DÜN Mehmet Yılmaz da yazmış.
Başbakan’ın, Kabataş’taki Zehra Develiğoğlu olayıyla ilgili “Siz Adli Tıp raporlarını nerenize koyacaksınız?” lafını.
E artık bu nedir?
Nasıl bir seviyedir!
İnsanın aklı, havsalası almıyor.
İşin tuhaf yanı, Adli Tıp raporlarını yüzde yüz güvenilecek bir şeymiş gibi sunmak da cabası...
Biz ne Adli Tıp raporları gördük ki...
Tamamen gerçekdışıydılar!
14 yaşındaki tecavüze uğrayan kızın psikolojisinin bozulmadığını iddia ediyordu.
Sonra kamuoyu “Olur mu böyle şey!” diye isyan edince, bu defa kızın psikolojisini bozmaya karar verdiler!!!!
Hangi güvenilirlik, hangi Adli Tıp...
ZEHRA İÇİN UĞRAŞTIM
Ben olayı duyduğum andan itibaren Zehra’yla röportaj yapmak isteyenlerden biriydim.
Çünkü benim için tacize uğrayan kadın haberleri her zaman birinci sırada oldu.
İster örtülü olsun, ister örtüsüz.
Bugüne kadar bir sürü de yaptım.
Zehra için de çok uğraştım.
Elif Çakır’ı aradım, Zehra’nın kayınpederini aradım, konuştum, ikna etmek için dil döktüm.
Ama başaramadım.
Zehra’ya ulaşabilen ve röportaj yapabilen tek gazeteci Elif Çakır’dı. O da herhalde başörtülü diye düşünüyorum. Beni “öteki kamp”tan gördükleri için kabul etmediler diye tahmin ediyorum.
Böylelikle olayı, sadece Elif Çakır’ın yazdıklarından öğrenmiş olduk.
Kayınpederi bana dedi ki, “Sadece konuştular. Teyp meyp yoktu. İki kadın dertleştiler..”
Yani Elif Çakır’ın yazısı hafızasında tutabildikleri ve hayalinde süsleyebildikleriyle sınırlıydı...
Ben Zehra’yla görüşmeyi başaramadım ama Elif Çakır, Balçiçek İlter’le buluşturdu.
Gerçi Balçiçek’in yazacak bir köşesi yoktu ama televizyon programında bahsetti.
Bunun üzerine ben de Zehra’nın anlattıklarını dinleyen ikinci kişi olarak Balçiçek’i aradım.
Dinleyen kimseyi ikna etmediği için ben de “Ya, bütün bunlar doğru olabilir mi?” dedim.
(Bandanalı, üstleri çıplak, deri eldivenli adamlar... Üzerine çiş yapmalar... Uyandıktan sonra kendini kaybetmeler... Kırılan puset... Bebeğine darp... Ve kendisine darp... Ve sütten kesilmesi...)
Elif Çakır böyle şeyler yazdı çünkü...
Balçiçek, “Ben ikna oldum” dedi.
Ben de bir haber için birinin tanıklığına başvuruyorum, tam tersine kanıtsız haber yapmamak için konuştuklarımızı kaydettim...
Ve yayınladım.
BU MU GAZETECİLİK
Ve aylar sonra...
İnsanları ikna etmeyen, kafa karıştıran bu abartılı hikâyenin görüntülerle desteklenmediği de ortaya çıktı.
Peki gazetecilerin yapması gereken nedir?
Bunu, haberi halka ulaştırmak.
Gazeteci haberleri saklamak için değil, açıklamak için vardır.
Karşı karşıya geldiğimiz gerçek şudur, bir kadın tacize uğradığını iddia ediyor, yine gazetecilerin yazdığına göre elinde beş gün sonra alınmış darp raporu var, öte yanda da o saatlerdeki Kabataş MOBESA kameralarında Zehra’nın anlatılanları kanıtlayan görüntüler yok.
Zehra’yı savunan Balçiçek ve İsmet Berkan özür diliyor.
Ama Başbakan, “Peki Adli Tip raporlarını nereye koyacaksınız?” diyor.
O görüntüler ne olacak peki?
Darp raporunu gerçek kabul edeceğiz, görüntüleri yok sayacağız öyle mi!?...
Bize önerilen gazetecilik bu mu?
Ayşe Arman - Hüriyet
Başbakan’ın, Kabataş’taki Zehra Develiğoğlu olayıyla ilgili “Siz Adli Tıp raporlarını nerenize koyacaksınız?” lafını.
E artık bu nedir?
Nasıl bir seviyedir!
İnsanın aklı, havsalası almıyor.
İşin tuhaf yanı, Adli Tıp raporlarını yüzde yüz güvenilecek bir şeymiş gibi sunmak da cabası...
Biz ne Adli Tıp raporları gördük ki...
Tamamen gerçekdışıydılar!
14 yaşındaki tecavüze uğrayan kızın psikolojisinin bozulmadığını iddia ediyordu.
Sonra kamuoyu “Olur mu böyle şey!” diye isyan edince, bu defa kızın psikolojisini bozmaya karar verdiler!!!!
Hangi güvenilirlik, hangi Adli Tıp...
ZEHRA İÇİN UĞRAŞTIM
Ben olayı duyduğum andan itibaren Zehra’yla röportaj yapmak isteyenlerden biriydim.
Çünkü benim için tacize uğrayan kadın haberleri her zaman birinci sırada oldu.
İster örtülü olsun, ister örtüsüz.
Bugüne kadar bir sürü de yaptım.
Zehra için de çok uğraştım.
Elif Çakır’ı aradım, Zehra’nın kayınpederini aradım, konuştum, ikna etmek için dil döktüm.
Ama başaramadım.
Zehra’ya ulaşabilen ve röportaj yapabilen tek gazeteci Elif Çakır’dı. O da herhalde başörtülü diye düşünüyorum. Beni “öteki kamp”tan gördükleri için kabul etmediler diye tahmin ediyorum.
Böylelikle olayı, sadece Elif Çakır’ın yazdıklarından öğrenmiş olduk.
Kayınpederi bana dedi ki, “Sadece konuştular. Teyp meyp yoktu. İki kadın dertleştiler..”
Yani Elif Çakır’ın yazısı hafızasında tutabildikleri ve hayalinde süsleyebildikleriyle sınırlıydı...
Ben Zehra’yla görüşmeyi başaramadım ama Elif Çakır, Balçiçek İlter’le buluşturdu.
Gerçi Balçiçek’in yazacak bir köşesi yoktu ama televizyon programında bahsetti.
Bunun üzerine ben de Zehra’nın anlattıklarını dinleyen ikinci kişi olarak Balçiçek’i aradım.
Dinleyen kimseyi ikna etmediği için ben de “Ya, bütün bunlar doğru olabilir mi?” dedim.
(Bandanalı, üstleri çıplak, deri eldivenli adamlar... Üzerine çiş yapmalar... Uyandıktan sonra kendini kaybetmeler... Kırılan puset... Bebeğine darp... Ve kendisine darp... Ve sütten kesilmesi...)
Elif Çakır böyle şeyler yazdı çünkü...
Balçiçek, “Ben ikna oldum” dedi.
Ben de bir haber için birinin tanıklığına başvuruyorum, tam tersine kanıtsız haber yapmamak için konuştuklarımızı kaydettim...
Ve yayınladım.
BU MU GAZETECİLİK
Ve aylar sonra...
İnsanları ikna etmeyen, kafa karıştıran bu abartılı hikâyenin görüntülerle desteklenmediği de ortaya çıktı.
Peki gazetecilerin yapması gereken nedir?
Bunu, haberi halka ulaştırmak.
Gazeteci haberleri saklamak için değil, açıklamak için vardır.
Karşı karşıya geldiğimiz gerçek şudur, bir kadın tacize uğradığını iddia ediyor, yine gazetecilerin yazdığına göre elinde beş gün sonra alınmış darp raporu var, öte yanda da o saatlerdeki Kabataş MOBESA kameralarında Zehra’nın anlatılanları kanıtlayan görüntüler yok.
Zehra’yı savunan Balçiçek ve İsmet Berkan özür diliyor.
Ama Başbakan, “Peki Adli Tip raporlarını nereye koyacaksınız?” diyor.
O görüntüler ne olacak peki?
Darp raporunu gerçek kabul edeceğiz, görüntüleri yok sayacağız öyle mi!?...
Bize önerilen gazetecilik bu mu?
Ayşe Arman - Hüriyet