Film orijinal adını, kendi hikayesini anlatan yönetmen ve oyuncu Guillaume Gallienne’in dört beş yaşlarından kalma ilk anısından alıyor. Gallienne, annesinin iki erkek kardeşini ve onu yemeğe şöyle çağırdığını hatırlıyor: “Oğullarım, Guillaume, yemeğe!” İngilizce’ye ve oradan Türkçe’ye “Ben, Kendim ve Annem” ismiyle gelen film, yönetmenin kendisi büyüme hikayesini anlatıyor, tahmin edileceği gibi.
Bu büyüme hikayesi aslında, tiyatro oyuncusu Gallienne tarafından yıllarca tek kişilik bir gösteride anlatılmış. Oyuncu, ilk sinema filmine de en iyi bildiği meseleyi işleyerek başlamış. Aldığı ödüller, özellikle Fransa’da topladığı büyük ilginin göstergesi; Fransa’nın büyük ödülü Cesar’larda en iyi film, en iyi erkek oyuncu gibi ödülleri almanın yanı sıra, ülkesinde gişede büyük başarı yakalayıp çok izlenen bir film de olmuş. Annesi tarafından bir erkek çocuğu olarak görülmeyen Guillaume’un cinsel kimliğini keşfetmesi ve bu arada annesiyle ilişkisini sorgulaması, başlangıç için bile ilginç olmaya yetecek bir konu. Filmin bunu eğlenceli, yer yer absürt bir şekilde işlemesi ama mizahının seviyesini düşürmeyen, klişelere boğulmayan, ilgilendiği meselenin ciddiyetinden kopmayan bir komedi olarak ilerlemesi, giderek izleyenin ilgisini daha da çekmeyi kolaylaştırıyor.
Sinemada esas oğlan - esas kız klişesine mecbur olmamanın özgürleştirici bir yanı olmalı sanki. Oysa eşcinsellik, klişe olana, kural sayılana, “normal” kabul edilene aykırı bir durum olarak görünse de, eşcinsel sinema örneklerinin klişelere fena halde bağımlı olmak gibi bir sorunu var. Filmin konusu, biraz da o klişeler olarak görülebilir.
Guillaume, burjuva bir ailenin biyolojik olarak erkek doğan bir çocuğu. İki erkek kardeşi daha var, onlar daha sporcu, kavgacı, bildik erkek çocuğu tipine yakınlar. Guillaume değil. Oğlanlardan sürekli ayrılarak büyürken, kendisinin bir kız çocuğu olduğundan çok emin, hatta babasına bunu kabullendirmeyi kendine dert ediyor. Bazen nazik, bazen öfkeli, Guillaume’un hayatının pek çok evresinde hep Guillaume için sahnede durup onunla tartışan annesi, pek baskın bir karakter. Guillaume da en çok ona özeniyor, onu taklit ediyor. Erkeklere ilgi duyuyor ama bunun kendisini eşcinsel yapmadığından da emin. Yatılı okul, İspanya gezisi, gay barlarda sosyalleşme çalışmaları derken, kendini tanıyıp hayatını sorgulayacak daha çok vakti oluyor. Nihayetinde elbette çok sıkıntılı olan bu keşif sürecinin, eğlenceli bir dökümünü çıkarıyor.
Enteresan yanı ise, Guillaume’un eşcinsel bir erkek mi, bir kadın mı olduğunu anlamaya çalışan seyircinin en sonda aldığı cevap, aslında bunun o kadar önemi olmadığı. Film büyük cevaplar verse de, vermese de, sorduğu soruların büyük ve hayati olduğunu unutmuyor. Bir yere bağlanmamanın, klasik anlamda bir olay örgüsüne sahip olmamanın anlamlı olduğu örneklerden.
Sonuçta cinsiyet kimliğini, yönelimini anlamaya çalışma da, kendini kabullendirmeye çalışma da, her tanıdığı insanla kendine dair yeni bir şey öğrenmesi de, Guillaume velev ki hetero olsun, çok gerçekler. Bunu siyaseten yanlış olmayan bir şekilde söyleyen bir komedi olması, Ben, Kendim ve Annem’in dikkate değer yanı. Kendi hikayesini anlatan Gallienne’in bir yandan sık sık kameraya dönüp bir şeyler anlatan yabancılaştırma unsuru, bir yandan yine aynı oyuncunun canlandırdığı annenin her fırsatta aynı burjuva vakarıyla yanında belirivermesi ve hayatı boyunca Guillaume’la tartışması, filmi kuru bir anlatıma mahkum olmaktan kurtarıyor. Hem tiyatro ruhunu hissetmemek mümkün değil, hem de bu ustaca yerleştirmeler ve elbette müziğiyle sinema tadını olabildiğince verebiliyor. 40’lı yaşlarında bir oyuncunun ergenliğinden annesine canlandırdığı rollerin her birindeki başarısı, ayrıca anılmayı hak ediyor. Aynı anda güldürürken duygulandıran bir film, bu oyunculuk olmadan mümkün olmazdı.
Çağdaş Günerbüyük - Evrensel
Bu büyüme hikayesi aslında, tiyatro oyuncusu Gallienne tarafından yıllarca tek kişilik bir gösteride anlatılmış. Oyuncu, ilk sinema filmine de en iyi bildiği meseleyi işleyerek başlamış. Aldığı ödüller, özellikle Fransa’da topladığı büyük ilginin göstergesi; Fransa’nın büyük ödülü Cesar’larda en iyi film, en iyi erkek oyuncu gibi ödülleri almanın yanı sıra, ülkesinde gişede büyük başarı yakalayıp çok izlenen bir film de olmuş. Annesi tarafından bir erkek çocuğu olarak görülmeyen Guillaume’un cinsel kimliğini keşfetmesi ve bu arada annesiyle ilişkisini sorgulaması, başlangıç için bile ilginç olmaya yetecek bir konu. Filmin bunu eğlenceli, yer yer absürt bir şekilde işlemesi ama mizahının seviyesini düşürmeyen, klişelere boğulmayan, ilgilendiği meselenin ciddiyetinden kopmayan bir komedi olarak ilerlemesi, giderek izleyenin ilgisini daha da çekmeyi kolaylaştırıyor.
Sinemada esas oğlan - esas kız klişesine mecbur olmamanın özgürleştirici bir yanı olmalı sanki. Oysa eşcinsellik, klişe olana, kural sayılana, “normal” kabul edilene aykırı bir durum olarak görünse de, eşcinsel sinema örneklerinin klişelere fena halde bağımlı olmak gibi bir sorunu var. Filmin konusu, biraz da o klişeler olarak görülebilir.
Guillaume, burjuva bir ailenin biyolojik olarak erkek doğan bir çocuğu. İki erkek kardeşi daha var, onlar daha sporcu, kavgacı, bildik erkek çocuğu tipine yakınlar. Guillaume değil. Oğlanlardan sürekli ayrılarak büyürken, kendisinin bir kız çocuğu olduğundan çok emin, hatta babasına bunu kabullendirmeyi kendine dert ediyor. Bazen nazik, bazen öfkeli, Guillaume’un hayatının pek çok evresinde hep Guillaume için sahnede durup onunla tartışan annesi, pek baskın bir karakter. Guillaume da en çok ona özeniyor, onu taklit ediyor. Erkeklere ilgi duyuyor ama bunun kendisini eşcinsel yapmadığından da emin. Yatılı okul, İspanya gezisi, gay barlarda sosyalleşme çalışmaları derken, kendini tanıyıp hayatını sorgulayacak daha çok vakti oluyor. Nihayetinde elbette çok sıkıntılı olan bu keşif sürecinin, eğlenceli bir dökümünü çıkarıyor.
Enteresan yanı ise, Guillaume’un eşcinsel bir erkek mi, bir kadın mı olduğunu anlamaya çalışan seyircinin en sonda aldığı cevap, aslında bunun o kadar önemi olmadığı. Film büyük cevaplar verse de, vermese de, sorduğu soruların büyük ve hayati olduğunu unutmuyor. Bir yere bağlanmamanın, klasik anlamda bir olay örgüsüne sahip olmamanın anlamlı olduğu örneklerden.
Sonuçta cinsiyet kimliğini, yönelimini anlamaya çalışma da, kendini kabullendirmeye çalışma da, her tanıdığı insanla kendine dair yeni bir şey öğrenmesi de, Guillaume velev ki hetero olsun, çok gerçekler. Bunu siyaseten yanlış olmayan bir şekilde söyleyen bir komedi olması, Ben, Kendim ve Annem’in dikkate değer yanı. Kendi hikayesini anlatan Gallienne’in bir yandan sık sık kameraya dönüp bir şeyler anlatan yabancılaştırma unsuru, bir yandan yine aynı oyuncunun canlandırdığı annenin her fırsatta aynı burjuva vakarıyla yanında belirivermesi ve hayatı boyunca Guillaume’la tartışması, filmi kuru bir anlatıma mahkum olmaktan kurtarıyor. Hem tiyatro ruhunu hissetmemek mümkün değil, hem de bu ustaca yerleştirmeler ve elbette müziğiyle sinema tadını olabildiğince verebiliyor. 40’lı yaşlarında bir oyuncunun ergenliğinden annesine canlandırdığı rollerin her birindeki başarısı, ayrıca anılmayı hak ediyor. Aynı anda güldürürken duygulandıran bir film, bu oyunculuk olmadan mümkün olmazdı.
Çağdaş Günerbüyük - Evrensel