Yiğit Karaahmet: ‘Başbakan korkunç. 5 milyar yıllık evrende neden denk geldik bilmiyorum
"Taş düşsün başlarına 'gay yazar' kadar"...
Her daim eleştiri oklarının gölgesinde kalem sallayan Yiğit Karaahmet’le, kitabını konuşmak için buluştuk. Bize, çok önemsediği Gezi’yi, renkli özel hayatını, Başbakan’a olan öfkesini ve Türkiye’nin siyasî hâllerini anlattı. Buyurun...
Kitabın hayata geçmesiyle ilgili süreci anlatır mısınız?
Aslında uzun zamandır polisiye roman üzerine çalışıyordum ama bir türlü kitabı bitiremedim. Romanı çıkarmadan önce de yayımlanmış yazılarımı kitaplaştırmanın iyi bir tanıtım olacağını düşündüm. Ayrıca kadın blog’larından DipNot’a, Akşam’dan GQ’ya pek çok yere yazı yazdım. Eğer “sapık” derecesinde bir Yiğit Karaahmet okuru değillerse, insanların eski yazılarımı bulup okumaları pek mümkün değil. Bu yüzden eski yazılarımın da olduğu, panaroma niteleğinde bir kitap olsun istedim.
Peki, sapıklarınız var mı gerçekten?
Olmaz mı... Özellikle kadınlar.
Neden kadınlar? “Erkeklerin dilinden en iyi, başka bir erkek anlar”a dair tüyoları almak için mi?
Valla tüyo almak isteyen çok ama veren yok. Çünkü tüyolarım anca beni idare ediyor. Bir erkeğin cesurca eşcinsellik ve feminen konular hakkında yazıyor olması, kadınların ilgisini çekiyor olabilir.
Medyada eşcinsel olduğunu bu kadar rahat dile getiren bir yazar daha yok galiba.
Ben de görmedim. “İbnelikten” başka bir şey bilmiyorum ki şu hayatta. Ne yaşıyorsam onu yazıyorum. En büyük merakı futbol olan, heteroseksüel, bankacı bir adam olsaydım; o zaman futbol hakkında yazıyor olurdum.
Aslında kitapta futbolla ilgili pek çok yazı var. “Futbolcular” mı demem gerekirdi yoksa...
Futbolcu fetişistiyim. İnsanları ikiye ayırıyorum: Futbolcular ve diğerleri. Eğer, “Freudian” bir okuma yapmak isterseniz; babamın emekli millî futbolcu olduğunu söyleyebilirim. Küçüklüğümde futbol benim için “yasak elma” gibiydi. Evin içerisinde hep vardı ama ben hiç ilgilenmezdim. Okul dönemindeyse “yadırgadığım” bir duruma dönüştü. Çünkü hep tipik oğlan çocuklarının grubuna dâhil olmak ister ama futbol oynamayı beceremediğim için “adam almalarda” son seçilen olurdum. En kötü oynayan ben olduğum için de kaleci yaparlardı. Bu durumu istemeden “fetişleştirmiş” de olabilirim. Bir de profesyonel futbolcuların çok yakışıklı olduğu gerçeği var tabii ki. Ha, ateşli ve seksi holiganları da unutma yalım...
Sosyal medyada sizin için “köşe troll’ü” diyorlar. Doğruluk payı var mı?
Ya, şey... Troll’üm galiba gerçekten. Gerçi ben troll’üğü de biraz yanlış anlamış olabilirim. Troller genelde bu işi; mahlasla ve pek de farkında olmadan yaparlar. Ama ben bayağı bayağı kendi adım ve isteğimle yapıyorum bunu. Kanlı canlı, yaşayan bir troll’üm yani.
Bu da bir çeşit troll’lük müdür bilmem ama bazen kanaat önderiymişçesine kaleme aldığınız yazılar oluyor... Örneğin Taraf’ta yayımlanmayan ve adım adım molotofkokteyli tarifi verdiğiniz yazı.
Geldiğimiz noktada artık pasif direnişin işe yarayacağını düşünmüyorum. O, aslında ironik bir yazıydı. Ben kimseye “Molotofkokteyli yapın ve atın” demedim. Gezi süreci, kapsülle öldürülen gençler, Soma faciası ve son olarak da Cem Evi’nde vurularak öldürülen bir insan... Bu şartlar altında başka ne yazabilirdim ki? “Direnişe devam”, “Sokağa çıkın” ya da “Ay bize çok kötü şeyler yapıyorlar” mı deseydim?
Sonuçta molotofkokteyli ateşli bir silah... Gezi’nin ruhuna tezat değil mi?
Bir yıl içinde o masumiyeti kaybettik. Geldiğimiz noktada, bu taraklarda hiç bezi olmayan, Gezi’nin tatlı çocuğu arkadaşlarımın bile beddua ettiğine şahit oluyorum. Artık insanlar başka sözler duymak istiyor. Cenazede öldürülen bir adam için ne diyebilirsin ki? O haberi duyduktan sonra benim aklıma yazacak başka bir şey gelmedi açıkçası.
Taraf, bu yazıyı yayımlamadı ve siz internet üzerinden paylaştınız. Yayımlamamakta haklı mıydı sizce?
Ben yazıyı yollarken, yayımlanmama ihtimali olduğunu biliyordum zaten. Taraf, etkili ve güçlü bir gazete. Yazmaya başlamadan önce Taraf’ı okumazdım. Bu kadar takip edildiğini de bilmiyordum. Taraf özgür bir gazete. Çünkü “Bu yazıyı nasıl basabildiler ya” dediğim pek çok yazımı yayımladıkları da oldu.
Sürekli Gezi’den bahsediyorsunuz. 68’lilerin Deniz Gezmiş’i, 78’lilerin kanlı 1 Mayıs’ı vardı. 90 ve 2000’lerse yitik gençliğindi sanki. “Artık bir hatıranız var” diye mi bu kadar sahip çıkıyorsunuz?
Kesinlikle. Deniz Gezmiş’leri teğet geçtik. Özal dönemi çocukları olan yitik bir kuşaktık. İş, kariyer, daha iyi bir araba ve daha iyi bir ev için çalıştık durduk. Ama Gezi’den sonra artık bizim de özel ve güzel bir hikâyemiz oldu. Bu yüzden sahip çıkıyoruz ona.
Sürekli Başbakan’ı eleştiriyorsunuz. Ama bir yandan da kitapta gücü ve parayı sevdiğinizi ifade ediyorsunuz. Başbakan’ın yerinde olmak istemez miydiniz?
Gücü çok seviyorum. Evet, isterdim tabii ki.
Peki, onun yaptığı hataları da yapar mıydınız?
Kesin yapardım. Ama yine de onun kadar vicdansız olmazdım galiba. Özellikle de Gezi’de. Olaylar sırasında onun gibi yangına körükle gitmez, frene basar ve daha ılımlı olurdum.
Sizin de yapabileceğiniz hatalardan dolayı neden kızıyorsunuz Başbakan’a, o zaman?
Ben daha vicdanlı olurdum. Başbakan çok korkunç bir adam. Başımıza gelen en kötü şeylerden biri hatta. Beş milyar yıllık evrende, neden bu döneme denk geldik, bilmiyorum.
Hişt! Yerin kulağı vardır. Sizi de “paralel” ilan etmesinler sonra...
Yok, beni paralel ilan edemezler. Ben yuvarlağım. Bir de; Gezi’yle birlikte bu ülkede pek çok şey değişti artık. O yüzden bir şey yapamazlar. Ok yaydan çıktı. Hem de Bilal’in atamadığı ok gibi değil, bu. Hedefe doğru, dolu dizgin giden bir ok.
Gezi’de sosyalist de vardı, anarşist de. Hatta antikapitalist Müslüman bile. Böylesine heterojen bir kitlenin, ortak hedefi ne olabilir ki?
İnsanlar fazlasıyla politize oldu ve aydınlandı. Bu da AK Parti içerisinde çatırdamalara neden olacak. Eskiden, bu ülkeyi terk edip gitme hayalleri kurardım, ama artık umutluyum. Gerçi Amerika’ya gitsem ne olacak ki?
Burada Saba Tümer ile arkadaşım, sanki gitsem onun eşdeğeri Oprah ile arkadaş olabileceğim. En fazla bulaşıkçı olurum orada. Tek istediğim; o yıkılmaz, sarsılmaz, sağlam iradenin üzerinde bir
çatlak görmek.
Sadece çatlağa kanaat etmek, “loserlık” gibi geldi bana?
12 yıllık iktidarında, ilk defa 17 Aralık’ta, bu adamın bize hitap ettiği değil de, oğluyla konuştuğu sesini duyduk. Orada bir çatlak oluştu. Herkes o olayda, bu yıkılmaz adamın da bir zaafının olduğunu, bunun da para olduğunu gördü. Her konuda o kadar fazla ileriye gittiler ki, artık kırılma noktasına geldiler. Kendi aralarında ayrışacak ve bölünecekler. Aslında bu çatırdama Gezi’yle başladı da diyebiliriz.
Yine geldik Gezi’ye... Bir eşcinsel olarak Gezi neden bu kadar önemli sizin için?
Gezi Park’ı İstanbul’un tüm LGBT’leri için çok önemli bir yerdi. Çünkü cinsel patlamanın henüz yaşanmadığı bu ülkede, İstanbul’un çeşitli semtlerinden gelen eşcinseller orada çark ve koli yapardı. Bu yüzden Gezi eşcinsellere; antikapitalist Müslümanlar, anarşistler ya da Mustafa Kemal’in askerlerinden çok daha fazla şey ifade ediyordu. Orası bizim yaşam alanımızdı. Gezi’yle birlikte LGBT’ler bir patlama yaşadı. Topluma daha sempatik gelmeye başladılar. Fakat daha sonra o sempatiyi de kaybettiler.
“LGBT’ler, köhne CHP’ye angaje oldu”
Neden Gezi’den sonra LGBT’ler sempatiyi kaybettiler?
O güzel mücadeleden sonra gidip, CHP’nin 74’üncü sırasından aday oldular. Bir adaylığın altına sığınmaları gereksizdi. Kısacası LGBT’ler; aydınlık ve vizyonel yüzlerini CHP gibi köhne ve kokuşmuş bir partiye angaje ettiler.
CHP’yi Gezi bile değiştiremedi mi yani?
Ne değişmesi... Gezi’den gelen minik katılımların cesaretiyle CHP, ceçim zamanı kalkıp insanlara; “Tatava yapma, bas geç”i dayattı. Dedi ki, “Siz aptalsınız. Gidip başka partilere oy vermeyin sakın. Şu an çok zor bir dönemden geçiyoruz. Al sana Mustafa Sarıgül, al sana Mansur Yavaş! Ver oyunu, fazla uzatma.” Demek ki CHP, Mehmet Ağar’ı aday gösterseydi, bu insanlar kalkıp yine oy verecekti. Bana bu süreçte, daha önce defalarca denenmiş CHP’nin yerine yeni bir ses, yeni bir oluşum daha mantıklı geldi.
HDP miydi o?
Bana göre evet. Sebahat Tuncel’e baktığım zaman, “Evet, bu benim vekilim” diyebiliyorum. Sadece bu da değil: Samimiyetlerine de güveniyorum. LGBT’lerin tüm haklarının parti tüzüğünde yer alması, beni mutlu ediyor. Bu zorlu süreçte önemli olan havayı değiştirmek değil mi? HDP’nin ana muhalefette olduğu bir parlamento düşlesenize... Kim bilir neler olurdu bu ülkede?
Neler olurdu?
En azından gerçek bir muhalefet olurdu. Erdoğan’a baktığımızda karizmatik, milyonlarca insanın adeta taptığı ve biat ettiği bir lider görüyoruz. Her şeyden önce Kılıçdaroğlu silik bir tip. Al onu koy evrakların başına, otursun hesaplama yapsın. Dürüst bir şekilde yapacağından da eminim. Ama lider vasfı yok onda.
Hakkında, SSK Genel Müdürlüğü sırasında yolsuzluk yaptığına dair iddialar çıkmıştı ama...
Ben inanmıyorum o iddialara. Yolsuzluk yapmayı bile beceremez Kılıçdaroğlu. O kadar parayı birarada görse; heyecanlanır, eli ayağı birbirine girer.
“Yılmaz Özdil’e ‘aptal’ demiyorlar ama...”
İş, kariyer ve daha iyi bir yaşam demişken... Kitabınızdaki yazılarda “milyoner avcısı” olduğunuzu söyleyip duruyorsunuz...
Evet, bunun neresi kötü. Parasını yiyecek milyoner koca arayan, bir “gay kızım” ben.
Ama yazılar bu yolda ilerlerken yaşadığınız başarısızlık hikâyeleriyle dolu.
Milyoner koca ararken, olmayan milyonlarımı yedirir hâle geldim.
Ben biraz tembel, lükse ve şatafata da düşkün bir adamım. Akşamüstü uyandıktan sonra Şebnem Çapa ile çay, gece de Derin Mermerci ile şampanya içebileceğim bir hayat düşledim hep. Ama şimdi milyoner kocaya ulaşamayan, “loser bir gay” var karşınızda. Yazarak zengin olabileceğimi de düşünmüyorum artık. Keşke dansöz olsaydım, daha kolay para kazanırdım.
Hz. Ali’yi peygamber sandığınız yazı için de bir tür başarısızlık hikâyesi diyebilir miyiz?
Ne bileyim. Başında “Hz.” vardı ve ben de peygamber sandım. Benim aklım her şeye ermiyor öyle. Bir sürü gazete ve haber sitesi de allayıp pullayıp servis etti yazıyı, “Taraf’ın ‘gay yazarı’ Hz. Ali’yi peygamber sanıyor” diye.
“Gay yazar” denmesi mi rahatsız etti sizi?
“Gay yazar Başbakanı eleştirdi”, “Gay yazar şunu yaptı, bunu yaptı...” Taş düşsün başlarına, “gay yazar” kadar. Rahatsız etmiyor tabii ki ama iki yüzlülük var.
Burada, içten içe alay ediyorlar benimle. Nazlı Ilıcak için “heteroseksüel yazar” ya da Yılmaz Özdil’den bahsederken “aptal yazar” diyorlar mı? Her yazarın adının önüne sıfatını ya da cinsel kimliğini yazmıyorlarsa, benimkini de yazmasınlar.
Hz. Ali’yi peygamber sanmanın, “gay yazar” olmamla ne alakası var. Gay olmasam sanmayacak mıydım? Ya da gay olduğum için Başbakan’ı eleştiremez miyim ben? Taraf’taki köşemi bana gay olduğum için mi verdiler?
Kitabımı satsan ölür müsün
Kitaba dönersek... İstiklal Caddesi’ndeki Rob 389 Kitabevi’ni, kitabınızı satmıyor diye topa tuttunuz. Kitap dükkânın konseptine uygun değil miydi acaba?
Nedir yani Robinson’un konsepti? Ağırlıklı olarak hiç satılmayan Orhan Pamuk kitapları mı? Al iki tane benim kitabımdan, koy rafına. Ölür müsün? Kitap satarak para kazanıyorsun, kitapçısın sen. Sonra kitap satmayınca Rob Kart’lı, imza günlü yardım dilenmelerine başlıyorsun.
Twitter’da bir takipçinize, “İki takipçin var, seni dikkate almıyor ve engelliyorum” dediniz. Robinson’un size yaptığını yaptınız yani...
Yaparım. Ben gay yazarım.
TUNCA ÖĞRETEN - TARAF
"Taş düşsün başlarına 'gay yazar' kadar"...
Her daim eleştiri oklarının gölgesinde kalem sallayan Yiğit Karaahmet’le, kitabını konuşmak için buluştuk. Bize, çok önemsediği Gezi’yi, renkli özel hayatını, Başbakan’a olan öfkesini ve Türkiye’nin siyasî hâllerini anlattı. Buyurun...
Kitabın hayata geçmesiyle ilgili süreci anlatır mısınız?
Aslında uzun zamandır polisiye roman üzerine çalışıyordum ama bir türlü kitabı bitiremedim. Romanı çıkarmadan önce de yayımlanmış yazılarımı kitaplaştırmanın iyi bir tanıtım olacağını düşündüm. Ayrıca kadın blog’larından DipNot’a, Akşam’dan GQ’ya pek çok yere yazı yazdım. Eğer “sapık” derecesinde bir Yiğit Karaahmet okuru değillerse, insanların eski yazılarımı bulup okumaları pek mümkün değil. Bu yüzden eski yazılarımın da olduğu, panaroma niteleğinde bir kitap olsun istedim.
Peki, sapıklarınız var mı gerçekten?
Olmaz mı... Özellikle kadınlar.
Neden kadınlar? “Erkeklerin dilinden en iyi, başka bir erkek anlar”a dair tüyoları almak için mi?
Valla tüyo almak isteyen çok ama veren yok. Çünkü tüyolarım anca beni idare ediyor. Bir erkeğin cesurca eşcinsellik ve feminen konular hakkında yazıyor olması, kadınların ilgisini çekiyor olabilir.
Medyada eşcinsel olduğunu bu kadar rahat dile getiren bir yazar daha yok galiba.
Ben de görmedim. “İbnelikten” başka bir şey bilmiyorum ki şu hayatta. Ne yaşıyorsam onu yazıyorum. En büyük merakı futbol olan, heteroseksüel, bankacı bir adam olsaydım; o zaman futbol hakkında yazıyor olurdum.
Aslında kitapta futbolla ilgili pek çok yazı var. “Futbolcular” mı demem gerekirdi yoksa...
Futbolcu fetişistiyim. İnsanları ikiye ayırıyorum: Futbolcular ve diğerleri. Eğer, “Freudian” bir okuma yapmak isterseniz; babamın emekli millî futbolcu olduğunu söyleyebilirim. Küçüklüğümde futbol benim için “yasak elma” gibiydi. Evin içerisinde hep vardı ama ben hiç ilgilenmezdim. Okul dönemindeyse “yadırgadığım” bir duruma dönüştü. Çünkü hep tipik oğlan çocuklarının grubuna dâhil olmak ister ama futbol oynamayı beceremediğim için “adam almalarda” son seçilen olurdum. En kötü oynayan ben olduğum için de kaleci yaparlardı. Bu durumu istemeden “fetişleştirmiş” de olabilirim. Bir de profesyonel futbolcuların çok yakışıklı olduğu gerçeği var tabii ki. Ha, ateşli ve seksi holiganları da unutma yalım...
Sosyal medyada sizin için “köşe troll’ü” diyorlar. Doğruluk payı var mı?
Ya, şey... Troll’üm galiba gerçekten. Gerçi ben troll’üğü de biraz yanlış anlamış olabilirim. Troller genelde bu işi; mahlasla ve pek de farkında olmadan yaparlar. Ama ben bayağı bayağı kendi adım ve isteğimle yapıyorum bunu. Kanlı canlı, yaşayan bir troll’üm yani.
Bu da bir çeşit troll’lük müdür bilmem ama bazen kanaat önderiymişçesine kaleme aldığınız yazılar oluyor... Örneğin Taraf’ta yayımlanmayan ve adım adım molotofkokteyli tarifi verdiğiniz yazı.
Geldiğimiz noktada artık pasif direnişin işe yarayacağını düşünmüyorum. O, aslında ironik bir yazıydı. Ben kimseye “Molotofkokteyli yapın ve atın” demedim. Gezi süreci, kapsülle öldürülen gençler, Soma faciası ve son olarak da Cem Evi’nde vurularak öldürülen bir insan... Bu şartlar altında başka ne yazabilirdim ki? “Direnişe devam”, “Sokağa çıkın” ya da “Ay bize çok kötü şeyler yapıyorlar” mı deseydim?
Sonuçta molotofkokteyli ateşli bir silah... Gezi’nin ruhuna tezat değil mi?
Bir yıl içinde o masumiyeti kaybettik. Geldiğimiz noktada, bu taraklarda hiç bezi olmayan, Gezi’nin tatlı çocuğu arkadaşlarımın bile beddua ettiğine şahit oluyorum. Artık insanlar başka sözler duymak istiyor. Cenazede öldürülen bir adam için ne diyebilirsin ki? O haberi duyduktan sonra benim aklıma yazacak başka bir şey gelmedi açıkçası.
Taraf, bu yazıyı yayımlamadı ve siz internet üzerinden paylaştınız. Yayımlamamakta haklı mıydı sizce?
Ben yazıyı yollarken, yayımlanmama ihtimali olduğunu biliyordum zaten. Taraf, etkili ve güçlü bir gazete. Yazmaya başlamadan önce Taraf’ı okumazdım. Bu kadar takip edildiğini de bilmiyordum. Taraf özgür bir gazete. Çünkü “Bu yazıyı nasıl basabildiler ya” dediğim pek çok yazımı yayımladıkları da oldu.
Sürekli Gezi’den bahsediyorsunuz. 68’lilerin Deniz Gezmiş’i, 78’lilerin kanlı 1 Mayıs’ı vardı. 90 ve 2000’lerse yitik gençliğindi sanki. “Artık bir hatıranız var” diye mi bu kadar sahip çıkıyorsunuz?
Kesinlikle. Deniz Gezmiş’leri teğet geçtik. Özal dönemi çocukları olan yitik bir kuşaktık. İş, kariyer, daha iyi bir araba ve daha iyi bir ev için çalıştık durduk. Ama Gezi’den sonra artık bizim de özel ve güzel bir hikâyemiz oldu. Bu yüzden sahip çıkıyoruz ona.
Sürekli Başbakan’ı eleştiriyorsunuz. Ama bir yandan da kitapta gücü ve parayı sevdiğinizi ifade ediyorsunuz. Başbakan’ın yerinde olmak istemez miydiniz?
Gücü çok seviyorum. Evet, isterdim tabii ki.
Peki, onun yaptığı hataları da yapar mıydınız?
Kesin yapardım. Ama yine de onun kadar vicdansız olmazdım galiba. Özellikle de Gezi’de. Olaylar sırasında onun gibi yangına körükle gitmez, frene basar ve daha ılımlı olurdum.
Sizin de yapabileceğiniz hatalardan dolayı neden kızıyorsunuz Başbakan’a, o zaman?
Ben daha vicdanlı olurdum. Başbakan çok korkunç bir adam. Başımıza gelen en kötü şeylerden biri hatta. Beş milyar yıllık evrende, neden bu döneme denk geldik, bilmiyorum.
Hişt! Yerin kulağı vardır. Sizi de “paralel” ilan etmesinler sonra...
Yok, beni paralel ilan edemezler. Ben yuvarlağım. Bir de; Gezi’yle birlikte bu ülkede pek çok şey değişti artık. O yüzden bir şey yapamazlar. Ok yaydan çıktı. Hem de Bilal’in atamadığı ok gibi değil, bu. Hedefe doğru, dolu dizgin giden bir ok.
Gezi’de sosyalist de vardı, anarşist de. Hatta antikapitalist Müslüman bile. Böylesine heterojen bir kitlenin, ortak hedefi ne olabilir ki?
İnsanlar fazlasıyla politize oldu ve aydınlandı. Bu da AK Parti içerisinde çatırdamalara neden olacak. Eskiden, bu ülkeyi terk edip gitme hayalleri kurardım, ama artık umutluyum. Gerçi Amerika’ya gitsem ne olacak ki?
Burada Saba Tümer ile arkadaşım, sanki gitsem onun eşdeğeri Oprah ile arkadaş olabileceğim. En fazla bulaşıkçı olurum orada. Tek istediğim; o yıkılmaz, sarsılmaz, sağlam iradenin üzerinde bir
çatlak görmek.
Sadece çatlağa kanaat etmek, “loserlık” gibi geldi bana?
12 yıllık iktidarında, ilk defa 17 Aralık’ta, bu adamın bize hitap ettiği değil de, oğluyla konuştuğu sesini duyduk. Orada bir çatlak oluştu. Herkes o olayda, bu yıkılmaz adamın da bir zaafının olduğunu, bunun da para olduğunu gördü. Her konuda o kadar fazla ileriye gittiler ki, artık kırılma noktasına geldiler. Kendi aralarında ayrışacak ve bölünecekler. Aslında bu çatırdama Gezi’yle başladı da diyebiliriz.
Yine geldik Gezi’ye... Bir eşcinsel olarak Gezi neden bu kadar önemli sizin için?
Gezi Park’ı İstanbul’un tüm LGBT’leri için çok önemli bir yerdi. Çünkü cinsel patlamanın henüz yaşanmadığı bu ülkede, İstanbul’un çeşitli semtlerinden gelen eşcinseller orada çark ve koli yapardı. Bu yüzden Gezi eşcinsellere; antikapitalist Müslümanlar, anarşistler ya da Mustafa Kemal’in askerlerinden çok daha fazla şey ifade ediyordu. Orası bizim yaşam alanımızdı. Gezi’yle birlikte LGBT’ler bir patlama yaşadı. Topluma daha sempatik gelmeye başladılar. Fakat daha sonra o sempatiyi de kaybettiler.
“LGBT’ler, köhne CHP’ye angaje oldu”
Neden Gezi’den sonra LGBT’ler sempatiyi kaybettiler?
O güzel mücadeleden sonra gidip, CHP’nin 74’üncü sırasından aday oldular. Bir adaylığın altına sığınmaları gereksizdi. Kısacası LGBT’ler; aydınlık ve vizyonel yüzlerini CHP gibi köhne ve kokuşmuş bir partiye angaje ettiler.
CHP’yi Gezi bile değiştiremedi mi yani?
Ne değişmesi... Gezi’den gelen minik katılımların cesaretiyle CHP, ceçim zamanı kalkıp insanlara; “Tatava yapma, bas geç”i dayattı. Dedi ki, “Siz aptalsınız. Gidip başka partilere oy vermeyin sakın. Şu an çok zor bir dönemden geçiyoruz. Al sana Mustafa Sarıgül, al sana Mansur Yavaş! Ver oyunu, fazla uzatma.” Demek ki CHP, Mehmet Ağar’ı aday gösterseydi, bu insanlar kalkıp yine oy verecekti. Bana bu süreçte, daha önce defalarca denenmiş CHP’nin yerine yeni bir ses, yeni bir oluşum daha mantıklı geldi.
HDP miydi o?
Bana göre evet. Sebahat Tuncel’e baktığım zaman, “Evet, bu benim vekilim” diyebiliyorum. Sadece bu da değil: Samimiyetlerine de güveniyorum. LGBT’lerin tüm haklarının parti tüzüğünde yer alması, beni mutlu ediyor. Bu zorlu süreçte önemli olan havayı değiştirmek değil mi? HDP’nin ana muhalefette olduğu bir parlamento düşlesenize... Kim bilir neler olurdu bu ülkede?
Neler olurdu?
En azından gerçek bir muhalefet olurdu. Erdoğan’a baktığımızda karizmatik, milyonlarca insanın adeta taptığı ve biat ettiği bir lider görüyoruz. Her şeyden önce Kılıçdaroğlu silik bir tip. Al onu koy evrakların başına, otursun hesaplama yapsın. Dürüst bir şekilde yapacağından da eminim. Ama lider vasfı yok onda.
Hakkında, SSK Genel Müdürlüğü sırasında yolsuzluk yaptığına dair iddialar çıkmıştı ama...
Ben inanmıyorum o iddialara. Yolsuzluk yapmayı bile beceremez Kılıçdaroğlu. O kadar parayı birarada görse; heyecanlanır, eli ayağı birbirine girer.
“Yılmaz Özdil’e ‘aptal’ demiyorlar ama...”
İş, kariyer ve daha iyi bir yaşam demişken... Kitabınızdaki yazılarda “milyoner avcısı” olduğunuzu söyleyip duruyorsunuz...
Evet, bunun neresi kötü. Parasını yiyecek milyoner koca arayan, bir “gay kızım” ben.
Ama yazılar bu yolda ilerlerken yaşadığınız başarısızlık hikâyeleriyle dolu.
Milyoner koca ararken, olmayan milyonlarımı yedirir hâle geldim.
Ben biraz tembel, lükse ve şatafata da düşkün bir adamım. Akşamüstü uyandıktan sonra Şebnem Çapa ile çay, gece de Derin Mermerci ile şampanya içebileceğim bir hayat düşledim hep. Ama şimdi milyoner kocaya ulaşamayan, “loser bir gay” var karşınızda. Yazarak zengin olabileceğimi de düşünmüyorum artık. Keşke dansöz olsaydım, daha kolay para kazanırdım.
Hz. Ali’yi peygamber sandığınız yazı için de bir tür başarısızlık hikâyesi diyebilir miyiz?
Ne bileyim. Başında “Hz.” vardı ve ben de peygamber sandım. Benim aklım her şeye ermiyor öyle. Bir sürü gazete ve haber sitesi de allayıp pullayıp servis etti yazıyı, “Taraf’ın ‘gay yazarı’ Hz. Ali’yi peygamber sanıyor” diye.
“Gay yazar” denmesi mi rahatsız etti sizi?
“Gay yazar Başbakanı eleştirdi”, “Gay yazar şunu yaptı, bunu yaptı...” Taş düşsün başlarına, “gay yazar” kadar. Rahatsız etmiyor tabii ki ama iki yüzlülük var.
Burada, içten içe alay ediyorlar benimle. Nazlı Ilıcak için “heteroseksüel yazar” ya da Yılmaz Özdil’den bahsederken “aptal yazar” diyorlar mı? Her yazarın adının önüne sıfatını ya da cinsel kimliğini yazmıyorlarsa, benimkini de yazmasınlar.
Hz. Ali’yi peygamber sanmanın, “gay yazar” olmamla ne alakası var. Gay olmasam sanmayacak mıydım? Ya da gay olduğum için Başbakan’ı eleştiremez miyim ben? Taraf’taki köşemi bana gay olduğum için mi verdiler?
Kitabımı satsan ölür müsün
Kitaba dönersek... İstiklal Caddesi’ndeki Rob 389 Kitabevi’ni, kitabınızı satmıyor diye topa tuttunuz. Kitap dükkânın konseptine uygun değil miydi acaba?
Nedir yani Robinson’un konsepti? Ağırlıklı olarak hiç satılmayan Orhan Pamuk kitapları mı? Al iki tane benim kitabımdan, koy rafına. Ölür müsün? Kitap satarak para kazanıyorsun, kitapçısın sen. Sonra kitap satmayınca Rob Kart’lı, imza günlü yardım dilenmelerine başlıyorsun.
Twitter’da bir takipçinize, “İki takipçin var, seni dikkate almıyor ve engelliyorum” dediniz. Robinson’un size yaptığını yaptınız yani...
Yaparım. Ben gay yazarım.
TUNCA ÖĞRETEN - TARAF