Başbakan neye güvenerek yargı ve ihalelere müdahalesini kabul etti? 30 Mart sonrası ne olacak.
Başbakan Tayyip Erdoğan yine herkesi şaşırtmayı, ağzını bir karış açık bırakacak kadar şaşırtmayı bildi.
Hafta başında, 3 ve 4 Mart günleri internete düşen iki bant kaydının gerçekliğini kabul etmenin de ötesine geçerek, müdahalesinin ‘tabii’, yani doğal olduğunu söyledi.
O kadar şaşırdık ki, biz gazeteci milleti dönüp TV’lerden canlı yayımlanan konuşmanın kaydını dinlemek, dökümünü okuyup birbirimize sormak ihtiyacı duyduk: Bu, kabul anlamına geliyor, değil mi?
Evet öyleydi. Bunu bırakalım muhalefeti, AK Partililerin tamamının doğru sayacağını bile düşünmek zor.
Çünkü bu kayıtlar, bir Avrupa ülkesinde suç itirafı yerine geçebilirdi. Bu görüşmeleri kabul eden siyasetçinin o gün istifa etmesi beklenebilirdi.
İlk grup kaydın Erdoğan ile eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin arasında, Gezi protestoları ardından 2013 yaz aylarında geçtiği iddia ediliyordu.
Erdoğan, Aydın Doğan ve Doğan Grubu aleyhine Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) açtığı davadan beraat çıkmasını kabullenemiyordu. Adalet Bakanı'ndan Yargıtay’a müdahale ederek mahkûmiyet çıkarmasını istiyordu.
Doğan Grubu dün yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “Eğer doğru ise böyle bir konuşma, kişisel bir mağduriyet yaratmanın ötesinde Türkiye’de hukuk sisteminin daha da sarsılmasına yol açabilecek niteliktedir. Biz bu konuşmanın yapılmadığının ve gerçek olmadığının bir an önce kanıtlanmasını bekliyoruz.”
Açıklamanın Doğan Grubu gazetelerinde yayımlandığı sabah, Erdoğan görüşmeyi doğrulamıştır.
Bu, dünyanın her yerinde hükümetin yargıya müdahale girişimidir.
Bantlardan ikincisi yine Başbakan ile işadamı Metin Kalkavan arasında geçtiği öne sürülen telefon dinleme kaydıydı.
Erdoğan burada, daha önce Koç Grubu tarafından ihale yoluyla Milli Savaş Gemisi, MİLGEM projesi çerçevesinde kazanılmış 6 savaş gemisi yapımıyla ilgiliydi. Kalkavan ihaleye resmi başvuru dahi yapmamış olduğu halde ona şikâyet dilekçesi yazmasını tavsiye ediyordu. (Nitekim Gezi protestolarını takip eden günlerde MİLGEM projesi (İstanbul’a yeni çevre yolu projesi gibi) Koç Grubu'ndan alınacaktı.)
Erdoğan’ın aynı hafta sonu Koç ailesiyle görüştüğünün öğrenildiği saatlerde de projenin Koç’un elinden nasıl alındığını anlatan kayıtlar internete düşmüştü.
Bu, dünyanın her yerinde ihaleye müdahale girişimidir.
Başbakan'ın bakanlarıyla konuşmalarının yasadışı olarak dinlenmesi dünyanın her yerinde suçtur. Bu doğru.
İstihbarat yetkilileri, son iki yıldır TÜBİTAK tarafından sağlanan şifreli telefonlarla yapılan bütün konuşmaların dinlenmiş ve yurtdışındaki adreslere iletilmiş olduğunu var saydıklarını söylüyorlar.
Hiçbir devlet böyle bir şeyi kabul edemez, bu da doğru.
Hükümetin kendi içinde serpilmiş gizli örgütlenmeleri açığa çıkarma hakkı vardır, bu da doğru.
Öte yandan Başbakan'ın bakanlarından süren davayı etkilemesini istemesi dünyanın her yerinde yürütmenin yargıya müdahalesidir ve suçtur. Rakip şirketlere akıl vererek başlamış ihaleyi kazananın elinden alma dünyanın her yerinde serbest ekonomiye yürütmenin müdahalesidir.
Peki, o zaman Başbakan modern dünyanın kabul edemeyeceği bu müdahaleleri yaptığını neden kabul etti?
Bunun cevabını, ancak "Seçimi kazanacağım ve yolsuzluk iddialarından aklanmış sayılacağım" gibi yanlış bir mantık ve özgüven patlamasında bulabiliriz.
Yolsuzluk iddialarını aklamanın yeri seçim sandığı değil, bağımsız ve tarafsız mahkemelerdir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirmesi dahi örtbas etme algısına karşı atılmış bir adımdır.
Sandığa gelince… Erdoğan adeta içeride ve dışarıda herkese, halkın yolsuzluk iddialarına inansa bile kendisine oy vereceği, kendisinin de 30 Mart’tan sonra istediği her şeyi yapmaya hak kazanacağını bildirmek ister gibi.
Öyle mi olacak?
Erdoğan 30 Mart’ta bütün bu iddialardan aklanmış mı sayılacak?
Ve istediği her şayi istediği gibi yapma ruhsatına mı sahip olacak? Göreceğiz.
Murat Yetkin - Radikal
Başbakan Tayyip Erdoğan yine herkesi şaşırtmayı, ağzını bir karış açık bırakacak kadar şaşırtmayı bildi.
Hafta başında, 3 ve 4 Mart günleri internete düşen iki bant kaydının gerçekliğini kabul etmenin de ötesine geçerek, müdahalesinin ‘tabii’, yani doğal olduğunu söyledi.
O kadar şaşırdık ki, biz gazeteci milleti dönüp TV’lerden canlı yayımlanan konuşmanın kaydını dinlemek, dökümünü okuyup birbirimize sormak ihtiyacı duyduk: Bu, kabul anlamına geliyor, değil mi?
Evet öyleydi. Bunu bırakalım muhalefeti, AK Partililerin tamamının doğru sayacağını bile düşünmek zor.
Çünkü bu kayıtlar, bir Avrupa ülkesinde suç itirafı yerine geçebilirdi. Bu görüşmeleri kabul eden siyasetçinin o gün istifa etmesi beklenebilirdi.
İlk grup kaydın Erdoğan ile eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin arasında, Gezi protestoları ardından 2013 yaz aylarında geçtiği iddia ediliyordu.
Erdoğan, Aydın Doğan ve Doğan Grubu aleyhine Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) açtığı davadan beraat çıkmasını kabullenemiyordu. Adalet Bakanı'ndan Yargıtay’a müdahale ederek mahkûmiyet çıkarmasını istiyordu.
Doğan Grubu dün yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “Eğer doğru ise böyle bir konuşma, kişisel bir mağduriyet yaratmanın ötesinde Türkiye’de hukuk sisteminin daha da sarsılmasına yol açabilecek niteliktedir. Biz bu konuşmanın yapılmadığının ve gerçek olmadığının bir an önce kanıtlanmasını bekliyoruz.”
Açıklamanın Doğan Grubu gazetelerinde yayımlandığı sabah, Erdoğan görüşmeyi doğrulamıştır.
Bu, dünyanın her yerinde hükümetin yargıya müdahale girişimidir.
Bantlardan ikincisi yine Başbakan ile işadamı Metin Kalkavan arasında geçtiği öne sürülen telefon dinleme kaydıydı.
Erdoğan burada, daha önce Koç Grubu tarafından ihale yoluyla Milli Savaş Gemisi, MİLGEM projesi çerçevesinde kazanılmış 6 savaş gemisi yapımıyla ilgiliydi. Kalkavan ihaleye resmi başvuru dahi yapmamış olduğu halde ona şikâyet dilekçesi yazmasını tavsiye ediyordu. (Nitekim Gezi protestolarını takip eden günlerde MİLGEM projesi (İstanbul’a yeni çevre yolu projesi gibi) Koç Grubu'ndan alınacaktı.)
Erdoğan’ın aynı hafta sonu Koç ailesiyle görüştüğünün öğrenildiği saatlerde de projenin Koç’un elinden nasıl alındığını anlatan kayıtlar internete düşmüştü.
Bu, dünyanın her yerinde ihaleye müdahale girişimidir.
Başbakan'ın bakanlarıyla konuşmalarının yasadışı olarak dinlenmesi dünyanın her yerinde suçtur. Bu doğru.
İstihbarat yetkilileri, son iki yıldır TÜBİTAK tarafından sağlanan şifreli telefonlarla yapılan bütün konuşmaların dinlenmiş ve yurtdışındaki adreslere iletilmiş olduğunu var saydıklarını söylüyorlar.
Hiçbir devlet böyle bir şeyi kabul edemez, bu da doğru.
Hükümetin kendi içinde serpilmiş gizli örgütlenmeleri açığa çıkarma hakkı vardır, bu da doğru.
Öte yandan Başbakan'ın bakanlarından süren davayı etkilemesini istemesi dünyanın her yerinde yürütmenin yargıya müdahalesidir ve suçtur. Rakip şirketlere akıl vererek başlamış ihaleyi kazananın elinden alma dünyanın her yerinde serbest ekonomiye yürütmenin müdahalesidir.
Peki, o zaman Başbakan modern dünyanın kabul edemeyeceği bu müdahaleleri yaptığını neden kabul etti?
Bunun cevabını, ancak "Seçimi kazanacağım ve yolsuzluk iddialarından aklanmış sayılacağım" gibi yanlış bir mantık ve özgüven patlamasında bulabiliriz.
Yolsuzluk iddialarını aklamanın yeri seçim sandığı değil, bağımsız ve tarafsız mahkemelerdir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirmesi dahi örtbas etme algısına karşı atılmış bir adımdır.
Sandığa gelince… Erdoğan adeta içeride ve dışarıda herkese, halkın yolsuzluk iddialarına inansa bile kendisine oy vereceği, kendisinin de 30 Mart’tan sonra istediği her şeyi yapmaya hak kazanacağını bildirmek ister gibi.
Öyle mi olacak?
Erdoğan 30 Mart’ta bütün bu iddialardan aklanmış mı sayılacak?
Ve istediği her şayi istediği gibi yapma ruhsatına mı sahip olacak? Göreceğiz.
Murat Yetkin - Radikal