Neden akademisyen oldun?
- Akademisyen olursam hayatımı yaşamaya daha çok vakit ayırabilirim sandım ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Sabırsız bir adamım, gittim bir sinema şirketi kurdum; orada yönetmenlikten yapımcılığa kadar pek çok işle uğraşıyorum. Gazetede yazıyorum, televizyona da soktum burnumu.
Bütün bunlar insanda kişilik bölünmesi yaratır...
- Asla! Aslında insanların tek bir işle uğraşmasını yadırgıyorum ben. Karl Marx’ı veya o dönemin diğer filozoflarını düşün. Bu insanlar hayatın birçok alanında varlık gösterdiler. Çünkü uzmanlığa inanmıyorlardı. Bugün modern toplum bir dalda uzman olmamız için diretiyor. Neredeyse yakında kulak burun boğazcılar bile kendi aralarında ayrılacaklar (gülüyor).
Bir konuda uzman olmak niye bu kadar kötü ki?
- Şöyle düşün, gay’sen ve hetero bir bedene hapsolmuşsan, hayat bitmiş demektir. Klasik deyimle resmin bütününe bakman, içinden geleni yapman lazım. Mesela “Yangın Var” diye bir film yaptım, 160 kopyayla vizyona girdi. Al Jazeera’de yayınlanacak belgeseller yaptım.
İnsanın kayınpederi Ay Yapım’ın sahibi Ekrem Çatay olursa, doğal olarak da sinemaya merakı olur...
- Yok, tamamen tesadüf... “Menekşe ile Halil” diye bir dizi projesi geliştirdim, Elif Şafak da hikayeyi yazdı; öyle başladı bu iş. Ben gerçeklerin hikayelerle, sinemayla, şarkıyla anlatılabileceğine inananlardanım.
Bunlar bir bilim adamına yakışmayacak sözler. Şaka bir yana, ne iş?
- Bak bu konuyu şöyle açalım. Princeton Üniversitesi’nden bilimsel bir kitabım çıkacaktı. Başıma üç editör verdiler. Bir yandan yazıyorum, bir yandan da onlarla uğraşıyorum. Adamlar sürekli şunu değiştir, bunu değiştir diye ikaz ediyorlar.
Eh adı üstünde, editör.
- Bilimsel gerçekleri kontrol ediyorlar, hiçbir yanlış bulamıyorlar. Ama şöyle bir sorun çıktı ortaya. Ne zaman hikaye ile bir şeyleri anlatmaya çalışsam “Burası bilim değil, hikaye” diyorlardı. “Gerçekler hikayelerle anlatılır” dedimse de dinletemedim. En güzel yerlerini kestiler kitabın.
HİÇBİR ENTELEKTÜEL TOPLUM KARŞISINDA “KORKUYORUM” DİYEMEZ
Küstürdüler mi seni yazarlığa?
- Biraz küstüm tabii. O aralar Elif (Şafak) Amerika’da bir roman yazıyordu; sık sık onunla mektuplaşıyorduk. “Niye yazmıyorsun, çok güzel hikaye anlatıyorsun” diye beni gaza getirip dururdu. O zaman kitapta kullanamadığım bölümler hikaye olarak yavaş yavaş kafamda oluşmaya başladı. Ben uydurukçu bir adamım. Bilim buna izin vermiyor, istediğimi sadece sanatla yapabiliyorum.
Yani Elif mi başlattı seni yazarlığa?
- (Gülüyor) Yok, sana bu başlığı vermeyeceğim. Bende bilim bitince film başlıyor. Yani hiç uzmancı değilim. Mesela New York’ta asistanlık yaparken “Yeni Rakı” diye bir grup kurduk. Eşim şarkı söylüyordu, Ekşi Sözlük’teki Otisabi düzenlemeleri yapıyordu, bir akademisyen arkadaşımız da ud çalıyordu, ben de klarnetteydim. Çok eğlendik senin anlayacağın.
...
İzzet Çapa - Hürriyet
- Akademisyen olursam hayatımı yaşamaya daha çok vakit ayırabilirim sandım ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Sabırsız bir adamım, gittim bir sinema şirketi kurdum; orada yönetmenlikten yapımcılığa kadar pek çok işle uğraşıyorum. Gazetede yazıyorum, televizyona da soktum burnumu.
Bütün bunlar insanda kişilik bölünmesi yaratır...
- Asla! Aslında insanların tek bir işle uğraşmasını yadırgıyorum ben. Karl Marx’ı veya o dönemin diğer filozoflarını düşün. Bu insanlar hayatın birçok alanında varlık gösterdiler. Çünkü uzmanlığa inanmıyorlardı. Bugün modern toplum bir dalda uzman olmamız için diretiyor. Neredeyse yakında kulak burun boğazcılar bile kendi aralarında ayrılacaklar (gülüyor).
Bir konuda uzman olmak niye bu kadar kötü ki?
- Şöyle düşün, gay’sen ve hetero bir bedene hapsolmuşsan, hayat bitmiş demektir. Klasik deyimle resmin bütününe bakman, içinden geleni yapman lazım. Mesela “Yangın Var” diye bir film yaptım, 160 kopyayla vizyona girdi. Al Jazeera’de yayınlanacak belgeseller yaptım.
İnsanın kayınpederi Ay Yapım’ın sahibi Ekrem Çatay olursa, doğal olarak da sinemaya merakı olur...
- Yok, tamamen tesadüf... “Menekşe ile Halil” diye bir dizi projesi geliştirdim, Elif Şafak da hikayeyi yazdı; öyle başladı bu iş. Ben gerçeklerin hikayelerle, sinemayla, şarkıyla anlatılabileceğine inananlardanım.
Bunlar bir bilim adamına yakışmayacak sözler. Şaka bir yana, ne iş?
- Bak bu konuyu şöyle açalım. Princeton Üniversitesi’nden bilimsel bir kitabım çıkacaktı. Başıma üç editör verdiler. Bir yandan yazıyorum, bir yandan da onlarla uğraşıyorum. Adamlar sürekli şunu değiştir, bunu değiştir diye ikaz ediyorlar.
Eh adı üstünde, editör.
- Bilimsel gerçekleri kontrol ediyorlar, hiçbir yanlış bulamıyorlar. Ama şöyle bir sorun çıktı ortaya. Ne zaman hikaye ile bir şeyleri anlatmaya çalışsam “Burası bilim değil, hikaye” diyorlardı. “Gerçekler hikayelerle anlatılır” dedimse de dinletemedim. En güzel yerlerini kestiler kitabın.
HİÇBİR ENTELEKTÜEL TOPLUM KARŞISINDA “KORKUYORUM” DİYEMEZ
Küstürdüler mi seni yazarlığa?
- Biraz küstüm tabii. O aralar Elif (Şafak) Amerika’da bir roman yazıyordu; sık sık onunla mektuplaşıyorduk. “Niye yazmıyorsun, çok güzel hikaye anlatıyorsun” diye beni gaza getirip dururdu. O zaman kitapta kullanamadığım bölümler hikaye olarak yavaş yavaş kafamda oluşmaya başladı. Ben uydurukçu bir adamım. Bilim buna izin vermiyor, istediğimi sadece sanatla yapabiliyorum.
Yani Elif mi başlattı seni yazarlığa?
- (Gülüyor) Yok, sana bu başlığı vermeyeceğim. Bende bilim bitince film başlıyor. Yani hiç uzmancı değilim. Mesela New York’ta asistanlık yaparken “Yeni Rakı” diye bir grup kurduk. Eşim şarkı söylüyordu, Ekşi Sözlük’teki Otisabi düzenlemeleri yapıyordu, bir akademisyen arkadaşımız da ud çalıyordu, ben de klarnetteydim. Çok eğlendik senin anlayacağın.
...
İzzet Çapa - Hürriyet