On parmağında yirmi marifet olan insanlar vardır ya, Can Çavuşoğlu böyle biri. Aktivist, aynı zamanda başarılı bir yazar, çokça okur ve okuduklarını düşünür, geri kalan zamanlarda ise gördüklerini fotoğraflar. Uğur Dershaneleri ve Bahçeşehir Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak yer aldı ve yöneticilik yaptı. Öncesinde Batı Florida Üniversitesinden yüksek lisans derecesi ile mezun oldu. 2006-2009 yılları arasında Çin Halk Cumhuriyeti’nde misafir akademisyen olarak bulundu. Türkiye’nin ilk eşcinsel belediye başkanı adayı olarak bir anda dikkatleri üzerine çekti. Hâlihazırda Amerika’da yaşıyor.
Can Çavuşoğlu, kendini gerçekleştirme yolunda önemli adımlar atmış cesur, güçlü ve “başarmış” bir kişilik. Bu da, çevresindekiler için örnek teşkil ediyor. Burnu havada bazı yazarların aksine samimi duruşuyla insanların kalbini kazanıp güven veriyor. Demem o ki, ulaşılmazları oynamıyor efendim, insanlara, onları görerek bakıyor. Bununla birlikte oldukça neşeli… Tabir yerindeyse, adeta rengârenk!
Can Çavuşoğlu ile Bağımlı & Bağımsız romanı hakkında güzel bir röportaj yaptık. Keyifli okumalar dilerim.
- Bağımlı‘da yavru aslan ve baba aslanın gizli oyunu sürecinde, ensest bir hikâye olmasını göz önünde bulundurursak, şefkat duygusunun yer almasını okurlarınız olarak hangi açıdan değerlendirmeliyiz?
- Yavru Aslan bölümü, romandaki duygu akışının başlangıcını temsil eder. Buradan hareketle “Ebeveynlerin kendi çocuklarını böyle bir ilişkiye nasıl yönlendirebilir?” sorusunu kurcaladım. Zorlama olamazdı… Böylece çocuğun anne veya babasına duyduğu güveni aktarmaya çalıştım. Romanda Yavru ve Baba Aslanın ensest ilişkisi güvene dayalı bir oyun mahiyetinde başlıyor. Farkındaysan zaten baba bu oyunu kendi babasından öğrenmiş. Yani aile içi ensest, tipik vakalarda olduğu gibi, bir diğer kuşağa geçiyor. Yavru Aslan, büyüyünce romandaki ana karaktere, soğukkanlı bir katile, dönüşeceği için hissettiklerini onun çocuksu ve masum duygularıyla yansıttım. Acaba okur, acımasız bir katile sempati besleyebilir miydi?
Romanım bir üçleme olarak kurgulandığı için Yavru Aslan üçlemenin sonuncusuna bir girişti. Diğer yandan LGBTİ okurlardan özellikle bu bölüm konusunda eleştiriler aldım. Toplumda yerleşik algılar söz konusu olunca, kişinin çocukluğunda yaşadığı bir tecavüz, travma veya ensest ilişki sonrasında eşcinsel olduğuna inanılması biraz tat kaçırmış olabilir. İki noktanın altını çizmek istiyorum, birincisi; bu bölümü yazarken okuyucularımın çoğunluğunun heteroseksüel olacağını düşündüm. Yaşanan ensest ilişki neticesinde kişinin eşcinsel olacağı savını desteklemiyorum aksine bir katilin geçmişinde yaşadığı derin acıyı yansıtıyorum. Bu acı sanılanın aksine enset ilişki değil, Baba Aslanın hayatından bir anda çıkmasıdır. Nitekim ensest ilişki mağduru, eşcinsel veya seri katile dönüşmeyen pek çok insan var. İkinci husus; önem verdiğim karakterleri şekillendirirken hikâyeye gelişigüzel dâhil olmalarını istemiyorum. Başrol oyuncularının karakterlerine yansıyan geçmişleri ve o geçmişte yaşanmış enteresan deneyimler olmalı.
- Askerliğinde tim komutanlığı yapmış biri olarak o döneminizdeki ruh halinizle, romandaki seri katil Melih’in ölümle hesaplaşıp ona kafa tuttuğu ruh halinin örtüştüğünü gözlemliyorum. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
- Romanın ilk bölümünde böyle bir kurgu yer alıyor. Özellikle “Format” kısmında askerlik adı altında insanların nasıl kolayca birer savaş makinasına dönüştürüldüğünü aktardım. Tabi kişisel deneyimlerimden yola çıkarak… Savaş durumunda insanın realitesi değişir. Bazı anlar olur, farklı bir boyuta adım atarsınız; öncelikleriniz, algılarınız, zevkleriniz, seçtiğiniz renkler bile başkalaşır. İşin enteresan tarafı, yaşanan yeni gerçeklikte siz normalsinizdir, diğer her şey ise anormal. O ince çizgiyi geçen pek çoğumuz geri dönmeyi başardı ama bir kısmımız orada kalmayı tercih etti. Haliyle yeni gerçekliklerinde daha mutlular, bunu sadece tahmin edebiliyorum çünkü sormadım. Romana dönecek olursak, yaşadığı gerçeklikte kendisini ölü kabul eden birini tekrardan öldüremezsiniz. Yenemezsiniz de… Böylece yaşamı veya yaşamamayı katilin varoluşuyla bütünleştirdim. Ölümle tekrar yüzleşmek için birinin ölmesi gerekiyordu. Ruh çağırmak gibi düşünün, sanki ölümü çağırmak adına gerçekleştirilen bir tören.
- Anlatımda okuyucuların görsel-işitsel-dokunsal algı sistemlerine eşit derecede hitap eden kelime dağılımını çok başarılı buldum. Sizce kitabın akıcılık açısından da daha geniş kitleye hitap edebilmesinin nedenlerinden biri bu eşit dağılım olabilir mi?
- Doğru iletişimin yapı taşlarıdır bunlar. Ders aktarırken, sunum ve konuşma yaparken, iş toplantılarında, kişisel ilişkilerimde hep buna dikkat etmişimdir. Romanı yazarken de aynı tekniği kullanmak istedim. Biliyorsunuz istenilen mesajı doğru verebilmek için her birimizin algı aralığında yer alan işitsel, dokunsal ve görsel alanlara hitap etmemiz gerekir. Anlatımlarımda edebi cümleler kurmak yerine görselliği ön plana çıkardım, ayrıca web sitemde yer alan referans videolarla hem görselliği hem de işitselliği destekledim. Zaten tarz olarak polisiye, içerisinde ancak gereken miktarda edebiyat barındırabilirdi. Çok ağdalı cümleler kullanırsanız okur dönüp tekrar okuduğunda önceden yakaladığı ritmi kaçırabilir. Hikâyenin içerisine anlamı dolayısıyla karakterlerin önem atfettiği şarkılardan bağlantılar koydum. Son olarak da dokunsallığı pekiştirmek adına aralara yoğun duygu devinimleri kattım. Bir mutluluk resmi hayal ederken aniden nereden geldiği belli olmayan bir şok yaşayabilirsiniz.
- İnsan olarak yapmamız gereken en önemli şeyin, kendimizi gerçekleştirmek olduğunu düşünüyorum. Kendinizi gerçekleştirme yolunda, Bağımlı & Bağımsız ile kendi puzzle’ınızın hangi parçalarını bir araya getirip bütüne dâhil ettiniz? Sizi özgürleştirdiği ruhsal durumlar var mıydı?
- İlk romanım aynı zamanda bir dolaptan çıkma projesidir. Bu zamana kadar gizlemek zorunda kaldığım cinsel kimliğimin bütünüyle dışa vurumu diyebiliriz. Kimisi yakınlarından başlar açılmaya, gazeteye ilan da verebilirsiniz, bense roman yazmayı tercih ettim. Bu zamana kadar takmak zorunda kaldığım o korkunç maskeleri ait oldukları yere, yani tuvalete tıkıştırdım, romanımın her sayfasında bir sifon çektim. Kendimi daha önce hiç bu kadar sevmemiştim. Yıllar öncesinden cinselliğimi irdelerken okuduğum, incelediğim pek çok referansı ve araştırmayı da romanın hikâyesine yerleştirdim. Böylece heteroseksüel okurun, eşcinselliğin genetikliğinden tutun da tanışma platformları ve çark (gezi) alanlarına kadar pek çok konuda bilgi edinmesini sağlamayı amaçladım. Romanım bu yönüyle ayrıca “Eşcinsellik 101” görevi görüyor diyebilirim.
- Melih, ilk işlediği cinayette iç hesaplaşması esnasında içinde biriktirdiği nefreti çağırırken, bunu yapabilmek için aynı zamanda nelere evet, nelere hayır diyor?
- Bir cinayet işleyebilmek için ilk önce motivasyon, bir dürtü oluşması gerekir. Bu motivasyon kişiye göre psikolojik, fiziksel veya her ikisi birden olabilir. Melih’inki daha çok duygusal… Kurbanını seviyor ama verdiği sevginin karşılığını alamıyor. Kurban, erkek bir seks işçisi ve iki tarafın beklentisi haliyle farklı… İşin içine bir de şantaj girince film kopuyor. Katil, askerliği esnasında öldürmeye alışkın, dolayısıyla önceden tanıştığı Azrail’i hayatına geri çağırması kolay oluyor. Detaylı bir planlamadan sonra da hedefine ulaşıyor. Hayır dedikleri ise; öncelikle geride kanlı bir tablo bırakmak istemiyor çünkü kendisini bir cani olarak görmüyor. Karşısında uzanmış yatan bedene saygı duyuyor. Ama ilerleyen sayfalarda işler tabi çığırından çıkıyor.
- Bağımsız’da, hikâyeye Bağımlı’nın yazarı olarak ortaya çıkıp, siz de dâhil oluyorsunuz ki bence en hoş sürprizlerden biriydi. Kitabı yazarken buna hangi aşamada ve nasıl karar verdiniz? Bu size kendinizi nasıl hissettiriyor?
- Bağımlı’yı bitirdiğim zaman Bağımsız’ın hikâyesi, akış şeması ve karakterleri hazır, bir tek yazıya dökmek kalmıştı. Kıyasladığımda birbirlerinden çok farklı olduklarını gördüm. Bir anda aklıma çıldırmak geldi. Yani okura şunu hissettirmek istedim; Bağımlı’yı bitirdiğinde “Acaba bu yaşananlar gerçek olabilir mi? Yok canım…” derken, hayal ve gerçek ikilemindeyken Bağımsız’da hikâyeye bizzat karakter olarak girerek yeni bir gerçeklik algısı yarattım. Ortada anlatılan bir hikâye var, sonra gerçeğe dönüşüyor ama sonunda hepsi gene bir romandan ibaret oluyor. Ayrıca yazarın kendi romanında önemli bir karaktere dönüşmesi zevkli oluyormuş. Bunu yazmayı bitirdiğimde anladım.
- Bağımsız’da bireysel bağımsızlığımızı kimlik boyutunda irdelerken, doğumumuzdan itibaren toplum tarafından yapıştırılan etiketlerden birini de bize verilen isimlerimiz olarak belirtiyorsunuz. Sizce doğduklarında her bireye birer isim verilmiyor olsaydı bu nasıl bir dünya modeli oluştururdu?
- Bağımsızlık noktasında isteğimiz dışında üzerimize yapıştırılan pek çok etiketi sorguladım. Yaşadığımız ülke, milliyetimiz, konuştuğumuz dil, cinsiyetimiz ve hatta ismimiz… Kendimizi ait hissetmediğimiz her türlü etiketi reddetme hakkımız olduğuna inanıyorum. Öncesinde bunlara karar veren ailemiz veya toplum olabiliyor ama böyle sürdüreceğimiz anlamına gelmemeli. İsim konusuna gelince, biliyorsun Amerikalı şarkıcı Prince ismini bir işarete dönüştürdü. Romanda da kendimden örnekler veriyorum; Türkiye’de Can ismini taşıyorum, sevenlerim Cancan der, Kürtçede Cano, Çin’de yaşarken ismim Kın Katı, Amerika’da ise Kan (Ken okunuyor). Bu değişimi yaşadığım anda aslında ne kadar da özgür ve şanslı olduğumu anladım. Her saniye vücut hücrelerimiz değişirken “Ben böyleyim” mantığını öncelikle kendimde kabul etmiyorum. Ayrıca değişimin bir keşif, bir macera, bir yenilenme olduğuna inanıyorum. “Hamdım-Piştim-Yandım” sözünde bile değişimi görebiliyoruz. Değişim hücrelerimizde, doğada, çevremizde, kısacası değişim her yerde.
Can Çavuşoğlu’na bu söyleşi için teşekkür ederim.
Büşra Köse @UyuyanPeri
Metrosfer
Can Çavuşoğlu, kendini gerçekleştirme yolunda önemli adımlar atmış cesur, güçlü ve “başarmış” bir kişilik. Bu da, çevresindekiler için örnek teşkil ediyor. Burnu havada bazı yazarların aksine samimi duruşuyla insanların kalbini kazanıp güven veriyor. Demem o ki, ulaşılmazları oynamıyor efendim, insanlara, onları görerek bakıyor. Bununla birlikte oldukça neşeli… Tabir yerindeyse, adeta rengârenk!
Can Çavuşoğlu ile Bağımlı & Bağımsız romanı hakkında güzel bir röportaj yaptık. Keyifli okumalar dilerim.
- Bağımlı‘da yavru aslan ve baba aslanın gizli oyunu sürecinde, ensest bir hikâye olmasını göz önünde bulundurursak, şefkat duygusunun yer almasını okurlarınız olarak hangi açıdan değerlendirmeliyiz?
- Yavru Aslan bölümü, romandaki duygu akışının başlangıcını temsil eder. Buradan hareketle “Ebeveynlerin kendi çocuklarını böyle bir ilişkiye nasıl yönlendirebilir?” sorusunu kurcaladım. Zorlama olamazdı… Böylece çocuğun anne veya babasına duyduğu güveni aktarmaya çalıştım. Romanda Yavru ve Baba Aslanın ensest ilişkisi güvene dayalı bir oyun mahiyetinde başlıyor. Farkındaysan zaten baba bu oyunu kendi babasından öğrenmiş. Yani aile içi ensest, tipik vakalarda olduğu gibi, bir diğer kuşağa geçiyor. Yavru Aslan, büyüyünce romandaki ana karaktere, soğukkanlı bir katile, dönüşeceği için hissettiklerini onun çocuksu ve masum duygularıyla yansıttım. Acaba okur, acımasız bir katile sempati besleyebilir miydi?
Romanım bir üçleme olarak kurgulandığı için Yavru Aslan üçlemenin sonuncusuna bir girişti. Diğer yandan LGBTİ okurlardan özellikle bu bölüm konusunda eleştiriler aldım. Toplumda yerleşik algılar söz konusu olunca, kişinin çocukluğunda yaşadığı bir tecavüz, travma veya ensest ilişki sonrasında eşcinsel olduğuna inanılması biraz tat kaçırmış olabilir. İki noktanın altını çizmek istiyorum, birincisi; bu bölümü yazarken okuyucularımın çoğunluğunun heteroseksüel olacağını düşündüm. Yaşanan ensest ilişki neticesinde kişinin eşcinsel olacağı savını desteklemiyorum aksine bir katilin geçmişinde yaşadığı derin acıyı yansıtıyorum. Bu acı sanılanın aksine enset ilişki değil, Baba Aslanın hayatından bir anda çıkmasıdır. Nitekim ensest ilişki mağduru, eşcinsel veya seri katile dönüşmeyen pek çok insan var. İkinci husus; önem verdiğim karakterleri şekillendirirken hikâyeye gelişigüzel dâhil olmalarını istemiyorum. Başrol oyuncularının karakterlerine yansıyan geçmişleri ve o geçmişte yaşanmış enteresan deneyimler olmalı.
- Askerliğinde tim komutanlığı yapmış biri olarak o döneminizdeki ruh halinizle, romandaki seri katil Melih’in ölümle hesaplaşıp ona kafa tuttuğu ruh halinin örtüştüğünü gözlemliyorum. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
- Romanın ilk bölümünde böyle bir kurgu yer alıyor. Özellikle “Format” kısmında askerlik adı altında insanların nasıl kolayca birer savaş makinasına dönüştürüldüğünü aktardım. Tabi kişisel deneyimlerimden yola çıkarak… Savaş durumunda insanın realitesi değişir. Bazı anlar olur, farklı bir boyuta adım atarsınız; öncelikleriniz, algılarınız, zevkleriniz, seçtiğiniz renkler bile başkalaşır. İşin enteresan tarafı, yaşanan yeni gerçeklikte siz normalsinizdir, diğer her şey ise anormal. O ince çizgiyi geçen pek çoğumuz geri dönmeyi başardı ama bir kısmımız orada kalmayı tercih etti. Haliyle yeni gerçekliklerinde daha mutlular, bunu sadece tahmin edebiliyorum çünkü sormadım. Romana dönecek olursak, yaşadığı gerçeklikte kendisini ölü kabul eden birini tekrardan öldüremezsiniz. Yenemezsiniz de… Böylece yaşamı veya yaşamamayı katilin varoluşuyla bütünleştirdim. Ölümle tekrar yüzleşmek için birinin ölmesi gerekiyordu. Ruh çağırmak gibi düşünün, sanki ölümü çağırmak adına gerçekleştirilen bir tören.
- Anlatımda okuyucuların görsel-işitsel-dokunsal algı sistemlerine eşit derecede hitap eden kelime dağılımını çok başarılı buldum. Sizce kitabın akıcılık açısından da daha geniş kitleye hitap edebilmesinin nedenlerinden biri bu eşit dağılım olabilir mi?
- Doğru iletişimin yapı taşlarıdır bunlar. Ders aktarırken, sunum ve konuşma yaparken, iş toplantılarında, kişisel ilişkilerimde hep buna dikkat etmişimdir. Romanı yazarken de aynı tekniği kullanmak istedim. Biliyorsunuz istenilen mesajı doğru verebilmek için her birimizin algı aralığında yer alan işitsel, dokunsal ve görsel alanlara hitap etmemiz gerekir. Anlatımlarımda edebi cümleler kurmak yerine görselliği ön plana çıkardım, ayrıca web sitemde yer alan referans videolarla hem görselliği hem de işitselliği destekledim. Zaten tarz olarak polisiye, içerisinde ancak gereken miktarda edebiyat barındırabilirdi. Çok ağdalı cümleler kullanırsanız okur dönüp tekrar okuduğunda önceden yakaladığı ritmi kaçırabilir. Hikâyenin içerisine anlamı dolayısıyla karakterlerin önem atfettiği şarkılardan bağlantılar koydum. Son olarak da dokunsallığı pekiştirmek adına aralara yoğun duygu devinimleri kattım. Bir mutluluk resmi hayal ederken aniden nereden geldiği belli olmayan bir şok yaşayabilirsiniz.
- İnsan olarak yapmamız gereken en önemli şeyin, kendimizi gerçekleştirmek olduğunu düşünüyorum. Kendinizi gerçekleştirme yolunda, Bağımlı & Bağımsız ile kendi puzzle’ınızın hangi parçalarını bir araya getirip bütüne dâhil ettiniz? Sizi özgürleştirdiği ruhsal durumlar var mıydı?
- İlk romanım aynı zamanda bir dolaptan çıkma projesidir. Bu zamana kadar gizlemek zorunda kaldığım cinsel kimliğimin bütünüyle dışa vurumu diyebiliriz. Kimisi yakınlarından başlar açılmaya, gazeteye ilan da verebilirsiniz, bense roman yazmayı tercih ettim. Bu zamana kadar takmak zorunda kaldığım o korkunç maskeleri ait oldukları yere, yani tuvalete tıkıştırdım, romanımın her sayfasında bir sifon çektim. Kendimi daha önce hiç bu kadar sevmemiştim. Yıllar öncesinden cinselliğimi irdelerken okuduğum, incelediğim pek çok referansı ve araştırmayı da romanın hikâyesine yerleştirdim. Böylece heteroseksüel okurun, eşcinselliğin genetikliğinden tutun da tanışma platformları ve çark (gezi) alanlarına kadar pek çok konuda bilgi edinmesini sağlamayı amaçladım. Romanım bu yönüyle ayrıca “Eşcinsellik 101” görevi görüyor diyebilirim.
- Melih, ilk işlediği cinayette iç hesaplaşması esnasında içinde biriktirdiği nefreti çağırırken, bunu yapabilmek için aynı zamanda nelere evet, nelere hayır diyor?
- Bir cinayet işleyebilmek için ilk önce motivasyon, bir dürtü oluşması gerekir. Bu motivasyon kişiye göre psikolojik, fiziksel veya her ikisi birden olabilir. Melih’inki daha çok duygusal… Kurbanını seviyor ama verdiği sevginin karşılığını alamıyor. Kurban, erkek bir seks işçisi ve iki tarafın beklentisi haliyle farklı… İşin içine bir de şantaj girince film kopuyor. Katil, askerliği esnasında öldürmeye alışkın, dolayısıyla önceden tanıştığı Azrail’i hayatına geri çağırması kolay oluyor. Detaylı bir planlamadan sonra da hedefine ulaşıyor. Hayır dedikleri ise; öncelikle geride kanlı bir tablo bırakmak istemiyor çünkü kendisini bir cani olarak görmüyor. Karşısında uzanmış yatan bedene saygı duyuyor. Ama ilerleyen sayfalarda işler tabi çığırından çıkıyor.
- Bağımsız’da, hikâyeye Bağımlı’nın yazarı olarak ortaya çıkıp, siz de dâhil oluyorsunuz ki bence en hoş sürprizlerden biriydi. Kitabı yazarken buna hangi aşamada ve nasıl karar verdiniz? Bu size kendinizi nasıl hissettiriyor?
- Bağımlı’yı bitirdiğim zaman Bağımsız’ın hikâyesi, akış şeması ve karakterleri hazır, bir tek yazıya dökmek kalmıştı. Kıyasladığımda birbirlerinden çok farklı olduklarını gördüm. Bir anda aklıma çıldırmak geldi. Yani okura şunu hissettirmek istedim; Bağımlı’yı bitirdiğinde “Acaba bu yaşananlar gerçek olabilir mi? Yok canım…” derken, hayal ve gerçek ikilemindeyken Bağımsız’da hikâyeye bizzat karakter olarak girerek yeni bir gerçeklik algısı yarattım. Ortada anlatılan bir hikâye var, sonra gerçeğe dönüşüyor ama sonunda hepsi gene bir romandan ibaret oluyor. Ayrıca yazarın kendi romanında önemli bir karaktere dönüşmesi zevkli oluyormuş. Bunu yazmayı bitirdiğimde anladım.
- Bağımsız’da bireysel bağımsızlığımızı kimlik boyutunda irdelerken, doğumumuzdan itibaren toplum tarafından yapıştırılan etiketlerden birini de bize verilen isimlerimiz olarak belirtiyorsunuz. Sizce doğduklarında her bireye birer isim verilmiyor olsaydı bu nasıl bir dünya modeli oluştururdu?
- Bağımsızlık noktasında isteğimiz dışında üzerimize yapıştırılan pek çok etiketi sorguladım. Yaşadığımız ülke, milliyetimiz, konuştuğumuz dil, cinsiyetimiz ve hatta ismimiz… Kendimizi ait hissetmediğimiz her türlü etiketi reddetme hakkımız olduğuna inanıyorum. Öncesinde bunlara karar veren ailemiz veya toplum olabiliyor ama böyle sürdüreceğimiz anlamına gelmemeli. İsim konusuna gelince, biliyorsun Amerikalı şarkıcı Prince ismini bir işarete dönüştürdü. Romanda da kendimden örnekler veriyorum; Türkiye’de Can ismini taşıyorum, sevenlerim Cancan der, Kürtçede Cano, Çin’de yaşarken ismim Kın Katı, Amerika’da ise Kan (Ken okunuyor). Bu değişimi yaşadığım anda aslında ne kadar da özgür ve şanslı olduğumu anladım. Her saniye vücut hücrelerimiz değişirken “Ben böyleyim” mantığını öncelikle kendimde kabul etmiyorum. Ayrıca değişimin bir keşif, bir macera, bir yenilenme olduğuna inanıyorum. “Hamdım-Piştim-Yandım” sözünde bile değişimi görebiliyoruz. Değişim hücrelerimizde, doğada, çevremizde, kısacası değişim her yerde.
Can Çavuşoğlu’na bu söyleşi için teşekkür ederim.
Büşra Köse @UyuyanPeri
Metrosfer