Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all articles
Browse latest Browse all 15058

David Bowie gay olduğunu söylemiş ama beni kabul etmezler diye bunu biseksüele çevirmiş

$
0
0

Bowie’nin hayatında başarı, trajedi ve şaşaa hep bir arada oldu. İyi yazılmış bir romanda olduğu gibi. O insanlara her zaman şaşırtıcı bir şeyler vermek istedi ve başardı, bedelini ödeyerek.

1962’den bu yana müziğin ve gösteri dünyasının içinde. 1967’den bu yana da insanları şaşırtan popüler müziğe yeni bir soluk getiren albümlere imza atıyor. O bir ikon ve her büyük başarının ardında olduğu gibi onunkinin ardında da trajediler var

Bowie daha ilk günlerden beri sadece müzisyen olmadığının farkındaydı. Aynı zamanda oyuncuydu. Sadece sesini değil, vücudunu da kullanmak istiyordu bir şey anlatmak istediği zaman. Sahnedeki teatral şovlar, yarattığı kurmaca karakterler hep bunun eseri. Ziggy Stardust 1972’de bu şekilde doğdu ve glam rock ile ilgilenen herkesin rol modeli oldu. O ışıltılı kıyafetler, feminen erkek görüntüsü, cinsiyet ayırt etmeyen cinsellik algısı, hem kadınların hem erkeklerin arzu nesnesine dönüşme, bunlar zamanın özgürleşme ruhunu ve 70’leri özetleyen ifadeler, kavramlar. Ve çoğunu pop literatürüne sokan Bowie. Şarkılarını milyonlarca kişi dinledi, pek çok sanatçı onu rol modeli olarak benimsedi.

Zirveye yerleşti, iyi müzik yaptı, önüne gelen, aklına esen herkesi elde edebileceğini biliyordu, öyle de yaptı.
Teknik olarak bunları yapan aslında Ziggy’ydi. Ama David Bowie’yi geliştiren ve yetiştiren de o oldu. İki karakter birbirini tetikledi.

Yıllar sonra geriye dönüp baktığında bunu kendi de itiraf etti zaten: “Tam olarak karar veremiyorum, acaba ben mi o karakteri yarattım yoksa o karakter mi beni? Yoksa aynı kişi miydik emin değilim” demesi boşuna değil.

Bowie bu ikilemin onu delirtmesinden korktuğunu da itiraf etmekten kaçınmadı hiç. En büyük korkularından biri delirmekti. Bunun için haklı nedenleri olabilir. Çocukluğuna bir göz atalım.

Annesi Margaret Burns İngiltere’nin Kent Country bölgesinde sıkıntılı fakir bir ailenin altı çocuğundan en büyüğü. Üç kızkardeşi ciddi zihinsel raratsızlıklar geçirmiş. Peggy’nin de (ona böyle diyorlardı) borderline kişilik özelliklerine sahip olduğu biliniyor. Sıradan bir ev kadını değil yani.

Peggy, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Terence Burns adında bir adama aşık oluyor ve ondan 1937’de bir erkek çocuk dünyaya getiriyor. Terry. Daha sonraki ilişkisinden bir de kızı oluyor ancak onu evlatlık veriyorlar. Peggy daha sonra Haywood Stenton Jones ile tanışıyor. Jones evli ve bir de kızı var. Bir müzik salonu işletmiş ancak batmış biri. Çocuklar için hayır işleri organize eden bir kurumda çalışıyor. Bir süre ilişkileri devam ediyor, ardından Jones karısından boşanıyor ve 1946’da Peggy ile evleniyor. Bir yıl sonra bir erkek çocukları oluyor. David Robert Jones. O David Bowie’dir.

Peggy’nin ilk ilişkisinden olan büyük oğlu Terry, Bowie için önemli bir karakter. Bowie pek çok röportajında, hatta onun cenazesine yolladığı çiçekte yazan mesajla bunu anlatıyor. Onun için önamlidir ama Bowie onun başına gelenler için kendini suçlayacaktır.

Terry ona pek çok konuda ilham verir ve destekler. Başta şahane, gelecek vaat eden neşeli ve enerjik bir gençken askere gidip döndükten sonra perişan olur Terry. Yaşadığı travmayı kaldıramaz. Kendine bakmamaya, sorunlu bir hayat yaşamaya başlar. Paranoyak şizofren teşhisi konur. Bowie, onun toprağın yarıldığını ve cehennem alevlerinin kendisini yaktığını sandığı için çığlıklar atarak yerlerde kıvranmasını hiç unutmaz. Daha sonra bir kliniğe yatacak, ardından 47 yaşında kafasını tren raylarına koyup intihar edecektir feci şekilde.

Bowie’nin çevrsinde psikolojik sorun ender rastlanan bir şey değil. O nasıl delirmediğini anlatırken “Ben psikolojik aşırılıklarımı şarkılarıma koydum. O yüzden belki de delirmeden kalabildim” diyor ki haklı. David Bowie’nin müziğini anlamak için bunları bilmek ve hayatını anlamak lazım. Bu adam neden durduk yere kendini boyadı, uzaya dair sözler yazdı, kendini dünyadan ve insanlardan soyutladı, uçuşa geçti, kendine parıltılı ışıltılı bir dünya yarattı ve içinde bütün 70’ler boyunca kaybolmayı tercih etti başka türlü anlamak zor.
Belki her şey bir plakla başlıyor. 1956’da babasının ona hediye ettiği Little Richard plağı “Tutti Frutti”.

Bowie’yi mutluluktan uçuyor. O ana kadar böyle bir şey duymamış. “Ben de insanları böyle şaşırtmalıyım” diyor. “Onlara şu ana kadar görüp duymadıkları bir şey izleteceğim.” Bowie için bundan sonra plakçıları gezip en yeni müzikleri dinleme devri başlamıştır. Davie Jones and the King Bees isimli grupta şarkıcı ve saksofoncudur. Kariyeri ufaktan başlamaktadır.

Bowie grup insanı değildi. Uyum sağlayamıyordu. Farklı bir yerlerde kendi başına farklı bir şeyler yapması gerekiyordu. 60’ların başında daha 16-17 yaşında kendi hakkında öğrendiği ilk şeylerden biri buydu.

Menajer Ken Pitt’le tanışması bu döneme denk geliyor. Pitt Liberace gibi renkli bir karakterin ve Manfred Mann gibi space rock sularında gezinen bir ekibin menajerliğini yapmıştı. Bob Dylan’a bir İngiltere turnesi ayarlamıştı. Bowie’yi görünce heyecanlandı. Bowie o sırada 19 yaşındaydı ve Londra’nın o dönem en avangart ve gözde mekanlarından Marquee Club’da çalıyordu.

Pitt, Bowie’nin menajeri oldu. Hatta onun evinde yaşamaya ikna etti. Bowie böylece annesinin bitmeyen ve ona zarar veren dırdırından, Terry’nin delilik nöbetlerinden kurtulacaktı. Bowie ile sevgili olup olmadıkları konusunda pek çok yorum var. daha sonra anılarında Terry’nin Bowie’nin fiziksel özelliklerini en ince ayrıntısına kadar anlatması şüpheleri artırıyor elbette.

Pitt ona artık David Jones olarak anılamayacağını adını değiştirmesi gerektiğini söyledi. Hem o dönem Davy Jones diye bir şarkıcı olduğundan hem de onun yeni bir kimliğe ihtiyaç olduğunu fark ettiğinden. Bowie adı Jim Bowie isimli karakterden geliyor. 19. yy’da yaşayan Amerikalı öncü kaşif, köle tüccarı ve arsa spekülatörü ve kahraman. Neden bu ismi seçti? Çünkü o sırada televizyonda bir dizisi vardı. Ve bu uçlarda gezinen, iyiyle kötünün içiçe geçtiği karakter ona anlamlı gelmişti.

David Bowie’nin müziğinde önemli bir aşama da Lou Reed’in müziğiyle tanışması. Menajeri Pitt New York’tan ona bir Velvet Underground plağı getirmişti. Bu plak, bahsedilen sınırdaki marjinal insanlar ve müzik hoşuna gitmişti Bowie’nin. Yapmak istedikleri hakkında onu cesaretlendirdiğini anlattı daha sonra. Yavaş yavaş yeni tarzı kafasında oturmaya başlamıştı.

İlk albümü David Bowie 1967’de yayımlandı. Pek ses getirmediyse de onu dansçı ve mim sanatçısı Lindsay Kemp ile tanıştırdı. Ondan sahnede nasıl durması gerektiğini, ışık kullanımını öğrendi. Kabuki tiyatrosundan absürd tiyatroya işin kültürüne vakıf oldu. Sevgili oldular aynı zamanda. Bowie kimilerine göre makyajından giyimine hep Kemp’i taklit etti. Bu hikaye hüzünlü bitti. Bowie onu dansçısıyla aldattı. Kemp bıçakla göğüslerini kesti ve o akşamki gösterisine kanlar içinde çıktı. Sonuç? Ölen yok ama psikolojik yıkım. Bowie arkasında ilerleyen yıllarda da enkazlar bırakarak yoluna devam etti.

1972’de “Ben duygusuz biriyim, soğuğum, hiçbir şey hissetmiyorum” diyordu. Hayatındaki diğer önemli kadın Angela Barnett oldu. İlk karısı ve ilk çocuğunun annesi. Ama o da payını alacaktı.

Angela koyu Katolik bir ailedendi ve babası ona 18 yaşına kadar bakire kalacağına söz verdirtmişti. O da lisede bir kızla birlikte olarak bu sözünü tuttu.

Bowie ile bir konserde tanıştılar. Birbirleri için yaratılmış gibi duruyorlardı. O gece birlikte oldular. Ve ilişkileri başladı. Ama hiçbir zaman normal olmadı. Olamazdı. Çünkü Bowie’den bahsediyoruz. Herkesle kadın erkek ayırt etmeden sevişen bir adam. Cinselliği hep ön planda. Böyle biriyle kim düzenli bir ilişki yaşamak ister ki? Evlendiler. Oğulları oldu. Şu anda yönetmenlik yapan Duncan Zowie Haywood Jones.

Bowie’nin yavaş yavaş adını duyrumaya başladığı yıllarda, 1969’da, babası zatürreeden öldü. Annesi “Ben bakarım” diye son ana kadar tıbbi müdahaleden uzak tutmuştu onu. Babasının ölmek istediği bile söylenir kurtulmak için. Kardeşi aynı yıl akıl hastanesine yattı. Bowie’nin ilk hit’i İngiltere’de bir numara olan “Space Oddity” bu dönemde çıktı. Başarı gelmişti ama trajedi devam ediyordu.

70’li yıllar büyük başarı getirdi. “Hunky Dory”, “The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders From Mars”, “Aladdin Sane” yayımlandı. Bowie giderek kendini toplumdan soyutlamış garip bir sanal kişiliğe dönüştü. Daha doğrusu kendini yabancılarştırdı ve bunu kasten yaptı. Şarkılarındaki cinsellik o zamana kadar görülmemiş derecede baskın ve açıktı. Rock’n Roll’a cinsellik onunla geldi bile diyebiliriz. Zaten zamanın da ruhuydu bir yandan. Dünyanın gidişatına ters değildi. Beatles uzun saçı moda yaparak bunun önünü sembolik olarak da açmıştı. Dünya özgürlüğü, cinselliği keşfediyordu. Bowie onlara hitap etti hem şarkıları hem özel yaşamıyla.

Ve elbette bu giyim kuşamına da yansıdı. Gierek daha feminen bir görünüme sahip oldu. Modacı Michael Fish ile tanışmasını ve bu yola girmesini öneren karısı Angela’ydı.

Bowie izleyen dönemde dünyanın en büyük rock yıldızlarından biri oldu. Beatles’tan beri satan en iyi şeydi. Konserleri olay oluyordu. Sıra Amerika’ya açılmaya gelince işler hafif değişti. Bir röportajında gay olduğunu söylemiş sonra Amerikalılar beni kabul etmez diye bunu biseksüele çevirmişti. Bu defa da gay’lerin tepkisini çekti.

Ama korktuğu olmadı.1974’te meşhur Amerika turnesine başladı. Bu onun için pek çok açıdan, özellikle de müzikal açıdan önemli bir aşama oldu. Müziğini ve sahne şovunu revize etti. Gitaristini değiştirdi, soul şarkıcısı Luther Vandross’a geri vokallerinin orkestrasyonu emanet etti. John Lennon ile tanıştı ve onunla birlikte daha sonra 1975’teki Young Americans albümünde yer alacak “Fame”i besteledi. Bu onun ABD’deki ilk büyük hit’i oldu.

O yıllarda bir İngiliz müzisyen için dünya çapında olmanın yolu ABD’de büyük olmaktan geçiyordu tıpkı şimdiki gibi ve Bowie bunu başardığında kariyerinde yeni bir yola girdi. Alternatif bir isim olmaktan çıktı ve dünya çapındaki sanatçılar arasına katıldı. Star oldu ve bu dönemde kendi gibi dünya starlarıyla haşır neşir olmaya başladı.

Bir gece Led Zeppelin gitaristi Jimmy Page’in onu lanetlediğine inandı. Page kara büyüyle ilgileniyordu ve okültist Alistair Crowley’nin evini satın almıştı. Bowie’nin kokain ve muhtelif uyuşturucularla fazlaca haşır neşir olmaya başladığı bu dönem onun için karanlık bir dönemdi. Daha sonraları röportajlarında o dönem şeytanın evindeki havuzda yaşadığını düşündüğünü söyleyecek kadar ileri götürmüştü bu garip takıntılarını.
1976’da Berlin’e taşındı. Iggy Pop en yakın arkadaşıydı. Burada hayatını alkol ve uyuşturuculara adadı. Adolf Hitler’in hayatını okudu ve onun ilk rock star olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti. “Bence Mick Jagger’dan farkı yok” demişti Playboy dergisine. Daha sonra o günler ve o düşünceler için tamamen delirmiştim. Aklım neredeydi bilmiyorum” diyecekti.

1977’ye gelindiğinde farklı bir boyuta geçmişti. “Low” yayımlanacaktı ve şirketi RCA bunu istemiyordu. Bir şekilde “Heroes” ile birlikte iki albümü birden yayımlama kararı aldılar ve “Low” onun müzikal açıdan belki gelecek nesillere en fazla ilham veren albümlerinden biri oldu.1978-Davie-Bowie-OnStage

İlerleyen yıllarda ailevi açıdan zor günler geçirdi. Karısı Angela mutsuzdu. İntihara kalkıştı. Onun hakkında basında pek çok olumsuz açıklama yaptı ama Bowie bir şekilde çalkantılı rock’n roll hayatını geride bırkamış, şaşırtıcı biçimde iyi bir baba olmaya çalışmış, Duncan’ı bütün bu travmatik olayların dışında tutmayı başarmıştı.

1980’deki Scary Monsters (and Super Creeps) albümü ve buradaki “Ashes to Ashes” yine ortalığı kırıdı geçirdi. Bunu ardından üç yıllık bir ara verdi Bowie.

Herkes ne yapacağını beklerken ondan kariyerinin en müthiş albümlerinden biri geldi. Artık Ziggy Stardust zamanlarından uzak, kendini müziğe vermiş biri vardı sahnede. 70’lerle ve hayatıyla hesaplaşıyordu. Kardeşi Terry’nin intiharının ardndan iyice durgunlaşmış normal dönmüştü.

80’lerde “Let’s Dance” ile yarattığı etki bittiğinde ve 90’lara gelindiğinde artık iyice olgun bir müzisyen görünümündeydi. Çılgınlıklardan ve trajediden uzak durmaya çalışıyordu.

1992’de Etiyopya asıllı model model Iman ile evlendiğinde 80’leri atlatmış ama depresyonu atlatamamış bir haldeydi. Daha sonra verdiği pek çok röportajda Iman olmasa intihar edebileceğini söyledi. Hayatını Iman’a borçlu olduğunu defalarca anlattı.

Bu yıllarda gelen en önemli albüm “Outside” oldu ve dönemin ruhunu gene en iyi ele alan albümlerden biri oldu. Bu albümdeki “I’m Deranged” klasitir. Erdal Kızılçay’In da bas çaldığı bu Brian Eno albümü müzikal açıdan 90’ların manifestosu gibidir ve çok fazla sanatçıya ilham kaynağı olmuştur.

2000’lerin ise en önemli albümü “Heathen” oldu. Bowie ölüm teması üzerine odaklanıyor ve hayatındaki en önemli şeyin İman’dan olan kızı Alexandra Zahra Jones David-Bowie-The-Next-Day1olduğunu söylüyordu. “Zaman daralıyor, artık tek düşündüğüm ne kadar zamanım var ve bu zamanda neler yapabilirim” diyordu. 2000’de doğan Zahra o zaman iki yaşındaydı. Bugün 12.

Bowie son 10 yıldır inzivaya çekilmiş, Manhattan’da üzerinde sade bir kazak, sıradan bir kumaş pantolon ve paltoyla görüntüleniyordu. Meğer gene bizi şaşırtmaya hazırlanıyormuş. Son iki yıldır gizlice albümün yeni kaydediyor ve bunu kimselere söylemiyormuş.

Albüm şimdiden iTunes’da ön satışta bir numara oldu. Bakalım ne sürprizler hazırladı bize Bowie, hep birlikte göreceğiz bir ay sonra.

Vatan

Viewing all articles
Browse latest Browse all 15058

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue



<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>