Berkin’i, 15 yaşındaki bir çocuğu toprağa vermek gibi...
Bir yandan da iyi şeyler oluyor.
Size şahane bir haberim var.
Lobna buradaydı.
Birkaç günlüğüne gelmişti, koştum gittim tabii yanına...
Gezi’nin sembollerinden biri Lobna Allami...
31 Mayıs’ta, Taksim’de meydanda otururken, yakın mesafeden kafasına gaz fişeği yedi.
İki beyin ameliyatı oldu.
Günlerce komada kaldı.
Kafatasından kemik çıkardılar, beyninin yarısı gitmişti, üçüncü ameliyatı da oldu.
Hayata dönüp dönemeyeceği uzun süre belirsiz kaldı.
Dönse bile, hangi şartlarda dönebileceği belli değildi.
Boğazından bir boruyla beslenip, hayatı boyunca yatalak kalma ihtimali vardı.
Ayrıca sağ tarafına felç inmişti ve “iletişim afazisi” teşhisi konmuştu.
Konuşamıyordu.
Söylemek istediği şeyler, ağzından çıkanla aynı olamıyordu.
5 dil bilen, yüksek lisans yapmış, ODTÜ Felsefe mezunu bu kız, hayata sıfırdan yeniden başlamak zorundaydı, her şeyi yeniden öğrenmek zorundaydı...
Ama Lobna, Gezi’nin “direnen ruhu”ydu.
Teslim olmadı, kendini bırakmadı. Çabaladı, hep çabaladı.
Ne var ki tedavisi pahalıydı.
Bir süre ailesi, çevresi, arkadaşları destek oldu.
Ama gün geldi, onların da kaynakları tükendi.
İşte o dönem, hepinizin imdada yetiştiği dönem.
O ve sevgilisi Barış, “indiegogo” diye bir siteye yazdılar, durumlarını anlattılar...
Sayenizde 153 bin dolar toplandı...
Ve onlar, iki sevgili Danimarka’ya tedaviye gittiler...
Biz işte en son burada kalmıştık. Geçen gün telefon çaldı, “İstanbul’dayız, birkaç günlüğüne geldik” dediler...
Cihangir’de buluştuk.
Bu röportaj yarın da devam edecek...
İstanbul’a geldiği gün, Berkin toprağa verildi
Lobnaaaa... Nasıl gelişmeler oldu hayatında? Hadi anlat. Ne güzel seni görmek...
-Barış’la birlikte Danimarka’dayız. Onun doğduğu, çocukluğunun geçtiği yere yerleştik: “Aarhus.” Minicik bir kent. Sakin ve huzurlu bir yer. Tedaviler sürüyor. Hem konuşma terapisi hem fizik tedavi...
Oooo! Bayağı gelişme var. Eskisine göre çok daha iyi konuşuyorsun, kendini çok daha iyi ifade edebiliyorsun...
-Henüz tam istediğim gibi değil. Ama seninle son buluşmamızdan bu yana evet, gelişme oldu. Orada İngilizce konuşuyorum. Annemle telefonda, Skype’da Arapça konuşuyoruz. İngilizce okumaya da başladım şu anda. Henüz çocuk kitapları ama olsun...
HAYATTA OLMAM MUCİZE
Başka neler
yapıyorsun?
-Resim ve dikiş kursuna gidiyorum. Hayatımda hiç yapmadığım şeyler. Ama sürekli bir şeylerle meşgul olmak ve öğrenmek istiyorum.
“Aarhus”u nasıl tarif edersin?
-Gerçeği mi söyleyeyim? Sıkıcı ve soğuk! O yüzden de insanlar hep evlerinde oturuyorlar. Öğleden sonra bitiyor her şey. Hayat yok. Nüfusu 275 bin filan. Türkiye’deki insan mozaiğini, çeşitliliğini, buradaki hareketi, arkadaşlarımı özlüyorum. Ama şu an doğrusu orada olmamız...
Barış’ın ailesiyle mi yaşıyorsunuz?
-İki ay onlarla yaşadık. Sonra kendi evimizi tuttuk. Çarşı içinde, her yere yakın. Ben tek başıma sokağa çıkmaya da başladım. Sürekli fizik tedaviye gidiyorum. Felçte gelişme sağladım. Ama başım çok ağrıyor hâlâ. Bu sonradan eklenen parça çok ağrıyor. Doktorlar normal olduğunu, yeni yeni iyileştiğini söylüyorlar, öğlenleri uyumam gerekiyormuş ama ağrı o kadar fazla ki, uyumak da mümkün olmuyor. Yapacak bir şey yok, hayatta olmam bile mucize! Katlanacağız!
TEPETAKLAK OLDUK
Konuşurken nasıl bir zorlanma yaşıyorsun?
-Sayıları, şekilleri, şehirleri, ekleri hâlâ karıştırıyorum. Her şey aklıma gelmiyor. Birkaç kişi aynı anda konuşursa karıştırıyorum, kimin ne söylediğini anlayamıyorum. Aslında beyinde, bütün diller aynı merkezden idare ediliyormuş ama sanki İngilizceyi daha iyi konuşuyorum, sonra Türkçe, sonra Arapça...
Barış’la aranızda hangi dilde konuşuyorsunuz?
-Çoğunlukla Türkçe ama İngilizce konuştuğumuz da oluyor.
Danimarka gibi bir yerde yaşayanlara başına gelenleri anlatınca ne tepki veriyorlar?
-Danimarka gibi ülkelerde yaşayan insanlara çok uzak Gezi türü şeyler. Hak ihlalleri. Demokrasi eksikliği. Biber gazı sıkmalar. Gözünü çıkarmalar. Orası sıkıcı filan diyorum ama tabii ki demokrasi var, hukuk var. Burada yaşananları anlatsam, sana “Ne diyorsun!” diye aval aval bakarlar, anlamazlar bile...
Esas olarak siz ikiniz hep birlikte misiniz?
-Evet. En yakın arkadaşım hep Barış. Bazen ona da çok yükleniyorum diye üzülüyorum. Onun da artık işe gitmesi, bir şeyler yapabilmesi gerekiyor. Bana baştan beri bebek gibi baktı. Hâlâ bakıyor.
Okula tekrar başladı mı? Barış konservatuvarda okuyordu...
-Henüz değil. Çünkü sürekli benimle uğraştığı için kendine zaman ayıramıyor...
Barış: Bana yük olduğunu düşünüyor ama öyle değil...
Lobna’nın yüzünün güldüğünü görmek bile şahane... Bunca acıdan sonra...
Barış: Danimarka o anlamda iyi geldi. Ama tabii ki fazla sakin, bazen de Lobna’nın dediği gibi sıkıcı oluyor. İstanbul’a gelelim dedik, o gün Berkin’i kaybettiğimiz güne denk geldi. Tepetaklak olduk. Özellikle Lobna çok sarsıldı...
-Berkin’e çok ağladım. Ben onu takip ediyordum. O yaralandığında ben hâlâ yoğun bakımda, komadaydım. Ben çıktım komadan, o kaldı. O yüzden hep içimden, “Sen de benim gibi uyanacaksın! Hadi Berkin” diyordum. Ama ne yazık ki kaybettik, ailesinin halini düşünmek bile istemiyorum, onlara başsağlığı diliyorum...
FİŞEKTEN ÖNCEKİ SON NOT
O elindeki kâğıt ne?
-Bu, Gezi olayları sırasında, başıma fişek isabet etmeden önce arkadaşıma yazdığım son not. Bunu yazmışım ve sokağa fırlamışım. O notu verdiler bana. Bugün ilk defa tek başıma okudum...
Hadi lütfen bir daha oku, sesli oku...
-“Bahar, dün gece sana fazla yüklendiğim için özür diliyorum. Seni çok seviyorum. O yüzden anne kafasıyla endişelendim. Yani biraz fazla paranoyakça. Nick ile kahvaltıdan sonra öğleden sonra Önder’e gidip çalışacağım. Sonra 3’te Karaköy’de toplantım var. Öperim. Lub... Buradaki eylemde biri ölmüş galiba. Ben Taksim’e gider...” Bunlar benim en son yazdığım cümleler...
NASIL TAHAMMÜL EDİLİR BÖYLE BİR ZULME?
Bu memlekette ne kadar çok genç insan ölüyor, bunu gerçekten anlamıyorum. Hele Türkiye’nin dışına çıkınca iyice absürd geliyor bu olanlar. Ölen insanların kim olduğunu bilmiyoruz. Hâlâ da ölmeye devam ediyorlar. Bu patır patır ölenler insan! Çok acı bütün bu olanlar. Bazen diyorum ki, “Keşke ben de ölseydim ve bunları hiç düşünmeseydim...” Ama uyanıyorum ve yine her gün bunları görüyorum. Bize neler yaptıklarını. Nasıl tahammül edilir böyle bir zulme? Berkin’in annesi-babası ne yapsın, Burakcan’ın annesi-babası ne yapsın...< Lobna: Anladım ki İstanbul’dan başka yerde yaşayamam! Bir kız annesi olarak, Lobna’nın sevgilisi Barış’a şapka çıkarıyorum.
Baştan beri insanlık dersi verdi. 7 aydır birlikte olduğu kadını, başlarına o büyük felaket geldikten sonra bir an olsun yalnız bırakmadı. Bir sürü adam kaçardı, topuklayıp giderdi. Oysa o hep yanında oldu, Lobna’ya bebeği gibi baktı. Ve bunu da “Başka türlüsü mümkün değildi ki” diye anlatıyor...
Sizinki de büyük aşk...
-(Gülüyor) Öyle ama zor bir ilişki yaşıyoruz. Barış, bana sürekli yardım ediyor. Çünkü sürekli yardıma, desteğe, morale, tedaviye ihtiyacım var. Hayatımı tek başına idame ettiremiyorum. Bu da benim gibi hep bağımsız yaşamış biri için korkunç bir şey. Yani normal bir hayatımız yok henüz. Olamıyor. Gerçeği istersen, ne durumdayız, ne haldeyiz ben de bilmiyorum...
Bütün bunlar Barış’ın başına gelseydi, sen de aynı şeyi yapmaz mıydın?
-Yapardım.
Onun sürekli sana yardım etmesinden dolayı suçluluk mu duyuyorsun?
-Evet. Bir senedir hiçbir şey yapmıyor, sadece bana bakıyor.
-Evet ama omuzlarındaki yük çok fazla...
Sen nasıl değerlendiriyorsun bu durumu Barış?
Barış: Tabii ki aramızda aşk var. Ama büyük toplumsal olaylarda böyle büyük travmalar yaşayınca, insanın hayatına mecburen aşktan başka duygular da giriyor. İnsanlık sınavından geçiyorsun. Vicdan, merhamet, yardımlaşma, dayanışma gibi duygular. Bir de tabii, o kadar ölüm kalım meseleleriyle uğraşıyorsun ki, aşkı ya da sevgiyi, klasik anlamıyla yaşayacak zamanın olmuyor. Önceliklerin hayatta kalmak, hayatı idame ettirebilmek oluyor...
Bence sen örnek bir davranış sergiledin, sergiliyorsun...
Barış: Ben kendimi özel hissetmiyorum. Bana herkes böyle davranırdı gibi geliyor. Başımıza geldi, yaşıyoruz...
Ama sorumluluktan korkabilirdin, kaçabilirdin...
Barış: Korkmadığımı kim söyledi, çok korktum ama kaçmadım! Lobna’nın yoğun bakımdan nasıl çıkacağını bile bilmiyorduk. Kendinizi her şeye hazırlayın dediler, ömür boyu yatalak da kalabilirdi dediler. Ama bak bu noktaya geldik...
EVLİLİK-MEVLİLİK?
-Şu an gelecek planları yapabilecek durumda değiliz. Sadece tedavilere konsantre olduk.
Buraya dönmeyi düşünüyor musun?
-Evet. Önceleri “Asla dönmem” diyordum. Ama Danimarka’ya gidince, anladım ki, tam olarak ne zaman bilmiyorum ama muhtemelen ben hep burada olacağım, burada yaşayacağım. Çünkü İstanbul’u çok seviyorum. Her şeye rağmen seviyorum. Hiçbir yer, İstanbul’un yerini tutmuyor.
BİR GÜN...
Hiç tanımadığım insanlar arıyor, “İyi misin?” diye soruyorlar. Mail atıyorlar. Beni merak ediyorlar. Bu çok güzel bir şey. İlk günden bu yana posta kutuma gönderdikleri binlerce mesaj var. Hepsini saklıyorum. Şu anda yazamıyorum ama bir gün hepsine cevap vereceğim...
Ayşe Arman - Hürriyet