Anneler ve kızlarına dair
Annem ve Ben, “Hanımefendi” diye hitap ettiği annesine sonradan tapan Maya Angelou’nun gerçek hikâyesi.
Büyükada-Kabataş arası vapurla bir buçuk saat. Tanıdık birine rastlamamak için alt kat ideal. Özellikle sabah vakti sohbetin geyiğe döneni çekilmiyor. Ama bazen tanımadığın biri de sabrını zorlayabiliyor.
Tam olarak böyle bir gün. Karşımdaki boş koltuk vapur kalkmadan doluyor. Göz göze gelince tebessüm ediyoruz karşılıklı. “Soğuk bugün” diyor. “Öyle” diyorum, karton bardağı çöpe atmak için kalkarken. Derhal bir önlem almam gerekiyor. Yerime dönüp çantamdan Annem ve Ben’i çıkarıyorum. Arasındaki kurşun kalemi alıp kaldığım yerden okumaya devam ediyorum.
Berbat bir anne olurdum!
Beş dakika kadar süren sessizliği o bozuyor: “Ne anlatıyor?” “Bir kadınla annesi arasındaki ilişkiyi” diye kestirip atıyorum. “Onu anladım adından” diyor hafif alaylı. “Nasıl bir ilişki olduğunu merak ettim. Kız annesini seviyor mu sevmiyor mu? Anne iyi mi kötü mü?” Ne cevap vereceğimi düşünürken, “Sonuna gelmişsiniz, artık anlamışsınızdır” diyor. Aklımdan geçenleri anlıyor olmalı ki meramını açıklıyor: “Sizinle sohbet etmeye çalışmıyorum. Beni ilgilendiren, elinizdeki kitap. Ömrü annesiyle didişerek geçmiş bir kadın olduğum için bu tür hikâyeler ilgimi çekiyor. Biraz anlatırsanız belki satın alıp okurum.”
Ellilerindeki bir kadın, hiç tanımadığı başka bir kadına sabahın kör vaktinde sinirli sinirli annesini şikâyet ediyorsa samimiyetinden şüphe etmemek gerekir. İsteksizim ama özetliyorum: “Maya diye bir kız var. Annesi onu ve kardeşini çok küçüklerken bırakıp gidiyor. Büyükannelerinin yanında büyüyorlar. Sonra bir gün hayatlarına annelerinin yanında devam etmeleri icap ediyor. Maya zorlanıyor. Çok uzun süre annesine ‘Hanımefendi’ diyor. Ama zamanla aralarında farklı bir ilişki gelişiyor. Annesine neredeyse tapıyor.”
Aklındaki dağınık sorular hep Maya’nın annesiyle âlâkalı. “Nasıl bir kadın? Bir mesleği var mı? Ne yapıyor da kızı onu sonradan çok seviyor?” Bilardo salonları ve kumarhaneleri olduğunu, çocuklarına karşı dürüst davrandığını, onları isteklerini gerçekleştirmeleri konusunda cesaretlendirdiğini, yanlış olduğunu düşündüğü kararlar aldığında bile kızının yanında olduğunu söylüyorum.
Konuşmak yorucu. Kalkıp gitsem ayıp olacak. “Niye bırakmış çocuklarını?” deyince kitabı uzatıyorum altını çizdiğim satırları okusun diye. “Sizi çok özledim fakat sizin için olabilecek en iyi yerde olduğunuza emindim. Ben berbat bir anne olurdum. Hiç sabrım yoktu. Maya, sen iki yaşındayken benden bir şey istemiştin. Ben o sırada konuşmakla meşguldüm, bu yüzden sen de elime vurdun ve hiç düşünmeden sana bir tokat patlatıp koltuktan düşmene neden oldum. Bu seni sevmediğim anlamına gelmiyordu. Bunun tek anlamı, henüz anne olmaya hazır olmadığımdı. Size açıklama yapıyorum, özür dilemiyorum. Eğer benimle kalsaydınız, hepimiz bundan pişman olurduk.”
Söylediğin sözleri her koşulda tekrarlayabilmelisin
Sayfaları çevirmeye başlıyor. Maya’nın annesinin cümlelerinde duruyor hep. “Şunu unutmayın, sahip olabileceğiniz en önemli şey itibarınızdır. Eğer itibarınız düzgünse, dünyada istediğiniz her şeyi başarabilirsiniz.” Sonra kitabı biraz uzaklaştırıp başını hafifçe arkaya doğru dikleştirerek Maya’nın San Francisco’da vatman olma hikâyesine dalıyor. Vivian Baxter’ın kızı Maya’yı demiryollarına iş görüşmesine gönderdiğini, onunla alay eden sekreterle aynı restoranda iyi yemekler yemesi için cebine iyi bir harçlık koyduğunu, üç hafta sonunda gazetelerin “Maya Johnson demiryollarında çalışan ilk Amerikan Zencisi” yazdığını kaşları havada okuyor.
O kitaba, ben camdan dışarıya bakıyoruz bir süre. Bir ara Annem ve Ben’i uzatıyor, “Bunun da altını çizin” diyor. “Yanlış olduğunu düşündüğün hiçbir şey yapma, yalnızca doğru olduğuna inandıklarını yap ve yaşantının da bunu yansıtmasına özen göster. Söylediğin her söz, her koşul altında tekrar söyleyebileceğin şeyler olsun. Yani söyleyeceğini yalnızca kapalı kapılar ardında değil, gerekirse devletin kapısında da söylemeye hazırıklı ol ve kalabalığı çekmek için insanlara yirmi dakika ver.”
Vapur Kadıköy’e yanaşırken kitabı gönülsüz veriyor. “Sizde kalsın” desem hemen kabul edecek. “Böyle anneler olduğunu bilmek sevindirici. Okunası bir kitap” deyip Alkım Yayınevi’nin yerini soruyor. Tarif ediyorum. Teşekkür edip kalkıyor.
O anneyle ilgileniyor ama okurken şair, yazar, öğretmen ve yönetmen Maya Angelou’nun hayat hikâyesinden de çok şey öğrenecek. Kendi annesiyle tanımadığı birinin annesini kıyaslıyor ama muhtemelen kendisini de Maya ile kıyaslayacak. Mutsuz, tatminsiz, hırçın bir hali vardı çünkü. Bahse girerim konuşsak, yapamadıkları için annesini suçlayacaktı.
Çocukların heveslerinin kursaklarında kalmasından çoğunlukla annelerin sorumlu olduğu doğrudur. Fakat kazık kadar olmuş çocukların beceremedikleri, erişemedikleri her şey için mütemadiyen annelerini suçlamaları sadece kolaycılıktır. Maya Angelou ilk kez siyahi bir kadının yazdığı senaryoyu çektirdiyse büyük bir yapımcıya İsveç’te, kendisini görmek istemeyen başrol oyuncusunun sadece saçını örmek için girdiği sette sonradan yönetmen olarak kabul gördüyse azmetmesindendir.
Anneliğin kutsallığına hamasi övgüler kadar sıkıcı, yetişkin çocukların annelerine yağdırdığı şikâyet okları.
Bir daha karşılaşırsak vapurda, sohbetin konusu Annem ve Ben üzerinden “anneler ve kızları” olacak muhtemelen.
ANNEM VE BEN
Maya Angelou
Çeviren: Sinem Er
Everest Yayınları
2014, 152 sayfa, 12,5 TL.
Funda Özgür - Radikal
Annem ve Ben, “Hanımefendi” diye hitap ettiği annesine sonradan tapan Maya Angelou’nun gerçek hikâyesi.
Büyükada-Kabataş arası vapurla bir buçuk saat. Tanıdık birine rastlamamak için alt kat ideal. Özellikle sabah vakti sohbetin geyiğe döneni çekilmiyor. Ama bazen tanımadığın biri de sabrını zorlayabiliyor.
Tam olarak böyle bir gün. Karşımdaki boş koltuk vapur kalkmadan doluyor. Göz göze gelince tebessüm ediyoruz karşılıklı. “Soğuk bugün” diyor. “Öyle” diyorum, karton bardağı çöpe atmak için kalkarken. Derhal bir önlem almam gerekiyor. Yerime dönüp çantamdan Annem ve Ben’i çıkarıyorum. Arasındaki kurşun kalemi alıp kaldığım yerden okumaya devam ediyorum.
Berbat bir anne olurdum!
Beş dakika kadar süren sessizliği o bozuyor: “Ne anlatıyor?” “Bir kadınla annesi arasındaki ilişkiyi” diye kestirip atıyorum. “Onu anladım adından” diyor hafif alaylı. “Nasıl bir ilişki olduğunu merak ettim. Kız annesini seviyor mu sevmiyor mu? Anne iyi mi kötü mü?” Ne cevap vereceğimi düşünürken, “Sonuna gelmişsiniz, artık anlamışsınızdır” diyor. Aklımdan geçenleri anlıyor olmalı ki meramını açıklıyor: “Sizinle sohbet etmeye çalışmıyorum. Beni ilgilendiren, elinizdeki kitap. Ömrü annesiyle didişerek geçmiş bir kadın olduğum için bu tür hikâyeler ilgimi çekiyor. Biraz anlatırsanız belki satın alıp okurum.”
Ellilerindeki bir kadın, hiç tanımadığı başka bir kadına sabahın kör vaktinde sinirli sinirli annesini şikâyet ediyorsa samimiyetinden şüphe etmemek gerekir. İsteksizim ama özetliyorum: “Maya diye bir kız var. Annesi onu ve kardeşini çok küçüklerken bırakıp gidiyor. Büyükannelerinin yanında büyüyorlar. Sonra bir gün hayatlarına annelerinin yanında devam etmeleri icap ediyor. Maya zorlanıyor. Çok uzun süre annesine ‘Hanımefendi’ diyor. Ama zamanla aralarında farklı bir ilişki gelişiyor. Annesine neredeyse tapıyor.”
Aklındaki dağınık sorular hep Maya’nın annesiyle âlâkalı. “Nasıl bir kadın? Bir mesleği var mı? Ne yapıyor da kızı onu sonradan çok seviyor?” Bilardo salonları ve kumarhaneleri olduğunu, çocuklarına karşı dürüst davrandığını, onları isteklerini gerçekleştirmeleri konusunda cesaretlendirdiğini, yanlış olduğunu düşündüğü kararlar aldığında bile kızının yanında olduğunu söylüyorum.
Konuşmak yorucu. Kalkıp gitsem ayıp olacak. “Niye bırakmış çocuklarını?” deyince kitabı uzatıyorum altını çizdiğim satırları okusun diye. “Sizi çok özledim fakat sizin için olabilecek en iyi yerde olduğunuza emindim. Ben berbat bir anne olurdum. Hiç sabrım yoktu. Maya, sen iki yaşındayken benden bir şey istemiştin. Ben o sırada konuşmakla meşguldüm, bu yüzden sen de elime vurdun ve hiç düşünmeden sana bir tokat patlatıp koltuktan düşmene neden oldum. Bu seni sevmediğim anlamına gelmiyordu. Bunun tek anlamı, henüz anne olmaya hazır olmadığımdı. Size açıklama yapıyorum, özür dilemiyorum. Eğer benimle kalsaydınız, hepimiz bundan pişman olurduk.”
Söylediğin sözleri her koşulda tekrarlayabilmelisin
Sayfaları çevirmeye başlıyor. Maya’nın annesinin cümlelerinde duruyor hep. “Şunu unutmayın, sahip olabileceğiniz en önemli şey itibarınızdır. Eğer itibarınız düzgünse, dünyada istediğiniz her şeyi başarabilirsiniz.” Sonra kitabı biraz uzaklaştırıp başını hafifçe arkaya doğru dikleştirerek Maya’nın San Francisco’da vatman olma hikâyesine dalıyor. Vivian Baxter’ın kızı Maya’yı demiryollarına iş görüşmesine gönderdiğini, onunla alay eden sekreterle aynı restoranda iyi yemekler yemesi için cebine iyi bir harçlık koyduğunu, üç hafta sonunda gazetelerin “Maya Johnson demiryollarında çalışan ilk Amerikan Zencisi” yazdığını kaşları havada okuyor.
O kitaba, ben camdan dışarıya bakıyoruz bir süre. Bir ara Annem ve Ben’i uzatıyor, “Bunun da altını çizin” diyor. “Yanlış olduğunu düşündüğün hiçbir şey yapma, yalnızca doğru olduğuna inandıklarını yap ve yaşantının da bunu yansıtmasına özen göster. Söylediğin her söz, her koşul altında tekrar söyleyebileceğin şeyler olsun. Yani söyleyeceğini yalnızca kapalı kapılar ardında değil, gerekirse devletin kapısında da söylemeye hazırıklı ol ve kalabalığı çekmek için insanlara yirmi dakika ver.”
Vapur Kadıköy’e yanaşırken kitabı gönülsüz veriyor. “Sizde kalsın” desem hemen kabul edecek. “Böyle anneler olduğunu bilmek sevindirici. Okunası bir kitap” deyip Alkım Yayınevi’nin yerini soruyor. Tarif ediyorum. Teşekkür edip kalkıyor.
O anneyle ilgileniyor ama okurken şair, yazar, öğretmen ve yönetmen Maya Angelou’nun hayat hikâyesinden de çok şey öğrenecek. Kendi annesiyle tanımadığı birinin annesini kıyaslıyor ama muhtemelen kendisini de Maya ile kıyaslayacak. Mutsuz, tatminsiz, hırçın bir hali vardı çünkü. Bahse girerim konuşsak, yapamadıkları için annesini suçlayacaktı.
Çocukların heveslerinin kursaklarında kalmasından çoğunlukla annelerin sorumlu olduğu doğrudur. Fakat kazık kadar olmuş çocukların beceremedikleri, erişemedikleri her şey için mütemadiyen annelerini suçlamaları sadece kolaycılıktır. Maya Angelou ilk kez siyahi bir kadının yazdığı senaryoyu çektirdiyse büyük bir yapımcıya İsveç’te, kendisini görmek istemeyen başrol oyuncusunun sadece saçını örmek için girdiği sette sonradan yönetmen olarak kabul gördüyse azmetmesindendir.
Anneliğin kutsallığına hamasi övgüler kadar sıkıcı, yetişkin çocukların annelerine yağdırdığı şikâyet okları.
Bir daha karşılaşırsak vapurda, sohbetin konusu Annem ve Ben üzerinden “anneler ve kızları” olacak muhtemelen.
ANNEM VE BEN
Maya Angelou
Çeviren: Sinem Er
Everest Yayınları
2014, 152 sayfa, 12,5 TL.
Funda Özgür - Radikal