Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live

16 yaşındaki erkek çocuğa tecavüze 30 yıl hapis

$
0
0
Taksim'de 16 yaşındaki erkek çocuğunu zorla kaçırıp travestilerin evine götüren ve tecavüz eden şahıs hakim karşına çıkarılacak. Hazırlanan iddianamede şüpheli S.K.(30)'nın 30 yıl hapsi istendi.

Taksim'de Nisan ayında Kamer Hatun Mahallesi'nde saat 20.30 sularında kaçırılan 16 yaşındaki erkek çocuk M.B. tecavüze uğradı.

HEM TECAVÜZ HEM GASP

Olay üzerine başlatılan soruşturmada şüpheli S.K.(30) hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca iddianame hazırlandı. Hazırlanan iddianamede S.K.'nın, M.B.'yi zorla alıkoyarak bir eve soktuğu ve bu evde mağdura tecavüz ettiği belirtildi. Şüpheli S.K.'nın tecavüzden sonra mağdurun bir de parasına zorla el koyduğu iddianame satırlarında yer aldı.

İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek davada hakim karşısına çıkarılacak şüpheli S.K.'nın 'Çocuğun nitelikli cinsel istismarı, yağma' suçlarından 30 yıl hapsi istendi.

www.son.tv

Gay diye çatıdan attılar

$
0
0
IŞİD’in infazlarına bir yenisi daha eklendi. IŞİD militanların internete verdiği son görüntülerde bir Iraklı, eşcinsel olması “suçuyla” bir apartmanın çatısından atılıyor.

Videoda militanlar infazın gerekçelerini okurken şu ifadeleri kullanıyor: “Bu adamın eşcinsellik ve sapkınlık eylemleri içinde olduğunu saptadık ve şehirdeki en yüksek noktadan atılması gerektiğine karar verdik.” Kan donduran görüntülerin nerede çekildiği net olarak belli olmasa da Irak’ın kuzeyinde bir bölgeden geldiği düşünülüyor…

Milliyet

OSMANLI TARİHİNDE OĞLANCILIK

$
0
0
Gelibolulu Mustafa Ali on altıncı yüzyılda yetişen Ünlü Osmanlı tarihçisi. 1541 Gelibolu’da doğdu. Küçük yaşta tahsile başlayıp yirmi yaşında medreseden mezun oldu.

Mihr-ü Mah adlı eserini şehzade İkinci Selim’e takdim ederek divan kâtipliği vazifesine atandı. Daha sonra Şam beylerbeyi Lala Mustafa Paşanın divan kâtipliğine tayin edildi. Mustafa Paşanın Mısır beylerbeyi olması ile birlikte Mısır’a gitti. Bir süre sonra Mustafa Paşa, Mısır beylerbeyliğinden alınınca, Manisa’daki Şehzade Üçüncü Muradın musahipleri arasına girdi. Oradan Bosna Beylerbeyi Ferhat Paşanın divan kâtipliği vazifesine tayin edildi.

Sultan Üçüncü Murad Han devrinde Gürcistan beylerbeyliği ve divan kâtipliği görevlerinde bulundu.

Sultan Üçüncü Mehmed tahta çıktığı zaman mir-i miran rütbesiyle Şam valiliğine tayin edildi.

Son olarak kendisine Cidde emirliği verilen Mustafa Ali bu vazifesine Mısır ve Mekke yoluyla giderek hac farizasını yerine getirdi. 1600 senesinde Cidde’de vefat etti.

İyi bir şair olarak adını yazdırmasının yanı sıra şerh edebiyatımızda mühim yer edinmiştir. Sultan Üçüncü Murad’ın şiirlerinin şerhini yapmıştır. Nefi gibi bazı şairlere mahlas vermesi onun şiirimizin ustalarından olduğunun açık delilidir.

Asıl başarı alanı tarihtir. Künhü’l-Ahbar adlı tarih eserinde, sadece Osmanlı tarihini değil, Peygamberler tarihi, İslam tarihi, Türk ve Moğol tarihini de anlatmıştır.

TOPLUMSAL KURALLARI YAZDI

‘’Künh-ül-Ahbar" en büyük eseridir. Diğer eserlerinden bazıları Heft Meclis, Nadir-ül-Maharib, Menâkıb-I Hünerverân, Âdab, Hülâsâtü’l-Ahvâ der-Letâfet ‘tir.

Sultan Üçüncü Murad Hanın isteği üzerine yazdığı Kavaidü’l-Mecalis adlı eserde çeşitli sınıf, sanat ve mesleklere mensup insanların nasıl hareket edeceklerini, nasıl giyineceklerini, kısacası topluluk içinde adaba uygun yaşamak için neler yapmak ve neleri bilmek gerektiğini anlatmıştır.

"Nushatü's-Selâtin" adlı eseri sosyal hayatla ilgilidir. Doğu dünyasındaki siyasetname geleneğinin bir örneği olan bu eser, padişahlara yol göstermek üzere yazılmıştır. Bu eser o devrin siyasi ve sosyal durumunu göstermesi bakımından önemlidir... Padişahın devlet idaresi sırasında yapması gereken işleri anlatır.

OĞLANCILIĞI ANLATTI

Osmanlı ve Padişahlar ile ilgili derin tecrübe ve bilgi sahibi olan Mustafa Ali’nin ‘’Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları’’ adında 2 cilt, muhafazakar Tercüman yayınlarından çıkmış olan kitabının sekizinci bölüm başlığı ‘’Bıyığı terlememiş ve sakalı çıkmamış olanlar takımını anlatır’’ tanımı ile büyük harflerle yazılmıştır.

Son günlerde tartışılmakta olan gündemdeki yerini sabitlemiş ‘’Muhteşem Yüzyıl’’ dizisinin kıyamet koparan harem sahneleri bir kenara, kitapta anlatılan o dönemin oğlancılık kavramını tüm çıplaklığı ile anlatmaktadır.

Bölümde o dönemde tüyü çıkmamış sakalı bıyığı çıkmamış oğlanların, cazibeli kadınlardan da çok ilgi gördüğü tercih edildiği anlatılıyor. Civanlarla arkadaşlık etmek aşikâr olmuş, çekinmeden oturak âlemlerinde yolculukta her yerde yanlarında dolaştırmaya başlamışlar, aynı dönemde ay yüzlü kadınları asla yanlarında taşımaz birlikte bulunmazlarmış.

Kitabın 59 ve 60. Sayfalarında bakın nasıl anlatılmış yaşananlar:

“Çünkü sevilen kadın bölüğünün namahremleri avan korkusundan gizli tutulur. Şimdi ise civanlarla arkadaşlık onlarla düşüp kalkma yolunda bir kapıdır ki bu kapı gizli, aşikâr hep açıktır.

Tüysüzler soyundan namert lokması olanların çoğu Arabistan piçleri ve Anadolu Türklerinin veled -i zinalarıdır, onların sürdüğü güzellik ve cazibe süresini hiçbir diyarın tüysüzleri sürmez.

Niceleri otuz yaşına varıncaya kadar güzel yüzünde gönlünde üzüntü olacak kıl görmez. Türk çocukları Arabistan’daki ele avuca sığmaz civelek çocuklar güzellik yönünden hepsinden kısa ömürlü olurlar.

20 yaşlarına vardıkları gibi rağbetten düşerler ve aşıkların işinden kalırlar. Ama İçel civarları Edirne, Bursa ve İstanbul'un ince bellileri her yönden kusursuzlukta ve güzellikte onlardan ileridir.

Güzelliği ve cazibesi eksik olanların ise çeke—çevire tazelikleri ve tatlı kılan naz ve cilve ile sevimli gösterir. Ama Kürt tüysüzleri, anadan—doğma evbaş olanların tecrübesine göre sağlıklı, yumuşak ve uysal imişler ve her ne teklif olunsa dinleyip yapmaları çok olurmuş. Hele bellerinden aşağısını kına ile boyatır, dizlerine ininceye kadar boyanarak kendilerini süslerlermiş.

Özellikle Çoğu ince—belli ve uzun—boylu olurlar. Kendilerini teslim ettikleri sırada her uzvuyla birlikte yumuşaklık gösterirlermiş. Sözün kısası görünüşte yumuşak davranmakta, aslında karşı durmakta İçel güzellerinin  çoğu inat ederlermiş.

Buna göre bunların vuslat nimeti bu- yükler için vardır. Yanlarında gezen aşıklarını bahtsız ettikleri ve parasız pulsuz bıraktıkları meydandadır, derler. Ve iki gencin fırsat vaktinde birbirinden yararlanması, yahut birisi ötekini sarhoş edip üstüne çıkması, değmede mümkün olmayacak bir iştir, diye anlatıp söylerler.

Sözün kısası, ün almış güzel yüzlülere rağbet edip karşısında gümüş—servi endamlı. Uzun boylu, salınarak yürüyenleri kullanmak isteyenler Rumeli köçeklerinden şaşmasınlar. Kul cinsinin de Yusuf çehreli Çerkeslerinden ve Hırvat asıllıların nefesleri mis kokanlarından sakın usanıp bezmesinler.

Gerçi İçel mahbuplarında da nazeninler olur lakin çoğu vefasız insanı üzmek isteyen cefacı güzellerdir. Onlara sahip olanların huzuru ve rahatı az bulunur. Ama Arnavut cinsi de gerçi âşıkların gönüllerini alırlar, bu kadar var ki gayet inatçı olurlar.

Ama Gürcü, Rus ve Görel cinsi, öteki esnafın gübresi gibidir. Onlara bakarak Macar soyundan olanlar, başka tayfaların tabiata uygun ve makbul olanlarıdır.

Gel gelelim, çoğu efendisine, hıyanet eder; düşüp kalkmalarından, davranışlarından her kişi onların çirkin yönlerini görür. Şaşılacak olan budur ki Mısır evbaşları Habeşlilere düşkündür. Araya soğukluk girer, her biri insanın samurudur, derler. Aslında yatak hizmetinde usta olurlarmış, yani esbap buhurlamayı, yatak ve yastık döşemeyi candan isterlermiş. Erkeğinde, dişisinde adamlık belli imiş: her ne semte görülürse uysal ve güzel davranarak yumuşaklık göstermeleri kolaymış.”

İşte Mustafa Ali’nin ağzından Osmanlı’da oğlancılığın hangi boyutlara geldiğini, kadınlarla birlikte olmaktan daha fazla tercih edildiğini anlatan satırlar böyle. Muhteşem Yüzyıl dizisindeki aşk sahnelerine tepki gösteren İslamcılar, Osmanlı resmi tarihçisi olan Mustafa Ali’nin bu satırlarını nasıl yorumlayacaklar bilemiyoruz. Ancak söz konusu kitabın muhafazakar Tercüman Yayınlarından çıktığı ve yayınevinin sahibi olan Ilıcak Ailesi’nden Nazlı Ilıcak’ın olayları protesto eden Milli Görüş’ün partisinden bir dönem milletvekili olması ise ayrı bir çelişki gibi duruyor.

İklim Bayraktar

Odatv.com

'Aaron Ramsey acımasız vuruşunu keşfetti'

$
0
0



Şampiyonlar Ligi'nde bir kez daha 4 gol yiyen sarı-kırmızılı takımı önceki yıllara kıyasla zayıf bulan İngiliz basını, Aaron Ramsey'in 30 metreden attığı gole vurgu yaptı...

Radikal

ABD'li Başkonsolos Charles F. Hunter, Türk genciyle evleniyor!

$
0
0
Sabah yazarı Bülent Cankurt ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter'ın Türk genci Ramadan Çaysever ile evleneceği iddiasını köşesine taşıdı. Düğün ay sonu eşcinsel evliliğe izin veren ABD Wisconsin'de.

İşte Sabah yazarı Bülent Cankurt'un bugün köşesinde kaleme  aldığı o yazı:

İstanbul gecelerinde şu sıralar en çok adından söz edilen kişi ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter. Konsolosun konuşulma nedeni ise yapacağı evlilik. Ancak benim gibi siz de Hunter'ın kimle evleneceğini öğrenince çok şaşıracaksınız. Hunter, çok yakında bir Türk ile nikah masasına oturacak. Aslında şaşılacak olan durum; Hunter'ın bir Türk ile evlenecek olması değil, bir Türk erkekle evlenecek olması! Evet yanlış okumadınız; ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter, hemcinsi Ramadan Çaysever adlı Türk ile bu ayın sonunda resmen evlenecek.

KIRIM KİLİSESİ'NDE TANIŞMIŞLAR Hunter, Ramadan Çaysever ile geçen yıl Kırım Kilisesi'ndeki bir törende tanışmış. Çaysever, o tören sırasında mini bir konser veren koroda görevliymiş. Tanışmalarından kısa süre sonra sıra dışı ilişkileri başlamış. Hatta birkaç ay sonra Ramadan Çaysever, Hunter'ın Arnavutköy'deki rezidansına taşınmış. Hunter, ondan sonra da bütün davetlere Çaysever ile birlikte katılmaya başlamış. Katıldığı resmi davetlerde bile yanında Çaysever oluyormuş.

ABD DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI EVLİLİĞE ONAY VERDİ
Birkaç ay önce de Hunter, Çaysever'e evlenme teklifinde bulunmuş. "Evet" yanıtını alınca da, evlenmek istediğini, görevi nedeniyle bağlı olduğu ABD Dışişleri Bakanlığı'na bildirip onay istemiş. ABD Dışişleri Bakanlığı, Ramadan Çaysever hakkında güvenlik soruşturması yapmış ve Hunter'a evlenmelerinde bir sakınca olmadığını bildirip onay vermiş. Hunter, Çaysever ile evleneceğini Amerikalılar'ın 27 Kasım'da kutladığı Şükran Günü'nde dostlarıyla paylaşmış. Hunter, evinde verdiği Şükran Günü yemeğine çok yakın dostlarını davet etmiş ve yemekte Ramadan Çaysever ile evleneceklerini açıklamış.

NİKAH AMERİKA'DA, DÜĞÜN YEMEĞİ İSTANBUL'DA
Peki ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter ile Türk genci Ramadan Çaysever nerede, ne zaman ve nasıl evlenecek? Onu da öğrendim; resmi evlilik, Hunter'ın memleketi olan ve ailesinin yaşadığı Appleton-Wisconsin'de gerçekleşecek. Çünkü Hunter'ın doğup büyüdüğü şehrin bulunduğu eyaletin yasaları, eşcinsel evliliklere izin veriyor. Çift, bu ayın 20'sinde evlilik için resmi işlemleri başlatmak üzere Wisconsin'e gidecekmiş. Orada resmen hayatlarını birleştirecek olan Hunter ile Çaysever, Noel ve yılbaşı tatilini de ABD'de geçirip Ocak ayının ilk haftası İstanbul'a dönecekmiş. İkili, düğün yemeklerini de İstanbul'da verecekmiş.

TÜRKİYE VE ORTADOĞU  TARİHİNE ÖZEL İLGİSİ VAR
Charles F. Hunter, 1990'dan bu yana mensubu olduğu ABD Dışişleri Bakanlığı'nda 'Kıdemli müşavir' unvanına sahip olan bir diplomat. Türkçe dil eğitiminin ardından, Eylül 2013'te ABD'nin İstanbul Başkonsolosu olarak Türkiye'deki görevine başladı. Hunter, yakın dönemde Irak'ta ABD'nin Bağdat Büyükelçiliği Basın ve Kültür Konsolosu (2011-12) ve Suriye Şam Büyükelçiliği Başmüsteşarı ve Maslahatgüzarı (2009-11) olarak görev yaptı. Hunter; Türkçe, Arapça ve Fransızca konuşuyor. Appleton-Wisconsin doğumlu olan Hunter, Lawrence Üniversitesi'nden (Fransızca) lisans derecesi ile Stanford Üniversitesi'nden master ve doktora (Fransızca ve Beşeri Bilimler) derecelerine sahip. Özel ilgi alanları arasında; müzik (özellikle acapella), okuma, yemek pişirme, mimari, Türk ve Ortadoğu tarihi bulunuyor.

Radikal

Arınç’tan, Tanal’ın LGBTİ çalışmalarıyla ilgili alaycı konuşma

$
0
0
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP Milletvekili Mahmut Tanal’ın LGBTİ’lerle ilgili çalışmalarını alaycı bir ifadeyle Meclis kürsüsüne taşıdı. “Translar” kelimesi ise AKP sıralarında gülüşmelerle karşılandı.

2015 yılı bütçe görüşmeleri dün Meclis Genel Kurulu’nda başladı. Görüşme sırasında Meclis kürsüsüne çıkan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, konuşması sırasında, “Altın gibi bir kalbi var ama yaptıklarına bakıyorum” diyerek CHP Milletvekili Av.Mahmut Tanal’ı işaret etti. O sırada, AKP sıralarında alkış ve gülüşmeler yaşanırken, Arınç  konuyu Tanal’ın LGBTİ’lerle ilgili çalışmalarına getirdi.

Meclis kürsüsüne veya toplantısına “herkesi” çıkarmanın mümkün olduğunu söyleyen Arınç, ancak “translarla” basın toplantısı yapmanın ise “cesaret” isteyeceğini ifade etti. Arınç’ın bu sözleri de AKP sıralarında gülüşmelerle karşılık buldu. Arınç ve AKP’li milletvekilleri, yapılan çalışmalar için sarf ettiği sözlerle transları ayrımcı ifadelerle küçük düşürürken, bu çalışmaları yapan Milletvekili Tanal’a da gülerek karşılık verdi.
Arınç’ın kürsüde yaptığı o konuşma:
“Mahmut Tanal Bey, bana göre altın gibi kalbi var ama yaptıklarına bakıyorum. (AKP sıralarından alkışlar, gülüşmeler) Vallahi böyle, gönlümden geçeni söylüyorum. Birkaç  defa konuştuk her meseleyle ilgili, her meseleye kendisini görevli sayıyor. Sonra hepimizden daha cesur bir arkadaşımız kardeşim. İhsan Hoca’nın yapamadığını yaptı, translarla basın toplantısı yaptı arkadaşımız, onların hakkını savundu. (AKP sıralarından alkışlar, gülüşmeler) Yani Meclis kürsüsüne veya basın toplantısına ‘herkesi’ çıkarmak mümkün ama böylesi ‘cesaret’ ister, her kişinin  kârı değil Tanal, er kişinin kârı, bak sen onu bile yaptın.”

ATV 12.12.2014

Mucize filminde Mert Turak çırılçıplak

$
0
0

Bu sahne için köy boşaltıldı

Mert Turak’ın Mahsun Kırmızıgül’ün yeni filmi “Mucize”de çırılçıplak koşması gerekti, çekimin yapıldığı köy boşaltıldı! Kırmızıgül, söz konusu sahneden çekimlerin yapıldığı köyün muhtarına söz etti. Muhtar durumu ihtiyar heyetiyle paylaştı. Heyetten “Köyde yaşayan kadın ve çocuklar, bir günlüğüne civar köylerdeki akrabalarına gitsin” kararı çıktı. Karar, cami hoparlöründen şöyle duyuruldu: “Yarın çırılçıplak bir herif koşacaktır. Haberiniz olsun.” (Radikal)




Türkiye’ye hoş geldin Charles

$
0
0
Evet Charles, hoş geldin.
Epeydir buradasın biliyorum, ama gerçek Türkiye’ye şimdi hoş geldin.
Böyle bir yer burası, üzgünüm.
Kullanılan üslup, saygısız ve karanlık…
Seninle Ramadan sayesinde tanıştık.
“Bak seni sevgilim Charles’la tanıştırayım” demişti Ramadan.
Şarkılarını çok sevdiğim, arkadaşım Ramadan.
Şık bir davetteydik, herkes öyleydi, ama orası Türkiye değildi işte.
Önceki gün manşete çıktığın o malum haberle maalesef görmüş oldun.
“Yok artık” tepkisi vardı…
“Bir kadınla değil, erkekle evleniyor” deniliyordu.
“Şaşıracaksınız” diye gaz veriliyordu.
Ama şaşılacak olan şey, haberdeki bu çağ dışı dildi.
Aslında bakma, yine aşama kaydedilmiş Charles.
Yıllar önce olsa “Çüş!” denilirdi, “Rezillik” manşetiyle de karşılaşabilirdin.
Bu kadarcık aşama kaydediyoruz işte, yine üzgünüm…
Evet, elbette haber değeri var bu evliliğin/birlikteliğin.
Sonuçta Charles sıradan biri değil:ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter.
Ramadan da -Türk medyası bu özelliğini es geçse de- bir şarkıcı ve şarkı yazarı. En son Diskotek adlı albümünü çıkarmıştı.
Ama işte bu tür haberler bizde maalesef sadece haber değeri olarak kalmıyor. Üstüne bir de yargı ekleniyor. Bir tutam da muhafazakar sos konduruluyor. Ama boşver, Ramadan ve senin gibiler sayesinde bu tip geri kalmış üsluplar zamanla yok olmaya mahkum.
Çünkü dünya başka bir yere doğru gidiyor.
Ön yargısızlığa.
Buna direnmeleri mümkün değil. Doğrunun ve yanlışın olmadığı bir yer var demiş ya Mevlana, siz çoktan orada buluşmuşsunuz bence. Şimdiden ikinize de mutluluklar…
ÇOK MUTLUYUM
Ramadan Çaysever’e yakında yapılacak evlilikle ilgili ne hissettiğini sordum, yanıtı şöyle oldu:Hayatımın en mutlu anlarından birini yaşıyorum.

Onur Baştürk - Hürriyet

"Fatih Ürek'in Altın Çağ'ı"

$
0
0
"Fatih Ürek, sektörde 30'uncu yılını kutluyor... Altın çağını... Ve 30'uncu yılında "Fatih Ürek'in Altın Çağı" adında yeni bir albüm hazırladı. 15 gün sonra çıkacak albümde "Gül Döktüm Yollarına", "Depresyondayım", "Seni Yakacaklar" ve Serdar Ortaç'ın "Doyamadan Aşkına" adlı şarkılarını yeniden yorumladı... Fatih Ürek'in özellikle "Depresyondayım" yorumuna bayıldım. "Gül Döktüm Yollarına" da tam Fatih Ürek'in..." 1- Botoks, liposuction gibi 'küçük dokunuşları' estetik operasyon olarak görmem. Bana göre bunlar ihtiyaçtır. Kişinin bunlardan birine ihtiyacı varsa, yapmalı. Kendini iyi hissetmek için, mutlu olmak için yapmalı. Ben estetik severim, biliyorsun. Çok kırışırsam, yüzümü gözümü gerdiririm valla...

2- Yıllardır bu sektörün içindeyim, tek bir yakın arkadaşım yoktur. Aramıyorum da zaten kendime yakın arkadaş... Ama sevdiğim, beraber yemeğe gitmekten, sohbet etmekten, gezmekten hoşlandığım arkadaşlarım var elbette. Mesela Hande'yle (Yener) çok eğleniyoruz...

3- Altıncı hissim çok çok kuvvetlidir. Menajerim Mert, bazen "Sizden korkuyorum" der. O kadar içime doğar ki her şey, etrafımdakilerin ağzı açık kalır. Bir sorun varsa hissederim ya da o dönem enerji bozukluğu ya da negatif enerjinin yaygın olduğu bir dönemse, günlük hayatıma çok fazla etki etmemesine gayret ederim. Güzel enerjinin temiz kalple doğru orantıda işlediğine inandığım için beni olumsuz etkileme durumu çok nadirdir. Fala inanmam ama astroloji ve yıldızlar konusunda mümkün olduğunca okuyorum ve araştırıyorum.

4- Hayatta en çok pişmanlık duyduğum konu, eğitimimdir... Eğitimimi tamamlayamadım. Geriye dönüp baktığımda "Keşke eğitimimi sonuna kadar tamamlayabilseydim" diyorum.

5- Tarkan çok başka bir adam gerçekten. Bu dünyadan değil sanki... Eskiden tanıdığım bir arkadaşım olduğu için sağ olsun tek bir telefonumda, yeni çıkacak albümümde "Gül Döktüm Yollarına"yı okumama izin verdi. Kendisine aranje için bir fikri olup olmadığını sorunca ve benim için fikirlerinin önemli olduğunu söyleyince, ikimizin de yıllardır çalıştığı Gürsel'i aradı ve aranjeyi Gürsel'le beraber yaptı. O kadar işinin arasında ki, tek tek hangi enstrümanın çalacağına, vokallere ve benim okumama kadar tüm yönlendirmeleri yaptı. Harika bir iş çıktı ortaya... Hatta bir ara yurtdışına çıkmak zorunda kalınca oradan mail yoluyla her şeye müdahale ederek benim için en güzelini ortaya çıkarmaya çalıştı. Bu, önemli ve onur verici bir durum benim için. Ona buradan yine teşekkür ediyorum...

6- Araba kullanmayı hiç sevmem. Hele bu trafikte... Ama zaman zaman kafa dinlemek için tek başıma arabaya atlayıp çıktığım oluyor. Arabayı temkinli kullanırım, kendim kullanmasam da müdahale ederim. Ne yapayım, dayanamıyorum.

7- Çiçek yetiştirmeyi severim. Bana çiçek bakmak mı, balık beslemek mi dersen, ilkini tercih ederim... Çiçek bakmak bana daha ilahi bir şey gibi geliyor... Aklıma da hep "Sordum Sarı Çiçeğe" ilahisi gelir ve içimi enteresan bir duygu kaplar, ne alakaysa...

8- Her gece çeşit çeşit rüyalar görürüm ve gördüğüm rüyalar genelde çıkar. Çok sinirimi bozan ve uyandığımda günümün kötü geçmesine sebep olan rüyalarım olur zaman zaman. Hepsini unutmak için elimden geleni yapıyorum...

9- Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış ya... Benimki de o hesap, hayata yeniden gelecek olsam yine Fatih Ürek olarak gelmek isterdim. Ama bu sefer geçmişte yapamadığım ve kendimde eksik olduğunu düşündüğüm şeyleri tamamlamak isterdim...

10- Sinirini saklayan biri değilim. Sinirlendiğim zaman bağırır, çağırırım. Eğer kalabalıkta değilsem, elimde bir şey varsa fırlatır, ilk sinirimi atmaya çalışırım.

11- Küçükken hiç yaramaz bir çocuk değildim. Ortalığı yıkan, aşırılık yapan bir çocuk olmadım hiçbir zaman. Uslu, kendi halinde bir çocuktum. Babamdan bırakın dayak yemeyi, fırça yediğimi bile hatırlamıyorum. Yanarım yanarım babamdan bir fırça bile yiyememiş olmama yanarım... Kız kardeşlerimle de hiç kavga etmezdim. Mülayim, efendi bir çocuktum. Sağ olsun annem de beni çok kayırırdı, en çok benim üzerime titrerdi. Devamlı gezdirirdi yanında, oraya buraya. Bu yüzden kız kardeşlerim beni çok kıskanırdı. Onlar bana sataşırlardı, kavga öyle çıkardı sadece.

12- Kendimi "metroseksüel" olarak tanımlarım. Son derece bakımlı ve özenliyimdir. Saçımı ve makyajımı her zaman kendim yaparım. Sadece sahneye çıkarken değil, televizyon programlarına çıkarken de saçımı ve makyajımı kendim yaparım. Benim saçımı ve yüzümü benden daha iyi bilen kuaför ve makyöz yok daha...

13- Küstahlığa ve saygısızlığa gıcık oluyorum. İfrit oluyorum hatta... Bu piyasada affetmeyeceğim dediğim kimse yok. Affetmek Allah'a mahsus bir durum. Ben gönül koyarım, kırılırım ama geçer gider. Tabii bu her şeyin üstü kapandı demek değildir, Allah herkesin gönlüne göre versin. Kimsenin ismini zaten vermem. Bu saatten sonra ağzımdan çıkan her şey onlara prim olur...

14- Olmazsa olmaz bir muskam vardır ve onu takılara merakım olduğu için güzelce kaplatmıştım. Sağ olsun kuyum işiyle uğraşan bir arkadaşım da üzerini taşlarla donattı ve muhteşem bir kolye haline getirdi. Sadece sahnede değil, her yerde olmazsa olmazımdır o kolye. Bak şimdi de üzerimde zaten... Bunun dışında gerçekten takı olmazsa olmaz. Ne yapayım, çok seviyorum. Sahne üzerinde ise sehpamda ayna ve mumlarım vardır. Şarkı söylerken motive
olmamı sağlıyorlar. İster batıl inanç de, istersen uğur... Bir de evden çıkarken ya da bir yere girerken illa ki sağ ayağımla girerim. Bunun iyi bir enerji getirdiğini düşünüyorum.

15- "Gül Döktüm Yollarına" bence çok güzel bir şarkı. 7'den 77'ye herkesin severek dinlediği, ilk duyulduğu andan beri milyonların diline dolanmış bir şarkı... Eğlenceli tavrı bana cuk oturuyor. "Depresyondayım" da kült olmuş, herkesin okuyabileceği bir şarkı. Göksel de "Depresyondayım"ı okuduğunda Türkiye yıkılmıştı. Önemli olan, sevgili Göksel'in de benim bu şarkıyı yorumladığımda inanılmaz tepkiler alacağımı bilmesi ve inanması oldu... "Gül Döktüm Yollarına" bana daha yakın dursa da "Depresyondayım"şimdiden şaşırtmaya başladı. Bu arada hem sevgili Tarkan'a hem de sevgili Göksel'e ve Avrupa Müzik'in sahibi sevgili Deniz Erdem'e ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
16- Hayatta en çok işime para harcıyorum. Sahne kostümlerime, sahneme, albümlerime ve fotoğraf çekimlerime para harcıyorum. Valla bu nedenle de her geçen gün yaprak dökümü yaşanan bu piyasada 30 yıldır dimdik ayakta duruyorum...

17- Yılan dansını nasıl icat ettiğimi söyleyeyim mi? Biraz önce dedim ya altıncı hissim çok kuvvetlidir diye, öngörü sahibi biri olarak ta 30 yıl önce etrafımda türeyecek olan yılanları gördüm ve feyz aldım!

18- Hayatımdan son derece memnunum. Hayatımdan çıkarmak istediğim hiçbir şey yok... Vazgeçmeyeceğim şeyleri sorarsan; şarkı söylemekten, sahneye çıkmaktan ve ailemden vazgeçmem...

19- Hayatıma son derece dikkat ederim, yediğime içtiğime özen gösteririm. Ama sağlık problemlerim yüzünden hep aynıyım, daha fazla kilo veremiyorum. Daha fazla kilo almamak için de çok dikkat ediyorum.

20- Her yemeği çok iyi yaparım, hatta inanılmaz bir mutfak kültürüm vardır. Enteresan tatlar çıkarırım ve yemeklerimi yiyenler bir de parmaklarını yerler. En çok incik ve domatesli pilavıma bayılır arkadaşlarım.

21- Sahne sonrası için kendime bir B planı yaptım tabii ama daha en az 10 yıl devam ederim sahnelerde şarkı söylemeye... Dördüncü kuşağa şarkılar söylüyorum ve dört kuşağa daha söylerim gibi geliyor. Ben bırakmak istesem de sağ olsun beni sevenler bırakmıyorlar... Cook Shop'lar var bilirsin, orada ortaklığım var ve artık biraz zaman ayırıp tiyatro ve müzikal yapmak istiyorum. Bir de televizyon projesi planımız var, hayırlısıyla yeniden televizyonlara dönmeye hazırlanıyorum.

22- Ben en çok mücevher ve gayrimenkule yatırım yapmayı seviyorum. Nelerim olduğunu sorma sakın, kazancımı iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum.

23- Sahneye ilk çıktığımda tarzım, imajım tabii ki böyle değildi ama benim 30 sene ayakta durabilmemin sebeplerinden biri de devamlı değişen hayat şartlarına, zamana ve zamanın getirdiklerine ayak uydurmam zaten...

24- Bursa Devlet Tiyatrosu'nda çalıştığım dönemde oynamak isteyip de oynamadığım hiçbir rol olmadı. Ben istediğim her oyunda oynadım. Ama her oyunda tüm karakterleri oynamak istiyor olmak gibi bir sıkıntım vardı... (Gülüyor)

25- Erzurum'da doğdum. Üç kız kardeşim var. Erzurum'dan Bursa'ya taşındığımızda yaşım çok ufaktı. İmkansızlıklar ve babamın hastalanıp iflasa sürüklenmesi, şehir değiştirmemize neden oldu. Belki de bu yüzden eski Türk filmlerini seviyorum. Televizyonda son dönemde "Karadayı" ve "Karagül" dizilerini kaçırmadan izliyorum. Eğer bir "Kara"lı dizi daha çıkarsa, onu da izleyeceğim.

Yeşim Salkım Erdi mi?

Torku Konyaspor - Galatasaray: 0 - 5

Laf değil icraat bekliyoruz

$
0
0
Saadet Partisi Karatay Gençlik Kolları fuhuş kartvizitlerine dur demek için bir eylem düzenledi

Saadet Partisi Karatay Gençlik Kolları fuhuş kartvizitlerine dur demek için bir eylem düzenledi

Yerlere atılan fuhuş kartvizitleri Konya’nın kanayan yarası olmaya devam ediyor. Hemen hemen her gün binlerce kartviziti sokak başlarında görmem mümkün. Vatandaş, artık emniyeti göreve çağırıyor.

Bu ayıba sessiz kalmayan Saadet Partisi Karatay Gençlik Kolları, partilerinin teşkilat binası önünde bir araya gelerek bu ayıba artık son verilmesi gerektiğini belirten bir basın açıklaması yaptı. Saadet Partisi Karatay Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı Ahmet Suna, “Ülkemizde maddi ve manevi kalkınmayı birlikte sürdürme gayreti içerisinde olan Saadet Partisi, bilhassa son yıllarda yaşanan manevi tahribatı gözler önünde sermek ve çözüm önerileri getirmek için büyük gayret sarf etmektedir. Kanunlar toplumun huzur ve refahını temin etmek, temel insan haklarını korumak için vardır. Bu nedenle kanunlar yapılırken toplumun inanç, örf ve adetleri göz önünde bulundurulmalıdır. Ama gelin görün ki, ülkemizde inancımıza uygun olmayan kanunlar çıkartılmak suretiyle toplumsal ve ahlaki yapımızda büyük sarsıntılar meydana gelmiştir” dedi.

Yerlere atılan fuhuş kartvizitlerinin zinaya teşvik ettiğini belirten Suna, “Aklı erenler, geleceğin hesabını yapanlar, bunun bir felaket kasırgası, evlerimizi dışarıdan tehdit edecek bir ateş çemberi olduğunun  farkındadırlar. Konyalı muzdariptir. Esnafımız rahatsızdır. Sokaktaki insanımız tedirgindir. Anne ve babalar evlatlarının bu ateşe yaklaşmasından korkmaktadır. Özellikle şu konuya dikkat çekmek istiyoruz; AB dayatmasıyla 26.09.2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanun’da zina fiili suç tarifi içerisine alınmamıştır. Anayasa Mahkemesi de bir önceki kanundaki zina suçunu tarif eden maddeleri iptal edince otomatikman zina-fuhuş-eşcinsellik gibi ahlaksızlar serbest hale gelmiştir. Dindar bir nesil yetiştirme söylemi olan AKP hükümetinin bu konuda sadece lafta kalmayıp somut adımlar atmasını bekliyoruz. Çünkü biz lafa değil icrata bakarız” diye konuştu.

KARTVİZİTLER ATEŞE VERİLDİ
İslam’da zinanın büyük bir suç sayıldığını dikkat çeken Suna, “Bu konuda; ‘Zina çok kötü bir yoldur, zinaya yaklaşmayın’ demek suretiyle bizleri ikaz etmektedir. Böylesine açık hüküm ortada iken hangi akla hizmet edilerek zina suç olmaktan çıkarılmıştır? Yapılan bu yanlışlık sonucu zinanın suç olmaktan çıkarılmasıyla birlikte homoseksüeller dernek kurmuş. Dünyada ilk defa Türkiye’de ‘eşcinsel film festivali’, ‘eşcinsel evlilik törenleri’ basında yer almıştır. İnsanlık tarihinde bu ahlaksızlığı yapan toplumlar helak olmuştur. Biz, bin yıllık ahlaki değerlere bağlı kalmış bir milletiz. AB uğruna bugün her şeyi kabul eder hale geldik. Biz inanıyoruz ki, her şeye rağmen bizim toplumumuz böyle bir ahlaksızlığı kabullenemez. Bu ve benzeri kötülükleri kaldırmak için gereken mücadeleyi vermek hepimizin üzerine bir vecibedir” ifadelerini kullandı.  Basın açıklamasının ardından Karatay Gençlik Kolları üyelerinin sokaklardan topladığı kartvizitler ateşe verildi.

http://www.saraymedya.com/haber/11348-laf-deil-icraat-bekliyoruz.html

Ahlak bekçisi İnançer konuştu

$
0
0
Daha önce hamileler sokakta gezmesin diyen ahlak bekçisi Tuğrul İnançer bu sefer hem kadın düşmanı hem de homofobik açıklamalarda bulundu

 Daha önce hamileler sokakta gezmesin diyen ahlak bekçisi Tuğrul İnançer bu sefer hem  kadın düşmanı hem de homofobik açıklamalarda bulundu. Habertürk'ten Kübra Par'a konuşan Ömer Tuğrul İnançer, "Ramazan programında hamile kadınlarla ilgili sözleriniz çok tepki çekti. Hamilelerin gözükmesinde sakınca mı var?" sorusuna şu cevabı verdi:
“Ben o programda edepsizliğin ayyuka çıktığını, hanımların belli zamanlarda kullandıkları bazı gereçlerin, kanatlısının kanatsızının reklamının yapıldığını söylediğimde o şirketin reklam müdürü olan zat aleyhimde kampanya başlattı. Ben hâlâ bunun edepsizlik olduğunu söylüyorum. Ayıptır, gösterilmez. Hamilelik mahrem bir şeydir. Özeldir. Ayrıca nazar değer. "Erkekler arabasıyla alsın, akşamüstü dolaştırsın. O kızcağız sokağa çıkmasın, nazara gelmesin" dedim. "Hamileler sokağa çıkmasın" demedim. "Reklam etmesinler, kapalı giyinsinler" dedim. "Hem evlenmem hem hamile kalırım" diyenler var. Hürriyetmiş! Or...luğun adının hürriyet olduğu dünyaya tükürürüm. Bunun adı or....luktur. Amerika'da eşcinsellerin evlenmesi de serbest. İçine tüküreyim öyle ileriliğin ben! Bu ilerilikse ben gericiyim. Aileye saygı yok, mahremiyete saygı yok. Bunun adı da hürriyet, öyle mi? Hadi ya?”
Ahlak bekçiliği yapmak serbest, hürriyetin ise içine tükürülsün
İnsanların yaşam özgürlüğüne ve dediğinin aksine mahremiyete saygı göstermeyen bu sözlerle İnançer bir kez daha homofobik bir kadın düşmanı olarak karşımıza çıktı.

http://yarinhaber.net/news/14482

“Herkesin bavulunda kıyafetleri olur, benim salata tabağım”

$
0
0
“Kayıp Şehir”in Duygu’su Ayta Sözeri, ilk kez başrol oynayacağı “Diva” oyunuyla tiyatro sahnelerinde. O artık hayatını iki bavula koyup diyar diyar dolaştığı yılların meyvelerini topluyor

Otobüsle çok yolculuk edenler bilir... Bir şehrin, bir kasabanın içinden geçersiniz... Evlerin pencerelerinde ışıklar yanar, siz uzağından geçersiniz... Daha çok yol varsa “eve” varmanıza, bir garip yalnızlık duygusu çöker üstünüze... Bir de yolun sonunda varacak evinizin olmadığını düşünün, hayatınızı iki bavula koyup bir şehirden bir şehire gittiğinizi...

“Hiç kimse bilmez, ‘Evlerin ışıkları bir bir yanarken gel sen ne çektiğimi bir de bana sor’ şarkısı bana başka şey ifade eder. O insanların evlerinin olması, o gün o evde uyuyor olmalarının duygusu beni çok yaralardı.” Tatlı tatlı anlatıyor, en acı şeyleri bile Ayta Sözeri: “Herkesin bavulunda kıyafetler olur. Hayır, benim salata tabağım, çay fincanım vardı, bir gün evim olursa
o tabakta salata yapmak istiyorum, o kupada çay içmek istiyorum diye onları da gittiğim her yere götürürdüm.”

O bavulda hayaller, ümitler, çoğaltılmış sevinçler, hasır altı edilmiş hüzünler var... Açıyoruz beraberce...

Hayalindeki meslek  genetik mühendisliğiydi

Yıl 1976; Almanya, Nürnberg. Takvimler 31 Mart’ı gösterirken açtı gözlerini dünyaya Ayta. Ayta aslında soyadıydı, ileride kendisine isim yapacaktı. Baba bir anne ayrı iki ablası, bir de kız kardeşi vardı. Sözeri yedi yaşındayken birlikte memlekete döndüler. İzmir’de bir bakkal dükkanı açtılar. Dünyanın en matrak çocuklarından biriydi. Öğretmeni büyüyünce ne olacağını sorduğunda cevabı “emekli”, annesi “Yaşlanınca bize bakacak mısın?” dediğinde “Evet, anahtar deliğinden” oluyordu. Şarkılar söylüyor, şahane fıkra anlatıyor, yaz akşamları bütün mahallelinin balkonda izlediği oyunlar yazıp sahneliyordu. Ama hayalindeki meslek genetik mühendisliğiydi.

Ortaokulda herkes Ayşe’ye, Fatma’ya bakarken o futbol takımıyla ilgilenince başladı kendini sorgulamaya... Televizyonlardaki örneklere gitti aklı ilk önce: Bir Bülent Ersoy, bir Zeki Müren... Sonra kendisi gibi olanları bulmaya çalıştı... Gözleri görmeyen ama “dünyanın en çok gören insanıdır” dediği ablasına açıldı ilk... Ardından annesine... Doktor doktor dolaştırdılar Ayta’yı, sonunda birinden “Çocuğunuz son derece akıllı, hazır olun, zamanı gelince trans birey olacak” cevabını aldılar. Ayta “Çok şükür mutant değilmişim” dedi, rahat bir nefes aldı. Kısa bir süre: “Sonra babam öğrendi durumu, ‘Benim evlenecek kızım var, seni çok iyi yetiştirdim, hayatta ziyan olmayacağını düşünüyorum’ dedi
ve beni evden kovdu.”

Hamburgerciden bara

Yaşı 18 bile değildi, liseyi yeni bitirmişti, hamburgercide çalışıyordu ve sokaktaydı. Kendisine tek oda bir yer tuttu ve yaşamını kurgulamaya başladı. Sesi güzeldi, şarkı söyleyerek sürdürebilirdi yaşamını... Beklediği fırsat Kordon’daki Kerpeten Bar’da bir arkadaşının doğum gününde çıktı. Sesini beğenen bar sahipleri yılbaşı için iş teklifinde bulundular. Artık gündüz hamburgercide, akşam barda çalışıyor, arada da okula gidiyordu... Ege Üniversitesi İşletme Bölümü’nü kazanmıştı ama arkadaşları daha çok konservatuvardandı... Kazanıp da harç parası yüksek olduğu için gidemediği konservatuvardan...

Üniversiteden sonra meşhur yol dönemi başladı. 11 gün bir şehirde, 11 gün bir diğerinde... Arada bir boşluk olursa bir arkadaş omzunda... Ama hayatını şekillendiren dönemi, Ankara’da, Ayda annesinin evinde yaşadı: “Bizde annelik denen bir sistem vardır. Çok küçük yaşlarda ailenin yanından ayrıldığın için sana hayatı, tehlikeleri öğreten annelerin var. Onun yetiştirdiği her kız birbiriyle kardeş oluyor.” Ayda annenin salonunda Sezen Aksu’nun bir fotoğrafı vardı. Kahvaltılarını, yemeklerini hep onunla yerlerdi... Yıllar sonra dost olacağı, birlikte şarkı söyleyeceği Aksu’yla...

Baktı ki şarkı söyleyecekse İstanbul’a gitmesi lazım, başladı tanıdığı kapıları zorlamaya... Bodrum’da Boncuk restoranın sahibinden teklif almış ama böyle teklifleri çok gördüğü için kartı çantasına atıp unutmuştu. Şansını denemek için numarayı çevirdi, “Neredesin, çabuk gel başla” oldu aldığı cevap. Yıl 2000’di.

İstanbul’da bir hayat kurmaya başladı. Bir akşam “Hayat Bağları” dizisinin ekibi Boncuk’ta yemek yerken, yönetmen Mustafa Şevki Doğan’dan teklif geldi: “Seni çok sevdik, sana bir rol yazalım da oyna.” “Ne var ki?” diye sordu, “Melek ablan (Baykal) bu bölüm hapse giriyor” deyince “Gardiyan olayım” dedi: “Çünkü biz devlet memuru olamıyoruz ya, ben memur oynamak istiyorum. ‘O zaman sen hapishane müdiresini oyna’ dediler.”

Ve o küçük rolle o gün bugündür birlikte çalıştığı Tümay Özokur’un dikkatini çekti. Oyunculuk dizilerle, filmlerle, Levent Kırca Tiyatrosu’ndaki oyunlarla devam etti. Yıllarca kimse fark etmedi onu, çünkü çoğunlukla “biyolojik kadınları” oynuyordu.
Çok hassastı rol konusunda. Sırf
“Ne sanıyorsun, ben erkeğim” repliği yüzünden “Yabancı Damat”taki bir rolü reddetmişti örneğin. Trans bireylerin sadece karikatürize edilmiş trans bireyleri oynayacağı yolundaki inanışı kırdı... 2012’de “Kayıp Şehir”in Duygu’suyla pek çok başka önyargıyı...

Hayat dersi veriyor

1.5 yıldır kendi evi, kendi salata tabağı var... Yıllarca bavulunda gezdirdiği kupayla çayını içiyor. Sokakta insanların kucaklayıp öpmeden geçemeyeceği kadar seviliyor. Bu sezon “Ulan İstanbul” ile ekranlarda, cuma ve cumartesi geceleri Maçka Gamsız Meyhane’de mikrofonun başında, pek yakında “Tehlikeyle Flört” ile perdede ve 16 Aralık’tan itibaren her salı bildiğintiyatro’nun ilk oyunu “Diva” ile Tatavla Sahne’de... Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nun yazıp yönettiği “Diva”; filmleriyle, şarkılarıyla, sansasyonlarıyla gündemin en önemli magazin malzemesi olan bir kadının, isimsiz bir sanatçıya destek olmak için evine gitmesini anlatıyor ve Ayta Sözeri’nin deyişiyle kafamızdaki diva algısını değiştirirken birkaç kelime de hayat dersi vermeye talip.

Yılların zorlu mücadelesini masal gibi anlatıp iki kahkaha arasına sıkıştırıveren böyle bir kadından hayat dersi almak takdir edersiniz ki az şey değil...

“Zorlu yıllarımın ödülü Sezen Aksu”

Birsabah otel odasına gelen telefonla Sezen Aksu girdi hayatına... Diziyi izliyor, onu çok seviyordu. “Ya uyuyorum ya da öldüm” diye düşündü: “Çünkü hayatımın her anında vardı Sezen. İlk âşık olduğumda, evden ayrıldığımda, annemi görmeye çalıştığım ve göremediğim zamanlarda, parasız kaldığımda, aç kaldığımda... Kendisi yoksa bile eli vardı, hata yaptığım zaman ‘Küçüğüm’ diyordu, çok üzgündüm, ‘Gülümse hadi’ diyordu.”

İşte şimdi de hem elini hem kalbini uzatıyordu Ayta’ya. Harbiye Açıkhava sahnesinde birlikte şarkı söylüyorlardı... Onun yaşadığı zorlu yılların ödülüydü Sezen’le tanışmak.

“Benim hayatım değişse ne olur?”

Ayta Sözeri, “Kayıp Şehir’i kendisi için değil, Türkiye’nin zihin haritası için bir şeylerin değiştiği an olarak görüyor: “Duygu’nun duyguları vardı. İlk defa bir trans birey yaşıyormuş, nefes alıyormuşçasına anlatıldı. Herkes ağladığımızı gördü, acıktığımızı gördü, dertlerimiz olduğunu... ‘Uzaydan gelmemişler demek ki’ dediler. Böyle olunca
her şey değişti tabii.”

“Senin için?” diye soruyorum:
“17 yıllık insan hakları savunucusuyum, sadece küçük gruplara anlatabildiğim şeyleri milyonlara anlatma fırsatı verdi, benim hayatım değişse ne olur, değişmese ne olur?”

Asu Maro

http://www.milliyet.com.tr/herkesinbavulundakiyafetleri/asumaro/pazar/yazardetay/14.12.2014/1983980/default.htm

LGBTİ: Kaldırımın Altından Gökkuşağı Çıkıyor

$
0
0
Cihangir’de transların evlerinin baskınlarla boşaltılması ve işkenceli gözaltılara rağmen 90’lar LGBTİ’nin örgütlendiği yıllar oldu. 1993’te polisin dağıttığı Onur Yürüyüşü’nün ardından Lambda ve Kaos GL dernekleri kuruldu, ilk yayınlar çıkartıldı.
Elif Ince
İstanbul - BİA Haber Merkezi

90’lar LGBTİ hareketinin polis şiddetine direnerek örgütlendiği yıllar oldu. Ev ve gece kulübü baskınlarına, günlerce süren işkenceli gözaltılara rağmen Lambda ve Kaos GL derneklerinin kuruluşu, üniversite örgütlenmeleri ve ilk yayınların çıkartılması bu yıllarda gerçekleşti.

1993’te ‘Cinsel Özgürlük Etkinlikleri’ adı altında ilk kez Beyoğlu’nda yapılmaya çalışılan Onur Yürüyüşü[1] valiliğin yasağı üzerine polis tarafından engellenmiş, aktivistler evleri basılarak gözaltına alınmış ve yurt dışından gelen katılımcılar sınır dışı edilmişti. İlk Onur Yürüyüşü ancak on sene sonra 2003’te, yaklaşık 40 kişilik bir grup tarafından gerçekleştirilebildi. 2014'teki son Onur Yürüyüşü'ndeyse on binler yürüdü.

Eşcinseller, feministler, yeşiller

12 Eylül’ün baskıcı ortamında ana akım sol grupların zayıflamasıyla daha önce bu hareketlerde kendilerine yer bulamayan kesimlerin sesi duyulmaya başladı. Kaos GL Derneği, 1997’de Radikal İki’de yayınlanacak bir haber için gönderdiği bildiride şöyle diyordu:

‘‘12 Eylül’ün zulmüne travestiler, transseksüeller, kadınsı erkek eşcinseller de uğradılar. Görmezden gelindi; her koyun kendi bacağından asıldı. Biraz ses çıkardığımızda ise sesimiz o bitmez tükenmez hiyerarşiler arasında boğuldu. Şimdi sırası değildi; daha acil görevler dururken ... 80’li yıllarda, Türkiye’nin daha önce hiç duymadığı ya da alışık olmadığı seslere çok farklı kesimlerden benzer tepkiler gelmişti. Eşcinseller, feministler, yeşiller... Bunlar da nerden çıkmışlardı?’’

1980’lerin ortasında İbrahim Eren’in öncülüğünde Radikal Demokrat Yeşil Parti Girişimi oluşturulmuş, ‘yeşil’ler, feministler, ateistler ve antimilitaristlerin yanında eşcinsel ve translar da girişim içinde örgütlenmeye başlamıştı. Parti eşcinsel haklarını savunduğunu kamuoyuna ilan etti.[2] Eren, geylerin girişim içindeki en kalabalık grup haline geldiğini ve bir süre sonra ‘‘gay’lerin partisi’’ olarak anılmaya başladıklarını anlatıyor.[3] Trans aktivist Demet Demir ise 88’de dahil olduğu girişim hakkında şöyle diyor: ‘‘Adı eşcinseller grubuydu ama grubun içerisindekilerin çoğu translardı.’’[4]

O dönemde Ali Kemal Yılmaz adıyla yazan Sevda Yılmaz, eşcinsel ve transların Radikal Demokrat Yeşil Parti Girişimi’nin de desteğiyle Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’nün uyguladığı sistematik şiddet ve baskılara karşı 29 Nisan 1987’de bir açlık grevi başlattığını anlatıyor.[5]

Taksim’de bir evde başlayan eylem, 30 Nisan’da Gezi Parkı’nın merdivenlerine taşınınca polis tarafından dağıtıldı, sonra birkaç hafta boyunca farklı evlerde devam etti.[6] Yılmaz, sözcülüğünü üstlendiği eylemin uluslararası basında da yer aldığını, Türkan Şoray, Rıfat Ilgaz ve Barış Pirhasan gibi isimlerden destek gördüğünü belirtiyor.

Bu, 90’lardan önce yapılan en geniş çaplı LGBTİ eylemi olarak biliniyor.

İlk Onur Yürüyüşü’ne hazırlık

İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği gönüllüsü İlker Çakmak, 1993’te valilik yasağı ve polis müdahalesi sonucunda gerçekleştirilemeyen Onur Yürüyüşü için 92 senesinden başlayarak toplantılar düzenlediklerini hatırlıyor.

Bu dönemde Eşcinsel Enternasyonal Berlin derneği adına Türkiye’ye gelen Heribert Mürmann, örgütlenmede anahtar rol oynadı. Mürmann, dernek başkanı Selman Arıkboğa’nın önerisi üzerine Almanya’da ‘Christopher Street Day’[7] adıyla anılan Onur Yürüyüşü’nün Türkiye’de de düzenlenmesi fikrini ortaya attı ve Gökkuşağı 92 adlı LGBTİ grubunun da desteğiyle organizasyon için hazırlıklara başlanıldı.

Çakmak, etkinlikler için düzenlenen toplantılarda orta-üst gelir grubundan geylerin çoğunlukta olduğunu, ‘‘seks işçiliği yapan translarla aynı safta görülmek istemiyoruz’’ görüşünün ağır bastığını, kendisi ve Mürmann gibi aksini savunanlara rağmen sonuçta transların örgütlenmeden dışlandıklarını anlatıyor.

Mürmann, geniş katılımlı bir toplantıya çağrı için “Uluslararası katkısıyla ‘Eşcinseller Haftasonu' İstanbul'da’’ başlıklı el ilanlarını Beyoğlu’nda bir film festivalinde gösterilen ‘‘gey temalı’’ filmlerde dağıttı ve afişleri astı.

Sonuç olarak 11 Nisan 1993’te Beyoğlu Bilsak Kültür Evi’nde yapılan toplantıda yürüyüş için ortaklaşa çalışma kararı alındı ve grup, aktivist Mine Yanat’ın önerisini kabul ederek Lambda adını seçti.[8] Kaos GL’de çıkan bir makalede Lambda’nın ‘fiili doğum tarihi’nin o gün olduğu belirtilmiş.[9] Grup aynı sene ILGA (Uluslararası Lezbiyen ve Gey Derneği) üyesi oldu.

Mürmann, bu süreçte evinde düzenli toplantılar yapıldığını ve organizasyon hazırlığında AIDS Savaşım Derneği, Mor Çatı ve İnsan Hakları Derneği’nden destek aldıklarını anlatıyor.[10] Sonuçta 2-4 Temmuz arasında düzenlenecek ‘Cinsel Özgürlük Etkinlikleri’ adında bir organizasyonda karar kılındı.

Basın açıklamasında, organizasyonun ‘‘Eşcinsellik kavramına karşı toplumda varolan önyargıları ortadan kaldırmak üzere çaba harcamak’’ ve ‘‘heteroseksüeller ve eşcinsellerin birbiriyle iletişim kurması’’ gibi amaçları olduğu belirtilmiş. Konuşmacılar arasında Deniz Türkali, Küçük İskender, Prof. Dr. Şahika Yüksel, AIDS Savaşım Derneği’nden Doç. Dr. Selim Batur, İnsan Hakları Derneği’nden (İHD) Ercan Kanar, Mor Çatı’dan Fatma Budak ve İskender Savaşır var. Yurt dışından gelecek katılımcılar arasında da Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü’nden Henning Michelson, ‘‘Berlin'den eşcinsel milletvekili’’ Christian Puls, Alman AIDS Vakfı’ndan Petra Narimani gibi isimler var.

Davetiyede, açılışın 2 Temmuz’da saat 20’de Beyoğlu’ndaki Dünya Sineması’nda yapılacağı duyurulmuş.

Valilik yasağı: ‘Toplumun değer hükümlerine aykırı’

Yürüyüşün yapılacağı gün, etkinliklerin Hayri Kozakçıoğlu başkanlığındaki İstanbul Valiliği tarafından engellendiği bilgisi basında yer aldı. Vali Yardımcısı Namık Kemal Eren imzalı 30 Ağustos tarihli tebliğde, yasağa gerekçe olarak Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırılık öne sürülüyordu. 2 Temmuz 1993’te Milliyet Gazetesi’nde çıkan ‘Eşcinsel toplantısına İzin Yok’ başlıklı habere göre Valiliğin gerekçesi şöyleydi:

‘‘Örf ve adetlerimize, toplumumuzun değer hükümlerine aykırı bulunması ve bu nedenle toplumda meydana gelebilecek tepkinin, güvenliği sarsacak olayların doğmasına sebep olabileceği göz önünde bulundurularak, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun, kamu düzenini ciddi şekilde bozacak olayların çıkması ihtimalinin bulunduğu 17. maddesi gereğince yasaklanmıştır.’’

Çakmak, polisin yürüyüşten önceki gece Mürmann ve bir grup aktivistin evlerini basarak aktivistleri gözaltına aldığını, ayrıca Maslak’taki 2019 adlı gece kulübünün de caddenin karşısındaki Orduevi’nden gelen askerler tarafından basıldığını, organizasyonla alakasız birçok kişinin darp edilerek gözaltına alındığını anlatıyor.

İstiklal Caddesi'nde eşcinsel avı

Sonraki gün, Beyoğlu Sineması’nda etkinliğin açılışı olacak ve yürüyüş yapılacaktı. Çakmak’ın anlatımına göre polis İstikal Caddesi’ni ablukaya almış, eşcinsel olduğundan şüphelendiği herkesi gözaltına alıyordu. Çakmak, Tünel Meydanı’nda yurt dışından gelen, aralarında milletvekillerinin de olduğu 9-10 kişilik grubun kelepçelenerek, yerlerde sürüklenerek gözaltına alındığına şahit oldu.

Cumhuriyet’in 4 Temmuz tarihli haberine göre polis ablukasına rağmen İHD’de gözaltıların protesto edildiği bir açıklama yapıldı. Açıklamanın imzacıları arasında Mürmann, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Başkanı Fatma Budak, İHD İstanbul Şube Başkanı Ercan Kanar, Şahika Yüksel ve İskender Savaşır vardı.

Habere göre Mürmann dahil 27 kişi Almanya’ya sınır dışı edilmişti. Mürmann, sınır dışı edilen grupta Türkiye ve İngiltere vatandaşlarının da olduğunu ancak herkesin Frankfurt’a gönderildiğini, avukatlarının hiçbir yetkiliyle konuşturulmadığını, hatta sınır dışı edilmeden önce gruba AIDS testi yapılmak istendiğini fakat buna izin vermediklerini belirtiyor.[11]

Yürüyüşün sonrası

Kısa bir süre sonra Türkiye’ye geri dönen Mürmann’ın anlatımına göre 1993 sonbaharında Lambda toplantıları yine başlamıştı. İlk aylarda Tarlabaşı Bulvarı’ndaki Prive adlı barda, ardından da Beyoğlu TAV’da (Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf) toplanıldı.[12] LGBTİ’ler bu sıralarda Lambda’nın Prive, 14 gibi mekanlarda düzenlendiği ve yüzlerce kişinin katıldığı partilerde tanışmaya devam etti.

1995 Eylül’de ikinci ‘Gey ve Lezbiyen Kültür Etkinlikleri’ de valilikçe engellendiği için yapılamadı. Mürmann, bu yasağa tepki olarak yurt dışından gönderilen protesto metinlerinin İçişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı ve Başbakanlık’ın fakslarını kilitlediğini anlatıyor. Sonraki yıldan itibaren Onur Haftası etkinlikleri basına kapalı yapılıyor.[13]

Haziran 1996’da BM Habitat II konferansı kapsamında, İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla binasında İnsan Kaynakları Vakfı’yla bir stand kiralayan Lambda, çalışmaları hakkında yurt dışından katılımcılara bilgi vermiş ve Ülker Sokak’taki translara uygulanan polis şiddetini protesto etmişti.[14]

Ülker Sokak ve ‘Hortum Süleyman’

‘‘O zamanlar, o sokakta belki yüz kız vardı. Eğer dünyada kolektif yaşam, komünal yaşam diye bir şey varsa, orası öyleydi...’’ (Şevval Kılıç)

80’lerin ortasından itibaren translar Cihangir’de Kazancı Yokuşu, Pürtelaş Sokak, Sormagir Sokak ve Ülker Sokak’a yerleşmeye başladı. 90’larda Ülker Sokak’ın bir getto haline geldiğini ve ‘‘altın çağını’’ yaşadığını anlatan Şevval Kılıç, ‘‘Sabah 9’da gece tuvaletiyle, üç metrelik kirpikleriyle bakkala giden sürreal tipler’’ gördüğü sokağı ‘‘Almodóvar filmlerinin setlerine’’ benzetiyor. Trans kadınların korunaklı ve kolektif bir hayat kurduğu sokakta farklı tahminlere göre 70 - 100 arasında trans seks işçisi hem yaşıyor, hem de çalışıyordu.[15]

1992’de ve 1996’da Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’nde Ekipler Amiri olarak görev yapan ‘Hortum Süleyman’ lakaplı Süleyman Ulusoy, Ülker Sokak’ta yaşayan transları darp ve işkence yoluyla sokaktan çıkartmaya çalıştı.

Alaaddin Yüksel’in İstanbul Emniyet Müdürlüğü yaptığı bu yıllarda Demet Demir başta olmak üzere birçok Ülker Sokak sakini, sokağın defalarca yüzlerce polis tarafından basıldığını, evlerin kapılarının balyozla kırıldığını, telefon kablolarının kesildiğini, günlerce gözaltında tutularak işkenceden geçirildiklerini, yakalanmamak için evlerinin arka pencerelerinden yorganlarla arka sokaklara inerek kaçtıklarını anlatıyor. Demir’in anlatımına göre bu süreçte transların sokakta alışveriş yaptığı dükkanlar bile dönemin Beyoğlu Belediye Başkanı Nusret Bayraktar’ın talimatıyla kapatılmıştı.[16]

2000 Haziran’da Ulusoy’un gözaltındaki bazı şahısları hortumla darp ettiği görüntüler CNN Türk’te yayınlandı, olay 1 Haziran’da Radikal gazetesinde ‘İşte Hortum Süleyman’ manşetiyle haber oldu. Bu sırada Ulusoy, Fatih Emniyet Müdürlüğü’nde Ekipler Amiri olarak görev yapıyordu.

Demet Demir’in de aralarında bulunduğu sekiz trans kadının Ulusoy’a açtığı dava 2001’de Beyoğlu 6. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülmeye başladı. 20 Ekim 2001'de Milliyet'te yayınlanan habere göre İHD Başkanı Eren Keskin de duruşmada Ulusoy'un hortumla bazı kişileri darp ettiğini gördüğünü belirtmişti.

Ulusoy duruşmada 1996 Haziran’da İstanbul’da düzenlenen ‘Habitat II’ (Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı) nedeniyle ‘‘geniş güvenlik önlemleri’’ almak zorunda kaldıklarını belirtti, gözaltıların ‘‘yabancı konukların rahatsız edilmemesi’’ için yapıldığını ileri sürdü. Basının ortaya çıkarttığı işkence görüntülerinin de montaj olduğunu iddia etti.

Mahkeme 18 Şubat 2003’te sonuçlandı. İddianamede Ulusoy hakkında 27 yıla kadar hapis cezası isteniyordu fakat hakim, Şartlı Salıverme Yasası uyarınca davanın kesin hükme bağlanmasını erteledi. Sonuçta aftan yararlanan Ulusoy hiçbir ceza almadı ve 2004’e kadar Fatih Emniyet Müdürlüğü’nde Ekipler Amirliği görevine devam etti.

Ulusoy, 2005’te verdiği röportajlarda ‘‘Bir olay olmuştur, copum yanımda değildir. Mesela bir otoparktaki hortum denk gelmiştir’’, ‘‘Homoseksüelliğe karşı insanlarımızın topyekûn seferber olması lazım,’’ ‘‘Bizim hortumlardan hep temiz su aktı … Sokaktaki çamuru, pisliği temizledik’’ gibi beyanlarda bulunmuştu.[17] [18]

Sokakta kalmakta direnen birkaç transtan biri olan Demet Demir, 1997’de ABD’deki Uluslararası Gay ve Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu’ndan Felipa de Souza ödülünü aldı. LGBTİ hak mücadelesinin öncülerinden olan Demir 1999’da Beyoğlu Belediye Meclisi adayı olarak yerel seçimlere katılan ilk LGBTİ oldu, 2007 genel seçimlerinde de Isparta’dan milletvekili adayı oldu. Demir iki adaylığında da Türkiye'de ilk kez (1994’te) tüzüğünde LGBTİ’lere yer veren Özgürlük ve Dayanışma Partisi'yle hareket etmişti.

‘Kaos Şanlanıyor’

Kaos GL aktivistleri, Ankara’da otobüs duraklarına astıkları afişlerde ve 1994 Nisan’da Express’e verdikleri bir ilanda ‘Gey, Lezbiyen, ve Anti-heteroseksistlere Çağrı’ başlıklı metinde ‘iletişim ağı oluşturma ve buluşma’ niyetiyle bir posta kutusu kiraladıklarını belirterek ‘‘Yalnız olduğunuzu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz’’ diyorlardı.[19] 1994’te Kaos GL aktivistlerinin katılımıyla İHD Ankara Şubesi’nde bir gey ve lezbiyen komisyonu oluşturuldu.[20]

20 Eylül 1994’te Kaos GL Dergisi’nin ilk sayısı ‘Kaos Şanlanıyor’ kapağıyla yayın hayatına başladı. Kendisini ‘‘Kaos GL dergisinin ilk dizgicisi, grafikeri, yazarlarından birisi’’ olarak tanımlayan Ali Özbaş, ilk sayıları o sıralar çalıştığı işyerindeki bilgisayarda yeni öğrendiği Word Art programını kullanarak hazırladığını, hatta birinci sayının kapağındaki ters üçgenin içine yazı yazmak için saatlerce uğraştığını anlatıyor. 16 sayfalık ilk dergi, fotokopicide çoğaltılıp evde zımbalanmıştı.[21]

Kaos GL aktivistlerinden Atilla Karakış da Eylül 1996’da yayınlanan 25. sayı için kaleme aldığı makalede, ‘‘Özlemini çektiğimiz matbaa baskıya hâlâ geçemedik. Her sayfayı tek tek katlayıp, her dergiyi elimizle hazırlıyoruz … Sadece Ankara ve İstanbul’da başlayan satışımız, artık İzmir, Eskişehir, Bursa, Mersin, Adana, Antalya ve Denizli illerinde de gerçekleşiyor’’ diyor.

Grubun ilk sokak eylemi, 1996’nın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Ankara Tandoğan Meydanı’nda düzenlenen mitinge Venüs’ün Kızkardeşleri adlı lezbiyen örgütle birlikte katılmak oldu. Kaos GL Dergi’nin Mart - Nisan 1996 sayısında, grubun mitingde “Toprak, Komün, Özgürlük”, “Kaos Kaos Kaos”, “İbne Değil Eşcinsel, Gay Lezbiyen Burdayız” sloganları attığı yazılmış.

2000’de Kaos GL Kültür Merkezi açıldı, bir kütüphane kuruldu ve film gösterimlerine başlandı. Eylül 2005'te, resmi adıyla 'Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği' Türkiye’de tüzel kişilik kazanan ilk LGBTİ derneği oldu.

2001’de LGBTİ’ler ilk kez örgütlü bir şekilde, Ankara’da 1 Mayıs kutlamalarına katıldı.

Güztanbul, Baharankara

98’den itibaren Ankara’da Kaos GL ev sahipliğinde ve İstanbul’da Lambda ev sahipliğinde LGBTİ’ler buluşmaya başladı. Sonbaharda İstanbul’daki buluşmaya ‘Güztanbul’, ilkbaharda Ankara’dakine de ‘Baharankara’ adı verilmişti. Lambda’dan Öner Ceylan, bu etkinliklerde çoğunluğun eşcinsel erkekler olduğunu söylüyor.[22]

90’lı yılların ortasındaki diğer LGBTİ örgütlenmelerden bazıları Bursa’da Spartaküs, İzmir’de Biz GL, Türkiye Ayıları ve Efemineler.[23]

Üniversite örgütlenmeleri

90’ların ortasından itibaren LGBTİ’ler üniversitelerde de örgütlenmeye başladı. 1995’te Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi öğrencileri Bilinçli Eşcinseller Topluluğu’nu, 1996’da Atatürk Üniversitesi öğrencileri Lambda Erzurum’u kurdu.[24]

ÖDTÜ'de 1996'da ‘Lezbiyen Gay Topluluğu'nun baş harflerinden oluşan LEGATO, ardından 1997'de Hacettepe Üniversitesi’nde HALEGA (Hacettepe Lezbiyen Gay Topluluğu) kuruldu, daha sonra bu gruplar erkek eşcinseller için Yahoo Groups üzerinden 'Gay Ankara' adlı sanal bir iletişim ağı ortaya çıkarttı. Boğaziçi Üniversitesi’nde de 2000'de bir LEGATO kuruldu. 2000’de LEGATO ortak mail grubu üzerinden iletişim kuran üniversite sayısı 27’ye, 2002’deyse 61’e çıkmıştı.[25]

Venüs’ün Kızkardeşleri, Sappho’nun Kızları

1994’te lezbiyenler İstanbul’da Venüs’ün Kızkardeşleri’ni, Mayıs 1998’deyse Ankara’da Sappho’nun Kızları’nı kurdu. Venüs’ün Kızkardeşleri, Kaos GL Dergi’nin Mart 1995 sayısında yayınlanan çağrılarında grubun İstanbul’da yaşayan lezbiyenlerden oluştuğunu belirtiyordu.

Kendilerini ‘lezbiyen feministler’ olarak tanımlayan Sappho’nun Kızları’ysa, Kaos GL Kültür Merkezi açıldıktan bir süre sonra eşcinsel erkeklerin çoğunlukta olması sebebiyle ayrı bir örgütlenme ihtiyacı duymuştu. Kuruculardan Yeşim Başaran, süreci şöyle anlatıyor:

‘‘Kaos Kültür Merkezi açıldığında sürekli erkekler sürekli erkekler... Bir geliyorsun kahve gibi, hepsi erkek ... Onların deneyimleri konuşuluyor, biz onların deneyimini dinliyoruz ve konuşursak da onların deneyimini konuşuyoruz … Biz de kendi içimizde toplantılar yapalım dedik. Sappho'nun Kızları’nı öyle kurduk.’

Grubun feminist örgütlerle ilişkilenme isteği içinde olduğunu, feministlerin de lezbiyenlerle tanışmak istediğini anlatan Başaran, İstanbul’da Eksik Etek dergisini çıkartan feministlerle iletişim kurduğunu ve yaklaşık 40 kişilik bir kadın grubunun aylarca bir evde buluşarak feminist odaklı tartışmalar yürüttüğünü aktarıyor.[26]

Trans seks işçileri ve ‘Gacı’

1996’da Kadın Kapısı adı altında örgütlenen trans seks işçileri 1997’de İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı desteğiyle ‘Gacı’ dergisini çıkarttı. Şevval Kılıç’ın ‘‘seks işçilerinin haberleşme bülteni’’ diye tanımladığı dergi birkaç yıl boyunca yayınlandı.

Kılıç, Ülker Sokak’tan polis zoruyla çıkartılan trans seks işçilerinin Deniz Kızları adı altında yaklaşık bir sene boyunca örgütlenmeye çalıştıklarını, bu esnada yakın arkadaşları Sosyolog Pınar Selek’in önerisi üzerine babası Alp Selek’in hukuki meselelerde danışmanlık yapmak üzere toplantılara katıldığını anlatıyor.[27]

90’lar boyunca eşcinsel erkeklerin ağırlıklı olduğu LGBTİ örgütlerinde translar da kendilerine yer bulamadı. Şevval Kılıç, bu durumu ‘‘Venüs’ün Kızkardeşleri, Sappho’nun Kızları gibi örgütlenmelerin de hiçbir yerinde yoktu trans kadınlar ... 2007’nin sonlarına kadar örgütlü trans hareketinden söz etmek mümkün değil’’ diye anlatıyor. (Eİ/HK)

LGBTİ kendi tarihini yazıyor

LGBTİ’lere dair meseleler 90’lar boyunca ana akım medya tarafından ya görülmedi, ya da nefret diliyle, ötekileştirilerek, skandalize edilerek ve pornografikleştirilerek ele alındı. Lambdaistanbul LGBTİ Dayanışma Derneği’nden Öner Ceylan, bir röportajında ‘‘Haftalık popüler dergilerden Tempo ve Aktüel iki haftada bir eşcinselliği kapak konusu yapıyordu. Bir tarafıyla eşcinsellik, ‘Aa, bakın neler yapıyor bu sapıklar?’ dedirten şeyler. Bir taraftan da tahrik eden, içgüdüsel şeyler var. Yani ikiyüzlü bir şekilde konuya yaklaşıyorlar’’ diye özetliyor meseleyi.[28]

LGBTİ’lerin 80’lerin sonu ve 90’lar boyunca katkıda bulunduğu ve çıkarttığı yayınlar ise şöyle:

* ‘Radikal Demokratik Yeşil Parti’ girişiminin 88-90 arasında yayınladığı, altı sayı boyunca devam eden ‘Yeşil Barış’ adlı derginin ‘Gay Liberasyon’ başlıklı, trans ve eşcinsel gündemli sayfaları vardı, editörü Ali Kemal Yılmaz’dı.[29]

* 25 Mart 1995’ten başlayarak bir süre haftalık Express dergisinde bir sayfalık LGBTİ bülteni hazırlandı.

* Kaos GL, 20 Eylül 1994’te Kaos GL Dergi’nin ilk sayısını “Kaos Şanlanıyor” kapağıyla yayınladı. O günden beri devam eden tek LGBTİ yayını olan Kaos GL Dergi’nin Kasım 2014’te çıkan 139. sayısı ‘Aile’ dosyasıyla şu anda raflarda.

* Şubat 1996’da Lambda %100 GL (Gay ve Lezbiyen) adlı iki ayda bir çıkan bültenin ilkini yayınladı. Bültenler, Ankara merkezli Kaos GL dergisinin İstanbul kopyalarının içinde, Bilsak, Beşinci Kat ve Barbahçe gibi LGBTİ’lerin tercih ettiği mekânlarda dağıtılmaya başlandı. Yayın en azından 1,5 sene boyunca devam etti.

* Açık Radyo’da, 5 Mayıs 1996’dan itibaren yaklaşık bir buçuk yıl boyunca Türkiye’nin ilk gey ve lezbiyen radyo programı yapıldı. Kaos GL’de çıkan bir yazıda % 100 GL adlı programın RTÜK gerekçesiyle yayından kaldırıldığı belirtilmiş.

* Kadın Kapısı adı altında örgütlenen trans seks işçilerinin 1997’de İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı desteğiyle çıkarttığı ‘Gacı’ birkaç yıl boyunca yayınlandı.

LGBTİ 2014

$
0
0
LGBTİ mücadelesi 90'larda büyük bir baskı altında başladı ve büyüdü. Onur yürüyüşleri artık değişik kentlerde yapılıyor ama baskı hala sürüyor.
Elif Ince
İstanbul - BİA Haber Merkezi

90'larda İstanbul ve Ankara'da başlayan LGBTİ hareketi 2000'lerde birçok şehre yayıldı. Bugün Ankara, Diyarbakır, İstanbul ve İzmir gibi metropollerde birden çok LGBTİ örgütlenmesi var, Türkiye genelindeki oluşumların sayısıysa 20’yi geçti.

2014’te aktif LGBTİ örgütlerinden bazıları Queer Adana, Ankara’da Anka, Kaos GL, Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği, Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği ve T-Der, Antep’te ZeugMADİ, Dersim’de Roştîya Asmê, Diyarbakır’da Keskesor ve Hebun LGBTT Derneği, Edirne’de Trakya LGBTQİ, Eskişehir’de Morel, İskenderun’da Özgürlüğün Renkleri, İstanbul’da Hevi, Kadın Kapısı, Lambdaistanbul, LGBTİ Dayanışma Derneği, SPoD ve T-Kulüp, İzmir’de Siyah Pembe Üçgen, Kars Homofobi ve Transfobi Karşıtı Platform, Kocaeli LGBTİ İnisiyatifi, Malatya Homofobi ve Transfobi Karşıtı Gençlik İnisiyatifi, Mersin’de LGBT 7 Renk Derneği ve Trabzon’da Mor Balık LGBT.

Üniversite örgütlenmeleri de gitgide çoğalıyor, en azından sekiz üniversitede aktif LGBTİ örgütü var: Antalya'da Akdeniz Üniversitesi'nde Pembe Caretta LGBTQ, Bursa Uludağ Üniversitesi'nde Özgür Renkler Topluluğu, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Bilgi Gökkuşağı, Boğaziçi Üniversitesi'nde LuBUnya, İTÜ'de Cins Arı Heteroseksizm Karşıtı Öğrenci Topluluğu, İzmir'de Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Eşit Şerit, Ege Üniversitesi'nde LeGeBiT ve Hacettepe Üniversitesi'nde Homofobi ve Transfobi Karşıtı Öğrenci Topluluğu...

2008’de toplanmaya başlayan, çocukları LGBTİ olan ebeveynlerden oluşan LİSTAG da (LGBTİ Aileleri İstanbul Grubu) hareketin görünürlük kazanmasında önemli bir rol oynadı.

2013 Mayıs ve Haziran’da Gezi Parkı’ndaki LGBTİ aktivistleri ve örgütlerinin birleşmesiyle oluşan LGBT Blok, protestoların en önemli bileşenlerinden biriydi. LGBTİ hakları mücadelesi, Gezi direnişi sırasında Türkiye çapında görünürlük ve meşruiyet kazandı. 2014 yerel seçimlerinde Türkiye genelinde 12 LGBTİ birey açık kimlikleriyle HDP ile BDP’den (6), CHP’den (3 asil, 1 yedek) ve TKP’den (1) belediye meclis üyesi adayı oldu, hiçbir aday meclise giremese de LGBTİ hakları siyasi partilerin yerel seçim vaatlerinde ilk kez önemli bir gündem maddesi haline geldi.[1]

İstanbul Onur Haftası ve Onur Yürüyüşleri her yıl daha da geniş katılımla gerçekleştiriliyor. Son iki yıldır Onur Yürüyüşleri Türkiye’nin diğer illerine de yayılmaya başladı. 2013’te Antalya ve İzmir'de, 2014’te İskenderun ve Malatya’da ilk kez Onur Yürüyüşü yapıldı. Ayrıca son beş senedir İstanbul’da ayrı olarak trans bireylerin görünürlüğünü merkeze alan Trans Onur Haftası ve Yürüyüşü düzenleniyor. Ankara’da 2006’dan beri ‘Homofobi ve Transfobiye Karşı Yürüyüş’ yapılıyor.

Tüm bu gelişmelere rağmen LGBTİ bireylere yönelik nefret cinayetleri durdurulamıyor. Transgender Europe verilerine göre Türkiye’de Ocak 2008 - 1 Ekim 2014 arasında en az 37 trans, nefret cinayetleri sonucunda öldürüldü. 2008’de babası tarafından eşcinsel olduğu için öldürülen 26 yaşındaki Ahmet Yıldız’ın davası, LGBTİ’lere yönelik nefret cinayetlerinde bulunamayan adaletin sembollerinden oldu. Altı senedir davada hiçbir gelişme olmadığı gibi, tek sanık olan baba hala ‘kayıp’...

Ülker Sokak'tan Avcılar'a



LGBTİ’lere yönelik ayrımcılık ve nefret suçları da son derece yaygın. Ülker Sokak’ta 90’lardaki linç kampanyasının benzerleri 2006’da Ankara Eryaman’da, 2012 ve 2013’te Avcılar Meis Sitesi’nde yaşandı, translar evlerini terk etmek zorunda kaldı. Sitede yaşayan bir grup tarafından ‘‘Mahallede ibne istemiyoruz’’ diyerek sürülmek istenen transların evleri fuhuş gerekçesiyle mühürlendi. 7 Mart 2013’te Seda isimli trans kadın, site yakınlarında darp edilerek kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Mayıs 2013’te evleri kurşunlanan ve kundaklanan transların çoğu siteyi terk etmek zorunda kaldı..

LGBTİ’ler sadece barınma değil, iş hayatından sağlık ve eğitime her alanda ayrımcılığa uğruyor. Eşcinsel olduğu gerekçesiyle hakemlikten menedilen Halil İbrahim Dinçdağ’ın Türkiye Futbol Federasyonu’na (TFF) açtığı ve hala devam eden dava, LGBTİ’lere yönelik yaygın ayrımcılığı toplum genelinde görünür kıldı. Trans bireylere sokakta yürürken bile Kabahatler Kanunu ya da Trafik Kanunu gerekçe gösterilerek ceza kesilmesi hala yaygın bir uygulama.

Nefret Suçları’yla ilgili düzenlemeyi de içeren ‘Demokratikleşme Paketi’ adıyla anılan kanun tasarısı, 2 Mart 2014’te ‘cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği’ kapsam dışı bırakarak parlamentodan geçirildi. LGBTİ hareketinin yıllardır talep etmesine rağmen ne Anayasa’da ne de ulusal mevzuatta cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığı yasaklayan hiçbir düzenleme bulunmuyor.[1]

[1] Sezen YALÇIN ve Volkan YILMAZ (2013). “Gezi Protestolarından Yerel Seçimlere LGBTİ Hakları Hareketi ve Yerel Siyaset”, İktisat Dergisi, Sayı 525, s.84-94.

Can Nergis: Sevdiğimi ve ailemi arkamda bırakamam

Jorge García Valero

Anne bak Ajda bana bakıyor!

$
0
0
Garajİstanbul konserleri tüm hızıyla devam ediyor. Her ay oldukça ses getiren gösterilere imza atan ‘Kafası Karışık Kontrtenor’ Nuri Harun Ateş yılbaşı gecesi sürprizlerle dolu bir karşılama için yine sahnede olacak. Ateş, yeni yılda kendi albümünü DMC etiketiyle yayımlayacak olmanın heyecanını taşıyor.
EMİNE BIYIK


Garajİstanbul ile henüz bir garajken tanışmış Nuri Harun Ateş. Mustafa ve Övül Avkıran çiftinin hayaliymiş ve Harun bu hayale inanıp bir parçası olmuş. Garajİstanbul’un kurulduğu ilk günden beri hep sahne almış. “Garajİstanbul yepyeni bir enerji ve harika bir ekiple yoluna devam ediyor. Ben de söylemeye tabii…

Yılbaşında da bu mekânda olacağız, yeni yılı birlikte karşılayacağız." Harika bir orkestrası olduğunu düşünüyor Harun ve ekliyor; “Kalp Kırmayan Erkekler de benimle birlikte sahnede olacak. Şarkılar, danslar, zılgıtlar, halaylar ve daha neler neler… Çılgınca eğlence Garajİstanbul semalarında sizlerle olacak.”

SAHNEYE FIRLADIM

Nuri Harun Ateş ‘Kafası Karışık Kontrtenor’ projesiyle onu izlemeye gelenlere unutulmaz bir gece yaşatıyor. O şarkı söylerken içiniz coşuyor. Oturmanız mümkün değil. ‘Kafası Karışık Kontrtenor’ projesinin hikâyesini ona sorduğumda “Hep vardı aslında, aynadan bana bakıp duruyordu, bildim bileli” diyor.  Her projeden, oyundan, kurgulanmış hikâyeden bağımsız sahneye çıkmaya karar verdiği an, bütün kafa karışıklığını da yanına alıp sahneye fırlamış.

Tezgâhtarlık yaptım

Müziğe olan tutkusu çok küçük yaşlarda Ajda Pekkan’a olan hayranlığı yüzünden başlıyor. Kendisi çok hatırlamıyor ama annesinin anlattığı kadarını biliyor. “Küçükken Ajda Pekkan’ın sesini duyunca uyanır, televizyona kitlenirmişim. ‘Anne bak, o da bana bakıyor, o da beni seviyor' dermişim” diyor. Yıllar geçince hayalinin peşinde koşmuş Harun. İstediği eğitimi alabilmek için okul değiştirip durmuş.
Hatta bir ara her şeyden sıkılıp müziği bırakmaya bile karar vermiş. Ve Ada Müzik'e tezgâhtar olarak girmiş. “Bir gün Murat Daltaban geldi ve kontrtenor olduğumu öğrendi. Mustafa ve Övül Avkıran çiftiyle tanıştırdı. Sonra her şey değişti.”

Akşam

Adam Levine - Blake Shelton

Viewing all 15059 articles
Browse latest View live


<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>