Bundan yıllar önce Adana’da lise okurken çok yakın iki dostum vardı. Bu candan sevdiğim iki dostum ile hayatın her türlü sıkıntısını çekiyor ayağımıza zincir gibi bağlanmış yoksulluğumuzu paylaşıyorduk. Okulun olmadığı vakitlerde Adana’nın tarihi köprüsü olan Taşköprü üzerinde bir tur atar,kenarlarında narenciye ağaçlarının olduğu parklarda oturur ve saatlerce dertleşirdik. O zamanlarda çocuk denilecek yüreğimizle geleceğe dair planlarımızı anlatır, insanoğlunun derinleştirdiği eşitsizliğe ve adaletsizliğe rağmen saf umutlarımızla birlikte üniversite hayalleri kurardık. Aradan binlerce gün geçtikten, iki kışa ve yaza şahit olduktan sonra üniversiteyi kazandık ve memleketimizden kilometrelerce uzağa hayata ilk adımımızı attık.
Geçen onca zamana rağmen dostluğumuz hala sıcaktı. Buna rağmen gizlenen bir sır vardı ve ben bunu çok sonra sezebilmiştim. Bunu sezmemdeki en büyük etken ise, içlerinden birinin hastaneye düşüp uzun süre psikolojik tedavi görmesiyle olmuştu. Tedavi gördüğü süre boyunca defalarca ısrar etmeme rağmen ağzından tek bir kelime dahi çıkmıyordu. Her defasında özel bir sorun deyip geçiştirmesinin ardından cinsel bir tacize maruz kaldığı fikrine kapılıyordum. İki dostumun da erkek olmasından dolayı kendi aralarında rahatlıkla konuşabiliyor sırlarını paylaşabiliyorlardı. Ama iş bana anlatmaya geldiğinde, gönül koymama rağmen tek bir ipucu dahi vermiyorlardı. Ta ki üniversite birinci sınıfın sonunda Adana’ya ailemi ziyarete gitmeme kadar.
Bir gün beni karşılarına alıp binlerce kez yemin ettirdiler. Bütün kutsal değerler üzerine ettiğim yeminin ardından can kulağıyla ve içimde bitmek tükenmek bilmeyen bir merakla onları dinlemeye hazırlandım. Ağızlarından çıkan ilk cümle ‘Biz eşcinseliz’ oldu. O ana kadar kafamda düşündüğüm ihtimallerin hiçbiriyle uzaktan yakından alakası olmayan bir sırdı bu. Çok şaşırmıştım. Hatta dünya başıma yıkılmıştı diyebilirim. Bunu suratımdaki ifadeden anlamalarına rağmen baştan sona her şeyi anlattılar. Çocukluktan itibaren normal olarak tabir edilen bizlerden farklı duygulara sahip olduklarını, sahip oldukları bu duyguları kimsenin bilmediği, ailelerinden saklamak zorunda olduklarını, ilişkilerini, aşklarını hepsini anlattılar. Eşcinsellere dair toplumun bana empoze ettiği şeylerin dışında bildiğim pek bir şey yoktu o zamanlar. Çocukluğumdan üniversiteye kadar toplumun genel ahlakında kadınlar erkeklerle, erkeklerde kadınlarla birlikte olurdu ve aksi olanları sapıklıktan başka bir şey değildi. Böyleleri haram insanlar olduğundan cennette hiçbir şekilde yer almayacak şeytanın kulları sayılırdı! Biri erkeğin zevkine hizmet eden oğlan, diğeri ise oğlanları kullanan bir ibneydi. Böylesi tanımlamaların yaygın olduğu bu toplumda yaşıyordum işte bende. Tabi onlara verebilecek hiçbir cevabım yoktu. Tek bir kelime dahi etmeden göğsüme oturmuş bir kaya, boğazımda nefesimi kesen bir düğümle evimin yolunu tuttum.
Abartısız üç gündüz boyunca doğru dürüst bir şey yemeden düşündüm. Geceleri de boğazımdaki düğümü açıp gözlerimden yaşların boşalmasına müsaade ettim. Kendime hep ‘olamaz’ dedim. Şimdi dostluğumuz bitecek mi diye sordum durdum. O zamanlar bu durum, hayatım boyunca kabullenemeyeceğim bir sorundu, hatta hastalıktı. Ama dördüncü günün sabahında onlarla yaşadığım o güzel dostluğu, kardeşliği ve paylaşımı düşündüm. Kararımı vermiştim görüşüp ilk olarak daha önce neden anlatmadıklarını sormakla işe başlayacaktım. Aslında cevap belliydi. Tahmin ettiğim gibi de cevap ‘bizimle bir daha görüşmezdin’ oldu. Zira böyle düşünmeleri için fazlasıyla haklı sebepleri vardı.
Bütün önyargılarıma, toplumun çocukluğumdan itibaren bana dayattığı genel ahlaka rağmen onlarla ilgili bilgi edinmeye başladım devamında. Yaşadıkları sıkıntıları dinledim. Polislerden yedikleri dayakları, eşcinsel oldukları için yaşam alanlarının ne kadar kısıtlı olduğunu, ilk aşklarını, umutlarını ve hayallerini.
İstanbul’a geri döndüğümde bambaşka biri olmaya karar vermiştim o konuşmadan sonra. Zaten döner dönmez de soluğu LGBİ derneğinde almıştım. Hiçbiri toplumun bana aktardığı gibi insanlar değildi. Neşeli, umutlu, kültürlü ve toplumun genel ahlak savunucularından bile daha ahlaklı. Ahlakları da ikiyüzlü olmamalarıydı tabi ki.
Bu hikayenin benim hayatımdaki yeri çok büyük. Normalliğin ne demek olduğunu, insan olmanın ne demek olduğunu çok sevdiğim bu eşcinsel dostlarımdan ve sonrasında da edindiğim eşcinsel arkadaşlarımdan öğrendim. Bundan dolayı HDP ve CHP gibi ilerlemeye önem veren partilerin, eşcinsel arkadaşların uğradığı haksızlıklara, baskıya önem verip seçim bildirilerinde de buna yer vermeleri umutlandırdı beni. Hele de geçtiğimiz günlerde, Anayasa Mahkemesi’nin cinsel ilişki biçimlerine dair verdiği kararı düşünürsek. Her ne kadar ‘normal olmayan ilişki biçimleri diye tanımladıkları verileri depolayanlara, izleyenlere ceza verdiklerini’ söyleseler de, bu kararın eşcinsel arkadaşların mahrem alanlarına müdahale edilmesinin önünü açtığını düşünmekteyim. Bu yüzden açıklanan seçim bildirilerinde eşcinsel arkadaşların haklarına dair beyanların olması, yaşadığımız bu gerici ülkede önemli bir adım şahsen.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki, bu beyanlar her ne kadar önemli bir adım olsa da yapılması gereken daha çok şey var. Yani kısacası yetmez ama evet…
Eylem Sezgin/ ethiknews.com
Geçen onca zamana rağmen dostluğumuz hala sıcaktı. Buna rağmen gizlenen bir sır vardı ve ben bunu çok sonra sezebilmiştim. Bunu sezmemdeki en büyük etken ise, içlerinden birinin hastaneye düşüp uzun süre psikolojik tedavi görmesiyle olmuştu. Tedavi gördüğü süre boyunca defalarca ısrar etmeme rağmen ağzından tek bir kelime dahi çıkmıyordu. Her defasında özel bir sorun deyip geçiştirmesinin ardından cinsel bir tacize maruz kaldığı fikrine kapılıyordum. İki dostumun da erkek olmasından dolayı kendi aralarında rahatlıkla konuşabiliyor sırlarını paylaşabiliyorlardı. Ama iş bana anlatmaya geldiğinde, gönül koymama rağmen tek bir ipucu dahi vermiyorlardı. Ta ki üniversite birinci sınıfın sonunda Adana’ya ailemi ziyarete gitmeme kadar.
Bir gün beni karşılarına alıp binlerce kez yemin ettirdiler. Bütün kutsal değerler üzerine ettiğim yeminin ardından can kulağıyla ve içimde bitmek tükenmek bilmeyen bir merakla onları dinlemeye hazırlandım. Ağızlarından çıkan ilk cümle ‘Biz eşcinseliz’ oldu. O ana kadar kafamda düşündüğüm ihtimallerin hiçbiriyle uzaktan yakından alakası olmayan bir sırdı bu. Çok şaşırmıştım. Hatta dünya başıma yıkılmıştı diyebilirim. Bunu suratımdaki ifadeden anlamalarına rağmen baştan sona her şeyi anlattılar. Çocukluktan itibaren normal olarak tabir edilen bizlerden farklı duygulara sahip olduklarını, sahip oldukları bu duyguları kimsenin bilmediği, ailelerinden saklamak zorunda olduklarını, ilişkilerini, aşklarını hepsini anlattılar. Eşcinsellere dair toplumun bana empoze ettiği şeylerin dışında bildiğim pek bir şey yoktu o zamanlar. Çocukluğumdan üniversiteye kadar toplumun genel ahlakında kadınlar erkeklerle, erkeklerde kadınlarla birlikte olurdu ve aksi olanları sapıklıktan başka bir şey değildi. Böyleleri haram insanlar olduğundan cennette hiçbir şekilde yer almayacak şeytanın kulları sayılırdı! Biri erkeğin zevkine hizmet eden oğlan, diğeri ise oğlanları kullanan bir ibneydi. Böylesi tanımlamaların yaygın olduğu bu toplumda yaşıyordum işte bende. Tabi onlara verebilecek hiçbir cevabım yoktu. Tek bir kelime dahi etmeden göğsüme oturmuş bir kaya, boğazımda nefesimi kesen bir düğümle evimin yolunu tuttum.
Abartısız üç gündüz boyunca doğru dürüst bir şey yemeden düşündüm. Geceleri de boğazımdaki düğümü açıp gözlerimden yaşların boşalmasına müsaade ettim. Kendime hep ‘olamaz’ dedim. Şimdi dostluğumuz bitecek mi diye sordum durdum. O zamanlar bu durum, hayatım boyunca kabullenemeyeceğim bir sorundu, hatta hastalıktı. Ama dördüncü günün sabahında onlarla yaşadığım o güzel dostluğu, kardeşliği ve paylaşımı düşündüm. Kararımı vermiştim görüşüp ilk olarak daha önce neden anlatmadıklarını sormakla işe başlayacaktım. Aslında cevap belliydi. Tahmin ettiğim gibi de cevap ‘bizimle bir daha görüşmezdin’ oldu. Zira böyle düşünmeleri için fazlasıyla haklı sebepleri vardı.
Bütün önyargılarıma, toplumun çocukluğumdan itibaren bana dayattığı genel ahlaka rağmen onlarla ilgili bilgi edinmeye başladım devamında. Yaşadıkları sıkıntıları dinledim. Polislerden yedikleri dayakları, eşcinsel oldukları için yaşam alanlarının ne kadar kısıtlı olduğunu, ilk aşklarını, umutlarını ve hayallerini.
İstanbul’a geri döndüğümde bambaşka biri olmaya karar vermiştim o konuşmadan sonra. Zaten döner dönmez de soluğu LGBİ derneğinde almıştım. Hiçbiri toplumun bana aktardığı gibi insanlar değildi. Neşeli, umutlu, kültürlü ve toplumun genel ahlak savunucularından bile daha ahlaklı. Ahlakları da ikiyüzlü olmamalarıydı tabi ki.
Bu hikayenin benim hayatımdaki yeri çok büyük. Normalliğin ne demek olduğunu, insan olmanın ne demek olduğunu çok sevdiğim bu eşcinsel dostlarımdan ve sonrasında da edindiğim eşcinsel arkadaşlarımdan öğrendim. Bundan dolayı HDP ve CHP gibi ilerlemeye önem veren partilerin, eşcinsel arkadaşların uğradığı haksızlıklara, baskıya önem verip seçim bildirilerinde de buna yer vermeleri umutlandırdı beni. Hele de geçtiğimiz günlerde, Anayasa Mahkemesi’nin cinsel ilişki biçimlerine dair verdiği kararı düşünürsek. Her ne kadar ‘normal olmayan ilişki biçimleri diye tanımladıkları verileri depolayanlara, izleyenlere ceza verdiklerini’ söyleseler de, bu kararın eşcinsel arkadaşların mahrem alanlarına müdahale edilmesinin önünü açtığını düşünmekteyim. Bu yüzden açıklanan seçim bildirilerinde eşcinsel arkadaşların haklarına dair beyanların olması, yaşadığımız bu gerici ülkede önemli bir adım şahsen.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki, bu beyanlar her ne kadar önemli bir adım olsa da yapılması gereken daha çok şey var. Yani kısacası yetmez ama evet…
Eylem Sezgin/ ethiknews.com