeki tartışmaları Pembe Hayat LGBTİ+ Dayanışma Derneği’nden Anjelik ile konuştuk. Anjelik, sözleşmenin kadınlar ve LGBTİ+’lar için önemine dikkat çekerken bugün nefrete sessiz kalanların yarın nefretin hedefi olacağına işaret etti.


Demet ARAN

ANKARA (Anayurt) - İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması yönündeki tartışmalar sürüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleşmeden çıkılmasının işaretini vermesinin ardından AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, imzalanmasının bile hata olduğunu söylemiş ancak AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin, sözleşmeyi savunarak “Türkiye’de bir grup bütün kötülüklerin anası olarak İstanbul Sözleşmesi’ni görüyor” ifadelerini kullanmıştı. LGBTİ+’ları gerekçe göstererek sözleşmeden çıkılmasını savunanların argümanlarını Pembe Hayat LGBTİ+ Dayanışma Derneği’nden Anjelik’e sorduk.

SÖZLEŞMENİN ODAĞINDA LGBTİ+’LAR YOK

Gazetemize değerlendirmelerde bulunan Anjelik, İstanbul Sözleşmesi’ne dönük tartışmaların odağında LGBTİ+’ların yer almasına tepki göstererek şunları söyledi:

“Pembe Hayat LGBTİ+ Dayanışma Derneği olarak İstanbul Sözleşmesi üzerinden dönen tartışmaları ve bu tartışmaların odağına LGBTİ+’ların oturtulmuş olmasını esefle takip ediyoruz. İstanbul Sözleşmesi, her ne kadar odağına LGBTİ+’ları alan bir içeriğe sahip olmasa da; fail erkekliğin hedefinde olan kadınları kapsarken, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibareleriyle esasen LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığa karşı da bir duruş sergiliyor ve taraf ülkeleri ayrımcılık yapılmaması yönünde bağlıyor.”

SÖZLEŞMEDEN ÇIKILIRSA NEFRET ARTAR

İstanbul Sözleşmesi’nin hangi deneyime sahip olduğuna bakılmaksızın tüm kadınları özne olarak ele alması bakımından trans kadınların da şiddetten korunması gerekliliğini ortaya koyduğunu ifade eden Anjelik, sözleşmenin kadınlar ve LGBTİ+’lar için bir kazanım olduğunu şu sözlerle ifade etti:

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ibareleri yer almasa da, İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olunması; Türkiye Cumhuriyeti’ni bu ibareleri tanır hale getirmektedir. Bu açıdan bakıldığında, İstanbul Sözleşmesi’nin varlığı; tüm kadınlar ve LGBTİ+’lar açısından önemlidir ve bizler açısından da önemli bir kazanımdır. Bu sebeplerle bizler, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi problemli buluyor ve zaten bizler açısından halihazırda deneyimlenmekte olan hedef göstermelerin ve nefretin daha da artacağını ön görüyoruz.”

Sözleşme kapsamında çıkarılan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un direkt olarak LGBTİ+’lara yasal bir koruma getirmediğini belirten Anjelik, sözleşmeden çıkılırsa LGBTİ+’leri mevcut durumdan daha kötü bir deneyimin bekleyeceğini şöyle anlattı:

“Ülkenin içinden geçmekte olduğu dönem ve bu dönemin LGBTİ+’ları hedefine alan nefret atmosferi, ne yazık ki LGBTİ+’ların -tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi- adalete erişimini ve eşit yurttaş olarak görülmesini çok ciddi bir biçimde engellemektedir. 6284 yürürlükteyken öldürülen onlarca trans kadının davalarına ve o davalarda hukukun tutumuna bakıyor olmak, esasen bu durumu özetler niteliktedir. Kaldı ki, yurttaş olmaktan doğan ve anayasa tarafından güvence altına alınan haklar, söz konusu LGBTİ+’lar olduğunda, kurumsallaşmış fobinin şiddetiyle yok sayılıyor ve LGBTİ+’lar en temel haklarına erişmekte güçlük çekiyor. İstanbul Sözleşmesi’nden bitaraf olmak, bu mevcut konjonktürü, LGBTİ+’lar açısından daha da kritik bir hale getirecektir hiç şüphesiz ki.”

NEFRET SUÇLARIYLA MÜCADELE YASASI GEREKİYOR

LGBTİ+’ların korunmasının yolunun Anayasa’da cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ibaresinin yer alması ve Nefret Suçlarıyla Mücadele Yasası’ndan geçtiğini söyleyen Anjelik, nefrete karşı yapılması gerekenleri şöyle anlattı:

Derneğimiz başta translar olmak üzere tüm LGBTİ+’lar haklara eşit ve adil erişimi, şiddetten ve nefretten arınmış bir ülkede yaşaması ve öznelerin güçlendirilmesi için çalışmalarını sürdürmeye -bu zorlu koşullar altında- devam ediyor. LGBTİ+’ların korunabilmesinin hem hukuki hem de toplumsal bir dizi değişim ve dönüşümle mümkün olacağını bildiğimiz için, bunların gerçekleşmesi adına çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ancak LGBTİ+’ların korunabilmesinin yolu en başta Anayasa’da cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ibaresinin yer alması vesilesiyle gerçekleşecek olan anayasal tanınmayla başlıyor. Hukukun LGBTİ+’ları gören ve onlara ayrımcı davranmamasını sağlayan bir anlayışa sahip olması gerekiyor. Anayasal tanınmayı destekleyecek en önemli yasal düzenleme ise hiç şüphesiz ki Nefret Suçlarıyla Mücadele Yasası. Bu yasanın olmayışı ve nefret suçunun tanımlanmıyor oluşu; topluma sirayet eden ayrımcı şiddeti ve fobiyi müeyyideden ırak tutarak, nefret suçu faillerini cezasız bırakıyor. Cezasızlık, LGBTİ+’ları şiddetin ve nefretin karşısında çıplak bırakıyor.

Yasal tanınma ve korunmanın ardından ise toplumun kılcal damarlarına kadar sürekli fobi ve nefret pompalayan ayrımcı aklın değişmesi gerekiyor. Haklara ve hizmetlere ayrımcılığa uğramadan eşit bir biçimde erişimin güvence alındığı bir toplum, şüphe yok ki LGBTİ+’ların korunduğu bir toplum olacaktır.”

NEFRETE SESSİZ KALAN NEFRETİN HEDEFİ OLUR

Son olarak çoklu baro tartışmasının başlamasına da LGBTİ+ nefretinin neden olmasına dair neler düşündüğünü sorduğumuz Anjelik, bugün nefrete ses çıkarmayan herkesin yarın aynı nefretin hedefi haline geleceğine dikkat çekerek şunları dile getirdi:

“Çoklu baro tartışmalarının fitilini ateşleyen ve bu noktaya gelen süreci vicdanlı kamuoyu çok yakından takip etti. Nefretin bir yönetişim aracı olarak kullanılması ve bu aracın değişen dönemlerde kendisine farklı hedefler alıyor olması; esasen toplumun tüm kesimlerini nefret karşısında çıplak bırakarak, onun hedefi haline getiriyor. Bir farkla olsa gerek, biz LGBTİ+’lar çok uzun zamandır bu nefretin hedefi halindeyiz bu sürecin daha da yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Bugün bizlere yönelen bu örgütlü nefret kumkumasına ses çıkarmayan herkesin, yarın aynı nefretin hedefi haline geleceğinden çok eminiz. Ve nefretin olmadığı bir dünyada eşit ve özgürce yaşamak isteyen herkesin nefrete karşı ses çıkarması gerektiğini düşünüyoruz.”

http://www.anayurtgazetesi.com/haber/-Bugun-nefrete-sessiz-kalan-yarin-nefretin-hedefi-olur-/706385

Homofobik LcWaikiki’ye Kızıl Okyanus aktivistlerinden eylem: “Gökkuşağı engellenemez”

$
0
0

LC Waikiki, bir grup çalışana gönderdiği e-posta ile Onur Haftası etkinliklerinin oluşturduğu LGBTİ+ görünürlüğünden rahatsız olunduğu ve bu nedenle Haziran-Temmuz aylarında ürünlerde gökkuşağı, tek boynuzlu at gibi figürlerin LGBTİ+’ları andırdıkları gerekçesiyle “bu sembollerin kesinlikle kullanılmaması” ve “mutlaka renk sayısının azaltılması” istendi.

Kızıl Okyanus aktivistleri, LGBTİ+ sembollerinin yasaklanmasını Buca LC Waikiki önünde yaptığı eylemle protesto etti.

Mağazanın girişine “Gökkuşağı engellenemez” afişi asarak yasağı kınadı.

https://umutgazetesi17.org/arsivler/33699

Temmuz ayının ilk 7 gününden 95 nefret haberi!

$
0
0
Temmuz ayının ilk haftasında (1-7 Temmuz) gazetelerde LGBTİ+’lara yönelik ayrımcı ve nefret söylemini üç parçaya ayırıyoruz. İlki, 27-28 Haziran’da gerçekleşen Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nın (YKS) Temel Yeterlilik Testi (TYT) oturumunun Türkçe bölümünde Mabel Matiz’in ve Maya albümünün adının geçtiği 2 sorunun ardından gazetelerin üretip yaygınlaştırdığı nefret söylemi.

İkinci bölümde ise İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesini ileri sürerken LGBTİ+ nefret söylemini de es geçmeyen haber ve köşe yazılarına yer veriyoruz. Hemen her hafta bu başlığa sahip nefret haberlerini derlememize rağmen bu hafta bu haberlerin kat be akt artmasının nedeninin AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un açıklamalarından kaynaklanıyor. Sözleşmeyi ve dolaylı olarak da LGBTİ+’ları hedef gösteren Kurtulmuş’un sözleri şöyle: “2011'de imzalanması gerçekten yanlıştı. Bu metnin içinde bizimle uyuşmayan iki önemli husus var. Biri toplumsal cinsiyet meselesi, diğeri cinsel yönelim tercihi. Bu sözleşme yanlış.”

Son bölümde de bu konu dışında LGBTİ+’lara nefret kusan gazete haberleri ile köşe yazılarını sıralıyoruz.

Başlayalım!

“Mabel Matiz sorusuna” dair yazılı basında çıkan nefret haberleri
Urfa’da çıkan Harran Ovası, Van’da çıkan Olay, Afyon’da çıkan Gazete3, Adıyaman’da çıkan Güne Bakış, Alternatif Bakış ve Adıyaman Yeni Yol, Yeni Konya’dan ve Balıkesir’de çıkan Körfez Star’dan Mustafa Süs, Diriliş Postası’ndan Ferhat Ersin, Akit, Diriliş Postası’ndan Muzaffer Dereli, Maraş’ta çıkan Bugün’den Yüksel Bozdağ, Elazığ’da çıkan Haber Kent’ten Habib Karaçorlu, Amasya’da çıkan Yeni Emel, Samsun’da çıkan Hedef Halk Mehmet Aksoy, Yeni Akit’ten Hacı Yakışıklı Mabel Matiz’i ve LGBTİ+’ları hedef gösteren toplam 16 haber ve yazı yazdı.

İstanbul Sözleşmesi’nin hedef gösterildiği nefret haberleri
Doğru Haber’de imzasız bir haber ile Cihat Altun’un haberi, Yeni Şafak, İstiklal, Elazığ’da çıkan Fırat, Aydınlık, Yeni Şafak’tan Yusuf Kaplan, Türkiye Gazetesi’nden İsmail Kaplan, Milat, Yeni Söz, Akit, İstanbul’da çıkan Son-An, Trabzon’da çıkan Taka’dan Nihat Malkoç, Milli Gazete Cafer Keklikçi, Şakir Tarım, Siyami Akyel, Akit,  İstanbul’da çıkan İstiklal’den Hüseyin Arif Çakmak, Zonguldak’ta çıkan İnanış’tan Adnan Küçükvar, Malatya’da çıkan NetHaber’den Süveyda Keskin ve Eşref Bollukçu, Bursa’da çıkan Yeni Marmara’dan Hacer Hülya Karadağ, Trabzon’da çıkan Günebakış’ta imzasız br haber ile Sibel Eraslan’ın köşe yazısı, Yeni Konya’dan Fatih Kut, Bursa’da çıkan Genç Gazete’den Ahmet Taştan, Bursa’da çıkan İnegöl Yıldırım ile İnegöl Okur gazeteleri İstanbul Sözleşmesini ve LGBTİ+’ları hedef gösteren toplam 28 yazı yayımladı.

1 Temmuz, İttifak

İstanbul’da çıkan gazetede Yusuf Polat: “#LGBTFaaliyetleriYasaklansın Eşcinsel sapkınlık LGBT, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızla yayılıyor.”

1 Temmuz, Yeşil Bor

Niğde’de çıkan gazetede Ömer Ulusoy: “…hatta bakanların, başbakan seviyesinde insanların bile eşcinsel olduğu çürüyen bir Avrupa'nın ne bize ne de insanlığa verebileceği kötülük, ahlaksızlık ve sapıklıktan başka hiç bir değeri! yoktur.”

1 Temmuz, Diriliş Postası

Gazeteden Betül Soysal Bozdoğan: “LGBT lobisi küresel yelpazede, çok boyutlu biçimde örgütlenmiş, sürekli ve senkronize şekilde hareket etmektedir.”

1 Temmuz, Yeni Asya

Yasemin Güleçyüz: “…LGBT kısaltmasıyla anılan cinsî sapkınlıklara…”

1 Temmuz, Yeni Mesaj

Akın Aydın AKP döneminde LGBTİ+’ların “altın dönem” yaşadığını ileri sürüyor ve gözünü LGBTİ+’ların en temel yaşam hakkına dikiyor!

1 Temmuz, Türkiye’de Yeni Çağ

Murat İde: “’Dindar nesil yetiştireceğiz’ iddiasıyla, LGBT yürüyüşünün önünü açan İktidar olduklan gerçeği arasındaki tezati bile hiç dert etmezler..”

1 Temmuz, Akit

İmzasız haber: “CHP'li bazı belediyeler ve parti sözcüleri, kurumsal olarak LGBT adlı sapkınlar topluluğunun etkinliklerine destek verirken, CHP'nin yayın organı Cumhuriyet Gazetesi ise, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamalara takılmışlar.. Yüce dinimiz Kur'an-ı Kerim'de yasaklanan ve lanet edilen eşcinsellik lehine, siz hangi sıfatla konuşabiliyorsunuz ki?..”

1 Temmuz, Yeni Şafak

Ergün Yıldırım haddini aşıyor bilim karşıtı bir söylemi sallayıveriyor: “Eşcinsellik değerlerin yıkılmasıyla doğan patolojidir.”

1 Temmuz, Yeni Akit

“İsrail ibneliği benimsedi” başlıklı imzasız haber şöyle devam ediyor: “2015'te LGBTİ yürüyüşüne saldırının yaşandığı Tel Aviv'de bu defa binlerce eşcinselin buluşması sorunsuz bitti.”

1 Temmuz, Sabah

Hilal Kaplan eşcinsellerin AKP döneminde rahat yaşadıklarını ileri sürüyor ve ekliyor: “Erdoğan, sanki eşcinsel evlilikleri savunmuş gibi yansıtılıyor. Bunun doğru olmadığını anlamak için Erdoğan'ın başbakan seçildiğini hatırlamak yeterli.”

2 Temmuz, Diriliş Postası

Gökhan Yılmaz: “Son dönemde özellikle ailelerinden koparılan çocukları eşcinsel çiftlerin yanıııa yerleştirerek nesilleri bozmaya çalışan Almanya'da…”

2 Temmuz, Serhat Kilis

Gazetenin imzasız haberi Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemine alan açıyor.

2 Temmuz, Türkgün

Mustafa Önder köşesinde LGBTİ+’ları kriminalize ediyor.

2 Temmuz, Çorum Haber

Gazeteden Mehmet Özata’nın cinsiyetçi ve transfobik ‘komiği’: “Bir kadın söyleyecek çok şeyi olduğu halde susuyorsa, o kadın değildir. Travesti falandır. Kadının sustuğu nerde görülmüş?”

2 Temmuz, Milli Gazete

Bahaddin Elçi: “Deizm, LGBT, sevgisizlik, saygısızlık, bencillik, şiddet hangi eğitimin ürünü?”

2 Temmuz, Bursa Hayat

Murat Düzgün Onur Yürüyüşleri’ne kimin izin verdiğini soruyor ve ekliyor: “Allah'ın lanetlediği eylem ve fiillerin faili ve savunucularıyla omuz omuza mı olacağız? Yoksa bu dünya ve ahiret saadetinin gereği olan doğrulara doğrumu yürüyeceğiz?”

2 Temmuz, Türkiye

Yücel Koç: “LGBT denen sapkınlar güruhu.”

3 Temmuz, Ankara Gazetesi

Ankara’da çıkan gazete, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici’nin nefret söylemine alan açıyor: “LGBT örgütlenmesine kesinlikle Türkiye'de izin verilmemeli, verilemez. Bu hak ve hürriyet olarak görülemez. Allah'ın lanetlediği, bütün inançların reddettiği gayri ahlaki davranış, yaşantı bir insan hak ve hürriyeti olarak değerlendirilip, bu şekilde örgütlenme ve faaliyetlerinin önü açılamaz. Bunlara destek veren herkes, her kesim, Türk toplumunun aile yapısına savaş açmıştır.”

3 Temmuz, Aydınlık

Serhat Bolluk: Türkiye'yi LGBT'yle yönetmeyi planlıyorlar. Anlaşılan çok Netflix izlemişler.”

3 Temmuz, Doğru Haber

“Rusya'da ‘cinsi sapkınlık’ anayasaya aykırı hale getirildi” başlıklı haber ülkede eşit evliliğin önünün kapatılmasına yol açan referandum sonucunu “müjde” olarak duyuruyor.

3 Temmuz, Genç Gazete

Ahmet Taştan: “…güzel ahlaka aykırılık hisleri besleyen LGBT'lilerin reklam edildiği…”

3 Temmuz, Akit

Şevki Yılmaz: Özgür cinsel yönelim, hür cinsel kimlikler, LGBT+, LGBTİ" gibi vs. harfleri birbiri ardınca sıralayarak biyolojik yaratılış kanununu hiçe sayarak, ruhsal kimlik bunalımlarına kılıf arayan hastaları tedavi etmek bu devletin asli görevidir zaten!

3 Temmuz, Türkgün

Mustafa Önder köşesinde: “LGBT'yle yatıp kalkan kimliksizliğin geldiği noktadır bu...”

3 Temmuz, Çorum Hakimiyet

Ertuğrul Gazi Yumutkan: “Durum böyle olunca kirli eller, önce sözde özgürlükçü özde ahlaksızlığın hâd saffada olduğu LGBT yanlısı tweetler ve paylaşımlarla özellikle gençlere algı çekme derdinde.”

3 Temmuz, Milat

Süleyman Karakulluk: “…iş LGBT'ye gelince Nuh Peygamber döneminin sapkınlıklarına kadar gitmekte sakınca görmüyor.”

3 Temmuz, Milli Gazete

Siyami Akyel: “Her yıl Haziran ayında LGBT'liler Onur Yürüyüşü adı altında dünya genelinde etkinlik yapar. Bu sene ülkemizde bazı firmaların buna destek olduğunu gördük. İslâmî kesimde hassasiyet kalmadığı için bu sapkınlara destek veren firmalara gerekli ambargo uygulanmadı.”

3 Temmuz, Milat

Sefa Saygılı: “İnsanlığın Igbt'lilere değil sağlıklı bireylere ihtiyacı vardır.”

4 Temmuz, Akit

Gazete Milat’ta çıkan Sefa Saygılı’nın yazısını basıyor: “İnsanlığın Igbt'lilere değil sağlıklı bireylere ihtiyacı vardır.”

4 Temmuz, Olay

Van’da çıkan gazeteden Yusuf Türk: “LGBT zihniyetinin işlediği kötülüğe ve rezilliğe dikkat çekmek için yazdım. Ve bu tehlikeye karşı sessiz kalmamalıyız.”

4 Temmuz, Akşam Cumartesi

Gülcan Tezcan’ın nefret dolu iftiraları şöyle: “Avrupa'da pedofiliyi, cocuk eşcinselliğini bile semsiyesi altına alan LGBT hareketinin Müslüman bir ülkede her gecen gün sesini yükseltmesi, gökkuşağı gibi cocukların en masum sembolünü kendilerine atfetmesi, ticari kurumları, küresel markaları, yayınevlerini propagandalarını yapmak üzere kullanması nabız yoklamaktan başka bir şey değil.”

4 Temmuz, Yeni Meram

Konya’da çıkan gazeteden Medine Ekmekçi: “Üniversite gençlerinin büyük kısmına bakıyorsun LGBT'lilerin peşlerinden koşuyorlar.”

4 Temmuz, Yeni Şafak

İsmail Kılıçarslan: “LGBT piyasası öyle değil fakat. Doğrudan insan fıtratını hedef alan; kadının kadın, erkeğin de erkek olduğu bir dünyayı reddedip cinsiyetsizliği savunan; bir ucu pedofili denilen sapkınlıkta iken diğer ucu küçücük çocukların cinsel oryantasyonlarını saptırmaya çabalayan rezil, aşağılık, leş bir piyasa LGBT piyasası.”

5 Temmuz, Düzce Parantez

Yüz üstü yatılmaması gerektiğini ileri süren Hamdi Güner: “Ayrıca bu şekildeki yatış livata yapanların, yani homoseksüel ilşkiye teslim olanların da yüz üstü yatmasını hatırlatır.”

5 Temmuz, Türkiye

Ömer Temur: “Hatta öyle ileri gidildi ki pedofil, LGBT gibi sapkınlıklar bu tür mecralarda bir hak arama mücadelesi olarak lanse edilmeye başladı.”

5 Temmuz, Sabah, Pazar eki

“Gökkuşağının altındaki tehlike başlıklı nefret haberinde Pınar Yıldız Yüksel: “Irkçılık karşıtlığı bir anda gaylari, transseksüelleri öven, eşcinselliği masumlaştıran bir hal almıştır.”

5 Temmuz, Akşam gazetesi, Star Açık Görüş eki

Tacettin Kutay “değerler üzerinde kurulan” bir baskı olduğunu ileri sürdüğü yazısında LGBTİ+’lara yönelik ayrımcı söylem üretiyor.

5 Temmuz, Yeni Şafak Pazar

Gazete “Prof. Dr.” ünvanlı Zeki Bayraktar’ın bilim insanına yakışmayan homofobik cümlelerini şöyle yazıyor: “Freud, Jung ve Adler gibi psikolojinin kurucularının eşcinselliği psikoseksüel bir bozukluk olarak tanımlarken güncel psikiyatrinin siyasi baskıların da etkisiyle böyle bakmadığını söylüyor.”

5 Temmuz, Türkgün

Mine Güler: “…özgürlük tanımı ile alakasız bir özgürlük tanımını dayatanlara; LGBT'nin yanında yer alan ''+'' işareti, her türlü sapkınlığın''aşk'' adında meşrulaştırılmasınıifade ediyor.”

5 Temmuz, Milat

Cenap Şirin’in nefret dolu iftiraları şöyle: “…batılı ajanların, bizdeki LGBT çevrelerinde cirit attıklarını, hinlik üzerinde olduklarını elbette biliyoruz.”

5 Temmuz, Önce Vatan

Sevgül Eroğlu: “Tek eşlilik, çok eşlilik, iki cinse de ilgi duyma, cinsiyet tercihleri derken dünyanın gündemine konu çok hızlı oturdu. Öyle ki zorla kabul ettirilmeye çalışılıyor. Kimsenin düşüncelerine gem vuramayız tabii ki ama her türlü yaşam şeklini başkalarına kabul ettirmeye çalışmak ciddi bir lobiyi oluşturmakta.”

5 Temmuz, Günebakış

Trabzon’da çıkan gazete bir gün önce Yeni Şafak’ta çıkan İsmail Kılıçarslan’ın yazısını basıyor: “LGBT piyasası öyle değil fakat. Doğrudan insan fıtratını hedef alan; kadının kadın, erkeğin de erkek olduğu bir dünyayı reddedip cinsiyetsizliği savunan; bir ucu pedofili denilen sapkınlıkta iken diğer ucu küçücük çocukların cinsel oryantasyonlarını saptırmaya çabalayan rezil, aşağılık, leş bir piyasa LGBT piyasası.”

6 Temmuz, Sabah

İsa Tatlıcan haberinde bir gün önce Yeni Şafak’a demeç veren Zeki Bayraktar konuşuyor: “LGBT lobisi birçok alanda haddini aşmaya başladı.”

6 Temmuz, Diriliş Postası

Muhammed Şimşek: “Eşcinsel sapkınlığın propagandasının yapıldığı ve günde milyonlarca insana ulaşan Netfilx benzeri platformların günde kaç körpe zihini zehirlediğini hesap etmek dahi çok zor.”

6 Temmuz, Ordu Hayat

Gazete, Yeniden Refah Partisi Ordu İl Başkanı Hasan Aygün’ün ayrımcı söylemine alan açıyor: “Kalite ve fiyat olarak LGBT Sevdalısı ve destekçisi olan Nutella ile kıyaslanmayacak kadar değerli bir marka olan Sarelle'ye ülke ve millet olarak sahip çıkmak destek vermek önce Ordumuzun sonra ülkemizin vazifesi ve borcudur.”

6 Temmuz, Diriliş Postası

İmzasız haber LGBTİ+’ların haklarını savunan siyasetçileri hedef gösteriyor: “…CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu, şimdi de LGBT'lilere sahip çıktı; din dışı ifadeler kullandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatları doğrultusunda hazırlanan ve 'çoklu baro' geçişi üzerine kanun teklifine ilişkin Meclis'teki görüşmeleri ‘LGBT’ üzerinden sabote eden Kaboğlu, "Ali Erbaş'a tepki göstermek görevimizdir. Konuşması ayrıştırıcı" iddiasında bulundu.”

6 Temmuz, Denizli

Mehmet Ali Ünal: “…homoseksüellik vs de gayra meşru ve haram kabul edilmiştir.”

6 Temmuz, Diriliş Postası

Muhammed Emre Yapraklı: “Bizler inancımız gereği LGBT hayat tarzının yanlış ve Allah'ın kanunlarına aykırı olduğunu düşünüyor ve endişeleniyoruz. İnsan fıtratını yüzlerce yıl sonrasında belki de mutasyona uğratacak bu hareket tedirgin ediciliğin ötesinde bir korku iklimi de oluşturuyor.”

7 Temmuz, Milat

Bayram Ali Çetinkaya: “Bedenin özgürlüğü kapsamında kadınlar arasındaki lezbiyen ilişkiler ve erkekler arasında çarpık sapkın ilişkiler, normalleştirilip özendirici bir dille sunulmaya çalışılır. Böylece modern ve çağdaş 'kadının inşas'ının gerçekleşeceği ilan edilir.”

7 Temmuz, Yeni Asya

Orhan Güler: “Hollanda'da 2000 yılında eşcinsel evlilikleri resmî olarak uygulanmaya başlandı, zamanla dalga dalga diğer Avrupa ülkelerine de yayıldı. Tehlike şu ki bu anlayış bizim ülkemizde de resmiyette olmasa da ‘cinsel tercih ve yönelimler’ olarak ses vermeye başladı. Şimdiyse Avrupa'da"android evlilikler"konuşulmaya başlanmış ki bu gerçekten insanlığın âkıbeti için çok korkunç!..”

7 Temmuz, Diriliş Postası

Saliha Erdim: “Sempatikçe sunulan eşcinsel karakterlerin olduğu diziler, filmler vb. izlenmemeli ve normalleştirilmemeli.”

7 Temmuz, Bingöl Online

İmzasız haber: “Hatta öyle ileri gidildi ki pedofili, LGBT gibi sapkınlıklar bu tür mecralarda bir hak arama mücadelesi olarak lanse edilmeye başladı.”

 http://news.leportale.com/doc?id=213653138

Nefret Sarmalında LGBTİ+ Hakları Mücadelesi:

$
0
0
“Pek Çok Kanun Maddesi Bizzat Ayrımcılığa Dayanak Olabiliyor”

Seda Karatabanoğlu

Diyarbakır Barosu Avukatı Okan Altekin ile, nefret suçu ve nefret söylemi arasındaki farkı, LGBTi+ bireylere yönelik kurumsal nefret söylemini, LGBTİ+ bireylere yönelik kanunlardaki eksiklikleri ve toplumdaki nefret algının yıkılması için atılması gereken adımları konuştuk.
LGBTİ+ bireylere yönelik nefret söylemi ve nefret suçlarının nedeni nedir?

Okan AltekinLGBTİ+ bireylere yönelik homofobi ve transfobinin nedenlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için nefret söylemi ve nefret suçu kavramına bakmak gerekir. Nefret söylemi, Avrupa Konseyi tarafından; hoşgörüsüzlüğü yayan ve teşvik eden her türlü ifade olarak belirlendi. Nefret suçları ise, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın tanımına göre, mağdurun sahip olduğu veya sahip olduğu varsayılan kimliği nedeniyle mağdura veya mağdurun mal varlığına yönelik saldırılar olarak tanımlanabilir.

“Nefret Suçu ve Nefret Söylemi Politiktir”
Nefret suçlarında ön plana çıkan en önemli unsur failin nefret güdüsüyle hareket etmesidir. Dolayısıyla bu iki tanıma bakarak da nefret söylemi ve nefret suçlarının, kişilerin varoluşları hedef alınarak işlendiği bu nedenle politik olduğunu söyleyebiliriz. Bir ülkedeki tarihsel süreçlere, geçmişte azınlıklara yönelik tutumlara ve yurttaşlığın tanımı gibi unsurlara bakılarak devletin nefret söylemi ve nefret suçlarıyla mücadelesi veya bizzat bu nefreti üretip üretmediği tespit edilebilir. Nitekim Sara Ahmed’in de dile getirdiği üzere devlet kendisi dışında kalanı her zaman kendi varlığını tehdit edici bir unsur olarak görür. Bu nedenle ‘öteki’ olandan nefret etmek ulus sevgisinin bir göstergesi olarak inşa edilebilir.

Türkiye açısından LGBTİ+ haklarının mevcut durumu değerlendirildiğinde hem anayasa hem de pek çok kanunda geçen ve genellikle LGBTİ+ bireyler için uygulanan genel ahlak ibaresiyle LGBTİ+ bireylerin bir tehdit unsuru olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Yapılan tüm haksız müdahalelerin meşru bir amacı olarak genel ahlak tüm eylem ve etkinliklerde devlet tarafından gerekçe olarak öne sürülmüştür.

Öte yandan Türk Ceza Kanunu (TCK) açısından ise nefret suçu failleri için çoğunlukla haksız tahrik indirimleri uygulandığını görmekteyiz. Nefret söylemi ve nefret suçlarını teşvik eden ve dolayısıyla ayrımcılığa neden olan sadece soyut kavramlar ve failleri destekleyen uygulamalar değildir. Devlet, ikili cinsiyet rejimi ve heteroseksüelliği tek “norm” olarak dayattığı için cis-heteronormativite ile heteroseksüeller ve atanmış cinsiyeti ile beyan ettiği cinsiyeti aynı olan cisgender (natrans) kişiler dışındakileri yok saymaktadır. Böylelikle LGBTİ+ bireyleri varoluşlarının yok sayılması, LGBTİ+ bireylere yönelik her türlü saldırıyı meşru hale getirebilmektedir.

LGBTİ+ bireylere yönelik nefret söylemleri kurumsal düzeyde dile getiriliyor. Nefret dilinin yüksek makamlar tarafından kullanılıyor olması toplumda nasıl karşılık buluyor?

Devlet, nefret söylemi ve nefret suçlarıyla mücadele etme konusunda negatif ve pozitif yükümlülük altındadır. Nefret suçlarına teşvik edebilecek açıklamalardan kaçınması negatif yükümlülüğü yanında ayrıca nefret söylemi ve nefret suçlarıyla mücadele etme pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük tüm kamu kurum ve kuruluşları bağlayan eşitlik ilkesinin düzenlendiği Anayasanın 10. maddesi ve Anayasanın 90. maddesi gereği Türkiye’nin taraf olduğu, iç hukukta da bağlayıcılığı olan insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerin de bir gereğidir. Nitekim LGBTİ+ bireylere yönelik kamu makamları tarafından sarf edilen nefret söylemleri yakın zamanda LGBTİ+ bireylere dönük nefret suçlarına sebebiyet verdi. Bu nefret suçları LGBTİ+ dernekleri tarafından da raporlandı ve bu raporlar uluslararası pek çok yayın organında yer buldu.

“Pek Çok Kanun Maddesi Bizzat Ayrımcılığa Dayanak Olabiliyor”
Kanunlarda yer alan eşitlik maddeleri LGBTİ+ bireyler için pratikte uygulanıyor mu?

Anayasa’nın 10. maddesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 14. maddesine göre her ne kadar açıkça sayılmasa da ve benzeri sebepler denilmek suretiyle açık uçlu bir yaklaşım benimsenerek cinsel yönelim ve cinsiye kimliği temelli ayrımcılık da yasaklanmıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlarda da cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığın anayasada sayılanlar kadar önemli olduğu vurgulanmıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin şimdiye kadar cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık yasağı bakımından ihlal bulmadığını da belirtmek gerekiyor. İç hukukta da pek çok kanun maddesi bizzat ayrımcılığa dayanak olabiliyor.

İç hukuk açısından birkaç örnek vermek gerekirse; Avrupa Birliği müktesebatıyla uyum için kabul edin Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu (TİHEKK) hem LGBTİ+ bireyleri tanımıyor hem de bizzat kurum tarafından nefret söyleminde bulunulabiliyor. Öte yandan TİHEK’in üyelerinin partili cumhurbaşkanı tarafından atanıyor olması da bağımsızlığına gölge düşürüyor.

Nefret ve ayrımcılık başlığını taşıyan TCK’nin 122. maddesinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği geçmediği gibi kanun maddesinde sayılan seçimlik hareketlerin nefret güdüsüyle işlendiğinin ispatı neredeyse imkânsız. Zaten uygulamada da TCK 122. maddeden hüküm verilen çok az sayıda karar mevcut. Öte yandan 657 Devlet Memurları Kanunu’nun 125. maddesinde memurlukla bağdaşmayan yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler memurluğa engel olarak sayılmıştır. Bu ifadeler LGBTİ+ kamu görevlilerinin haksız biçimde memurluktan çıkarılmasına dayanak teşkil edebilmektedir. Bunların dışında pek çok kanun maddesinde kullanılan muğlak ifadeler LGBTİ+ bireylerin aleyhine uygulanabilmektedir.

Toplumda nefret dili ve nefret suçunun önüne geçmek için ne gibi adımlar atılmalı?

Her şeyden evvel LGBTİ+ bireylerin varoluşu kabul edilmeli ve LGBTİ+ hareketinin talepleri dikkate alınmalıdır. Yasa yapım süreçlerine LGBTİ+ bireylerin aktif olarak katılımı sağlanmalıdır. LGBTİ+ bireylerin hak ve özgürlüklerini kullanmasının önündeki engeller kaldırılmalı ve kategorik yasaklardan vazgeçilmelidir.

Mahkemeler, içtihatlarıyla LGBTİ+ bireylerin hak ve özgürlüklerine haksız müdahale teşkil edebilecek kararlar vermemelidir. Nefret suçlarıyla mücadele edilmesi için, uluslararası standartlara uygun ayrımcılık yasağı mevzuatı kabul edilmelidir. Kamu görevlilerine, özellikle ceza adalet sistemi içeren yer alan personellere LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcılıkla mücadele kapsamında eğitim verilmelidir. TCK 122. maddesi uygulanabilecek şekilde yeniden düzenlenmeli ve bu kanun maddesinin uygulanması ile ilgili hakim ve savcılara rehber ilkeleri içeren kılavuzlar hazırlanmalıdır. Kamu görevlilerinin ve işçilerin işyerinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle mobbinge maruz kalmalarının önüne geçilmeli LGBTİ+ bireylerin iş hayatında açılabilmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Nefret söyleminde bulunan ve nefret suçlarını işleyen kişiler açısından caydırıcı kararlar verilmelidir.

https://www.sivilsayfalar.org/2020/07/10/nefret-sarmalinda-lgbti-haklari-mucadelesi-pek-cok-kanun-maddesi-bizzat-ayrimciliga-dayanak-olabiliyor/

Article 4

$
0
0
Savunma nöbetindeki avukatlardan ODTÜ Onur Yürüyüşü'ne destek: Hepimiz eşit olana kadar hiçbirimiz özgür değiliz!


Çoklu baro teklifine karşı Ankara Kuğulu Park'ta Savunma Nöbetine devam eden avukatlar, bugün görülecek ODTÜ Onur Yürüyüşü davası öncesinde yaptıkları açıklamada, "Bizleri, bilim kisvesi altında, inanç kisvesi altında, ev içi kisvesi altında, okul kisvesi altında, kurum kisvesi altında, yok sayarak yaşamak-var olmak gibi, çalışmak gibi, ifade özgürlüğü gibi zaten var olan en temel insan haklarımızı elimizden alacağınızı sanıyor olabilirsiniz. Biliyoruz ki tarih bizim yanımızdadır. 'Hepimiz eşit olana kadar hiçbirimiz özgür değiliz!'" dediler.

Meclis Genel Kurulu'nda görüşülen ve ilk kısmı kabul edilen çoklu baro teklifine karşı avukatlar ve baro başkanlarının nöbeti polis ablukasına rağmen devam ediyor. Nöbet sırasında ODTÜ LGBTİ+ Onur Yürüyüşü davası avukatları da eylem yaptı. 2019 ODTÜ LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ne polis müdahalesi sonucu gözaltına alınanlara açılan açılan davanın üçüncü duruşması bugün görülecek.

Kaos GL'nin aktardığına göre duruşmaya ilişkin davanın avukatları Kuğulupark’ta basın açıklaması yaparak, “LGBTİQ+ hakları insan haklarıdır” dedi. Açıklamaya ODTÜ LGBTİ+ Dayanışması’ndan öğrencilerin yanı sıra Kaos GL, Kırmızı Şemsiye, Ankara Barosu LGBTİQ+ Hakları Merkezi ve Toplumsal Hukuk’tan avukatlar ve Ankara Gökkuşağı Aile Derneği de katıldı. Savunma nöbetindeki diğer avukatlar da eyleme alkış ve sloganlarla destek verdi.

ODTÜ LGBTİ+ Dayanışması ve avukatları adına açıklamayı Avukat Öykü Didem Aydın okudu. Açıklamanın tam metni şöyle:

“Hepimiz eşit olana kadar hiçbirimiz özgür değiliz!”
“Bugün saat 10:00’da, ODTÜ LGBTİ+ Dayanışması’nın 2019 Onur Yürüyüşüne polis saldırısı yüzünden açılan ceza davasının Üçüncü Duruşmasında şu anda burada bulunan ODTÜ’lü öğrencileri savunacaktık. Öğrenciler, kampüsleri işgal edilerek gözaltına alınmışlar ve barışçıl gösteri düzenledikleri için suçlandırılmışlardır.

“Bizler, ODTÜ LGBTİ+ Dayanışması Avukatları ve ODTÜ LGBTİ+ Dayanışması olarak, haftalardır LGBT özneleri hedef alan nefret kampanyasına dur diyen Barolarımızla ve bütün Avukat meslektaşlarımızla bu kere Savunma Yürüyüşü İçin dayanışmaya geldik.

“Türkiye’nin bütün barolarından 1000 meslektaşımız geçen hafta yayınlanan LGBTİQ+ Hakları ve Onuru İçin Avukatlar Bildirisiyle LGBT Haklarını savundular ve İmzamız Onurumuzdur, dediler. Bugün, barolarımızın parçalanmasını ve Avukatların, LGBT de dahil olmak üzere, bütün hak öznelerine destek vermekten yoksun bırakılmasını protesto etmek için ODTÜ LGBTİ+ Dayanışması öğrencileriyle beraber Ankara Kuğulu Park’tayız.

LGBTİ+ Hakları ve Onuru İçin mücadele verenler, sadece Avukatlar ve Üniversiteliler değil: Bütün Özneler ve Destekçileridir. Sadece Barolarda, Üniversitelerde, Kuğulu Park’ta değiliz: Alışın Her Yerdeyiz! Eşitlik ve Özgürlük Talep Ediyoruz! Hiç kimsenin, demokratik düzenin ve hukuk devletinin öngördüğü kişi onuru korumasından bireyleri yoksun kılarak onları yalnızlığa ve çaresizliğe itmeye hakkı yoktur! LGBTİQ+ Hakları İnsan Haklarıdır. LGBTİQ+ Mücadelesi Büyük Bir Tarihsel Birikime ve Etik’e Dayanmaktadır.

“Bizleri, bilim kisvesi altında, inanç kisvesi altında, ev içi kisvesi altında, okul kisvesi altında, kurum kisvesi altında, yok sayarak yaşamak-var olmak gibi, çalışmak gibi, ifade özgürlüğü gibi zaten var olan en temel insan haklarımızı elimizden alacağınızı sanıyor olabilirsiniz. Biz sevginin dilini, nefretin dilinden daha iyi biliyoruz: Biz insanı, hakkı ve değerleri gayet iyi biliyoruz.

“Biliyoruz ki bizim özgürlük ve hak mücadelemiz sadece LGBT öznelerin değil, bütün insanlığın hak mücadelesine yapılan bir katkıdır. Biliyoruz ki Tarih Bizim Yanımızdadır. “Hepimiz Eşit Olana Kadar Hiçbirimiz Özgür Değiliz!”

ODTÜ LGBTİ+ Onur Yürüyüşü davası
ODTÜ'de 18 öğrenci ve bir akademisyene, 10 Mayıs 2019’da kampüste düzenlenen LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ne katılmaları gerekçe gösterilerek dava açıldı. Polis şiddetiyle gözaltına alınan öğrenci ve akademisyenlerin yargılandığı davanın ikinci duruşması 12 Mart 2020’de Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

İkinci duruşmada avukatlar, öncelikle derhal beraat kararı talep etti. Aksi taktirde yanlış hazırlanan bilirkişi raporunun yenilenmesi, Emniyet’ten istenen ve iletilmeyen montajsız görüntülerin tekrar istenmesini, görevli polislerin dinlenmesini ve duruşmaların daha geniş bir salonda yapılmasını talep etti.

LGBTİ+ hak savunucularının toplantı ve gösteri yürüyüşlerine muhalefetten yargılandığı dava bugüne (10 Temmuz) ertelenmişti.

https://t24.com.tr/haber/savunma-nobetindeki-avukatlardan-odtu-onur-yuruyusu-ne-destek-hepimiz-esit-olana-kadar-hicbirimiz-ozgur-degiliz,889811

AKP’nin baro planı üç kent üzerinde yoğunlaştı

$
0
0
Baroların yapısını değiştirmeye hazırlanan hükümet, ‘Çoklu baroyla nispi sistemi içeren karma bir model’ hazırlığında. Kulislerde yer alan bilgilere göre, avukat sayısının 5 bini aştığı illerde yeni baro kurulabilecek. Bu sayıyı aşan barolar ise İstanbul, Ankara ve İzmir.

Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın LGBTİ+'lara yönelik ayrımcı ve nefret içeren açıklamalarına karşı gösterdiği tepkinin ardından hükümetin gündeme getirdiği Avukatlık Yasası'nda Değişiklik Teklifi’nde sona geliniyor. Baroların seçim sistemi ve yapısını değiştirmeye hazırlanan iktidarın, TBMM gündemine önümüzdeki günlerde gelmesi beklenen teklifin ekim ayında yapılacak baro seçimlerine yetiştirilmesi için çalışmalara devam ettiği belirtiliyor.

Yeni düzenlemeye göre avukat sayısı 5 bini aşan illerde yeni baro kurulabilecek. Yeni baro kurmak için 2 bin avukatın bir araya gelmesi şartı koşulacak. Buna göre Barolar Birliği’nin yüzde 68’ini oluşturan İstanbul, Ankara ve İzmir’de çoklu baro açılabilecek. Barolara üyelik ve baroların başvuruları kabul etme zorunluluğu olacak.

İSTANBUL, ANKARA VE İZMİR

İstanbul özelinde baro sayısının 5 olabileceği, bunun 8’e kadar çıkabileceği konuşulurken, “2 bin sınırının İzmir için kolay olmayacağı” yönünde değerlendirmeler yapılıyor. Nispi temsil sistemi üzerinde tartışmalara devam edildiği ancak “çoklu baroyla nispi sistemi içeren karma bir model”in öngörüldüğü belirtiliyor.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün Türkiye Barolar Birliği (TBB) ve 31 baronun başkanıyla basına kapalı düzenlediği toplantıda baro başkanları genel olarak teklifin geri çekilmesini ve kanunda değişiklik yapılacaksa bu değişikliğin barolarla görüşülerek müzakere edildikten sonra yapılmasını talep etti.

Toplantıya katılan baro başkanları, ülkenin esas gündeminin ekonomi olduğunu hatırlatarak "Gündem bu haldeyken baroların yapısının değiştirilmesine yönelik değişikliklerin ne yeri ne de zamanı. Teklif geri çekilmelidir" dedi.

https://ilerihaber.org/icerik/akpnin-baro-plani-uc-kent-uzerinde-yogunlasti-114049.html


İstanbul Sözleşmesi ve Eşbaşkanlık Sistemi: Hakikat nereye bakar?

$
0
0
Halide Türkoğlu

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği tarihsel bir mesele olduğu kadar, kadınların hakikatinin çarpıtılması ve karanlıkta bırakılması üzerine de inşa edilmiştir. Kadın kazanımları öznellikleri, bölgesellikleri ile birlikte kadınların tarihinde küresel kazanımlardır. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi dünya kadın deneyimlerinden beslenen uluslararası bir kazanımdır. Kürt kadın hareketinin hayata geçirdiği eşbaşkanlık sistemi ve kadın sözleşmesi öznel gibi görünse de eşitlik ve özgürlük ilkesiyle evrensel bir sistemin inşasına tekabül etmektedir.

Eşitlikten bahseden, kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali olarak gören, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle mücadele eden, ev içi şiddete karşı mekanizmaların kurulmasını ve devletin şiddete karşı mücadelede etkin rol almasını, bu sözleşmenin tarafı olarak görevini ihmal ya da yerine getirmediğinde yükümlülüklerinin olduğunu belirten bir sözleşmedir İstanbul Sözleşmesi. Türkiye’deki kadın hareketlerinin de çalışmasında ve hazırlanmasında emek sarf ettiği, dünya kadın hareketlerinin tavsiyeleriyle hazırlanan, kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadele ekseninde devletlerin yapmakla yükümlü oldukları tedbir, koruma, soruşturma gibi mekanizmaların nasıl çalışacağı yönünde bir perspektif ve tavsiyelerde bulunmaktadır. Sözleşme ayrıca toplumsal cinsiyet eğitimleri ile toplumsal değişimin sağlanması, medya ve sivil toplum ile birlikte mücadelenin ortaklaşmasını tavsiye eder.

Ağustos 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’ne paralel olarak, 6284 sayılı Kadın ve Aileyi Koruma Kanunu ve ŞÖNİM yönetmelikleri oluşturulmuştur. Bakanlık, kaymakamlık, SÖNİM, kolluk kuvveti, yargı işbirliğinde bir çalışma yönetmeliği hayata geçirilmiştir. Hedef haline getirilen 6284 sayılı yasanın tartışmayla ilişkisi açısından İstanbul Sözleşmesi’nin garantisi altında olduğunu ayrıca belirtmek gerekir.

Yıl 2020; kadına yönelik şiddetle mücadelenin askıya alınmasının meşru kılıfları aranmayı başlandı. Elbette ki söylem düzeyinde daha önceki yıllarda da hedef halindeydi ama pratik uygulama ilk önce pandemi gerekçe gösterilerek 6284 sayılı kanun üzerinde pasifize genelgeleri yayınlandı, şimdi de adını koyamadıkları bir sistem inşası ile: “aile bütünlüğü” ve LGBTİ+ tartışmasıyla İstanbul Sözleşmesi kadın cinayetlerinin nedeni haline getiriliyor!

Mart 2014 DBP’li belediyelerde eşbaşkanlık sistemi uygulanmaya başlandı. Kürt kadın mücadelesinin siyasal ve toplumsal alanda yürütmüş olduğu mücadeleyi elbette ki 2014 ile başlatmamaktayım. Bunca emeğin yaratmış olduğu değişim ve dönüşümün tarihi bir evresi olarak belediyelerde eşbaşkanlık sistemi kadın sisteminin önemli bir parçasıdır.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin perspektifi ve uygulama alanı olarak DBP’nin 102 belediyesinde başlayan sonrasında HDP belediyelerine miras olarak devam edilen eşbaşkanlık sistemi, kadın erkek eşitliğine inanmayan ve bunu meşru görmeyen AKP-MHP hükümeti tarafından hedef haline getirilip terörize edildi ve kayyumlar atandı. Yani devlet, kadın erkek eşitliğini savunan bir sistemi yıkma görevini kendine misyon edindi.

Kürt kadınlarının, DÖKH, KJA ve TJA ile devam eden kadın sistemi, kadına yönelik şiddetle mücadelenin kadın özgürlükçü ve eşitlikçi perspektifinin yansımalarını yerellerde kurumsallaştırmıştır. Kürt kadınlarının kazanımlarını birkaç çalışma alanı üzerinde örnekler verirsek;

Kadın merkezleri, kadın yaşam alanları, sığınaklar, ilk adım istasyonları, çok dilli belediye hizmetleri ile birlikte çok dilli Alo Şiddet Hattı
Mülteci kadınların yaşadığı şiddetle mücadele ve belediye hizmetlerinden faydalanması
Toplumsal cinsiyet eğitimleri mahalle mahalle, kurum kurum değişim ve dönüşüm hedefli
Sendika sözleşmelerinde kadına yönelik şiddetle ilgili maddelerin konulması (çok eşlilik, zorla ve erken yaşta evlilik de dahil)
Belediyelerde CEMR’in (Avrupa Yerel Yaşamda Kadın Erkek Eşitliği Şartnamesi) imzalanması
Daha da sayabileceğim birçok mekanizma var ancak tartışmanın İstanbul Sözleşmesi ile ilgisini açıklamak için yeterli diye düşünmekteyim. İstanbul Sözleşmesi’nin taraf olan devletlerin önüne koymuş olduğu birçok görev ve sorumluluğu, Kürt kadın hareketi kendi yerellerinde toplumla yapmış, düşünsel ve eylemsel birlik ile kadın sözleşmesini pratikte hayata geçirmiştir.

Ulus-devlet yapılanmaları inkârcı oldukları kadar farklı olanı yok etme üzerine kurulu örgütlenmelerdir. Hükümet profilleri değişse de son kertede topluma karşı kaybetme korkularını faşizm üzerinden şekillendirirler. İktidarlar hakikati çarpıtma oyunlarıyla, Türkiye kadın hareketi ile Kürt kadın hareketi arasında bir bağ oluşmasını engellemek için çokça uğraştı. Bu süre içinde Kürt kadın hareketi kendi özerk ve özgün örgütlemesi ile model olarak dünya da ilkleri de hayata geçirdi.

Eşbaşkanlık sistemi, eşit temsiliyet, JİN Tv, kadın haber ajansı, Jineoloji gibi öznel ama kadınlar için devrimsel örneklerdir. Dünya kadın hareketinin bütün mücadele mirasını kendine yol edinen Kürt kadın hareketi kendi köklerinden beslenmeyi de öncelik edinerek müthiş bir mücadelenin fikri ve eylemini devletlerin yasalarıyla, uluslararası sözleşmeler çerçevesinde iktidarlara rağmen büyütmeye devam etmektedir. Hem yasaları hayata geçiren hem de toplumsal dönüşümü merkezine koyan Kürt kadın hareketi, bu yönüyle evrensel ve toplumsaldır.

Hükümet kadın hareketlerini birbiri üzerinden zayıflatamayacağını gördüğü ve eşitlik fikriyatının uygulaması olan eş başkanlığa kayyum atamasına paralel olarak şimdi de ortak kadın kazanımı olan İstanbUl Sözleşmesi’ni kaldırmayla tehdit etmektedir.
2016 tarihinde ilk kayyum atamalarıyla meselenin sadece siyasi olmadığını, kadının toplumsal tüm kazanımlarını hedef aldığını Türkiye’deki kadın hareketleri ile birlikte yaşayarak deneyimledik. Bugün “birlikte güç olma”ve “eşbaşkanlık benim de kazanımımdır” mücadelesine ilk adımını birlikte attık.

Hükümet kadın hareketlerini birbiri üzerinden zayıflatamayacağını gördüğü ve eşitlik fikriyatının uygulaması olan eş başkanlığa kayyum atamasına paralel olarak şimdi de ortak kadın kazanımı olan İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmayla tehdit etmektedir. Bu kez de ötekinin ötekisi olan LGBTİ+ yaşam hakkını savunmanın ikilemine, muhafazakâr kadın ile kadın hareketini ayrıştırma dilini aile bütünlüğü üzerinden yürütmektedir.

Kürt kadınları için çok tanıdık kategoriler bunlar: terörize etme ve devletin bütünlüğü için kadınların ve kürtlerin kazanımlarını yok etme! Eşit yurttaşlık, toplumsal adalet, özgürlük, barış olmadan bir devlet zaten bütün değildir ya da devlet herkesin devleti değildir, Egemen-Sünni-Erkek-Türkün devletidir.

İstanbul Sözleşmesi ve Eşbaşkanlık Sistemi iki ayrı mesele değildir. Aksine ikisi birbirini güçlendirmektedir. Birinin gaspı, diğerinin gasp edilmesinin şartlarını yaratmaktadır.
Kadınların her gün şiddet gördüğü, çocukların şiddetle yaşadığı, kadınların katledilmesinin normalleştiği, tecavüzün yaşandığı, kadınların hassasiyetinin olmadığı, hakarete uğradığı bir aile zaten aile değildir, erkeğin IŞİDvari hükümdarlık alanıdır. Yine mülteci olduğu için para karşılığı zorla evlendirildiği, kamplarda sayıları artmasın diye kısırlaştırıldığı, fuhuşa sürüklendiği, kadınların savaşın sistematik hedefi olduğu yerde kadın mücadelesi terörize edilecek bir mücadele değil bir insan hakları mücadelesidir.

Savaş rejimiyle AKP-MHP, sürekli düşmanlaştırma üzerinden insan haklarını askıya almaktan, kadınların kazanımını gasp etmekten ve şiddet söylemleri üretmekten bekası için vazgeçmeyecektir. Ancak, kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinin birliği bu savaş konseptini tarumar edecek güçtedir, yeter ki birbirimizin çaresi olduğunu deneyimleme fırsatını elimizden kaçırmayalım.

İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik her türlü şiddetle mücadelede devletin yükümlüklerini gösteren bir yoldur, tüm kadınların kazanımlarıdır. Kürt kadınlarının kadın sistemi olan eşbaşkanlık sistemi kadının toplumsal sözleşmesidir ve onu korumadan İstanbul Sözleşmesi’ni de koruyamayacağımız ortadır. İkisi ayrı meseleler değil, birbirini güçlendirendir. Birinin gaspı, diğerinin gasp edilmesinin şartlarını yaratmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik her türlü şiddetle mücadelede devletin yükümlüklerini gösteren bir yoldur, tüm kadınların kazanımlarıdır. Kürt kadınlarının kadın sistemi olan eşbaşkanlık sistemi kadının toplumsal sözleşmesidir ve onu korumadan İstanbul Sözleşmesi’ni de koruyamayacağımız ortadır.
Erkeğin şiddet uygulaması devletin şiddetinden ayrı değildir. Devletin yoğun şiddet alanları üretmesi erkek şiddetini süreklileştirmektedir. Dilek Doğan’ın polisler tarafından evinde öldürülmesi, Rojbin Çetin’e evinde uygulanan işkence, Gülistan Doku’nun kaybettirilmesi, Taybet Ana’nın öldürülmesi ve cenazesinin 7 gün yerde kalması, Kadirova’nın ve Yeldana Kaharman’ın şüpheli ölümlerinin ve saymakla bitmeyecek erkek-devlet şiddetinin birbiriyle ilişki biçimini gören bir mücadele ile ancak birbirimize yaşam olacağız. Kazanımlarımızı ve hakikatlerimizi örgütlü bir itirazla savunabiliriz.

Twitter üzerinde paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)Facebook'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)WhatsApp'ta paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)Telegram'da paylaşmak için tıklayın (Yeni pencerede açılır)

https://gazetekarinca.com/2020/07/istanbul-sozlesmesi-ve-esbaskanlik-sistemi-hakikat-nereye-bakar-halide-turkoglu/
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live
<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>