Ben Radikal’den kovulmadım. Bu unutuluyor. Radikal’den istifa ederek gittim. İstifa etmemin nedenleri Türkiye’de hâlâ var ve artıyor. Türkiye’de ifade özgürlüğü yok ki. Mesela, Hürriyet Gazetesi’ne röportaj verdim. Röportajdan yola çıkarak Acun bana dava açtı. Bu normal mi artık? Bir de “hocam bana taktı” gibi çok takılan biri olduğumu düşünüyorum. Beni mahkemeye vermeye başbakan doyamıyor. Radikal’de yazarken de vermişti, Taraf’ta kısacık yazdım yine verdi. Sen hukukçu olduğun için daha iyi bilirsin. Eleştirinin sınırının nerede bitip hakaretin sınırının nerede başladığı son derece muğlak. Bu hakim ve savcıların yargısına kalmış ve onlar her şeyi hakaret olarak görme eğilimindeler. Son 3, 5 yıldır farklı kararlar çıkmaya başladı. Taraf’taki yazım için Recep Tayyip Erdoğan hem ceza hem tazminat davası açtı. Beraat ettim. Yine de bu kaderin cilvesi gibi. Rulet gibi. Masada nerede duracağı da belli değil hukukumuzun. Mahkemelenmekten bezdim. Ben mesela kendi kendime yazarsam, avukat işlerimle ve mahkeme işlerimle kim uğraşacak? Benim Radikal’den gitmemin bir nedeni birlikte yazdığım insanlardan hoşlanmamamdı. Öyle bir can ciğer kuzusu olduğum insanlar da yok ki internet’te yazayım. Bir de psikolojik olarak yazdığım zamanlar siyasi bir hayvana dönüşüyorum ya da gündemin hayvanına dönüşüyorum. Sürekli gündem içinde yaşıyorum. Aşırı sinirli bir hayat sürüyorum. Bunun karşılığı da yok benim için. Bütün bu nedenler yok olmadı ki döneyim.
Ben popüler kültürü elimden geldiğince yine takip ediyorum. O bir müptelalık. Benim popüler kültür tutkum bir adamın futbol tutkusu gibi. Artık eskisi kadar önemli ve sansasyonel star çıkmıyor, çıkmasına da imkan yok. İş ne de düğümlendi? Artık sahne hayatı yok. Sinema da yok. Nuri Bilge Ceylan bir oyuncuyu oynatıyor. Onun için disposable oyuncular. Bir sonraki filminde asla onu oynatmıyor. Şimdi televizyon dizilerinin başrol oyuncuları çok önemli. Onlar da o kadar seviyeli, dikkatli, özenli ki artık herkesin Çanakkale geçilmez gibi menajerleri var. O menajerler imajlarını o kadar vahşi canavarlar gibi koruyorlar ki… Mesela Çağatay Ulusoy’un bir röportajını okusan ne olur, okumasan ne olur. Serenay Sarıkaya hakeza. Beren Saat arada bir daha dürüst bir iki laf ediyor. Bu çocuklar robot çocuk gibi röportaj veriyorlar. Sorular önceden onlara gidiyor. Verecekleri cevaplar belli. Son derece prefabrik röportajlar veriyorlar. Bütün dünya starlarının yaptığı gibi, gündeme gelmek istedikleri zaman, mesela, Meryem Uzerli Almanya’dan işini süper idare etti. Ne yapıyorlar? Facebook’a bir fotoğraf yolluyor “bebeğim bebeğim, bebeğim ve ördeği” diyor. Bütün gazeteler bunu manşetten girebiliyor. Böylece Meryem Uzerli göz önünde oluyor ama son derece kontrollü bir şekilde göz önünde oluyor. Bebeğiyle ilgili kötü bir laf duymadan bize poposunu gösteriyor. Yeni kuşak televizyonda ünlü olan çocukların hepsi konservatuardan, Bilkent’ten çok daha üst orta sınıf, hatta üst sınıf çocukları. Ünlü olmak için başı gözü dağıtma niyetinde değiller. Televizyondan tıkır tıkır paralarını kazanıyorlar ve imajlarını da inanılmaz sıkı bir şekilde koruyorlar. Onun için de kalkıp da Ciciş’leri takip edecek halimiz yok. Şu an kendini expose etmeye hazır olan tiplerin zaten hiçbir değeri yok. Öbür tiplerde Instagram, Facebook, menajer, danışman ve röportajlarla kendini feci derece koruduğu için ilgi çekecek insan kalmadı Türkiye’de.
Starın rezil olma potansiyeli de önemlidir. Mesela, Amerika sürekli Lindsay Lohan’la uğraşıyor. Lindsay Lohan’ın hiç doğru düzgün bir filmi yok ama kendini rezil etmekle meşgul. Amanda Bynes diye bir kız var o da çocukken yıldız olanlardan. O da sürekli içkili ve deli deli peruklar takıp yakalanıyor. Bu ikisini takip ediyorlar çünkü bu ikisi sadece ‘fucked up’ durumda. Britney Spears bir zamanlar yapıyordu. Delirmişti, saçını kazıtıyordu. Aslında insanların ilgilendiği insani zaafiyetler sansasyonel skandal davranışları hiç kimse sergilemiyor artık. Hollywood’da da sürekli birinci bebeğim oldu, üçüncü bebeğim oldu. Gey adamlar da öyle. İşte ikinci çocuğumuzu evlat edindik, ikizlerimizle fotoğraf çektirdik. Herkes artık o kadar siyasetten doğrucu ve imajı o kadar mükemmel ki. Bu boşluğu mesela Kardashian ailesi dolduruyor. ‘White trash’ bir ‘reality’ show yürüterek. Bütün dünyada popüler kültürde böyle bir eksiklik var.
Kimse artık kendini arzu etmediği tarzda teşhir etmek istemiyor. Mesela, Leonardo Dicaprio Instagram hesabı açtı. “aaa Leonardo Dicaprio Instagram hesabı açtı” diye herkes büyük coşkuya kapıldı. Ne koydu Instagram’a? Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’yle görüşmesisin fotoğraflarını koydu çünkü çevreci. Aşırı çevreci. Bize yalnızca çevreciliğini teşhir etmek istiyor. Yazın Capri adasında koca göbeğiyle denize atlarken resim koymak istemiyor. Çevreci mesajlarını paylaşmak istiyor. Çok sıkıcı. Aslında siyaseten doğruculuk öldürdü bence popüler kültürü. Artık herkes aşırı derecede siyaseten doğruculuğa meraklı. Bence benim köşe yazarlığımın özlenen bir tarafı varsa benim siyaseten yanlışçı olabilme potansiyelimdir. Çünkü ben kişisel kin ve intikam içinde ne mücadeleler yürüttüm. Benim için siyaseten doğruculuktan daha önemli olan o anda hissettiklerim. Artık kimse siyaseten yanlışçılığı köşe yazarlığında da, artistlikte de göze almak istemiyor.
Türk toplumu o kadar acayip bir neo muhafazakar krizde ve ihbarcılık hastalığına yakalandı ki… Herkes her şeyi ihbar ediyor. Kimse hiçbir şeyi kabul etmeyecek düzeyde. Yani artık muhafazakarlaştığımız için değil. Delirdiğimiz ve ihbarcılığı ileri safhalara götürdüğümüz için yapamayacağız. Mesela şu Niran Ünsal olayı nedir Allah aşkına. Yeni bir muhafazakarlığın bayraktarlığını yapmaya çalışıyor. “Çok okudum ben. İngiltere’de de böyley, çok okudum çok” diye konuşuyor. İngiltere’de George Michael bir klip yapmıştı. Blair’le Bush’u aynı yatağa koydu ve Blair’i Bush’un köpeği olarak çizdi. İngiltere’de böylesine bir ifade özgürlüğü var. Sen neden bahsediyorsun hanım? “Vay efendim Demek Akalın klibinde kalçasını gösteriyor” diye yola çıkarak muhafazakarlıkta sınıf birincisi olmaya çalışıyor. “Hocam bana bakın asıl muhafazakar benim” krizine girdi herkes. Çok sinir bozucu.
Bizim halkımız bizi bu koşullarda yaşatmaya çalışan bir hükümete oy veriyorsa bu bizim için her gün depresan almak gibi bir şey değil mi? Birde 17 Aralık soruşturmasında ortaya dökülen şeyler olmamış gibi yapıldı. Hadi Gezi’yi atlattın diyelim. 17 Aralık’ı nasıl atlatacaksın? Kolay mı atlatmak? Ya da Kabataş olayları. Mesela, o Kabataş olayları inanılmaz bir şeydi. “Cami’de içki içtiler, Cami’de haçlı insanlar dolaştı” deniliyor. İmam çıkıyor “hayır böyle bir şey olmadı” diyor. İmam sürgüne yollanıyor. Artık o kadar sansürcü ve baskıcı bir hakikat sevmezliğe geçiş yaptık ki… Zaten benim Türkiye’yle ilgili, hayatla ilgili en büyük sorunum bu; hakikat sevmezlik. Bir yazı kitabı daha yazarsam, üçüncünün adını “Yalanlarla Yaşayanlar” koymak istiyorum. Yalanlarla yaşayanlar beni çok rahatsız ediyor. İnsanların yalanlarla yaşaması beni çok çok müşteki ediyor. Türkiye’de bunun her gün siyasi arenada dozu arttırılıyor. Biz buna mağruz bırakılıyoruz. Bu çok acıklı bir şey. Ben bu kadar hakikat sevmez siyasetçilerin yönettiği bir ülkede yaşamak istemiyorum. Nokta. Ama başka yere gitmeyeceğim burası benim ülkem.
O zaman ki koşullarda AK Parti bugünkü kıvamını almadan bana yeni bir anayasa sunsaydı ve anayasa da demokratikleşmeyi ve AB standartlarına yaklaşmamızı önermişken benim evetçi olmamdan daha doğal bir şey olamaz. O gün evetçi olduğum için pişman falan değilim. Kendimi oradan oraya da atmayacağım. Aksine, Türkiye’de yaşayan muhtelif halkların ve benim bu kadar müşteki olduğum ve 12 Eylül vesayet anayasasını değiştirmeye gönlü el vermeyen başka unsurlar utansın. Böyle bir değişikliği bana vadeden kişiyi, partiyi, oluşumu benim desteklememden daha doğru bir şey olamaz. Bugün AK Parti bu şekilde ortaya çıksa kesinlikle yanında yer almam çünkü bu değişimi yapmayacağına eminim. O gün emin değildim, ümit ediyordum.
Sezen Aksu Türk siyasi tarihinde o kadar çok doğru zamanda kendini tehlikeye atarak o kadar doğru hareketler yaptı ki. “Hadi sen oradan Fethullahçı” falan demek ayıptır ve günahtır. Sezen Aksu yetmez ama evetçiyken de samimiydi, bugün AKP hükümetini eleştirirken, Berkin için şarkı yaparken, yazı yayımlarken de samimi. Bence ülkesindeki demokrasinin iyileşmesi için elini taşın altına sokmuş insanları bu kadar kara koyunlaştırmanın alemi yok. Bunu yapanlar da yine ulusalcılar ya da AKP fanatikleri. Onlar çünkü aşırı derecede kin ve intikam dolular.
Gülben Ergen’in imanının kaç desibel olduğunu sürekli izlemek zorunda mıyız? İlk defa hacda geçen bir reklam filmi izliyoruz.
Armağan Çağlayan - Radikal
Ben popüler kültürü elimden geldiğince yine takip ediyorum. O bir müptelalık. Benim popüler kültür tutkum bir adamın futbol tutkusu gibi. Artık eskisi kadar önemli ve sansasyonel star çıkmıyor, çıkmasına da imkan yok. İş ne de düğümlendi? Artık sahne hayatı yok. Sinema da yok. Nuri Bilge Ceylan bir oyuncuyu oynatıyor. Onun için disposable oyuncular. Bir sonraki filminde asla onu oynatmıyor. Şimdi televizyon dizilerinin başrol oyuncuları çok önemli. Onlar da o kadar seviyeli, dikkatli, özenli ki artık herkesin Çanakkale geçilmez gibi menajerleri var. O menajerler imajlarını o kadar vahşi canavarlar gibi koruyorlar ki… Mesela Çağatay Ulusoy’un bir röportajını okusan ne olur, okumasan ne olur. Serenay Sarıkaya hakeza. Beren Saat arada bir daha dürüst bir iki laf ediyor. Bu çocuklar robot çocuk gibi röportaj veriyorlar. Sorular önceden onlara gidiyor. Verecekleri cevaplar belli. Son derece prefabrik röportajlar veriyorlar. Bütün dünya starlarının yaptığı gibi, gündeme gelmek istedikleri zaman, mesela, Meryem Uzerli Almanya’dan işini süper idare etti. Ne yapıyorlar? Facebook’a bir fotoğraf yolluyor “bebeğim bebeğim, bebeğim ve ördeği” diyor. Bütün gazeteler bunu manşetten girebiliyor. Böylece Meryem Uzerli göz önünde oluyor ama son derece kontrollü bir şekilde göz önünde oluyor. Bebeğiyle ilgili kötü bir laf duymadan bize poposunu gösteriyor. Yeni kuşak televizyonda ünlü olan çocukların hepsi konservatuardan, Bilkent’ten çok daha üst orta sınıf, hatta üst sınıf çocukları. Ünlü olmak için başı gözü dağıtma niyetinde değiller. Televizyondan tıkır tıkır paralarını kazanıyorlar ve imajlarını da inanılmaz sıkı bir şekilde koruyorlar. Onun için de kalkıp da Ciciş’leri takip edecek halimiz yok. Şu an kendini expose etmeye hazır olan tiplerin zaten hiçbir değeri yok. Öbür tiplerde Instagram, Facebook, menajer, danışman ve röportajlarla kendini feci derece koruduğu için ilgi çekecek insan kalmadı Türkiye’de.
Starın rezil olma potansiyeli de önemlidir. Mesela, Amerika sürekli Lindsay Lohan’la uğraşıyor. Lindsay Lohan’ın hiç doğru düzgün bir filmi yok ama kendini rezil etmekle meşgul. Amanda Bynes diye bir kız var o da çocukken yıldız olanlardan. O da sürekli içkili ve deli deli peruklar takıp yakalanıyor. Bu ikisini takip ediyorlar çünkü bu ikisi sadece ‘fucked up’ durumda. Britney Spears bir zamanlar yapıyordu. Delirmişti, saçını kazıtıyordu. Aslında insanların ilgilendiği insani zaafiyetler sansasyonel skandal davranışları hiç kimse sergilemiyor artık. Hollywood’da da sürekli birinci bebeğim oldu, üçüncü bebeğim oldu. Gey adamlar da öyle. İşte ikinci çocuğumuzu evlat edindik, ikizlerimizle fotoğraf çektirdik. Herkes artık o kadar siyasetten doğrucu ve imajı o kadar mükemmel ki. Bu boşluğu mesela Kardashian ailesi dolduruyor. ‘White trash’ bir ‘reality’ show yürüterek. Bütün dünyada popüler kültürde böyle bir eksiklik var.
Kimse artık kendini arzu etmediği tarzda teşhir etmek istemiyor. Mesela, Leonardo Dicaprio Instagram hesabı açtı. “aaa Leonardo Dicaprio Instagram hesabı açtı” diye herkes büyük coşkuya kapıldı. Ne koydu Instagram’a? Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’yle görüşmesisin fotoğraflarını koydu çünkü çevreci. Aşırı çevreci. Bize yalnızca çevreciliğini teşhir etmek istiyor. Yazın Capri adasında koca göbeğiyle denize atlarken resim koymak istemiyor. Çevreci mesajlarını paylaşmak istiyor. Çok sıkıcı. Aslında siyaseten doğruculuk öldürdü bence popüler kültürü. Artık herkes aşırı derecede siyaseten doğruculuğa meraklı. Bence benim köşe yazarlığımın özlenen bir tarafı varsa benim siyaseten yanlışçı olabilme potansiyelimdir. Çünkü ben kişisel kin ve intikam içinde ne mücadeleler yürüttüm. Benim için siyaseten doğruculuktan daha önemli olan o anda hissettiklerim. Artık kimse siyaseten yanlışçılığı köşe yazarlığında da, artistlikte de göze almak istemiyor.
Türk toplumu o kadar acayip bir neo muhafazakar krizde ve ihbarcılık hastalığına yakalandı ki… Herkes her şeyi ihbar ediyor. Kimse hiçbir şeyi kabul etmeyecek düzeyde. Yani artık muhafazakarlaştığımız için değil. Delirdiğimiz ve ihbarcılığı ileri safhalara götürdüğümüz için yapamayacağız. Mesela şu Niran Ünsal olayı nedir Allah aşkına. Yeni bir muhafazakarlığın bayraktarlığını yapmaya çalışıyor. “Çok okudum ben. İngiltere’de de böyley, çok okudum çok” diye konuşuyor. İngiltere’de George Michael bir klip yapmıştı. Blair’le Bush’u aynı yatağa koydu ve Blair’i Bush’un köpeği olarak çizdi. İngiltere’de böylesine bir ifade özgürlüğü var. Sen neden bahsediyorsun hanım? “Vay efendim Demek Akalın klibinde kalçasını gösteriyor” diye yola çıkarak muhafazakarlıkta sınıf birincisi olmaya çalışıyor. “Hocam bana bakın asıl muhafazakar benim” krizine girdi herkes. Çok sinir bozucu.
Bizim halkımız bizi bu koşullarda yaşatmaya çalışan bir hükümete oy veriyorsa bu bizim için her gün depresan almak gibi bir şey değil mi? Birde 17 Aralık soruşturmasında ortaya dökülen şeyler olmamış gibi yapıldı. Hadi Gezi’yi atlattın diyelim. 17 Aralık’ı nasıl atlatacaksın? Kolay mı atlatmak? Ya da Kabataş olayları. Mesela, o Kabataş olayları inanılmaz bir şeydi. “Cami’de içki içtiler, Cami’de haçlı insanlar dolaştı” deniliyor. İmam çıkıyor “hayır böyle bir şey olmadı” diyor. İmam sürgüne yollanıyor. Artık o kadar sansürcü ve baskıcı bir hakikat sevmezliğe geçiş yaptık ki… Zaten benim Türkiye’yle ilgili, hayatla ilgili en büyük sorunum bu; hakikat sevmezlik. Bir yazı kitabı daha yazarsam, üçüncünün adını “Yalanlarla Yaşayanlar” koymak istiyorum. Yalanlarla yaşayanlar beni çok rahatsız ediyor. İnsanların yalanlarla yaşaması beni çok çok müşteki ediyor. Türkiye’de bunun her gün siyasi arenada dozu arttırılıyor. Biz buna mağruz bırakılıyoruz. Bu çok acıklı bir şey. Ben bu kadar hakikat sevmez siyasetçilerin yönettiği bir ülkede yaşamak istemiyorum. Nokta. Ama başka yere gitmeyeceğim burası benim ülkem.
O zaman ki koşullarda AK Parti bugünkü kıvamını almadan bana yeni bir anayasa sunsaydı ve anayasa da demokratikleşmeyi ve AB standartlarına yaklaşmamızı önermişken benim evetçi olmamdan daha doğal bir şey olamaz. O gün evetçi olduğum için pişman falan değilim. Kendimi oradan oraya da atmayacağım. Aksine, Türkiye’de yaşayan muhtelif halkların ve benim bu kadar müşteki olduğum ve 12 Eylül vesayet anayasasını değiştirmeye gönlü el vermeyen başka unsurlar utansın. Böyle bir değişikliği bana vadeden kişiyi, partiyi, oluşumu benim desteklememden daha doğru bir şey olamaz. Bugün AK Parti bu şekilde ortaya çıksa kesinlikle yanında yer almam çünkü bu değişimi yapmayacağına eminim. O gün emin değildim, ümit ediyordum.
Sezen Aksu Türk siyasi tarihinde o kadar çok doğru zamanda kendini tehlikeye atarak o kadar doğru hareketler yaptı ki. “Hadi sen oradan Fethullahçı” falan demek ayıptır ve günahtır. Sezen Aksu yetmez ama evetçiyken de samimiydi, bugün AKP hükümetini eleştirirken, Berkin için şarkı yaparken, yazı yayımlarken de samimi. Bence ülkesindeki demokrasinin iyileşmesi için elini taşın altına sokmuş insanları bu kadar kara koyunlaştırmanın alemi yok. Bunu yapanlar da yine ulusalcılar ya da AKP fanatikleri. Onlar çünkü aşırı derecede kin ve intikam dolular.
Gülben Ergen’in imanının kaç desibel olduğunu sürekli izlemek zorunda mıyız? İlk defa hacda geçen bir reklam filmi izliyoruz.
Armağan Çağlayan - Radikal