Bu son dönemde, hukuk, nasıl darmadağın edildi?
Önce ağır bir kadrolaşma dönemi, bir anayasa değişikliğiyle yargıyı tamamen ele geçirme. Muhalifleri susturmak için özel yetkili mahkemeleri kullanmalar, sahte kanıtlarla açılan davalarla masumların hayatını karartmalar, medya manipülasyonuyla yargıyı yönlendirmeler, HSYK uygulamaları, baskıları ve telefon trafikleriyle yargı kararları verdirmeler. İhale yasasıyla sürekli oynayarak, Sayıştay ve teftiş denetimlerini engelleyerek iktidarın ve şeriklerin kâr paylarını ve kazançlarını arttırma. Hatta futbol kulüplerine yargı eliyle ders vermeler... Yargı bağımsızlığı kalktı, iktidarın bağımsızlığı geldi. Her konuda bağımsız denetimsiz mutlak bir iktidar yaratmak için yargı kullanıldı, kullanılıyor. Bazı yargıçlar da ne yazık ki, buna alet oldu, oluyor. Bütün pis işleri yargıyı kullanarak yaptılar! ‘Eski darbeci’ler, cesetsiz cinayet teknikleri yani faili meçhullerle ülkeyi yönetiyorlardı. ‘Zamane darbecileri’ ülkeyi bir cezaevi işletmesi gibi yönetmeye soyundular. Yargı kararlarının piyasalara etkisi dışında her şey onlar için önemsiz. Aileler, ölümler umurlarında değil...
Başbakan’a Yüce Divan yolu gözükebilir mi?
Yargı bağımsızlığını kabul etmeyen, dava takipçisi, ihale takipçisi olduğu izlenimi yerleşmiş bir başbakanın geleceği olamaz. O kanıtlar yeterliyse, yüce divanlık bir adamdır artık. “Bizim günah işleme, suç işleme özgürlüğümüz var, müdahale edemezsiniz!” filan diyemezler. Halkın parası, küfürbaz ihalecilere pay karşılığında peşkeş çekildiyse bunun bir karşılığı olmalı. Sokakta katledilen çocuklar için, “Emri ben verdim!” diyenler yargılanmalı. “Ben hukukum” diyorsanız bu tehlikeli bir diktatörlüktür. Adaletsizlik, cinayetten farksızdır. Bu cinayete, halk bir yere kadar tahammül edebilir. Umarım yargılanır. Hem de kendi yarattığı adalet sistemi tarafından. Ya da bir gün, yurtdışından dönüşü için bekleşen arkadaşlarını boynu bükük bırakmaya karar da verebilir! Bilinmez.
Düşünün, Başbakan ve Adalet Bakanı, ‘sisteme transfer edilen 2000 hâkim arkadaş’tan bahsediyor. “Arkadaş” ne sevimli bir ifade değil mi? Öyle fütursuzlar ki artık, son kararnameyle avukatlıktan atadıkları hâkimlerin bir kısmı AKP yöneticileri. Reza Zarrab ve bakan çocuklarını serbest bırakan hâkimin çifte standardına dikkat ediniz. Gezi’de çocukları kovalayan palalıyı koruyan hâkimle, onlarca adamın tecavüzüne uğrayan mağdur kız çocuğunu nerdeyse suçlu ilan eden hâkim ruh ikizidir. Halkı değil iktidarı ve zihniyetini korumakla yükümlüdürler!
Yalanlarla anılan biri oldu Başbakan... Kabataş, camide içki... Bütün bunlar nelere yol açtı?
Bir yalan söylenir, ondan sonra gelen tüm yalanlar, bir öncekini kapatmak içindir. Kuralı bu galiba. Yalanı, yalanla kapatmaya çalışarak öyle bir hale geldi ki, hepsine birden kendisi de inanır oldu. Gezi olayları sırasında, üst düzeye çıkan bu alışkanlığı incelenmeye değer bir vaka. Ama tabii hiçbirimizin onun çocukluğuna inme filan gibi bir mecburiyetimiz yok. Oslo görüşmelerinde, Kabataş olayında, “Camide içki içildi”yle, “Polisimizi şehit ettiler”le, dış mihrak, faiz lobisi, kemirgenle filan sürdü gitti. Yargı konusunda söyledikleriyle de tüy dikti. Yalanları, duble yollar kadar oldu galiba. Ama şürekâsı da farksız. Baktılar ki Başbakanları yapıyor ve tutuyor, valileri, emniyet müdürleri, yargıçları, savcıları da yalan söylemeye başladılar. Yalan söyleyen tanıklar buldular, yalan söyleyen anketçiler buldular. Güven duymuyor kimse, gündem değiştirme gücünü yitirdi.
“Şundan eminiz ki, biz onlara inat, fikri hür, vicdanı hür çocuklar, gençler yetiştirmeye devam edeceğiz! Güç karşısında eğilip bükülmeyen, güçlünün hizmetkârı ve uşağı olmayan, ruhu kuş gibi özgür, sorgulayan gençler... Zihnini tembihleyip, pasifize edeceğiniz eşyalar değil bizim çocuklarımız. Öyle kolay değil o iş! Vesayetin kibirli temsilcilerine, mütehakkimlerine inat, inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünün gücünü ve önemini çocuklarımıza sonuna kadar anlatmaya ve bedeli ne olursa olsun bu değerleri savunmaya devam edeceğiz...
Bilginin en büyük güç olduğuna inanıyorum. Paradan, aşiretten, cemaatten de büyük bir güç.
Dillerinden hiç düşürmedikleri dini kullanıyorlar. Tüm dertlerinin para olduğu algısını değiştirmeleri artık zor. Zaten, evlerinde biriktirdikleri paralara da bakılırsa ya dolar ya Euro. Hiç öyle dindarlık gibi bir hevesleri olmadığı da görülüyor! Hani din kardeşliği söylemleri nerede? Belli ki kardeşlikleri sadece döviz kardeşliği. Hadi anladık Türk Lirası’nı sevmiyorlar, demek ki kendi yönettikleri ekonomiye de güvenmiyorlar...
Ama kötü kalpli olduğu, kendisi gibi düşünmeyen herkesi terörist, çapulcu, kemirgen, dış mihrak ilan etmesinden belliydi zaten. Bana göre en sevdiği tarihi karakter kendisi olan, kendini seçilmiş uhrevi bir kişi gibi gören, bazıları tarafından da öyle görülen ama aslında sıradan bir muhafazakârdı. Fakat asla demokrat değildi. Öyle olsaydı, kendine itiraz eden gençleri şefkatle anlamaya çalışırdı. Polise destan yazdırmazdı. Şeffaf olurdu, başı her sıkıştığında, rakiplerini ya da sevmediği insanları yok etmek istediğinde, “Alo Fatih, Alo Sadullah” filan diye telefonlara sarılmazdı.
Aydın Doğan davasındaki Sadullah Ergin’le konuşma, yargıya müdahale değil mi?
Tam montaj filan diyecek zannediyorduk ki, Başbakan görüşme yaptığını kabul etti. Hatta “Bundan doğal ne olabilir!” dedi. Yani müdahaleden doğal ne olabilirmiş? Kabulüne göre, Başbakan’ın Adalet Bakanı tarafından bir davanın takibini istemesi, bir dosyanın Adalet Bakanı tarafından Başbakan’a sunulması, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı’na talimat vermek, bir davanın ilgililerini kastederek, “Bu konudaki şeyi bayağı hassas. Bunların mahkûm olması lazım” demek bırakın yargıya müdahaleyi ceza talimatı vermek değildir de nedir? Pek çok siyasi davada, orduya kumpas, Ergenekon, Şike Davası’nda da aynı yöntemi kullanmadıkları ne malum. Bu kayıttan sonra artık herhangi bir davanın meşruiyeti kalmış mıdır? Bu ülkede, yargı eliyle seçim güvenliği sağlanabilir mi? Düşünün bu talimatlarla kaç masum cezaevlerine konuldu kim bilir? Ve kaç suçlu salıverildi kim bilir? Adalet dağıtmayı kömür dağıtmakla karıştırmış bunlar! Sadece kendilerini güçlendirmek ve aklamak için kullanıyorlar yargıyı. Biz biliyorduk ama bu kayıtlarla, adalet bu ülkede artık kimin mülkünün, hangi villaların temeli herkes öğrendi!
Ayşe Arman - Hürriyet
Önce ağır bir kadrolaşma dönemi, bir anayasa değişikliğiyle yargıyı tamamen ele geçirme. Muhalifleri susturmak için özel yetkili mahkemeleri kullanmalar, sahte kanıtlarla açılan davalarla masumların hayatını karartmalar, medya manipülasyonuyla yargıyı yönlendirmeler, HSYK uygulamaları, baskıları ve telefon trafikleriyle yargı kararları verdirmeler. İhale yasasıyla sürekli oynayarak, Sayıştay ve teftiş denetimlerini engelleyerek iktidarın ve şeriklerin kâr paylarını ve kazançlarını arttırma. Hatta futbol kulüplerine yargı eliyle ders vermeler... Yargı bağımsızlığı kalktı, iktidarın bağımsızlığı geldi. Her konuda bağımsız denetimsiz mutlak bir iktidar yaratmak için yargı kullanıldı, kullanılıyor. Bazı yargıçlar da ne yazık ki, buna alet oldu, oluyor. Bütün pis işleri yargıyı kullanarak yaptılar! ‘Eski darbeci’ler, cesetsiz cinayet teknikleri yani faili meçhullerle ülkeyi yönetiyorlardı. ‘Zamane darbecileri’ ülkeyi bir cezaevi işletmesi gibi yönetmeye soyundular. Yargı kararlarının piyasalara etkisi dışında her şey onlar için önemsiz. Aileler, ölümler umurlarında değil...
Başbakan’a Yüce Divan yolu gözükebilir mi?
Yargı bağımsızlığını kabul etmeyen, dava takipçisi, ihale takipçisi olduğu izlenimi yerleşmiş bir başbakanın geleceği olamaz. O kanıtlar yeterliyse, yüce divanlık bir adamdır artık. “Bizim günah işleme, suç işleme özgürlüğümüz var, müdahale edemezsiniz!” filan diyemezler. Halkın parası, küfürbaz ihalecilere pay karşılığında peşkeş çekildiyse bunun bir karşılığı olmalı. Sokakta katledilen çocuklar için, “Emri ben verdim!” diyenler yargılanmalı. “Ben hukukum” diyorsanız bu tehlikeli bir diktatörlüktür. Adaletsizlik, cinayetten farksızdır. Bu cinayete, halk bir yere kadar tahammül edebilir. Umarım yargılanır. Hem de kendi yarattığı adalet sistemi tarafından. Ya da bir gün, yurtdışından dönüşü için bekleşen arkadaşlarını boynu bükük bırakmaya karar da verebilir! Bilinmez.
Düşünün, Başbakan ve Adalet Bakanı, ‘sisteme transfer edilen 2000 hâkim arkadaş’tan bahsediyor. “Arkadaş” ne sevimli bir ifade değil mi? Öyle fütursuzlar ki artık, son kararnameyle avukatlıktan atadıkları hâkimlerin bir kısmı AKP yöneticileri. Reza Zarrab ve bakan çocuklarını serbest bırakan hâkimin çifte standardına dikkat ediniz. Gezi’de çocukları kovalayan palalıyı koruyan hâkimle, onlarca adamın tecavüzüne uğrayan mağdur kız çocuğunu nerdeyse suçlu ilan eden hâkim ruh ikizidir. Halkı değil iktidarı ve zihniyetini korumakla yükümlüdürler!
Yalanlarla anılan biri oldu Başbakan... Kabataş, camide içki... Bütün bunlar nelere yol açtı?
Bir yalan söylenir, ondan sonra gelen tüm yalanlar, bir öncekini kapatmak içindir. Kuralı bu galiba. Yalanı, yalanla kapatmaya çalışarak öyle bir hale geldi ki, hepsine birden kendisi de inanır oldu. Gezi olayları sırasında, üst düzeye çıkan bu alışkanlığı incelenmeye değer bir vaka. Ama tabii hiçbirimizin onun çocukluğuna inme filan gibi bir mecburiyetimiz yok. Oslo görüşmelerinde, Kabataş olayında, “Camide içki içildi”yle, “Polisimizi şehit ettiler”le, dış mihrak, faiz lobisi, kemirgenle filan sürdü gitti. Yargı konusunda söyledikleriyle de tüy dikti. Yalanları, duble yollar kadar oldu galiba. Ama şürekâsı da farksız. Baktılar ki Başbakanları yapıyor ve tutuyor, valileri, emniyet müdürleri, yargıçları, savcıları da yalan söylemeye başladılar. Yalan söyleyen tanıklar buldular, yalan söyleyen anketçiler buldular. Güven duymuyor kimse, gündem değiştirme gücünü yitirdi.
“Şundan eminiz ki, biz onlara inat, fikri hür, vicdanı hür çocuklar, gençler yetiştirmeye devam edeceğiz! Güç karşısında eğilip bükülmeyen, güçlünün hizmetkârı ve uşağı olmayan, ruhu kuş gibi özgür, sorgulayan gençler... Zihnini tembihleyip, pasifize edeceğiniz eşyalar değil bizim çocuklarımız. Öyle kolay değil o iş! Vesayetin kibirli temsilcilerine, mütehakkimlerine inat, inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünün gücünü ve önemini çocuklarımıza sonuna kadar anlatmaya ve bedeli ne olursa olsun bu değerleri savunmaya devam edeceğiz...
Bilginin en büyük güç olduğuna inanıyorum. Paradan, aşiretten, cemaatten de büyük bir güç.
Dillerinden hiç düşürmedikleri dini kullanıyorlar. Tüm dertlerinin para olduğu algısını değiştirmeleri artık zor. Zaten, evlerinde biriktirdikleri paralara da bakılırsa ya dolar ya Euro. Hiç öyle dindarlık gibi bir hevesleri olmadığı da görülüyor! Hani din kardeşliği söylemleri nerede? Belli ki kardeşlikleri sadece döviz kardeşliği. Hadi anladık Türk Lirası’nı sevmiyorlar, demek ki kendi yönettikleri ekonomiye de güvenmiyorlar...
Ama kötü kalpli olduğu, kendisi gibi düşünmeyen herkesi terörist, çapulcu, kemirgen, dış mihrak ilan etmesinden belliydi zaten. Bana göre en sevdiği tarihi karakter kendisi olan, kendini seçilmiş uhrevi bir kişi gibi gören, bazıları tarafından da öyle görülen ama aslında sıradan bir muhafazakârdı. Fakat asla demokrat değildi. Öyle olsaydı, kendine itiraz eden gençleri şefkatle anlamaya çalışırdı. Polise destan yazdırmazdı. Şeffaf olurdu, başı her sıkıştığında, rakiplerini ya da sevmediği insanları yok etmek istediğinde, “Alo Fatih, Alo Sadullah” filan diye telefonlara sarılmazdı.
Aydın Doğan davasındaki Sadullah Ergin’le konuşma, yargıya müdahale değil mi?
Tam montaj filan diyecek zannediyorduk ki, Başbakan görüşme yaptığını kabul etti. Hatta “Bundan doğal ne olabilir!” dedi. Yani müdahaleden doğal ne olabilirmiş? Kabulüne göre, Başbakan’ın Adalet Bakanı tarafından bir davanın takibini istemesi, bir dosyanın Adalet Bakanı tarafından Başbakan’a sunulması, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı’na talimat vermek, bir davanın ilgililerini kastederek, “Bu konudaki şeyi bayağı hassas. Bunların mahkûm olması lazım” demek bırakın yargıya müdahaleyi ceza talimatı vermek değildir de nedir? Pek çok siyasi davada, orduya kumpas, Ergenekon, Şike Davası’nda da aynı yöntemi kullanmadıkları ne malum. Bu kayıttan sonra artık herhangi bir davanın meşruiyeti kalmış mıdır? Bu ülkede, yargı eliyle seçim güvenliği sağlanabilir mi? Düşünün bu talimatlarla kaç masum cezaevlerine konuldu kim bilir? Ve kaç suçlu salıverildi kim bilir? Adalet dağıtmayı kömür dağıtmakla karıştırmış bunlar! Sadece kendilerini güçlendirmek ve aklamak için kullanıyorlar yargıyı. Biz biliyorduk ama bu kayıtlarla, adalet bu ülkede artık kimin mülkünün, hangi villaların temeli herkes öğrendi!
Ayşe Arman - Hürriyet