Ferzan aynı Ferzan. Enerjik. Dinamik. Komik. Yaratıcı. Tatlı. Farkında. Hızlı. Ve gençleşmiş... Her seferinde bunu nasıl beceriyor bilmiyorum ama hep biraz daha gençleşiyor. Yine bize bir aşk hikâyesi anlatıyor: ‘Kemerlerinizi Bağlayın.’ Hem ağlayıp hem güleceksiniz. Her halükarda seveceksiniz…
Peki bu aşk hikâyesinde seni baştan çıkartan neydi?
-Çok sevdiğim bir arkadaşım kansere yakalandı. Tespit edildiğinde ileri safhadaydı, fiziken çöktü. Ben de onu mutlu etmek istedim. Şerefine 40 kişilik bir akşam yemeği düzenlemeye karar verdim. Umberto Veronesi diye bir cerrah var, çok meşhurdur İtalya’da. Meme kanserinde, kadınların memelerini toptan almayı son çare olarak gören biridir. Çığır açtı mesleğinde. Memeleri bir kadın için ne ifade eder onu bilir, anlamayanları da suçlar, kanseri önce küçültüp sonra cerrahi müdahaleyle almayı savunur.
KOCANLA SEVİŞİYOR MUSUN?
Eeee?
-İşte onu davet ettim. Sırf arkadaşımın hoşuna gitsin diye. “Tabii ki gelirim” dedi. Meşhur oyuncular davet ettim, güzel adamlar, güzel kadınlar... Yemekler de harika. Bayıldı bizimki. Çocuklar gibi mutlu oldu. Bir ara yan yana dedikodu yapmaya başladık, “Şunun kıyafetine bak, bunun bilmen nesine bak!” Çok tatlı bir kocası vardır, kocası da ileride birileriyle sohbet ediyor. Bir an arkadaşıma dönüp, “Sen kocanla hâlâ aynı yatakta mı uyuyorsun?” dedim. Nasıl dedim bilmiyorum ama dedim. Söyler söylemez de pişman oldum. Ama çok yakın olduğumuz için hiç kızmadı. Ben aslında, “Sen çok şahanesin ama şu an feci bir haldesin. Bu halde hâlâ kocanla bu halde sevişebiliyor musun?” demek istedim. Gülümsedi ve “Biliyor musun hâlâ deniyor!” dedi. “Bu erkeklerin midesi hiç bulanmıyor. Seviyorlarsa hiçbir şeyden iğrenmiyorlar!” Bu anlattıkları beni çok etkiledi. Arkadaşım tanınmaz haldeydi, yüzü şişmiş, bedeni acayip zayıflamıştı. Ama kocası onu bu haliyle bile çekici buluyordu. O zaman karar verdim: ‘Gerçek aşk’sa işte böyle oluyor dedim.
Ve bu gerçeği, ileride arkadaşının anısına çekeceğin filme koymak istedin…
-Evet. Şunu da düşündüm: Birisine âşık oluyorsun. Bedenine ölüp, bitiyorsun. Günde üç-dört kere yatıp kalkıyorsun. Geceleri, ‘iyi geceler öpücüğü’yle sevişmeye başlıyorsun, sabah ‘günaydın’la devam ediyorsun. Ama bu insan bir gün, fiziki olarak değişebilir, çirkinleşebilir ya da hastalanabilir. Onu yine aynı şiddetle arzulamaya devam edebilir misin? İşte filmde anlatmaya çalıştığım şeylerden biri de buydu. Ve evet edersin! Çünkü aşk öyle bir şey ki, vücudu da, fiziği de aşıyor…
İnsan, kendisinin tam tersi birine aşık olabilir mi?
-Elbette!
Peki şöyle sorayım: Entelektüel, ince düşünceli, nazik bir kadın; cahil, kaba-saba, hatta ırkçı, faşist bir adama âşık olabilir mi?
-Bence evet. Filmde de böyle bir hikâye anlatıyorum zaten. Asla bir araya gelemeyecek çok farklı iki insanın birbirine deliler gibi tutulması. Aşkın, buruna giren ve hormonlarımızı etkileyen bir kokuyla başladığı söyleniyor. Yani sen, aslında kime âşık olacağını bilemiyorsun. Öyle bir şey aşk. Filmi kurarken, “Benim başroldeki kadın oyuncum böyle bir adama âşık olmaz!” dedim. “Bu herifin bir kusuru olması lazım ki, kadın o kusura vurulsun! O faşistin içindeki insanı görsün. Ve ona deli gibi âşık olsun.” İşte bu yüzden çocuk disleksik, okuyamıyor. Kadının bunu fark ettiği an, adama âşık olduğu an…
AŞKIN KANUNU YOK!
Diyelim ki senin iddia ettiğin gibi, hayat görüşü taban tabana zıt birine âşık oldu kadın. Evlendiler. Bu evlilik 13 sene sürebilir mi?
-13 sene sürmüş işte! Aşk o kadar güçlü bir duygu ki, hayat görüşü filan dinlemiyor. Sonra türbülansa girmişler, kavgalar, aldatmalar başlamış. Benim İtalya’da kalbimi bölüştüğüm bir kadın arkadaşım var. Sağcı ama benim en yakın arkadaşım. Siyasi görüşlerimiz dışında, onunla paylaştığımız öyle başka şeyler var ki... Bazı şeylerde anlaşamayabilirsin ama öyle konularda anlaşabilirsin ki, o arkadaşlık, o sevgi, o bağlılık, o aşk sürer. Bir de romanımda yazdığım bir şey var. Japonya’da bir porselen kırıldığı zaman, o kırığı gizlemeye uğraşmıyorlar, aksine altınla kaplayıp, belirginleştiriyorlar. Saklamak ne kelime altını çiziyorlar. Demek istiyorum ki, ilişkimize çok ağır gelen bir türbülans, aslında hayatımıza çok şey katabilir. Bizi zenginleştirebilir. Bu çift için de öyle oluyor, başlarına gelen felaketlerden güçlenerek çıkıyorlar.
Sen bu kadar farklı iki insanın ilişkisini gerçekten bu kadar uzun yıl sürdürebildiğini gördün mü?
-Çok gördüm. Benim böyle bir dolu arkadaşım var. Hani o klişe laf var ya, aşkın kanunu yok. Gerçekten de öyle. Benzer geçmişlere sahip, aynı okullardan mezun, aynı şeyleri yapan, aynı yerlere giden çiftleri düşünebiliyor musun? Bence çok sıkıcı ve monoton…
Ama bir de şu var, filmdeki adam kadını aldatıyor da…
![]() |
Francesco Arca |
![]() |
Francesco Arca |
BOYNUZLAR SONRADAN...
Kadını hiçe sayıyor. Kendisi için uygun gördüğü şeyleri, kadını için görmüyor…
-Aynen öyle bir kafa! Ama inanmayacaksın, hoşuma gidiyor çünkü dürüstlük hissediyorum…
Ama kadını ezen bir zihniyet…
-Kesinlikle haklısın. Fakat kadınla birlikteyken onu muazzam mutlu eden bir yanı da var. Kadın hayatından mutlu mesut. Ama tabii ki bu kafa, benim kabul ettiğim bir şey değil, fakat buna itiraz etmeyen kadınlar da var, benim anlatmak istediğim bu.
Böyle bir durumda adam Apollo olsa kaç yazar? Bana göre öküz…
-Öküz tabii! Ama aşk, öküz-möküz tanımıyor işte! Bu yüzden aşkın kanunu yok. Onlar birbirlerine deli oluyorlar. 10 yıl şahane gidiyor ilişkileri, boynuz olayları sonradan çıkıyor…
Türkiye’de mümkün değil ama Fransa’da ya da başka bir Avrupa ülkesinde, bir öğretim üyesi kadın, bir musluk tamircisiyle ya da bir havuz temizleyicisiyle aşk yaşayabilir…
-Benim ‘Karşı Pencere’de başrol oynayan kıza bütün İtalya tapıyordu. Bir gün onu set işçisinin yardımcısıyla kesişirken gördüm. Yardımcı dediğim de plaket tutan çocuk. “Herhalde yanlış gördüm!” dedim. Çünkü Giovanna Mezzogiorno sofistike bir kız, büyük bir aileden geliyor, feci kültürlü. Çocuksa liseyi bile bitirmemiş, hayatında iki kitap okumamıştır. Bir de ayıptır söylemesi yakışıklı da değil. Bunlar meğer aşk yaşıyorlarmış, tam sekiz yıl beraber oldular. Birlikte görsen, “Ne alaka!” dersin. İtalya’da millet nasıl sinir oluyordu kıza da çocuğa da. Ama bizim ne düşündüğümüzün zerre kadar önemi yok. İtalyan sinemasının Monica Vitti’si vardır, çok meşhur bir oyuncu. O da sette çalışan bir adama âşık oldu, adamı set fotoğrafçısı yaptı. Kadın Alzheimer şu anda. O adam her şeyi bıraktı, kendini kadına adadı, bebek gibi ona bakıyor, 15 yıldır beraberler. Üstelik bu verdiğim örneklerde para söz konusu değil. Para sızdırmak, para almak, ününden faydalanmak yok. Sadece aşk var! Ben de aşkın engel tanımadığını anlatıyorum filmde.
O ÖLÜRSE BEN DE KENDİMİ ÖLDÜRÜRÜM!
Sen hayatının nasıl bir yerindesin ve artık nasıl aşklar peşindesin?
-13 yıldır bir insanla beraberim ve onu hayatımdaki son kişi olarak görüyorum. Başka biri olmayacak hayatımda, onu da biliyorum.
Hâlâ aşk di mi?
-Evet. O kadar ki ona bir şey olduğu an, her şeyimi arkadaşlarıma dağıtıp, kendimi öldürürüm. 13 yıldır her sabah uyandığımda, her gece yattığımda şükrediyorum. Ondan başkası yok hayatımda, benim için hediye…
Kıskançlık filan?
-Korkunç derecede. O da öyle, ben de öyle. Ama o belli etmiyor, ben ediyorum. Sinir krizleri geçiriyorum. Mesela yolda yürüyoruz, o çok hoş olduğundan bakanlar oluyor. Ya da bir partiye gidiyoruz, bunun yanına yaklaşıyorlar. Ben gözümün ucuyla bakıyorum hep. O da diyor ki, “Ferzan Özpetek’in sevgilisi olduğum için bana bakıyorlar, benimle ilgileniyorlar.” Ben de “Saçmalama, o kadar yakışıklısın ki o yüzden bakıyorlar” diyorum. O kabul etmiyor. Üzerine bile alınmıyor ama gerçek bu.
Tamamen eşit bir ilişki mi? Neticede sen dünyaca ünlü yönetmensin. Sanatçı olduğun için kendini daha özel hissetmiyor musun?
-Kesinlikle hayır. O, benim hayatımdaki en önemli insan olduğunu biliyor. Karşılıklı öyle hissediyoruz. Eğer o gün basın toplantım varsa, ben ortalıktayım. Sadece o zaman meşhur yönetmenim, onun dışında Ferzan’ım. O, bir petrol şirketinde çalışıyordu. Sekiz ay boyunca beş buçukta kalkıyordu. Ben ondan önce kalkıp kahvaltı hazırlıyordum. Sonra bir gün dedim ki, “Bu petrol şirketini bırakıyorsun! Benim şirketlerim var. Benim için çalışıyorsun, bu kadar erken uyanamayacağım artık!”
Ayşe Arman - Hürriyet