"Gezi’de LGBT Hareketi ile beraberdik deniliyor, peki ya olmasaydı ne olacaktı..?"
Bu yazı dizisinin hazırlanması Niras ve BBC Media Action ortaklığında yürütülen Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı tarafından desteklenmiştir
Yazı dizimizin bu son bölümünde LGBTİ hareketi için çok önemli bir yer teşkil eden Onur Haftası etkinliğinin tarihini ve Türkiye’de ilk defa gerçekleşen Onur Yürüyüşünü inceleyeceğiz. Önce Onur Yürüyüşü’nün dünyada nasıl ortaya çıktığını hatırlatmak için Yıldız Tar’ın "Yoldaş Ben İbneyim: Solun LGBT ile İmtihanı" adlı kitabından bir bölüm aktaralım:
“ABD’nin homofobik ve transfobik politikalarının LGBT’lere yaşam alanı tanımadığı, eşcinsel ve transların gözaltı ve tutuklama terörüyle sindirildiği 1960’lı yıllarda, bir trans kadının “Artık yeter” demesi ve elindeki bira şişesini bir polisin kafasına fırlatmasıyla günlerce sürecek bir ayaklanmanın fitili ateşlenir. LGBT’lerin sıklıkla gittiği Stonewall isimli bara, 28 Haziran 1969’da polis her gece olduğu gibi yine baskın düzenler. Polis, barın içindeki LGBT’leri darp ederek gözaltına almaya çalışırken, bar çıkışında da kalabalık bir grup LGBT’lere destek olmak için toplanmaya başlar. Polisin baskısının bar çıkışında da sürmesi üzerine bir trans kadın kelepçelenmeyi reddeder. Elindeki bira şişesini polisin kafasına fırlatır. Böylece cin de şişeden çıkmış olur. Hızlıca örgütlenen eşcinsel ve transların karşı koyuşları, polisi barın içine sığınmak zorunda bırakır. Bunun üzerine bir soka lambasını devirerek koçbaşı olarak kullanan eşcinsel ve translar, barın içine baskın düzenler.
“O gece Stonewall’da başlayan direniş, New York sokaklarında kurulan barikatlarda devam eder. Trans kadınların başını çektiği LGBT’ler günlerce New York sokaklarında polisle çatışır. Topuklu ayakkabıların -polislerin de çok yakından fark ettiği üzere- artık yürümek dışında bir işlevi vardır; "İbne, nonoş ve dönmeler" ayaklanmıştır artık. Stonewall direnişi, ABD tarihinde egemenden farklı cinsel kimliklere ve varoluşlara baskı uygulayan heteronormatif sisteme karşı ilk açık başkaldırı olarak tarihe geçer.”
İlk açık başkaldırı olan Stonewall İsyanı ilk Gay Pride etkinliğinin (Onur Yürüyüşü) başlamasına ve günümüze kadar devam etmesine kadar etkili oldu. Farklı farklı mücadele ve eylemlerle artık dünyanın birçok ülkesinde Onur Haftası etkinlikleri yapılıyor. Onur Haftası etkinlikleri içinde ayrıca Onur Yürüyüşü gerçekleştiriliyor. Türkiye’de Onur Yürüyüşü ilk defa 1993 yılında İstanbul’da bir grup LGBT birey tarafından gerçekleştirilmek istendi. Fakat o dönemin medyası olumsuz yaklaşıp yürüyüş öncesi sansasyonel haberler yapınca İstanbul Valiliği tarafından verilen izin "toplum buna hazır değil" denilerek yasaklandı. Yasaklanmayla kalmayıp izin için başvuru yapan tertip komitesinde yer alan kişilerin evlerine baskınlar düzenlendi. Yürüyüşün yapılacağı sokaklarda “efemine” giyinen insanlar gözaltına alındı. Türkiye’de ilk Onur Yürüyüşü gerçekleştirilebilmesi ancak on yıl sonra 2003’te mümkün oldu. Türkiye’deki bu yürüyüş 2007 yılında uluslararası boyut kazandı. Şimdilerde ise Onur Yürüyüşü milyonlara varan katılımlarla gerçekleşiyor. 2003 yılında yapılan ilk Onur Yürüyüşünde yer alan ve basın açıklamasını okuyan M. Deniz Deniz’le o gün neler yaşandığına dair konuştuk.
'2003’teki Onuru Yürüyüşü’nden sonra insanlar artık rahatça sokağa çıkabildiler'
- Her ilkin zorluğu var. O gün neler oldu, anlatır mısın?
Otuz kişi falan vardık. Basın açıklamasının etrafında otuz kişi vardı. O zamanlar Lambdaistanbul aktivisti olarak Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonunun Koordinatörlüğünü yapıyordum. Oradan tanıdığım feministler, kadın hakları savunucuları, antikapitalistlerden, anarşist, troçkist arkadaşlar da destek vermişti yürüyüşe. Etrafta duran arkadaşları da eklersek toplam elli kişiyi bulurdu. Şu an ki gibi kitlesel destek yoktu ama. Çoğunluk Lambdaistanbul’un etrafında olanlardı. Özel tişörtler basmıştık. Yedi koyun gidiyor, en öndeki arkasını dönüyor. Ellerimizde flamalar da vardı. Terkos Çıkmazı’ndan Mis Sokağa kadar yürüdük.
Onur Yürüyüşü’nden önce 1 Mayıs’a katılmıştık, tahminen 15 kişiye yakın ama bu kişilerin çoğunun yüzleri kapalıydı. 2003’ten sonra ise yapılan Onur Yürüyüşü’nü kimse beklemiyordu. İlk defa yüzleri açık eşcinseller toplanıp yürüyorlardı. Hatırlıyorum o dönem basın açıklamasını okuduğum için arkadaşlarım “sen tehdit ediliyor musun, tedirgin misin” gibi sorular soruyorlardı. O günden sonra insanlar gördü ki hiç bir şey olmuyor ve bu cesaret verdi. Sonrasında ise insanlar artık rahatça sokağa çıkabildiler.
'Transfobi ne yazık ki geylerin içinde de var...'
- Solun bakışı?
Solcu tarihine baktığımızda, Ekim Devrimi’nden bile konuşabiliriz. Yani Ekim Devrimi’nde LGBT Hareketi’ni nerelerde nasıl kullanıldığını biliyoruz. İşte LGBT Hareketi kendilerine yakın olduğunda, çizgilerinde olduğunda kahramanlaştırıyorlar. Ben kahramanlaştırılmak da istemiyorum. Normalleşme varken kahramanlaştırmak olmamalı. Aslında bu kahramanlar falan kandırmaca gibi geliyor. Ekim Devrimi’nde LGBT bireylerin kahramanlaştırılıp evlendirilmeye zorlandıklarını, gey erotik şiirler yazan adamların milletvekilliğine getirilip zorla nasıl evlendirildiğini biliyoruz. Solculuğun kaderinde bu var. Kadın hareketlerine, feminist hareketlere de öyle bakıldı. Sol harekette her şeyi devrimden sonraya bırakalım durumu var. Devrim olduktan sonra da, “hani siz artık bir evlenseniz, buna da razıyız” diyebiliyorlar. Yıllardır şahidiz. Dolayısıyla bu durum LGBT’nin öncül sorunlarını erteleyen bir durum. Özellikle Gezi sürecinden sonra LGBT Hareketi tutulmaya başlandı. Gezi’de beraberdik deniliyor, peki olmasaydı ne olacaktı? O halde sen sayı veya renk artırma derdindesin ve bir kesimin sorunlarını görmezden geliyorsun.
2003 yılında çok az kişiydik. Çok çalışmak gerekirdi, çok bilmek gerekirdi. O dönem LGBT Kütüphanesi yapıldı, Legato diye üniversitelerde kulüpler oluştu. Ben o dönem Savaşa Hayır Koordinasyonundaydım. 169 sivil toplum örgütü vardı. MAZLUMDER, Özgür-Der, katı sol yapılanmalar da vardı ve onları koordine eden bir eşcinseldi. Abdullah Dilipak’la ben Vakit gazetesindeki homofobik yazılarını tartışıyordum ama diğer taraftan da Abdullah Dilipak’tan aidat alıyordum. Çünkü ben koordinasyonundaydım. Dolayısıyla aslında oralardan başladı LGBT Hareketi’nin görünür olmaya başlaması. İstanbul Uluslararası Bağımsız Film Festivali’nde bizim 1 Mayıs yürüyüşümüzün filmi gösterildi. Ayrıca AMARGİ vardı hep yanımızda olan. Pınar Selek’in hiç unutulmayacak katkıları vardır. İşte 15 kişiydik ama Pınar (Selek) AMARGİ’deki kadınlarla beraber gelirdi. Baktığımız zaman 2003’teki yürüyüşte Vedat Sakman, Jülide Kural, Yıldırım Türker, Deniz Türkali destek oldu ve ‘bizde varız’ dediğimiz bir yapıya dönüştük. Büyük bir öncülük oldu o dönem sonrası gelişmeler için. O dönemdeki uygulamalarımızı Lambdaistanbul yürütüyordu. Lambdaistanbul sadece eşcinseller için mücadele vermiyordu, aynı zamanda savaş karşıtı ve anti militaristti. Bütün eşcinseller adına değil ama Lambdaistanbul adına bunu diyebilirim. Anti hiyerarşik oluşumu, anti otoriter oluşumu ve antikapitalist oluşumu oluşmuştu o zamanlarda.
-Şimdi?
Transfobi ne yazık ki geylerin içinde de var. Bırak diğer insanları. Bir defa gözden kaçırılan durum geylerin bu kadar rahat olmalarının nedeni, transların görünür olması ve sokakta verdiği mücadele, benim sokakta yürümemi sağlayan mücadeledir. Transfobi yıkılmadan homofobi yıkılamaz. Transların verdiği mücadeleyi biz geyler vermiyoruz. Örneğin translar sokakta her daim ‘militanca’ savaşırken sistemle, heteroseksizmle, cinsiyetçilikle bizler ise teori üretiyoruz. Yenemediğimiz fobiler var. Kendi ailelerimize baktığımız zaman, örneğin annem herkese saygılı bir kadındır ama söz konusu çocuğu olunca her şey değişir. Öncelikle kendi zincirlerimizi yıkmalıyız. Kadınlar ve traslar özgürleşmeden hiç kimse özgürleşmez. Kadınfobimizi ve transfobimizi yenmeden hiç bir şeyi yenemeyiz. Örneğin ilk zamanları hatırlıyorum. 30 gey var ve üç lezbiyen var ama toplantıda konuşan geyler. Dolayısıyla gey olmak içindeki ataerkil sistemi yenmek değil. Bir kadın bir şey dediğinde saldırganlaşan geyler gördüm. Heteroseksizmle, ataerkille, militarizmle mücadele etmediğimiz zaman başka bir şey yapamayız zaten. Zaten kadın düşmanlığı var, burada erki yıkıyorsun ve bu zulüm olarak geliyor. Benim annem gey olduğumu öğrendiğinde -basın açıklamasında öğrendiler- annem uzun süre Antakya’ya gitmemi istemedi. ‘Gelme’ dedi. Sonraki yıllarda gittiğimde nedeninin sorduğumda “oğlum ne bileyim, kadın olarak geleceğini sanıyordum” dedi. İnsanların kafasında gey kadın gibi olan biri. Annemin sakallarımla beni gördüğünde sakallarımı öptüğünü hatırlıyorum. Onun bakışıyla erkek evlat yok oluyor.
'Onur, sistemin dili, Gurur Yürüyüşü demek gerekir...'
Ülkelerin konumlarıyla toplumlarıyla yapısıyla ilgili bazı şeyler var. Biz Müslüman bir ülkeyiz ve dinde bu yasak. Mücadele şeklimiz ve oranımızın onlardan fazla olması gerekir. Okulda ve nüfus cüzdanında dayatılan kocaman bir şey var: Din. En ululaştırılan zamanda dinde yasak olan bir şeye ben varım diyorsun. Yasalara gelmeden önce din yasası denilen bir şey var ve bu nedenle mücadele oranımızın daha fazla olması gerekiyor. Onur Yürüyüşü görünür olmak açısından anlamlı. Aslında Onur yerine Gurur demek gerekiyor. Onur da aslında bize dayatılan bir şey. Onurlu olmak ne ki? Gururluyum ben bunun için, onur ne ki? Onur zaten dayatılan bir şey, sistemin dilini kabullenmek oluyor. O nedenle Gurur Yürüyüşü demek gerekir.
Bu ülkede Kürt’sen, Eşcinsel’sen daha çok efor sarf etmen gerekiyor. Urfalı bir arkadaşım var, sözde her şeyi aşmış diğer arkadaşım, onun Urfalı olduğunu duyduğu zaman “aa ne güzel” diyor. Ben gey biri olarak, geyim dediğim zaman “ ne kadar güzel hiç diğer geyler gibi değilsin. Keşke tüm geyler öyle olsa” deniliyor. Sakallıysan, makyaj yapmıyorsan sen çok makul kabul ediliyorsun. Öyle bir durum var. Hak mücadeleleri konusunda ise devletin anayasasında olmak benim umurumda değil, ben tek başınaysam da varım zaten. Devlet umurumda olmadığı için yasası da umurumda değil.
- Bir takım yasaların yürürlüğe girmesi için mücadele verenler var
Evlilik veya başka durumlar için yasal mücadele verenler var. Bence çalışma hakkının olması en önemlisi özellikle translar için. Bu konu çok önemli. Çalışma, tanınma hakkı daha özgürleştirecektir. Ben kişisel olarak yasalara inanmıyorum. Ama birileri bu evlilik, tanınma, kimlik istiyorsa bu konuda mücadele verecektir tabi.
- 2003’ten günümüze nasıl bir değişim görüyorsun?
2003’ten 2013’e kadar olumlu gelişmeler oldu. Anadolu’da sorunlar oluyor. Ama son zamanlarda güzel değişiklikler oluyor. Antakya’da 8 kişinin LGBT yürüyüşü yaptığını gördüm. Ülkenin çeşitli yerlerinde olumlu gelişmeler görüyorum. Ama kişi sayısı üzerinden düşünmüyorum. Mücadelenin varolmayı olumlaması anlamında konuşuyorum. Kimlik karşıtı hareketler de doğdu. LGBT Queer Hareket var. Eskiden kitap bulunmazdı, şimdi ise bir sürü kitap var. Çeviriler yapılıyor ve daha görünür kılıyor. Benim içinse her şeyin çıkıntı olması. Sisteme karşı çıkıntı olmak istiyorum. Sistem için daha tehlikeli olmak istiyorum. Grupların çoğalması hayalim. Yasal anlamda değil, farklı durumlar benim için önemli. Eşcinsel aile grupları var ve çok güzel gelişmeler oluyor, tabi ki olması gereken oluşumlar doğuyor ve sistemi tehdit edecek daha büyük oluşumlar da olacak. Ben de varım, ben de normalim dediğim zamanları geçtim, kimden ne dileyeceğim ki? Sisteme uyum sağlamak yerine tehdit olmak gerekir.
Gay Pride’ın (Onur Yürüyüşü) çıkış noktası olan isyanı taşıyan insanlar var hala. Ben mesela en son yapılan Gurur (Onur) Yürüyüşü’nde ‘ Ethem’i (Sarısülük) öldüren zihniyetle eşcinselleri öldüren zihniyet aynıdır’ yazılı dövizi taşıdım. Benim derdim Ceylan Önkol, Cumartesi Anneleri. Derdim tüm durumları benimseyerek yürümek. Bir çok sol grup bu konuları içine almaya başladı. Aslında eşcinsel hareket açısından gelişmeleri olumlu buluyorum. Birinin bilmem nerede çıkıp beni temsil etmesi umrumda değil. Ama LGBT hareketi için önemli bir nokta. Kendim içinse şunu diyebiliyorum: Meclisi tanımıyorum, dolayısıyla orada konuşan biri beni ırgalamıyor.
Ahmet Güneş - T24
Bu yazı dizisinin hazırlanması Niras ve BBC Media Action ortaklığında yürütülen Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı tarafından desteklenmiştir
Yazı dizimizin bu son bölümünde LGBTİ hareketi için çok önemli bir yer teşkil eden Onur Haftası etkinliğinin tarihini ve Türkiye’de ilk defa gerçekleşen Onur Yürüyüşünü inceleyeceğiz. Önce Onur Yürüyüşü’nün dünyada nasıl ortaya çıktığını hatırlatmak için Yıldız Tar’ın "Yoldaş Ben İbneyim: Solun LGBT ile İmtihanı" adlı kitabından bir bölüm aktaralım:
“ABD’nin homofobik ve transfobik politikalarının LGBT’lere yaşam alanı tanımadığı, eşcinsel ve transların gözaltı ve tutuklama terörüyle sindirildiği 1960’lı yıllarda, bir trans kadının “Artık yeter” demesi ve elindeki bira şişesini bir polisin kafasına fırlatmasıyla günlerce sürecek bir ayaklanmanın fitili ateşlenir. LGBT’lerin sıklıkla gittiği Stonewall isimli bara, 28 Haziran 1969’da polis her gece olduğu gibi yine baskın düzenler. Polis, barın içindeki LGBT’leri darp ederek gözaltına almaya çalışırken, bar çıkışında da kalabalık bir grup LGBT’lere destek olmak için toplanmaya başlar. Polisin baskısının bar çıkışında da sürmesi üzerine bir trans kadın kelepçelenmeyi reddeder. Elindeki bira şişesini polisin kafasına fırlatır. Böylece cin de şişeden çıkmış olur. Hızlıca örgütlenen eşcinsel ve transların karşı koyuşları, polisi barın içine sığınmak zorunda bırakır. Bunun üzerine bir soka lambasını devirerek koçbaşı olarak kullanan eşcinsel ve translar, barın içine baskın düzenler.
“O gece Stonewall’da başlayan direniş, New York sokaklarında kurulan barikatlarda devam eder. Trans kadınların başını çektiği LGBT’ler günlerce New York sokaklarında polisle çatışır. Topuklu ayakkabıların -polislerin de çok yakından fark ettiği üzere- artık yürümek dışında bir işlevi vardır; "İbne, nonoş ve dönmeler" ayaklanmıştır artık. Stonewall direnişi, ABD tarihinde egemenden farklı cinsel kimliklere ve varoluşlara baskı uygulayan heteronormatif sisteme karşı ilk açık başkaldırı olarak tarihe geçer.”
İlk açık başkaldırı olan Stonewall İsyanı ilk Gay Pride etkinliğinin (Onur Yürüyüşü) başlamasına ve günümüze kadar devam etmesine kadar etkili oldu. Farklı farklı mücadele ve eylemlerle artık dünyanın birçok ülkesinde Onur Haftası etkinlikleri yapılıyor. Onur Haftası etkinlikleri içinde ayrıca Onur Yürüyüşü gerçekleştiriliyor. Türkiye’de Onur Yürüyüşü ilk defa 1993 yılında İstanbul’da bir grup LGBT birey tarafından gerçekleştirilmek istendi. Fakat o dönemin medyası olumsuz yaklaşıp yürüyüş öncesi sansasyonel haberler yapınca İstanbul Valiliği tarafından verilen izin "toplum buna hazır değil" denilerek yasaklandı. Yasaklanmayla kalmayıp izin için başvuru yapan tertip komitesinde yer alan kişilerin evlerine baskınlar düzenlendi. Yürüyüşün yapılacağı sokaklarda “efemine” giyinen insanlar gözaltına alındı. Türkiye’de ilk Onur Yürüyüşü gerçekleştirilebilmesi ancak on yıl sonra 2003’te mümkün oldu. Türkiye’deki bu yürüyüş 2007 yılında uluslararası boyut kazandı. Şimdilerde ise Onur Yürüyüşü milyonlara varan katılımlarla gerçekleşiyor. 2003 yılında yapılan ilk Onur Yürüyüşünde yer alan ve basın açıklamasını okuyan M. Deniz Deniz’le o gün neler yaşandığına dair konuştuk.
'2003’teki Onuru Yürüyüşü’nden sonra insanlar artık rahatça sokağa çıkabildiler'
- Her ilkin zorluğu var. O gün neler oldu, anlatır mısın?
Otuz kişi falan vardık. Basın açıklamasının etrafında otuz kişi vardı. O zamanlar Lambdaistanbul aktivisti olarak Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonunun Koordinatörlüğünü yapıyordum. Oradan tanıdığım feministler, kadın hakları savunucuları, antikapitalistlerden, anarşist, troçkist arkadaşlar da destek vermişti yürüyüşe. Etrafta duran arkadaşları da eklersek toplam elli kişiyi bulurdu. Şu an ki gibi kitlesel destek yoktu ama. Çoğunluk Lambdaistanbul’un etrafında olanlardı. Özel tişörtler basmıştık. Yedi koyun gidiyor, en öndeki arkasını dönüyor. Ellerimizde flamalar da vardı. Terkos Çıkmazı’ndan Mis Sokağa kadar yürüdük.
Onur Yürüyüşü’nden önce 1 Mayıs’a katılmıştık, tahminen 15 kişiye yakın ama bu kişilerin çoğunun yüzleri kapalıydı. 2003’ten sonra ise yapılan Onur Yürüyüşü’nü kimse beklemiyordu. İlk defa yüzleri açık eşcinseller toplanıp yürüyorlardı. Hatırlıyorum o dönem basın açıklamasını okuduğum için arkadaşlarım “sen tehdit ediliyor musun, tedirgin misin” gibi sorular soruyorlardı. O günden sonra insanlar gördü ki hiç bir şey olmuyor ve bu cesaret verdi. Sonrasında ise insanlar artık rahatça sokağa çıkabildiler.
'Transfobi ne yazık ki geylerin içinde de var...'
- Solun bakışı?
Solcu tarihine baktığımızda, Ekim Devrimi’nden bile konuşabiliriz. Yani Ekim Devrimi’nde LGBT Hareketi’ni nerelerde nasıl kullanıldığını biliyoruz. İşte LGBT Hareketi kendilerine yakın olduğunda, çizgilerinde olduğunda kahramanlaştırıyorlar. Ben kahramanlaştırılmak da istemiyorum. Normalleşme varken kahramanlaştırmak olmamalı. Aslında bu kahramanlar falan kandırmaca gibi geliyor. Ekim Devrimi’nde LGBT bireylerin kahramanlaştırılıp evlendirilmeye zorlandıklarını, gey erotik şiirler yazan adamların milletvekilliğine getirilip zorla nasıl evlendirildiğini biliyoruz. Solculuğun kaderinde bu var. Kadın hareketlerine, feminist hareketlere de öyle bakıldı. Sol harekette her şeyi devrimden sonraya bırakalım durumu var. Devrim olduktan sonra da, “hani siz artık bir evlenseniz, buna da razıyız” diyebiliyorlar. Yıllardır şahidiz. Dolayısıyla bu durum LGBT’nin öncül sorunlarını erteleyen bir durum. Özellikle Gezi sürecinden sonra LGBT Hareketi tutulmaya başlandı. Gezi’de beraberdik deniliyor, peki olmasaydı ne olacaktı? O halde sen sayı veya renk artırma derdindesin ve bir kesimin sorunlarını görmezden geliyorsun.
2003 yılında çok az kişiydik. Çok çalışmak gerekirdi, çok bilmek gerekirdi. O dönem LGBT Kütüphanesi yapıldı, Legato diye üniversitelerde kulüpler oluştu. Ben o dönem Savaşa Hayır Koordinasyonundaydım. 169 sivil toplum örgütü vardı. MAZLUMDER, Özgür-Der, katı sol yapılanmalar da vardı ve onları koordine eden bir eşcinseldi. Abdullah Dilipak’la ben Vakit gazetesindeki homofobik yazılarını tartışıyordum ama diğer taraftan da Abdullah Dilipak’tan aidat alıyordum. Çünkü ben koordinasyonundaydım. Dolayısıyla aslında oralardan başladı LGBT Hareketi’nin görünür olmaya başlaması. İstanbul Uluslararası Bağımsız Film Festivali’nde bizim 1 Mayıs yürüyüşümüzün filmi gösterildi. Ayrıca AMARGİ vardı hep yanımızda olan. Pınar Selek’in hiç unutulmayacak katkıları vardır. İşte 15 kişiydik ama Pınar (Selek) AMARGİ’deki kadınlarla beraber gelirdi. Baktığımız zaman 2003’teki yürüyüşte Vedat Sakman, Jülide Kural, Yıldırım Türker, Deniz Türkali destek oldu ve ‘bizde varız’ dediğimiz bir yapıya dönüştük. Büyük bir öncülük oldu o dönem sonrası gelişmeler için. O dönemdeki uygulamalarımızı Lambdaistanbul yürütüyordu. Lambdaistanbul sadece eşcinseller için mücadele vermiyordu, aynı zamanda savaş karşıtı ve anti militaristti. Bütün eşcinseller adına değil ama Lambdaistanbul adına bunu diyebilirim. Anti hiyerarşik oluşumu, anti otoriter oluşumu ve antikapitalist oluşumu oluşmuştu o zamanlarda.
-Şimdi?
Transfobi ne yazık ki geylerin içinde de var. Bırak diğer insanları. Bir defa gözden kaçırılan durum geylerin bu kadar rahat olmalarının nedeni, transların görünür olması ve sokakta verdiği mücadele, benim sokakta yürümemi sağlayan mücadeledir. Transfobi yıkılmadan homofobi yıkılamaz. Transların verdiği mücadeleyi biz geyler vermiyoruz. Örneğin translar sokakta her daim ‘militanca’ savaşırken sistemle, heteroseksizmle, cinsiyetçilikle bizler ise teori üretiyoruz. Yenemediğimiz fobiler var. Kendi ailelerimize baktığımız zaman, örneğin annem herkese saygılı bir kadındır ama söz konusu çocuğu olunca her şey değişir. Öncelikle kendi zincirlerimizi yıkmalıyız. Kadınlar ve traslar özgürleşmeden hiç kimse özgürleşmez. Kadınfobimizi ve transfobimizi yenmeden hiç bir şeyi yenemeyiz. Örneğin ilk zamanları hatırlıyorum. 30 gey var ve üç lezbiyen var ama toplantıda konuşan geyler. Dolayısıyla gey olmak içindeki ataerkil sistemi yenmek değil. Bir kadın bir şey dediğinde saldırganlaşan geyler gördüm. Heteroseksizmle, ataerkille, militarizmle mücadele etmediğimiz zaman başka bir şey yapamayız zaten. Zaten kadın düşmanlığı var, burada erki yıkıyorsun ve bu zulüm olarak geliyor. Benim annem gey olduğumu öğrendiğinde -basın açıklamasında öğrendiler- annem uzun süre Antakya’ya gitmemi istemedi. ‘Gelme’ dedi. Sonraki yıllarda gittiğimde nedeninin sorduğumda “oğlum ne bileyim, kadın olarak geleceğini sanıyordum” dedi. İnsanların kafasında gey kadın gibi olan biri. Annemin sakallarımla beni gördüğünde sakallarımı öptüğünü hatırlıyorum. Onun bakışıyla erkek evlat yok oluyor.
'Onur, sistemin dili, Gurur Yürüyüşü demek gerekir...'
Ülkelerin konumlarıyla toplumlarıyla yapısıyla ilgili bazı şeyler var. Biz Müslüman bir ülkeyiz ve dinde bu yasak. Mücadele şeklimiz ve oranımızın onlardan fazla olması gerekir. Okulda ve nüfus cüzdanında dayatılan kocaman bir şey var: Din. En ululaştırılan zamanda dinde yasak olan bir şeye ben varım diyorsun. Yasalara gelmeden önce din yasası denilen bir şey var ve bu nedenle mücadele oranımızın daha fazla olması gerekiyor. Onur Yürüyüşü görünür olmak açısından anlamlı. Aslında Onur yerine Gurur demek gerekiyor. Onur da aslında bize dayatılan bir şey. Onurlu olmak ne ki? Gururluyum ben bunun için, onur ne ki? Onur zaten dayatılan bir şey, sistemin dilini kabullenmek oluyor. O nedenle Gurur Yürüyüşü demek gerekir.
Bu ülkede Kürt’sen, Eşcinsel’sen daha çok efor sarf etmen gerekiyor. Urfalı bir arkadaşım var, sözde her şeyi aşmış diğer arkadaşım, onun Urfalı olduğunu duyduğu zaman “aa ne güzel” diyor. Ben gey biri olarak, geyim dediğim zaman “ ne kadar güzel hiç diğer geyler gibi değilsin. Keşke tüm geyler öyle olsa” deniliyor. Sakallıysan, makyaj yapmıyorsan sen çok makul kabul ediliyorsun. Öyle bir durum var. Hak mücadeleleri konusunda ise devletin anayasasında olmak benim umurumda değil, ben tek başınaysam da varım zaten. Devlet umurumda olmadığı için yasası da umurumda değil.
- Bir takım yasaların yürürlüğe girmesi için mücadele verenler var
Evlilik veya başka durumlar için yasal mücadele verenler var. Bence çalışma hakkının olması en önemlisi özellikle translar için. Bu konu çok önemli. Çalışma, tanınma hakkı daha özgürleştirecektir. Ben kişisel olarak yasalara inanmıyorum. Ama birileri bu evlilik, tanınma, kimlik istiyorsa bu konuda mücadele verecektir tabi.
- 2003’ten günümüze nasıl bir değişim görüyorsun?
2003’ten 2013’e kadar olumlu gelişmeler oldu. Anadolu’da sorunlar oluyor. Ama son zamanlarda güzel değişiklikler oluyor. Antakya’da 8 kişinin LGBT yürüyüşü yaptığını gördüm. Ülkenin çeşitli yerlerinde olumlu gelişmeler görüyorum. Ama kişi sayısı üzerinden düşünmüyorum. Mücadelenin varolmayı olumlaması anlamında konuşuyorum. Kimlik karşıtı hareketler de doğdu. LGBT Queer Hareket var. Eskiden kitap bulunmazdı, şimdi ise bir sürü kitap var. Çeviriler yapılıyor ve daha görünür kılıyor. Benim içinse her şeyin çıkıntı olması. Sisteme karşı çıkıntı olmak istiyorum. Sistem için daha tehlikeli olmak istiyorum. Grupların çoğalması hayalim. Yasal anlamda değil, farklı durumlar benim için önemli. Eşcinsel aile grupları var ve çok güzel gelişmeler oluyor, tabi ki olması gereken oluşumlar doğuyor ve sistemi tehdit edecek daha büyük oluşumlar da olacak. Ben de varım, ben de normalim dediğim zamanları geçtim, kimden ne dileyeceğim ki? Sisteme uyum sağlamak yerine tehdit olmak gerekir.
Gay Pride’ın (Onur Yürüyüşü) çıkış noktası olan isyanı taşıyan insanlar var hala. Ben mesela en son yapılan Gurur (Onur) Yürüyüşü’nde ‘ Ethem’i (Sarısülük) öldüren zihniyetle eşcinselleri öldüren zihniyet aynıdır’ yazılı dövizi taşıdım. Benim derdim Ceylan Önkol, Cumartesi Anneleri. Derdim tüm durumları benimseyerek yürümek. Bir çok sol grup bu konuları içine almaya başladı. Aslında eşcinsel hareket açısından gelişmeleri olumlu buluyorum. Birinin bilmem nerede çıkıp beni temsil etmesi umrumda değil. Ama LGBT hareketi için önemli bir nokta. Kendim içinse şunu diyebiliyorum: Meclisi tanımıyorum, dolayısıyla orada konuşan biri beni ırgalamıyor.
Ahmet Güneş - T24