Ayça Şen, tanıdığım en parlak kadınlardan biri. Zeki, yaratıcı ve çok sıradışı. Onunki, insanın başını döndürecek, “Bu nasıl bir kafa?” dedirtecek bir hayal gücü. Ucu bucağı yok çünkü. Durmayan bir zihin. Sansürsüz bir anlatım. Radyoda program yaparken de kitap yazarken de sohbet ederken de. Onun dürüstülüğü, tespitleri ve hazırcevaplığı karşısında, sonsuza kadar anıra anıra gülebilirsiniz. Biraz sinir gülmesidir bu. Biraz da hayret gülmesidir. Hem kendisiyle, hem başkalarıyla dalga geçmekte bir ‘maestro’ olan efsane radyocu, kendi gibi benzersiz bir roman yazdı: ‘Hayalet Ağrı’. Doğan Kitap’tan çıktı. 200 sayfalık, elinizden bırakmadan ‘cırt’ diye okuyacağınız bir roman. Gerçekten de fantezide sınır tanımıyor…
Altıma bir kot çektim gelinlik niyetine de beyaz gömlek giydim
Ben zaten evlenmeyi kafaya koymuştum. Birlikte seyahat etmek, dedikodu yapmak, yürüyüş yapmak, yemek yapmak filan istiyordum. Oğlum Memo da istedi aynı evde oturmamızı, oyunlar oynuyorlardı, birlikte parka gidiyorlardı. Okul toplantılarına filan birlikte gidelim istedim, sosyal ilişkilerde kurumsal bir durum olsun istedim. Yani hayatı herkesleştirince, kolaylık olduğunu ve daha az yorulunduğunu görmüştüm bir yerlerden! Haksız da değillermiş... Kotumu çektim ve gelinlik niyetine giydiğim beyaz gömleğimle, bilmem nere belediyesinde evlendim. Fakat şart değildi, birlikte yaşamak da olabilirdi yani. Ama ben bunu bir Zetina dikiş makinesine bağlamak istedim işte, ne bileyim...
Bizim kuşağın en büyük defolarından biri: SEKS
Biz, seks varsa, aşk da orada sandık. Neredeyse, bizim bütün kuşak böyle. Takılamıyoruz biz, ille âşık olmamız lazım. Oysa aşk, ender başına gelir insanın. Bizim kuşaksa ille her seksi, aşk kılıfına uydurmaya çalışıyor. 40 yaşını devirdikten sonra bunun öyle olmadığına uyanıyorsun. Bu bir kuşaksal özeleştiri aslında: Biz, seksi, kafamızda hem çok büyütmüşüz hem de bayağı ihmal etmişiz! Özgürlüğün peşinden koşarken kendi özgürlüğümüzün tutsağı olmuş ve ezberlerimizi manifestolar sanmışız. Dolayısıyla bir yolunu bulup biraz da kendimiz için yaşamalıyız. Oksijensiz yaşanmaz!
Ben zaten evlenmeyi kafaya koymuştum. Birlikte seyahat etmek, dedikodu yapmak, yürüyüş yapmak, yemek yapmak filan istiyordum. Oğlum Memo da istedi aynı evde oturmamızı, oyunlar oynuyorlardı, birlikte parka gidiyorlardı. Okul toplantılarına filan birlikte gidelim istedim, sosyal ilişkilerde kurumsal bir durum olsun istedim. Yani hayatı herkesleştirince, kolaylık olduğunu ve daha az yorulunduğunu görmüştüm bir yerlerden! Haksız da değillermiş... Kotumu çektim ve gelinlik niyetine giydiğim beyaz gömleğimle, bilmem nere belediyesinde evlendim. Fakat şart değildi, birlikte yaşamak da olabilirdi yani. Ama ben bunu bir Zetina dikiş makinesine bağlamak istedim işte, ne bileyim...
Ayşe Arman - Hürriyet