↧
most eligible bachelors - out
↧
Denizli'de sarılmak bedava eylemi
Denizli’de, Türk asıllı Avusturya vatandaşı 27 yaşındaki Jurgen Willem, sevgi ve hoşgörüye dikkat çekmek için dünyada ’Free Hug’ olarak bilinen sarılmak bedava adlı eylemi gerçekleştirdi. Ev hanımı kadınların gence verdiği ilginç tepkiler, güldürdü. Delikliçınar Meydanı ve Pamukkale Üniversitesi Kınıklı yerleşkesinde de önceden aynı eylemi yapan Willem’ı gözleri atkıyla kapalı ve kolları iki yana açık halde görenler şaşırdı.
Radikal
↧
↧
Milletvekilinden iç çamaşırına suçlama
Kanada Parlamentosu'nun Avam Kamarası'ndaki önemli bir oylama sırasında, oylamayı apar topar terk eden bir milletvekili, eleştirilerin odağı olunca ve Parlamento Başkanı tarafından bir açıklama yapmaya davet edilince, olayın sorumlusunun küçük beden iç çamaşırı olduğunu söyledi.
Kanadalı Milletvekili Pat Martin, Kanada Parlamentosu'nun Avam Kamarası'nda önceki gün gerçekleşen önemli bir oylama sırasında, bulunduğu Kamaradan bir süreliğine apar topar ayrıldı. Oylamadan kaçtığı yönünde eleştirilere maruz kalan ve Parlamento Başkanı tarafından kedisinden bir açıklama talep edilen Martin, olayın sorumlusunun, o gün giydiği iç çamaşırı olduğunu belirtti ve şöyle özetledi:
'KÜÇÜK BEDEN OLDUKLARINI FARK ETTİM'
"Sayın Başkan, tartışmalar sırasında, koltuğumu kasıtsız olarak bir süreliğine terk etmiş olduğumun farkındayım. Bu konuda, Hudson's Bay'i suçlamam gerekecek; geçen günlerde, erkek iç çamaşırlarında büyük bir indirim vardı ve ben de bir deste satın aldım ama sonradan bana göre çok küçük beden olduklarını fark ettim. Oylama günü de bunlardan birini giymiştim ve o iç çamaşırıyla uzun süre oturmaya dayanamadım ve bir süre koltuğumdan ayrılmak zorunda kaldım. Bundan dolayı özür dilerim ama amacım asla oylamadan kaçmak değildi."
Milletvekilinin, parlamentoda gülüşmelere ve alkışlamalara yol açan beklenmedik türde açıklaması sonrası, şaşkınlığını ve gülmesini gizleyemeyen Parlamento Başkanı, kendi kendine “Şimdi bu açıklamayı nasıl değerlendirelim?" diye sorduysa da, milletvekilinin oylama sırasında koltuğunda bulunmuş olduğunu ve dolayısıyla oyunun geçerli olduğunu belirtti. (DHA)
Kanadalı Milletvekili Pat Martin, Kanada Parlamentosu'nun Avam Kamarası'nda önceki gün gerçekleşen önemli bir oylama sırasında, bulunduğu Kamaradan bir süreliğine apar topar ayrıldı. Oylamadan kaçtığı yönünde eleştirilere maruz kalan ve Parlamento Başkanı tarafından kedisinden bir açıklama talep edilen Martin, olayın sorumlusunun, o gün giydiği iç çamaşırı olduğunu belirtti ve şöyle özetledi:
'KÜÇÜK BEDEN OLDUKLARINI FARK ETTİM'
"Sayın Başkan, tartışmalar sırasında, koltuğumu kasıtsız olarak bir süreliğine terk etmiş olduğumun farkındayım. Bu konuda, Hudson's Bay'i suçlamam gerekecek; geçen günlerde, erkek iç çamaşırlarında büyük bir indirim vardı ve ben de bir deste satın aldım ama sonradan bana göre çok küçük beden olduklarını fark ettim. Oylama günü de bunlardan birini giymiştim ve o iç çamaşırıyla uzun süre oturmaya dayanamadım ve bir süre koltuğumdan ayrılmak zorunda kaldım. Bundan dolayı özür dilerim ama amacım asla oylamadan kaçmak değildi."
Milletvekilinin, parlamentoda gülüşmelere ve alkışlamalara yol açan beklenmedik türde açıklaması sonrası, şaşkınlığını ve gülmesini gizleyemeyen Parlamento Başkanı, kendi kendine “Şimdi bu açıklamayı nasıl değerlendirelim?" diye sorduysa da, milletvekilinin oylama sırasında koltuğunda bulunmuş olduğunu ve dolayısıyla oyunun geçerli olduğunu belirtti. (DHA)
↧
Erkekler etekleriyle eylemdeydiler
↧
McCade Smith - Micah Rosebora by Ahmad Barber
↧
↧
ENİGMA’YI ÇÖZDÜ, TUTUCULUĞUN ŞİFRESİNİ ÇÖZEMEDİ
Bilgisayar biliminin kurucusu Alan Turing, tarihin en büyük dahilerinden biriydi. 14 milyon insanın canını kurtardı ama tutucu yasalar ve işgüzar yöneticilerin kurbanı oldu. İngiltere, ölümünden 60 yıl sonra Turing’in hak ettiği saygıyı teslim ediyor. “Yapay Oyun” filmi, Prof. Turing’in hikâyesini anlatıyor
Doktorlar “östrojen tedavisi” diyor. Avukatlar ise “kimyasal hadım”... 70 yıldır cinsel suçluları cezalandırmak için kullanılıyor. Çünkü kadını üretken kılan bu tedavi, erkeğe uygulandığında libidoyu düşürüyor, saldırgan dürtülerini törpülüyor. Türkiye’de de tartışılan kimyasal hadım cezasına, 20 kadar ülkede, birden fazla kadına tecavüz edenlere ve çocuklara cinsel saldırıda bulunanlar çarptırılıyor. Eskiden eşcinsel erkekler de “sapkın hastalıklarından” kurtulmaları için kimyasal hadıma tabi tutulurdu. 1885’te eşcinselliği yasaklayan ve 1967’de yasayı kaldırıncaya dek şair Oscar Wilde dahil 49 bin kişiyi bu suçtan hapse tıkan İngiltere, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra eşcinsellere “kimyasal hadım seçeneği” sunmaya başlamıştı. İngiltere’ye savaşı kazandıran isimlerin başında gelen dâhi matematikçi Alan Turing de bu tercihe zorlananlar arasındaydı. Turing, bilim tarihine “Turing Makinesi” olarak geçen kendisinin ise “Christopher” adını verdiği makine üzerindeki çalışmalarının yarım kalmaması için eşcinsellikle suçlandığı mahkemenin hadım önerisini kabul etmişti. “Bu kadar akıllanmışken onu bırakamam” diyordu. Turing’in veremden ölen ilk gençlik aşkının adını taşıyan Christopher’a, çok daha sonra biz “bilgisayar” diyecektik.
DÂHİYİ ZOMBİYE ÇEVİRDİLER
Ama ilaçlar ona yaramadı. Yan etkiler baş gösterdi. Turing’in kan basıncı fırladı, elleri titremeye başladı. Bacaklarında derman kalmadı. Kemikleri eriyordu. Keskin zekâsı çalışmaz hale geldi. 2. Dünya Savaşı’nda Almanların o zamana kadar bilinen yöntemlerle ancak 20 milyon yılda çözülebilecek mesaj şifreleme sistemi “Enigma”yı çözen, bu sayede tarihçilere göre savaşı 2 yıl kısaltan, dolayısıyla en az 14 milyon insanın ölmesini engelleyen Turing, yaşayan bir ölüye dönmüştü. Kimyasal hadımdan kurtulmak için kimseden yardım istemedi, isteyemedi. Çünkü İngiliz Gizli Servisi, Enigma şifresini çözme programının saklı tutulmasına karar vermişti. Polis, hırsızlık vakası üzerine gittikleri evinde, telefon santralına benzeyen bir sürü kablolu cihazı görünce Turing’in bir Sovyet casusu olmasından şüphelenmiş, takibe almıştı. Kısa süre sonra eşcinsel olduğu öğrenildi ve dava açıldı.
‘ELMA YEMİŞ ÖLMÜŞ’ DEDİLER
Kimyasal hadım tek seferde bitmiyor. Mahkeme kararı kaç yıl “tedavi” öngörürse o süre içinde her üç ayda bir iğne yaptırmak gerekiyor. Prof. Turing, yan etkilerden şikâyet etmesine rağmen hadım iğneleri sürüyordu. İki yıl geride kaldığında Turing’in karaciğeri iflas etmek üzereydi, karnı davul gibi şişmiş, tarifi güç acılar veriyordu. 7 Haziran 1954’te Manchester’daki evinde ölü bulundu. Polis “intihar” dedi. “Her gece yaptığı gibi elmasını yemiş sonra da siyanür içip intihar etmiş” diye açıklandı. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dahilerinden biri, “eşcinsellik tedavisi” yüzünden 42 yaşında yaşama veda etti.
Filmi kaçmaz Bu bilim insanının değeri ölümünden 50 yıl sonra, Enigma programı üzerindeki “çok gizli” damgası kaldırıldığında anlaşıldı. Hakkında kitaplar yazıldı. Manchester’a heykeli dikildi. 2009’da devletin özür dilemesi gerektiğini savunanlar internette kampanya başlattı. Dönemin başbakanı Gordon Brown, “Ona yapılanlar korkunçtu” dedi ve resmen özür diledi. Kraliçe, özel bir af kararı çıkardı. Artık tamamen aklanmıştı. İşte dün vizyona giren, “The Imitation Theory” (Yapay Oyun) filmi bu hazin hikâyeyi anlatıyor.
Mustafa Alkan
http://www.haberturk.com/yasam/haber/1045605-enigmayi-cozdu-tutuculugun-sifresini-cozemedi
Doktorlar “östrojen tedavisi” diyor. Avukatlar ise “kimyasal hadım”... 70 yıldır cinsel suçluları cezalandırmak için kullanılıyor. Çünkü kadını üretken kılan bu tedavi, erkeğe uygulandığında libidoyu düşürüyor, saldırgan dürtülerini törpülüyor. Türkiye’de de tartışılan kimyasal hadım cezasına, 20 kadar ülkede, birden fazla kadına tecavüz edenlere ve çocuklara cinsel saldırıda bulunanlar çarptırılıyor. Eskiden eşcinsel erkekler de “sapkın hastalıklarından” kurtulmaları için kimyasal hadıma tabi tutulurdu. 1885’te eşcinselliği yasaklayan ve 1967’de yasayı kaldırıncaya dek şair Oscar Wilde dahil 49 bin kişiyi bu suçtan hapse tıkan İngiltere, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra eşcinsellere “kimyasal hadım seçeneği” sunmaya başlamıştı. İngiltere’ye savaşı kazandıran isimlerin başında gelen dâhi matematikçi Alan Turing de bu tercihe zorlananlar arasındaydı. Turing, bilim tarihine “Turing Makinesi” olarak geçen kendisinin ise “Christopher” adını verdiği makine üzerindeki çalışmalarının yarım kalmaması için eşcinsellikle suçlandığı mahkemenin hadım önerisini kabul etmişti. “Bu kadar akıllanmışken onu bırakamam” diyordu. Turing’in veremden ölen ilk gençlik aşkının adını taşıyan Christopher’a, çok daha sonra biz “bilgisayar” diyecektik.
DÂHİYİ ZOMBİYE ÇEVİRDİLER
Ama ilaçlar ona yaramadı. Yan etkiler baş gösterdi. Turing’in kan basıncı fırladı, elleri titremeye başladı. Bacaklarında derman kalmadı. Kemikleri eriyordu. Keskin zekâsı çalışmaz hale geldi. 2. Dünya Savaşı’nda Almanların o zamana kadar bilinen yöntemlerle ancak 20 milyon yılda çözülebilecek mesaj şifreleme sistemi “Enigma”yı çözen, bu sayede tarihçilere göre savaşı 2 yıl kısaltan, dolayısıyla en az 14 milyon insanın ölmesini engelleyen Turing, yaşayan bir ölüye dönmüştü. Kimyasal hadımdan kurtulmak için kimseden yardım istemedi, isteyemedi. Çünkü İngiliz Gizli Servisi, Enigma şifresini çözme programının saklı tutulmasına karar vermişti. Polis, hırsızlık vakası üzerine gittikleri evinde, telefon santralına benzeyen bir sürü kablolu cihazı görünce Turing’in bir Sovyet casusu olmasından şüphelenmiş, takibe almıştı. Kısa süre sonra eşcinsel olduğu öğrenildi ve dava açıldı.
‘ELMA YEMİŞ ÖLMÜŞ’ DEDİLER
Kimyasal hadım tek seferde bitmiyor. Mahkeme kararı kaç yıl “tedavi” öngörürse o süre içinde her üç ayda bir iğne yaptırmak gerekiyor. Prof. Turing, yan etkilerden şikâyet etmesine rağmen hadım iğneleri sürüyordu. İki yıl geride kaldığında Turing’in karaciğeri iflas etmek üzereydi, karnı davul gibi şişmiş, tarifi güç acılar veriyordu. 7 Haziran 1954’te Manchester’daki evinde ölü bulundu. Polis “intihar” dedi. “Her gece yaptığı gibi elmasını yemiş sonra da siyanür içip intihar etmiş” diye açıklandı. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dahilerinden biri, “eşcinsellik tedavisi” yüzünden 42 yaşında yaşama veda etti.
Filmi kaçmaz Bu bilim insanının değeri ölümünden 50 yıl sonra, Enigma programı üzerindeki “çok gizli” damgası kaldırıldığında anlaşıldı. Hakkında kitaplar yazıldı. Manchester’a heykeli dikildi. 2009’da devletin özür dilemesi gerektiğini savunanlar internette kampanya başlattı. Dönemin başbakanı Gordon Brown, “Ona yapılanlar korkunçtu” dedi ve resmen özür diledi. Kraliçe, özel bir af kararı çıkardı. Artık tamamen aklanmıştı. İşte dün vizyona giren, “The Imitation Theory” (Yapay Oyun) filmi bu hazin hikâyeyi anlatıyor.
Mustafa Alkan
http://www.haberturk.com/yasam/haber/1045605-enigmayi-cozdu-tutuculugun-sifresini-cozemedi
↧
Özgecan için etek giydiler
İZMİR Alsancak'ta, Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transseksüel (LGBT) üyesi 50 kişi Tarsus'ta dolmuş şoförü tarafından Özgecan Aslan'ın öldürülmesini ve kadına şiddeti protesto etti.
Bazı erkek protestocuların etek giyerek eyleme katılması, herkesin ilgisini çekti.
Kıbrıs Şehitleri Caddesi Sevinç Pastanesi önünde, toplanan eylemciler kadına şiddetin son bulmasını istedi. 'Kadın cinayetlerine son' diye sloganlar atan, şiddeti kınayan dövizler tayşıyan LGBT üyelerine İzmirliler de destek verdi. Protestocular müzik aletleriyle şarkılar söyleyip kadına şiddete dikkat çekti.
Bu arada sosyal medye üzerinden örgütlenen bazı erkekler de eyleme topuklu ayakkabı ve etekle katıldı. Etekli eylemciler, "Kadına yönelik bu şiddeti gördükçe erkekliğimizden utanıyoruz" dedi.
DHA
Bazı erkek protestocuların etek giyerek eyleme katılması, herkesin ilgisini çekti.
Kıbrıs Şehitleri Caddesi Sevinç Pastanesi önünde, toplanan eylemciler kadına şiddetin son bulmasını istedi. 'Kadın cinayetlerine son' diye sloganlar atan, şiddeti kınayan dövizler tayşıyan LGBT üyelerine İzmirliler de destek verdi. Protestocular müzik aletleriyle şarkılar söyleyip kadına şiddete dikkat çekti.
Bu arada sosyal medye üzerinden örgütlenen bazı erkekler de eyleme topuklu ayakkabı ve etekle katıldı. Etekli eylemciler, "Kadına yönelik bu şiddeti gördükçe erkekliğimizden utanıyoruz" dedi.
DHA
↧
Yeni yaşamda LGBTİ'ler Çalıştayı
HDP'nin 'Yeni yaşamda LGBTİ'ler'çalıştayında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Yüksekdağ "Şiddetin güvence altına alındığını görüyoruz. Bu çalıştay toplumsal dönüş mücadelesinin bir parçasıdır. Yeni yaşamı hep birlikte kuracağız" dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) LGBTİ Komisyonu'nun düzenlediği çalıştayda, "Yeni yaşamda LGBTİ'ler", "LGBTİ'ler için eşit yurttaşlık nasıl mümkün" ve "Sosyal politikalar" başlıklı tartışmalar yapıldı.
Heteroseksizme karşı LGBTİ'lerin eşitlik ve özgürlük mücadelesini geliştirmek için düzenlenen çalıştaya HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ile Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş, HDP PM ve HDK LGBTİ meclisi üyesi Mehmet Tarhan ve SPoD LGBTİ Yönetim Kurulu Başkanı Volkan Yılmaz konuşmacı olarak katıldı.
LGBTİ hareketi ve Kürt ulusal hareketinin ortak noktalarının tartışıldığı ilk oturumda söz alan Tarhan, eşit yurttaşlık talebi çerçevesinde, kimlik gruplarının kendilerini temsil ettiği bir dönemden geçildiğini belirtti. "LGBTİ'ler için eşit yurttaşlık nasıl mümkün olabilir?" sorusuna yanıt arayan Tarhan, uluslararası sözleşmeler ve "ulusal kanunlar"üzerinde yer alan hakların yanı sıra, yasalarda yapılması gereken değişikleri açıkladı. Tarhan, Türkiye'nin anayasada cinsel yönelim kavramını cinsel "tercih" olarak değiştirdiğine dikkat çekti, Anayasa'nın 10'uncu maddesindeki "eşitlik" ilkesinin uygulanmadığını söyledi. Tarhan, yapılması gereken özel uygulamalarda HDP'nin aktif rol üstlendiğine işaret etti.
'YASALAR EGEMENLERİ KORUMAYA HİZMET EDİYOR'
Tarhan şunları kaydetti: "Anayasada yer alan 'herkes' ve 'kimse' tanımlarının LGBTİ'leri kapsamıyor. Özel uygulamalara ihtiyaç var, biz parti olarak bunu savunuyoruz. Örneğin uygulamalarda LGBTİ'ler açılmaya zorlanıyor, bu özel hayatın gizliliği ilkelerinde, LGBTİ'lerin ihlal edildiği anlamına geliyor. 'Genel ahlak' gerekçesiyle konut hakkının dokunulmazlığı ihlal ediliyor. Anayasal güvencelerle bir çok sosyal hakta heteroseksüelliğe teşvik ediliyor. Nefret suçu yasasının hem hüküm hem de uygulamasında yeterli mekanizmalar yok. Böylece bu yasalar egemen sosyal grupları koruma amacına hizmet ediyor. Medeni kanunda cinsiyet tanımı ya da cinsiyet geçiş tanımı mahkeme iznine tabi tutuluyor. Bunlar Nazilerin zorla kısırlaştırma uygulamalarının bir örneği. Askerlik yapmak istemeyen eşcinseller, translar raporlara tabi tutuluyor. Hala anal muayene ve fotoğraflar isteniyor. Üst düzey askerler doğrudan cezalandırılıyor, görevden uzaklaştırılıyor ve bu bütün kamu kurumlarında geçerli."
"İç Güvenlik Paketi"nin LGBTİ'ler için ne anlama geldiğini açıklayan Tarhan, transların zaten Kabahatler Kanunuyla evlerinden çıkamadığını bu paketle hayatın tamamen cehenneme döneceğini belirtti. Tarhan, ekonomik olarak çökertilmeye çalışılan transların, feminen erkeklerin, kadınların doğrudan gözaltı ve tacizlere maruz kalacağını ifade etti.
'TOPLUM FARKLILIKLARI DAYATIYOR'
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş da yaptığı konuşmada, hem inanç hem cinsiyet hem de kimlik temelinde çok büyük ezberler ve tek tipleşmenin olduğunu ifade etti. Hükümetin uluslararası sözleşmelere karşı ciddi bir inatlaşma sergilediğini kaydeden Beştaş, "HDP olarak çoğulculukla kimsenin kimseden üstün olmadığı hayatın her alanında, yaşama, evlenme, boşanma, sağlık ve eğitim alanında aynı haklara sahip olamanın bilinciyle hareket ediyoruz. Anayasada eşitlik var ama alt başlıkta hiç bir şey yok" dedi.
Eril zihniyeti yeniden yeniden üreten politikalarla karşı karşıya olduklarını belirten Beştaş, "AKP'nin gerici değerleriyle ürettiği politikalarını engellemek için demokrasi savunucularının daha çok mücadele etmesi gerekiyor"şeklinde konuştu.
YÜKSEKDAĞ: BU ÇALIŞTAY TOPLUMSAL DÖNÜŞÜN BİR PARÇASI
Sosyal politikalar üzerine konuşan HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, iktidarın yürüttüğü politikalarının ciddi kıyımlara neden olduğunu söyledi. AKP politikalarının erkek egemen zihniyetin bir yansıması olduğunu dile getiren Yüksekdağ, LGBTİ'ler, kadınlar ve işçilerin saldırı altında olduğunu ifade etti. Yüksekdağ, LGBTİ'lere yönelik katliam ve şiddetin devlet tarafından savunulduğunu belirtti.
Yüksekdağ şöyle konuştu: "Şiddetin güvence altına alındığını görüyoruz. Hukuk ve eğitim kanalıyla da bu sistematik hale getiriliyor. Bütün üst kurullarda LGBTİ, kadın ve işçilere yönelik şiddetle kritik ve önemli bir dönemece girdik. Çelişkiler keskinleşiyor. Artık toplumsal cinsiyete dayalı bir iç savaş yaşanıyor. Artık bugün verilen mücadele, hayat memat mücadelesidir.
2015 seçimlerine doğru bu alt üst oluşu şiar haline getirmeye çalışıyoruz. Radikal demokrasi talebiyle seçimlerde bir eşiğe taşıyabilirsek hayati hamleler gerçekleştirme olanağına sahip olabiliriz. Kadına ve işçilere yönelik katliam ve şiddet nasıl politikse, LGBTİ'lere yönelik saldırılar da o kadar politiktir.
Bu geç yakaladığımız, bütünleşmeye çalıştığımız bir alandır. Geç keşfetmiş olsak da çok hızlı görünür kıldık. Örgütsel olarak bir toplumu yeniden kurmak için bu çalıştaydan hareketle asgari hale getirmeye çalışıyoruz. Bu çalıştay toplumsal dönüş mücadelesinin bir parçasıdır."
'YENİ YAŞAMI HEP BİRLİKTE KURACAĞIZ'
Hükümet sözcüsü Bülent Arınç'ın "HDP 3-5 LGBTİ'den oluşan bir parti" sözlerini hatırlatan HDP Eş Genel Başkanı Yüksekdağ, AKP'nin erkek egemen saldırıyla siyaset yapmaya çalıştığını ifade etti. Yüksekdağ, HDP'nin toplumu boğmaya çalışan siyasete karşı koyduğunu belirtti.
Yüksekdağ şöyle devam etti: "Bu yeni bir tarihsel buluşmadır. Nasıl ki tarih boyunca ezilenler ve egemenler arasındaki çelişkiler olduysa, LGBTİ'ler de hep vardı. Bunu toplumsal bir dinamiğe dönüştürmek, yeni yaşamın öz gücüne dönüştürme isteği ve çabasındayız. Yeni yaşam programımız homofobiye karşı olmasına rağmen bu çalıştay bir köprü olacaktır. Yeni yaşamı hep birlikte kuracağız. Bu eskinin antitezidir. Seçimlere giderken erkek egemenliğine karşı bütün marjinaller, bir araya gelerek, demokratik, paylaşımcı düzeni kuracak güçtür. Farklılıktan doğan gücümüz bir eşik olacaktır."
Üç oturumda gerçekleşen "Yeni yaşamda LGBTİ'ler"çalıştayı devam ediyor.
http://www.etha.com.tr
Halkların Demokratik Partisi (HDP) LGBTİ Komisyonu'nun düzenlediği çalıştayda, "Yeni yaşamda LGBTİ'ler", "LGBTİ'ler için eşit yurttaşlık nasıl mümkün" ve "Sosyal politikalar" başlıklı tartışmalar yapıldı.
Heteroseksizme karşı LGBTİ'lerin eşitlik ve özgürlük mücadelesini geliştirmek için düzenlenen çalıştaya HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ile Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş, HDP PM ve HDK LGBTİ meclisi üyesi Mehmet Tarhan ve SPoD LGBTİ Yönetim Kurulu Başkanı Volkan Yılmaz konuşmacı olarak katıldı.
LGBTİ hareketi ve Kürt ulusal hareketinin ortak noktalarının tartışıldığı ilk oturumda söz alan Tarhan, eşit yurttaşlık talebi çerçevesinde, kimlik gruplarının kendilerini temsil ettiği bir dönemden geçildiğini belirtti. "LGBTİ'ler için eşit yurttaşlık nasıl mümkün olabilir?" sorusuna yanıt arayan Tarhan, uluslararası sözleşmeler ve "ulusal kanunlar"üzerinde yer alan hakların yanı sıra, yasalarda yapılması gereken değişikleri açıkladı. Tarhan, Türkiye'nin anayasada cinsel yönelim kavramını cinsel "tercih" olarak değiştirdiğine dikkat çekti, Anayasa'nın 10'uncu maddesindeki "eşitlik" ilkesinin uygulanmadığını söyledi. Tarhan, yapılması gereken özel uygulamalarda HDP'nin aktif rol üstlendiğine işaret etti.
'YASALAR EGEMENLERİ KORUMAYA HİZMET EDİYOR'
Tarhan şunları kaydetti: "Anayasada yer alan 'herkes' ve 'kimse' tanımlarının LGBTİ'leri kapsamıyor. Özel uygulamalara ihtiyaç var, biz parti olarak bunu savunuyoruz. Örneğin uygulamalarda LGBTİ'ler açılmaya zorlanıyor, bu özel hayatın gizliliği ilkelerinde, LGBTİ'lerin ihlal edildiği anlamına geliyor. 'Genel ahlak' gerekçesiyle konut hakkının dokunulmazlığı ihlal ediliyor. Anayasal güvencelerle bir çok sosyal hakta heteroseksüelliğe teşvik ediliyor. Nefret suçu yasasının hem hüküm hem de uygulamasında yeterli mekanizmalar yok. Böylece bu yasalar egemen sosyal grupları koruma amacına hizmet ediyor. Medeni kanunda cinsiyet tanımı ya da cinsiyet geçiş tanımı mahkeme iznine tabi tutuluyor. Bunlar Nazilerin zorla kısırlaştırma uygulamalarının bir örneği. Askerlik yapmak istemeyen eşcinseller, translar raporlara tabi tutuluyor. Hala anal muayene ve fotoğraflar isteniyor. Üst düzey askerler doğrudan cezalandırılıyor, görevden uzaklaştırılıyor ve bu bütün kamu kurumlarında geçerli."
"İç Güvenlik Paketi"nin LGBTİ'ler için ne anlama geldiğini açıklayan Tarhan, transların zaten Kabahatler Kanunuyla evlerinden çıkamadığını bu paketle hayatın tamamen cehenneme döneceğini belirtti. Tarhan, ekonomik olarak çökertilmeye çalışılan transların, feminen erkeklerin, kadınların doğrudan gözaltı ve tacizlere maruz kalacağını ifade etti.
'TOPLUM FARKLILIKLARI DAYATIYOR'
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş da yaptığı konuşmada, hem inanç hem cinsiyet hem de kimlik temelinde çok büyük ezberler ve tek tipleşmenin olduğunu ifade etti. Hükümetin uluslararası sözleşmelere karşı ciddi bir inatlaşma sergilediğini kaydeden Beştaş, "HDP olarak çoğulculukla kimsenin kimseden üstün olmadığı hayatın her alanında, yaşama, evlenme, boşanma, sağlık ve eğitim alanında aynı haklara sahip olamanın bilinciyle hareket ediyoruz. Anayasada eşitlik var ama alt başlıkta hiç bir şey yok" dedi.
Eril zihniyeti yeniden yeniden üreten politikalarla karşı karşıya olduklarını belirten Beştaş, "AKP'nin gerici değerleriyle ürettiği politikalarını engellemek için demokrasi savunucularının daha çok mücadele etmesi gerekiyor"şeklinde konuştu.
YÜKSEKDAĞ: BU ÇALIŞTAY TOPLUMSAL DÖNÜŞÜN BİR PARÇASI
Sosyal politikalar üzerine konuşan HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, iktidarın yürüttüğü politikalarının ciddi kıyımlara neden olduğunu söyledi. AKP politikalarının erkek egemen zihniyetin bir yansıması olduğunu dile getiren Yüksekdağ, LGBTİ'ler, kadınlar ve işçilerin saldırı altında olduğunu ifade etti. Yüksekdağ, LGBTİ'lere yönelik katliam ve şiddetin devlet tarafından savunulduğunu belirtti.
Yüksekdağ şöyle konuştu: "Şiddetin güvence altına alındığını görüyoruz. Hukuk ve eğitim kanalıyla da bu sistematik hale getiriliyor. Bütün üst kurullarda LGBTİ, kadın ve işçilere yönelik şiddetle kritik ve önemli bir dönemece girdik. Çelişkiler keskinleşiyor. Artık toplumsal cinsiyete dayalı bir iç savaş yaşanıyor. Artık bugün verilen mücadele, hayat memat mücadelesidir.
2015 seçimlerine doğru bu alt üst oluşu şiar haline getirmeye çalışıyoruz. Radikal demokrasi talebiyle seçimlerde bir eşiğe taşıyabilirsek hayati hamleler gerçekleştirme olanağına sahip olabiliriz. Kadına ve işçilere yönelik katliam ve şiddet nasıl politikse, LGBTİ'lere yönelik saldırılar da o kadar politiktir.
Bu geç yakaladığımız, bütünleşmeye çalıştığımız bir alandır. Geç keşfetmiş olsak da çok hızlı görünür kıldık. Örgütsel olarak bir toplumu yeniden kurmak için bu çalıştaydan hareketle asgari hale getirmeye çalışıyoruz. Bu çalıştay toplumsal dönüş mücadelesinin bir parçasıdır."
'YENİ YAŞAMI HEP BİRLİKTE KURACAĞIZ'
Hükümet sözcüsü Bülent Arınç'ın "HDP 3-5 LGBTİ'den oluşan bir parti" sözlerini hatırlatan HDP Eş Genel Başkanı Yüksekdağ, AKP'nin erkek egemen saldırıyla siyaset yapmaya çalıştığını ifade etti. Yüksekdağ, HDP'nin toplumu boğmaya çalışan siyasete karşı koyduğunu belirtti.
Yüksekdağ şöyle devam etti: "Bu yeni bir tarihsel buluşmadır. Nasıl ki tarih boyunca ezilenler ve egemenler arasındaki çelişkiler olduysa, LGBTİ'ler de hep vardı. Bunu toplumsal bir dinamiğe dönüştürmek, yeni yaşamın öz gücüne dönüştürme isteği ve çabasındayız. Yeni yaşam programımız homofobiye karşı olmasına rağmen bu çalıştay bir köprü olacaktır. Yeni yaşamı hep birlikte kuracağız. Bu eskinin antitezidir. Seçimlere giderken erkek egemenliğine karşı bütün marjinaller, bir araya gelerek, demokratik, paylaşımcı düzeni kuracak güçtür. Farklılıktan doğan gücümüz bir eşik olacaktır."
Üç oturumda gerçekleşen "Yeni yaşamda LGBTİ'ler"çalıştayı devam ediyor.
http://www.etha.com.tr
↧
BU TARZ FENERBAHÇE!
↧
↧
İsmail YK saçlarına perma yaptırdı
İsmail YK’nın sevgililer gününde piyasaya çıkan yeni albümü içim imajını yeniledi.
2.5 yıl aranın ardından 7'nci solo albümü 'Kıyamet' ile sevenleriyle buluşmaya hazırlanan İsmail YK , yeni imajıyla şaşırttı.
Yeni albümü için uzun ve küt saçlarına perma yaptıran İsmail YK'nın bu tarzını bazı hayranları sevimli bulurken, bazıları da "İsmail YK'ya n'olmuş" diye tepki gösterdi.
Kıvırcık saçlarıyla yeni albümü için kamera karşısına geçen ünlü şarkıcı, yeni imajıyla mı şarkılarıyla mı 'Kıyamet'i koparacak önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Sabah
2.5 yıl aranın ardından 7'nci solo albümü 'Kıyamet' ile sevenleriyle buluşmaya hazırlanan İsmail YK , yeni imajıyla şaşırttı.
Yeni albümü için uzun ve küt saçlarına perma yaptıran İsmail YK'nın bu tarzını bazı hayranları sevimli bulurken, bazıları da "İsmail YK'ya n'olmuş" diye tepki gösterdi.
Kıvırcık saçlarıyla yeni albümü için kamera karşısına geçen ünlü şarkıcı, yeni imajıyla mı şarkılarıyla mı 'Kıyamet'i koparacak önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Sabah
↧
Sivas - Galatasaray 2-3
↧
Vahdet'e göre, 'LGBTİ örgütleri kapatılamaz' kararı 'yargının ahlaksızlığa teşviki'
Vahdet gazetesi, mahkemenin eşcinsel örgütlerinin 'ahlaka aykırı olmadığı' yönündeki kararı için 'mahkeme sapkınların eline çok önemli bir koz verdi' ifadesini kullandı
Vahdet gazetesi, 2008 yılında, eşcinsel örgütleri Kaos GL ve Lambda İstanbul hakkında, ‘genel ahlaka aykırılık’ iddiasıyla açılan ve beraatle sonuçlanan davalar için “Ahlâksız çevreler, yargının kimi kararlarıyla rahatça faaliyetlerini sürdürebilmenin korunaklılığını kazanıyor” yorumunu yaptı.
İstanbul ve Ankara Valilikleri tarafından derneklere kapatma istemiyle açılan davalarda ‘Başsavcılığın kapatmaya gerek olmadığı’ yönündeki kararının Yargıtay tarafından da onaylandığının hatırlatıldığı haberde “Yüksek Mahkeme’nin 7. Hukuk Dairesi, derneğin tüzel kişiliğinin devamı yönünde karar alarak, sapkınların eline çok önemli bir koz verdi” ifadeleri yer aldı.
Vahdet gazetesinin manşetinde duyurduğu ve Yağız Doğukan imzasıyla yayımlanan haber şöyle:
Vahdet’in , “Küçüklerin Muzır Neşiryattan Korunması” kanun ve kurulu çerçevesinde yaptığı haberler tartışılırken, sorun sadece yürütmenin yeterince etkin olamamasıyla sınırlı değil. Ahlâksız çevreler, yargının kimi kararlarıyla rahatça faaliyetlerini sürdürebilmenin korunaklılığını kazanıyor.
Valilik: Ahlaka aykırı
Her ikisi de “cinsel sapkınların hakları” için mücadele eden Kaos GL ile Lambda İstanbul derneklerinin yargıda elde ettikleri kazanımlar, kamu vicdanını rahatsız eden hükümler taşıyor. Kaos GL Derneği’nin tüzüğünde ahlâka aykırı hükümler bulunması nedeniyle kapatılması istemiyle açılan dava 2008 yılında reddedilerek, sapkınlara onay verildi. Ankara Valiliği’nin açtığı dava Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından reddedildi.
Savcılık: Ahlaksızlık değil
Başsavcılık, Kaos GL’nin ahlâksız bir tüzüğe sahip olmadığını ileri sürerek, “Devlet, derneklere karşı baskıcı değil, kollayıcı tavrını göstermeli” dedi. Savcılık kararında ayrıca, eşcinselliğin genel olarak ahlâkî bozulmanın bir sonucu olarak düşünüldüğü ancak Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından “başlı başına bir bozukluk” olarak ele alınmadığı kaydedildi. Kararda, “Eşcinsel olmak ahlaksız olmak anlamına gelmez” denildi.
Yargıtay’dan Lambda İstanbul’a onay
Ankara’daki Kaos GL davasına benzer bir gelişme İstanbul’daki davayla ilgili de yaşandı. İstanbul Valiliği Dernekler Müdürlüğü, 2006 yılında, cinsî sapkınların derneği Lambda İstanbul'un tüzüğünün İçişleri Bakanlığı tarafından incelenmesini istedi. Bakanlık da, tüzükte ahlâka aykırı hükümler olduğu görüşünü dile getirdi. Bunun üzerine Valilik, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak, derneğin kapatılması talebiyle dava açtı. Ancak savcılık dava açılmasına yer olmadığına karar verdi. Yargıtay’a temyize giden dosya hakkında, yüksek mahkemenin 7. Hukuk Dairesi, derneğin tüzel kişiliğinin devamı yönünde karar alarak, sapkınların eline çok önemli bir koz verdi.
T24
Vahdet gazetesi, 2008 yılında, eşcinsel örgütleri Kaos GL ve Lambda İstanbul hakkında, ‘genel ahlaka aykırılık’ iddiasıyla açılan ve beraatle sonuçlanan davalar için “Ahlâksız çevreler, yargının kimi kararlarıyla rahatça faaliyetlerini sürdürebilmenin korunaklılığını kazanıyor” yorumunu yaptı.
İstanbul ve Ankara Valilikleri tarafından derneklere kapatma istemiyle açılan davalarda ‘Başsavcılığın kapatmaya gerek olmadığı’ yönündeki kararının Yargıtay tarafından da onaylandığının hatırlatıldığı haberde “Yüksek Mahkeme’nin 7. Hukuk Dairesi, derneğin tüzel kişiliğinin devamı yönünde karar alarak, sapkınların eline çok önemli bir koz verdi” ifadeleri yer aldı.
Vahdet gazetesinin manşetinde duyurduğu ve Yağız Doğukan imzasıyla yayımlanan haber şöyle:
Vahdet’in , “Küçüklerin Muzır Neşiryattan Korunması” kanun ve kurulu çerçevesinde yaptığı haberler tartışılırken, sorun sadece yürütmenin yeterince etkin olamamasıyla sınırlı değil. Ahlâksız çevreler, yargının kimi kararlarıyla rahatça faaliyetlerini sürdürebilmenin korunaklılığını kazanıyor.
Valilik: Ahlaka aykırı
Her ikisi de “cinsel sapkınların hakları” için mücadele eden Kaos GL ile Lambda İstanbul derneklerinin yargıda elde ettikleri kazanımlar, kamu vicdanını rahatsız eden hükümler taşıyor. Kaos GL Derneği’nin tüzüğünde ahlâka aykırı hükümler bulunması nedeniyle kapatılması istemiyle açılan dava 2008 yılında reddedilerek, sapkınlara onay verildi. Ankara Valiliği’nin açtığı dava Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından reddedildi.
Savcılık: Ahlaksızlık değil
Başsavcılık, Kaos GL’nin ahlâksız bir tüzüğe sahip olmadığını ileri sürerek, “Devlet, derneklere karşı baskıcı değil, kollayıcı tavrını göstermeli” dedi. Savcılık kararında ayrıca, eşcinselliğin genel olarak ahlâkî bozulmanın bir sonucu olarak düşünüldüğü ancak Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından “başlı başına bir bozukluk” olarak ele alınmadığı kaydedildi. Kararda, “Eşcinsel olmak ahlaksız olmak anlamına gelmez” denildi.
Yargıtay’dan Lambda İstanbul’a onay
Ankara’daki Kaos GL davasına benzer bir gelişme İstanbul’daki davayla ilgili de yaşandı. İstanbul Valiliği Dernekler Müdürlüğü, 2006 yılında, cinsî sapkınların derneği Lambda İstanbul'un tüzüğünün İçişleri Bakanlığı tarafından incelenmesini istedi. Bakanlık da, tüzükte ahlâka aykırı hükümler olduğu görüşünü dile getirdi. Bunun üzerine Valilik, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak, derneğin kapatılması talebiyle dava açtı. Ancak savcılık dava açılmasına yer olmadığına karar verdi. Yargıtay’a temyize giden dosya hakkında, yüksek mahkemenin 7. Hukuk Dairesi, derneğin tüzel kişiliğinin devamı yönünde karar alarak, sapkınların eline çok önemli bir koz verdi.
T24
↧
Transların yeni yuvası
Nefret ve ayrımcılığın hedefindeki trans bireylerin yaşlılıklarında başlarını sokabilecekleri bir sığınma evi var artık. Birkaç kişinin başlattığı girişim Gezi Direnişi’nin yarattığı farkındalıkla engelleri yenmiş.
Yaşlanmak ve hastalık… Herkesin korktuğu iki gerçek. Ancak translar için bunlar neredeyse “ölmek”; açlıkla burun buruna kalmak demek. Çünkü yaşlılığın garantisi emeklilik için, sigortalı bir işte çalışmış olmak gerekiyor. Oysa bu sistem onlara hayatta kalmanın yolu olarak, sadece seks işçiliğini bırakıyor. Malum onun da bırakın sigortasını, geceyi sağ çıkarabilme garantisi bile yok. Nefret ve ayrımcılığın hedef tahtasında ilk sırada yer alan translar arasında yaşlanmayı becerebilenleri yine açlık, sokak, şiddet bekliyor, anlayacağınız. İstanbul LGBTİ bu denklemi değiştirdi. Yaşı ilerlemiş, sağlık sorunu yaşayan transların artık sığınacak bir evleri var: Çingene Gül ve Eylül Cansın Misafirhanesi. Aslında misafirhanelerin isimleri bile LGBTİ bireylerin neler yaşadıklarını gözler önüne seriyor.
Bilmeyenler, bilip de unutanlar için anlatayım; Çingene Gül, Kurtuluş’ta saldırıya uğramış, kafası taşla ezilerek öldürülmüştü. Eylül Cansın ise geçen ay arkasında “Yapamadım, çünkü insanlar bana izin vermedi” dediği bir video bırakarak Boğaz Köprüsü’nden atlayan bir trans… Gelin biz yine hayata dönelim… Eski bir binanın en üst iki katı arasında tereddüt ediyoruz zile basmak için. Sonunda birini çalıyoruz. Elektrikli bir sobanın ısıttığı odada, dizi keyfinin arasında yakalıyoruz onları. Meltem, Seda, Türkan ve Alex buranın “misafir”leri.
İlker’se misafirhanenin İstanbul LGBTİ’deki mimarlarından biri. “Derneğin kurucusu Ebru Kırancı uzun süredir bunu istiyordu” diyerek başlıyor anlatmaya, “Birçok etkinlik düzenliyoruz, eylem, basın açıklaması…
Üniversitelerde konferanslara gidiyoruz, ancak pek de insanlara dokunabileceğimiz iş yapamadık, hiçbir dernek yapamıyor. Gülşah isimli bir arkadaşımız vardı. Sabaha kadar sokakta kalır, gündüz dernekler açılınca çay içip koltukta uyumak için gelirdi. Sağlık sorunu cidden kötüleştiğinde artık isteğimizi hayata geçirmemiz gerektiğini anladık”. Tabii istemek yetmiyor, peşinat bulmak, kira, eşya… Ayrıca, trans misafirhanesi olacağını duyan emlakçı ve ev sahipleriyle de epey uğraşmak zorunda kalmışlar. Sonunda transların yoğun yaşadığı ve derneğin bulunduğu Taksim’e yakın bir mekân bulabilmişler. Başta LGBTİ dernekleri dayanışma içinde, dönüşümlü ödemiş kirayı.
Bağımsız aktivistler destek olmuş. O zamanlar daha çok soğuktan ve sokağın tehlikelerinden korunacakları bir barınak modundaymış, mekân. Gezi Direnişi’nden sonra heteroseksüel insanların da yardımlarıyla değişmiş.
Amerika’dan yatak, Almanya’dan gıda malzemesi yollayanlar olmuş. Her ay maaşı alınca misafirhaneden biriyle markete gidip gıda alışverişleri yapanlar da. Ancak asıl değişim, parası olan bazı transların misafirhaneyi fark etmesiyle yaşanmış. “Öykü Ay bunların başında geliyor” diyor İlker, “Önce ramazanda bir gıda kampanyası düzenlediler. Sonra bir trans defilesi. Hiçbir LGBTİ örgütünün toplayamayacağı parayı bir gecede topladılar. Biz herhalde 15 ay filan parti yapmak zorunda kalırdık o para için”.
Böylece, 20 kişilik yatakhanesi, salonu, mutfağı ve banyosuyla tam bir yuva oluyor. Başta, sadece yaşı ilerlemiş, sağlık sorunu yaşayan translar için düşünülse de, zamanla, yaşları genç gay erkeklere, ailesinden tehdit alanlar ya da mülteci başvurusu yapmış LGBTİ bireylere de kısa dönemli barınak olmuş. Hayat kurtarıcı bir barınak hem de. İlker son genç misafirlerini şöyle anlatıyor: “Biri 18, diğeri 19 yaşındaydı. Birbirleriyle mesajlaşırken aileleri görüyor ve eşcinsel olduklarını fark ediyor. Kış vakti, kıyafetleriyle kapının dışına koyuyorlar. 18 yaşındaki kanserdi. Babasının ilk işi, sigortasını durdurmak oluyor. Tanıdık doktorlardan hızla kart çıkarttık, ilaçlarını aldık. Burada 6-7 ay kaldılar, sonra çalışmaya başlayıp gittiler”.
El işi kursları başlıyor
Defilenin düzenleyicisi trans arkadaşların gıda yardımı sürüyor misafirhane için. Ancak arayan olmadığında yemek de olmuyor. Misafirhaneye düzenli bir gelir sağlamak için girişimler başlamış. Yakında evde kalanlara el işi kursları verilecek mesela. İhtiyaç yemekle de sınırlı değil, kullanılabilir haldeki ocak, elektrik süpürgesi, yangın söndürücü de listede. “Devletin görevi olan işi biz üstlenmek zorunda kaldık” diyor İlker öfkeyle, “Her belediyenin kadın sığınmaevi bile yok ki bizi görsünler. Bize iki parti dışında ilgi göstermiyorlar”.
Misafirhanede her gün dernekten iki gönüllü nöbet tutuyor, komün yaşama alışmaya çalışan “misafir”ler arasında çıkan problemleri halletmek, evle, ev sahibiyle, komşularla iletişim kurmak, gelen misafirleri ağırlamak için...
Üstelik misafirlerin çoğu sağlık problemleri yaşadığından onlara göz kulak olmak da görevleri. Mesela içlerinden biri, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde şu anda.
Beşiktaş ve Şişli Belediyesi’nin gönüllü sağlık hizmeti sayesinde tedavi ve bakım sorununu az da olsa aşabilmişler. Bundan en çok Türkan memnun. 57 yaşında ve hasta. En eski “misafiri” mekânın. Bir buçuk yılı doldurmuş.
İşkur’a çalışabileceği bir iş için başvurmuş, ama tahmin edersiniz ki, ilgilenen bile olmamış. “Dışarılarda çalışıyordum. Hastalandım” diyor, “Artık çalışmaya çıkamıyorum. Birikmiş param vardı, dolandırıldım. Yalnız kaldım. Çağırdılar, buraya geldim. Çok teşekkür ediyorum herkese. Evimizde gibiyiz. Çayımızı koyuyor, televizyon izliyor, temizlik yapıyoruz. LGBTİ derneği sayesinde başımızı sokacak yerimiz var. Burası açılmasaydı sokaklarda kalırdım”.
Maçka Parkı hâlâ aklımda
Nitekim beş ay önce aralarına katılan Seda bunu da yaşamış. Maçka Parkı’nda yattığı günler dün gibi aklında. Onu soğuktan ve şiddetten, evini açan bir kadın, Melek ablası, kurtarmış. “Buraya gelip gidiyor. Yardım ediyor bana. İkizleri var. Oğlu askerde. Ağabeyleri, ablaları var. Onlarla çevre yaptım. Görmediğim aileyi onun sayesinde gördüm” diyor heyecanla. Ancak bu sefer de komşular karışmış işe, apartmanda istememişler Seda’yı. Melek ablasının yeğeni sayesinde misafirhaneden haberdar olunca, başvurmuş ve buradaki hayatı başlamış. Mutlu Seda, “Hepimiz aile gibiyiz” diyor, “Allah razı olsun, yemek getirenler oluyor. Ailemizde görmediğimiz sevgiyi, saygıyı burada birbirimizle yaşıyoruz. Hep beraber kahvaltı yapmak, sohbet edebilmek güzel. Allah razı olsun LGBTİ ailesinden. Yalnız olmadığını bilmek güzel.”
Meltem, buranın en yeni “misafiri”. Ev sahibiyle yaşadığı sorunlar yüzünden eşyalarını dahi alamadan evini bırakmak zorunda kalmış. “Hazırlıksızdım” diyor, “Param yoktu. Buranın kurucuları sağ olsunlar kapılarını bana açtılar. Burada yiyorum, içiyorum, yatıyorum. Mutluyuz. Evimiz gibi. İyi ki açmışlar, yoksa her an sokaklarda kalabilirdim. İkinci hayatımızı burada bulduk. Burası bizim yuvamız, evimiz. İnşallah buna da köstek olmazlar”.
İstediği iki şey var Meltem’in, buradaki yuvalarına kimse “köstek” olmasın, bir de “iş”. “Elimiz ayağımız tutuyor. Bize acımasınlar, biz iş istiyoruz. Sadece iş. Fuhuş yapmak istemiyoruz. Mecburuz yoksa aç kalıyoruz” diyor. Ailesiyle görüşüyor Meltem, en azından bir kısmıyla.
Küçük yeğenleri onun trans olduğunu bilmediğinden adını da, fotoğrafını da vermek istemiyor. Anlattıkları gösteriyor ki, mevzu ailenin kabullenmesiyle de bitmiyor: “Annecim beni kabul etmişti, ancak ameliyat olduktan sonra, komşular ‘Aa Zeki Müren gibi kadın olmuş’ deyip durdular. Annem, çektiklerimi görünce vefat etti. Toplum baskısı büyük. Bizi dışlıyorlar. Pişman değilim, hayatımdan mutluyum. Yeter ki bize karışmasınlar. İş versinler, çalışayım, evime gideyim, ailemle güzel güzel oturayım. Ama yok; trans olmak ne kadar büyük suç. Bu önyargı hiç bitmeyecek mi?”
Çingene Gül ve Eylül Cansın Misafirhaneleri’ne bir yardım ziyaretinde bulunup, ona yanıtı siz vermek isterseniz; İstanbul LGBTİ’yi arayabilirsiniz.
Esra Açıkgöz / CumhuriyetYayınlanma

Bilmeyenler, bilip de unutanlar için anlatayım; Çingene Gül, Kurtuluş’ta saldırıya uğramış, kafası taşla ezilerek öldürülmüştü. Eylül Cansın ise geçen ay arkasında “Yapamadım, çünkü insanlar bana izin vermedi” dediği bir video bırakarak Boğaz Köprüsü’nden atlayan bir trans… Gelin biz yine hayata dönelim… Eski bir binanın en üst iki katı arasında tereddüt ediyoruz zile basmak için. Sonunda birini çalıyoruz. Elektrikli bir sobanın ısıttığı odada, dizi keyfinin arasında yakalıyoruz onları. Meltem, Seda, Türkan ve Alex buranın “misafir”leri.
İlker’se misafirhanenin İstanbul LGBTİ’deki mimarlarından biri. “Derneğin kurucusu Ebru Kırancı uzun süredir bunu istiyordu” diyerek başlıyor anlatmaya, “Birçok etkinlik düzenliyoruz, eylem, basın açıklaması…
Üniversitelerde konferanslara gidiyoruz, ancak pek de insanlara dokunabileceğimiz iş yapamadık, hiçbir dernek yapamıyor. Gülşah isimli bir arkadaşımız vardı. Sabaha kadar sokakta kalır, gündüz dernekler açılınca çay içip koltukta uyumak için gelirdi. Sağlık sorunu cidden kötüleştiğinde artık isteğimizi hayata geçirmemiz gerektiğini anladık”. Tabii istemek yetmiyor, peşinat bulmak, kira, eşya… Ayrıca, trans misafirhanesi olacağını duyan emlakçı ve ev sahipleriyle de epey uğraşmak zorunda kalmışlar. Sonunda transların yoğun yaşadığı ve derneğin bulunduğu Taksim’e yakın bir mekân bulabilmişler. Başta LGBTİ dernekleri dayanışma içinde, dönüşümlü ödemiş kirayı.
Bağımsız aktivistler destek olmuş. O zamanlar daha çok soğuktan ve sokağın tehlikelerinden korunacakları bir barınak modundaymış, mekân. Gezi Direnişi’nden sonra heteroseksüel insanların da yardımlarıyla değişmiş.
Amerika’dan yatak, Almanya’dan gıda malzemesi yollayanlar olmuş. Her ay maaşı alınca misafirhaneden biriyle markete gidip gıda alışverişleri yapanlar da. Ancak asıl değişim, parası olan bazı transların misafirhaneyi fark etmesiyle yaşanmış. “Öykü Ay bunların başında geliyor” diyor İlker, “Önce ramazanda bir gıda kampanyası düzenlediler. Sonra bir trans defilesi. Hiçbir LGBTİ örgütünün toplayamayacağı parayı bir gecede topladılar. Biz herhalde 15 ay filan parti yapmak zorunda kalırdık o para için”.
Böylece, 20 kişilik yatakhanesi, salonu, mutfağı ve banyosuyla tam bir yuva oluyor. Başta, sadece yaşı ilerlemiş, sağlık sorunu yaşayan translar için düşünülse de, zamanla, yaşları genç gay erkeklere, ailesinden tehdit alanlar ya da mülteci başvurusu yapmış LGBTİ bireylere de kısa dönemli barınak olmuş. Hayat kurtarıcı bir barınak hem de. İlker son genç misafirlerini şöyle anlatıyor: “Biri 18, diğeri 19 yaşındaydı. Birbirleriyle mesajlaşırken aileleri görüyor ve eşcinsel olduklarını fark ediyor. Kış vakti, kıyafetleriyle kapının dışına koyuyorlar. 18 yaşındaki kanserdi. Babasının ilk işi, sigortasını durdurmak oluyor. Tanıdık doktorlardan hızla kart çıkarttık, ilaçlarını aldık. Burada 6-7 ay kaldılar, sonra çalışmaya başlayıp gittiler”.
El işi kursları başlıyor
Defilenin düzenleyicisi trans arkadaşların gıda yardımı sürüyor misafirhane için. Ancak arayan olmadığında yemek de olmuyor. Misafirhaneye düzenli bir gelir sağlamak için girişimler başlamış. Yakında evde kalanlara el işi kursları verilecek mesela. İhtiyaç yemekle de sınırlı değil, kullanılabilir haldeki ocak, elektrik süpürgesi, yangın söndürücü de listede. “Devletin görevi olan işi biz üstlenmek zorunda kaldık” diyor İlker öfkeyle, “Her belediyenin kadın sığınmaevi bile yok ki bizi görsünler. Bize iki parti dışında ilgi göstermiyorlar”.
Misafirhanede her gün dernekten iki gönüllü nöbet tutuyor, komün yaşama alışmaya çalışan “misafir”ler arasında çıkan problemleri halletmek, evle, ev sahibiyle, komşularla iletişim kurmak, gelen misafirleri ağırlamak için...
Üstelik misafirlerin çoğu sağlık problemleri yaşadığından onlara göz kulak olmak da görevleri. Mesela içlerinden biri, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde şu anda.
Beşiktaş ve Şişli Belediyesi’nin gönüllü sağlık hizmeti sayesinde tedavi ve bakım sorununu az da olsa aşabilmişler. Bundan en çok Türkan memnun. 57 yaşında ve hasta. En eski “misafiri” mekânın. Bir buçuk yılı doldurmuş.
İşkur’a çalışabileceği bir iş için başvurmuş, ama tahmin edersiniz ki, ilgilenen bile olmamış. “Dışarılarda çalışıyordum. Hastalandım” diyor, “Artık çalışmaya çıkamıyorum. Birikmiş param vardı, dolandırıldım. Yalnız kaldım. Çağırdılar, buraya geldim. Çok teşekkür ediyorum herkese. Evimizde gibiyiz. Çayımızı koyuyor, televizyon izliyor, temizlik yapıyoruz. LGBTİ derneği sayesinde başımızı sokacak yerimiz var. Burası açılmasaydı sokaklarda kalırdım”.
Maçka Parkı hâlâ aklımda
Nitekim beş ay önce aralarına katılan Seda bunu da yaşamış. Maçka Parkı’nda yattığı günler dün gibi aklında. Onu soğuktan ve şiddetten, evini açan bir kadın, Melek ablası, kurtarmış. “Buraya gelip gidiyor. Yardım ediyor bana. İkizleri var. Oğlu askerde. Ağabeyleri, ablaları var. Onlarla çevre yaptım. Görmediğim aileyi onun sayesinde gördüm” diyor heyecanla. Ancak bu sefer de komşular karışmış işe, apartmanda istememişler Seda’yı. Melek ablasının yeğeni sayesinde misafirhaneden haberdar olunca, başvurmuş ve buradaki hayatı başlamış. Mutlu Seda, “Hepimiz aile gibiyiz” diyor, “Allah razı olsun, yemek getirenler oluyor. Ailemizde görmediğimiz sevgiyi, saygıyı burada birbirimizle yaşıyoruz. Hep beraber kahvaltı yapmak, sohbet edebilmek güzel. Allah razı olsun LGBTİ ailesinden. Yalnız olmadığını bilmek güzel.”
Meltem, buranın en yeni “misafiri”. Ev sahibiyle yaşadığı sorunlar yüzünden eşyalarını dahi alamadan evini bırakmak zorunda kalmış. “Hazırlıksızdım” diyor, “Param yoktu. Buranın kurucuları sağ olsunlar kapılarını bana açtılar. Burada yiyorum, içiyorum, yatıyorum. Mutluyuz. Evimiz gibi. İyi ki açmışlar, yoksa her an sokaklarda kalabilirdim. İkinci hayatımızı burada bulduk. Burası bizim yuvamız, evimiz. İnşallah buna da köstek olmazlar”.
İstediği iki şey var Meltem’in, buradaki yuvalarına kimse “köstek” olmasın, bir de “iş”. “Elimiz ayağımız tutuyor. Bize acımasınlar, biz iş istiyoruz. Sadece iş. Fuhuş yapmak istemiyoruz. Mecburuz yoksa aç kalıyoruz” diyor. Ailesiyle görüşüyor Meltem, en azından bir kısmıyla.
Küçük yeğenleri onun trans olduğunu bilmediğinden adını da, fotoğrafını da vermek istemiyor. Anlattıkları gösteriyor ki, mevzu ailenin kabullenmesiyle de bitmiyor: “Annecim beni kabul etmişti, ancak ameliyat olduktan sonra, komşular ‘Aa Zeki Müren gibi kadın olmuş’ deyip durdular. Annem, çektiklerimi görünce vefat etti. Toplum baskısı büyük. Bizi dışlıyorlar. Pişman değilim, hayatımdan mutluyum. Yeter ki bize karışmasınlar. İş versinler, çalışayım, evime gideyim, ailemle güzel güzel oturayım. Ama yok; trans olmak ne kadar büyük suç. Bu önyargı hiç bitmeyecek mi?”
Çingene Gül ve Eylül Cansın Misafirhaneleri’ne bir yardım ziyaretinde bulunup, ona yanıtı siz vermek isterseniz; İstanbul LGBTİ’yi arayabilirsiniz.
Esra Açıkgöz / CumhuriyetYayınlanma
↧
↧
Beyaz yakalı eşcinseller
Türkiye’de eşcinsel olmak, her alanda olduğu gibi iş hayatında da zor. Aysun Öner, Beyaz Yakalı Eşcinseller adlı kitabında iş hayatındaki eşcinsellerin yaşadıklarını anlatıyor. Görüştüğü eşcinsellerin neredeyse tamamı, ayrımcılıktan korunmak için kimliklerini gizliyor ve bunun için de sürekli yalan söylüyor. Kimliklerinin ortaya çıkması durumunda ise taciz ediliyor ve işten çıkarılıyorlar.
Tüm bunlar eşcinsel olduğum için oldu. Bu üniversitede kabul edilemez olduğunu söylediler. Bana doğrudan eşcinsel olduğumu söylemediler. Hayat tarzım yüzünden olduğunu söylediler. Tabii ki eşcinsel olduğumu yüzüme söyleyemezler. İstifa etmemi istediler. Bu süreçte duygusal taciz yaşadım. Çeşitli görevlerim vardı ve bunların neredeyse hepsi benden alındı. Dekan bana ne selam verdi ne de benle konuştu. Yine de arkadaşlarımdan, iş dışından da destek aldım. Elbette istifa etmedim ve bu durumu sendikaya bildirdim. İşlerim elimden alınmıştı. Hiç kimse bir şey söylemiyor, ilgilenmiyordu. Saçımı kestirdim, küpelerimi çıkardım. Kendimi değiştirmeye mecbur kaldım. Bu değişikliklerden sonra onlarla ilişkimi düzelttim ama bir buçuk sene sonra yönetim değişti ve milliyetçi yeni bir kadro geldi. Yeni dekan akademik yetersizlik gerekçesiyle beni işten çıkardı.”
Gizliyorlar
Muhafazakar bir üniversitede araştırma asistanı olarak görev yapmış Cenk, ifşa olduktan hemen sonra istifaya zorlanmış. Bu yaşadıklarını da Aysun Öner tarafından yazılan, İletişim Yayınları’ndan çıkan Beyaz Yakalı Eşcinseller adlı kitapta anlatıyor. Kitap, Öner’in ODTÜ Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı için kaleme aldığı tez çalışması üzerinden hazırlanmış.
Eşcinsellerin birçoğu kimliğini gizliyor. İş hayatında da durum farklı değil. Bu konuda istatistik bir çalışma yapmak pek mümkün değil, zira eşcinsel bireylerin çoğu kimliğini gizliyor. Eşcinsel bireyler ülkedeki homofobik tutumdan ötürü işlerinden olmamak için kimliklerini saklamak durumunda kalıyor.
Heteroseksüelliği taklit ediyorlar
Öner, tüm eşcinsel bireylerin iş yaşamı ile ilgili deneyimlerinin, çalıştıkları iş alanının maskulen veya homofobik olma derecesinin, cinsel yönelim göstergelerinin ne düzeyde belirgin olduğu ve cinsiyetleri gibi faktörlere bağlı olarak değiştiğini söylüyor. Örneğin lezbiyen çalışanların iş ve gündelik yaşam içinde kadın kimlikleri üzerinden ayrımcılığa uğramaları durumu, cinsel yönelim kimliklerinin ifşası sonrası artıyor ve bu andan itibaren lezbiyen çalışanlar iş yaşamlarında cinsel tacize uğruyor. Öner, eşcinsel görüşmecilerinin neredeyse tamamının, ayrımcılıktan korunmak için kimliklerini gizlediklerini ve bunun için sürekli yalan söylemeleri gerektiğinden şikâyet ettiklerini söylüyor: “Farklı gizlenme yollarına başvuruyorlar. Kimi sevgili uyduruyor kimi heteroseksüelliği taklit ediyor. Kimi ise, kimliğini açığa çıkaracak sorulardan, bu tip soruların gelebileceği ortamlardan kaçınıyor.”
Meraktan görüşmeye çağırdılar
İş hayatında yaşanan sorunların öncesinde iş arama ve görüşme sürecinde de birçok sorun yaşanıyor. Bu aşamada da eşcinsel bireyin cinsel yönelim göstergelerinin belirginlik derecesi, iş yerinin, işe alımla ilgili personelin homofobik yaklaşıp yaklaşmadığı gibi etkenler önemli oluyor. Mülakat süreçlerinde eşcinsel kimlikleri bir biçimde belli olan eşcinsellerin bıyık altından gülme gibi sözsüz tacizlere maruz kalabildiğini anlatan Öner, iş yerlerinin görüşme öncesi, veya görüşmeye karar verme sürecinde başvuru yapan kişiyi Google’da arattığını söylüyor: “Görüşmecilerimden biri iş görüşmesi için kendisini çağıran bir İK şirketinin görüşmede çokça soru sormadığını, neredeyse kendisinin görüşme yapan personele daha fazla soru sorduğunu ve buradan hareketle kimliğinin Google’dan keşfedildiğini ve görüşmeye meraktan çağrıldığını paylaştı. Kitabımda bu yaklaşıma ‘homofobik merak’ adını verdim. Eşcinsel birey ne kadar heteroseksüel yahut aseksüel gibi görülüyorsa eşcinsel bireyin ayrımcılığa uğrama riski de o denli az oluyor.”
‘Lavanta tavan’a neden oluyor
Öner, sadece yönetmeliklerin değil, aynı zamanda kurumların ve buradaki insanların homofobik anlayışının ‘lavanta tavan’ durumuna neden olduğunu söylüyor: “İş görüşmesinde baş gösteren ayrımcılık süreci, daha sonra iş yerindeki çaycının farklı davranması ve mobinginden ‘lavanta tavan’ denen iş yaşamında eşcinsel bireylere yönelik terfilerde ayrımcılığa ve oradan da işten çıkarılma gibi ciddi boyutlara dek farklı biçimlerde deneyimlenebiliyor.” Öner’in görüşlerini aldığı, muhafazakâr bir medya kuruluşunda IT sektöründe çalışan lezbiyen görüşmeci ‘kız arkadaşının rahatsızlandığını ve ona bakmak için izin alması gerektiğini’ söylemek suretiyle açıldığında, yöneticisi olumsuz tepki vermemiş. Bu görüşmeci işle ilgili pek çok sorunu çözmüş ve yöneticisine çok desteği olmuş. Yine başka bir görüşmeci, bankada görev yaparken kimliği ifşa olduğu anda, demokrat olarak tanımladığı çalışan ve yöneticiden ‘senden bunu beklemezdim!’ benzeri tepkiler almış. Bazı işverenler ise eşcinsel çalışanlarını işten çıkarmakla kalmayıp, bu kişilerle görüşmeye devam eden çalışanlarını da işten çıkarma, görev vermeme gibi uygulamalarla tehdit etmiş.
Zeynep Mengi Öztel - Hürriyet
Tüm bunlar eşcinsel olduğum için oldu. Bu üniversitede kabul edilemez olduğunu söylediler. Bana doğrudan eşcinsel olduğumu söylemediler. Hayat tarzım yüzünden olduğunu söylediler. Tabii ki eşcinsel olduğumu yüzüme söyleyemezler. İstifa etmemi istediler. Bu süreçte duygusal taciz yaşadım. Çeşitli görevlerim vardı ve bunların neredeyse hepsi benden alındı. Dekan bana ne selam verdi ne de benle konuştu. Yine de arkadaşlarımdan, iş dışından da destek aldım. Elbette istifa etmedim ve bu durumu sendikaya bildirdim. İşlerim elimden alınmıştı. Hiç kimse bir şey söylemiyor, ilgilenmiyordu. Saçımı kestirdim, küpelerimi çıkardım. Kendimi değiştirmeye mecbur kaldım. Bu değişikliklerden sonra onlarla ilişkimi düzelttim ama bir buçuk sene sonra yönetim değişti ve milliyetçi yeni bir kadro geldi. Yeni dekan akademik yetersizlik gerekçesiyle beni işten çıkardı.”
Gizliyorlar
Muhafazakar bir üniversitede araştırma asistanı olarak görev yapmış Cenk, ifşa olduktan hemen sonra istifaya zorlanmış. Bu yaşadıklarını da Aysun Öner tarafından yazılan, İletişim Yayınları’ndan çıkan Beyaz Yakalı Eşcinseller adlı kitapta anlatıyor. Kitap, Öner’in ODTÜ Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı için kaleme aldığı tez çalışması üzerinden hazırlanmış.
Eşcinsellerin birçoğu kimliğini gizliyor. İş hayatında da durum farklı değil. Bu konuda istatistik bir çalışma yapmak pek mümkün değil, zira eşcinsel bireylerin çoğu kimliğini gizliyor. Eşcinsel bireyler ülkedeki homofobik tutumdan ötürü işlerinden olmamak için kimliklerini saklamak durumunda kalıyor.
Heteroseksüelliği taklit ediyorlar
Öner, tüm eşcinsel bireylerin iş yaşamı ile ilgili deneyimlerinin, çalıştıkları iş alanının maskulen veya homofobik olma derecesinin, cinsel yönelim göstergelerinin ne düzeyde belirgin olduğu ve cinsiyetleri gibi faktörlere bağlı olarak değiştiğini söylüyor. Örneğin lezbiyen çalışanların iş ve gündelik yaşam içinde kadın kimlikleri üzerinden ayrımcılığa uğramaları durumu, cinsel yönelim kimliklerinin ifşası sonrası artıyor ve bu andan itibaren lezbiyen çalışanlar iş yaşamlarında cinsel tacize uğruyor. Öner, eşcinsel görüşmecilerinin neredeyse tamamının, ayrımcılıktan korunmak için kimliklerini gizlediklerini ve bunun için sürekli yalan söylemeleri gerektiğinden şikâyet ettiklerini söylüyor: “Farklı gizlenme yollarına başvuruyorlar. Kimi sevgili uyduruyor kimi heteroseksüelliği taklit ediyor. Kimi ise, kimliğini açığa çıkaracak sorulardan, bu tip soruların gelebileceği ortamlardan kaçınıyor.”
Meraktan görüşmeye çağırdılar
İş hayatında yaşanan sorunların öncesinde iş arama ve görüşme sürecinde de birçok sorun yaşanıyor. Bu aşamada da eşcinsel bireyin cinsel yönelim göstergelerinin belirginlik derecesi, iş yerinin, işe alımla ilgili personelin homofobik yaklaşıp yaklaşmadığı gibi etkenler önemli oluyor. Mülakat süreçlerinde eşcinsel kimlikleri bir biçimde belli olan eşcinsellerin bıyık altından gülme gibi sözsüz tacizlere maruz kalabildiğini anlatan Öner, iş yerlerinin görüşme öncesi, veya görüşmeye karar verme sürecinde başvuru yapan kişiyi Google’da arattığını söylüyor: “Görüşmecilerimden biri iş görüşmesi için kendisini çağıran bir İK şirketinin görüşmede çokça soru sormadığını, neredeyse kendisinin görüşme yapan personele daha fazla soru sorduğunu ve buradan hareketle kimliğinin Google’dan keşfedildiğini ve görüşmeye meraktan çağrıldığını paylaştı. Kitabımda bu yaklaşıma ‘homofobik merak’ adını verdim. Eşcinsel birey ne kadar heteroseksüel yahut aseksüel gibi görülüyorsa eşcinsel bireyin ayrımcılığa uğrama riski de o denli az oluyor.”
‘Lavanta tavan’a neden oluyor
Öner, sadece yönetmeliklerin değil, aynı zamanda kurumların ve buradaki insanların homofobik anlayışının ‘lavanta tavan’ durumuna neden olduğunu söylüyor: “İş görüşmesinde baş gösteren ayrımcılık süreci, daha sonra iş yerindeki çaycının farklı davranması ve mobinginden ‘lavanta tavan’ denen iş yaşamında eşcinsel bireylere yönelik terfilerde ayrımcılığa ve oradan da işten çıkarılma gibi ciddi boyutlara dek farklı biçimlerde deneyimlenebiliyor.” Öner’in görüşlerini aldığı, muhafazakâr bir medya kuruluşunda IT sektöründe çalışan lezbiyen görüşmeci ‘kız arkadaşının rahatsızlandığını ve ona bakmak için izin alması gerektiğini’ söylemek suretiyle açıldığında, yöneticisi olumsuz tepki vermemiş. Bu görüşmeci işle ilgili pek çok sorunu çözmüş ve yöneticisine çok desteği olmuş. Yine başka bir görüşmeci, bankada görev yaparken kimliği ifşa olduğu anda, demokrat olarak tanımladığı çalışan ve yöneticiden ‘senden bunu beklemezdim!’ benzeri tepkiler almış. Bazı işverenler ise eşcinsel çalışanlarını işten çıkarmakla kalmayıp, bu kişilerle görüşmeye devam eden çalışanlarını da işten çıkarma, görev vermeme gibi uygulamalarla tehdit etmiş.
Zeynep Mengi Öztel - Hürriyet
↧
Kırılırsa şifreler kırılır, kalpler kırılası değil!
'The Imitation Game', Alman Enigma şifrelerini kırarak bir anlamda 2. Dünya Savaşı'nın seyrini değiştiren Alan Turing'in hayatını perdeye taşıyor. Film sekiz dalda Oscar'a aday
Bu aralar İngiliz dehalar perdeye gölgesini düşürüyor. Önce Alan Turing’in, sonra da Stephen Hawking’in hayat hikâyelerinden izdüşümleri izleyeceğiz. Bu haftanın mönüsünde yer alan ‘The Imitation Game’, ana karakterinin öyküsünden kimi sayfaları paylaşırken arka planda da seyircisini, 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım ve psikoloji etrafında çok derin olmasa da kayda değer bir gezintiye çıkarıyor.
Andrew Hodges’un 1983 tarihli ‘Alan Turing: The Enigma’ adlı kitabının sinema uyarlaması niteliğindeki yapım, dehasıyla insanlık tarihinin en acılı sayfalarından birinin seyrini değiştiren bir adamın yaşadığı sevinçler, acılar, açmazlar ve çocuksu coşkular etrafında geziniyor. Film Turing’in 1952’de, Manchester’da evinin soyulmasının ardından kimi şüphelerden dolayı polis tarafından soruşturmaya tutulmasıyla başlıyor. Hikâye daha sonra 1939’a, savaş günlerine uzanıyor. Güney İngiltere’deki Bletchley Park adlı merkezde bir grup bilim insanı, Alman Enigma makinelerinin ‘Kırılamaz’ denilen şifrelerini kırmak (ya da çözmek) için uğraşıyor. Kendi gayretiyle Churchill’e ulaşan ve ağır çalıştığını düşündüğü grubun başına ‘Yukarıdan gelen emirle’ geçen Turing, yaklaşık 100 bin Pound’luk bir yatırımla kendi makinesini inşa etmeye başlıyor. Bu aşamada muhatap oldukları Yarbay Denniston’la problem yaşarlarken MI6 temsilcisi Stewart Menzies onlar için gerekli her türlü desteği sağlıyor. Ne var ki savaş uzadıkça ve Alman şifreleri kırılmadıkça, verilen kayıplarla birlikte üzerlerindeki baskı artıyor. Turing’in yer yer kibirli tavırlarından dolayı ekibinden Hugh Alexander, John Cairncross ve Peter Hilton’la aralarında bir mesafe oluşurken gruba yeni katılan matematikçi Joan Clarke buzları eriten kişi oluyor.
Senaryoyu kaleme alan Graham Moore, genel olarak Turing’in hayattaki yalnızlığına ve yer yer bu yalnızlığın kırıldığı anlara odaklanmış. Bu bakımdan geri dönüşler eşliğinde okul hayatına göz atıldığında, meselenin köklerine de uzanılmış olunuyor. Kolejdeki tek dostu Christopher Morcom olan Turing’in, ileride icat ettiği ‘şifre kırma makinesi’ne ‘Christopher’ adını vermesi ise bu açıdan manidar olabilir ki bu makine sanki 2001’deki HAL’in büyük babası adeta! Joan Clarke ise çok geçmeden Turing’in yetişkinlik hayatındaki tek arkadaşı oluyor. Genç kadın Bletchley Park’ı terk edip ailesinin yanına dönmeye karar verdiğinde ise onu bu kararından vazgeçirmek adına evlilik teklif ediyor.
KIRILGAN ‘DÂHİ’
Nihayetinde Turing’in makinesinin işlev kazanmasıyla birlikte seyir değişiyor ve bir iddiaya göre savaş iki yıl önce bitiyor. Bu da yaklaşık 14 milyon insanın hayatta kalması anlamına geliyor. Lakin bu kadar hayırlara vesile olan bir bilim insanı cinsel tercihleri yüzünden bizatihi kendi devletinin yasalarınca mahkûm edilmeye çalışılıyor. Manchester’daki soruşturma sonucu Turing’in eşcinsel olduğunun anlaşılması ve homoseksüelliğin İngiltere’de suç teşkil etmesi işlerin seyrini değiştiriyor.
Oyunculuklara gelince: Daha önce Stephen Hawking, Van Gogh, Julian Assange ve Sherlock Holmes gibi hem gerçek hem de roman kahramanlarına hayat veren son dönemin öne çıkan İngiliz oyuncusu Benedict Cumberbatch, Alan Turing karakterinin de üstesinden geliyor elbet. Nitekim gösterdiği performansla pazar gecesi dağıtılacak Oscar’larda ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalının beş adayından biri oldu. Cumberbatch zaman zaman savrulan dikkatinin yanı sıra çocuksu görüntüler de veren, kırılgan ‘dâhi’ Turing’i çok başarılı bir şekilde canlandırıyor. Keza Joan Clarke’da Keira Knightley, Yarbay Denniston’da Charles Dance, Menzies’te Mark Strong, Hugh Alexander’da Matthew Goode, Cairncross’ta Allen Leech, Peter Hilton’da Matthew Beard; hepsi gayet iyiler.
Alan Turing daha önce ‘Breaking the Code (1996), ‘Enigma’ (2002), ‘Codebreaker’ (2011), ‘The Turing Enigma’ (2011) gibi yapımlarda direkt ya da indirekt karakterlerle sinemada boy göstermişti. 2011 yapımı ‘Headhunters’la tanınan Norveçli yönetmen Morten Tyldum’un bu son adımı, ‘Bilgisayar bilimi’nin kurucusu olarak da anılan ünlü matematikçinin hayatını sanırım en derli toplu aktaran yapım olarak tarihteki yerini alacak. Lakin film belki Turing’in hayatındaki önemli limanlara uğramak ve genel bir çerçeve içinde her şeyi anlatma derdinden de olsa gerek iyi çekilmiş bir ‘TV filmi’ havasından kurtulamıyor. ‘Oscar yarışı’ içinde ise sekiz dalda aday olan ‘The Imitation Game’, bana sorarsanız en çok ‘En İyi Uyarlama Senaryo’da diğer kategorilere göre daha şanslı.
**
The Imitation Game
Yönetmen: Morten Tyldum
Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Keira Knightley, Charles Dance, Mark Strong, Matthew Goode, Allen Leech, Matthew Beard
İngiltere yapımı
UĞUR VARDAN / RADİKAL
Bu aralar İngiliz dehalar perdeye gölgesini düşürüyor. Önce Alan Turing’in, sonra da Stephen Hawking’in hayat hikâyelerinden izdüşümleri izleyeceğiz. Bu haftanın mönüsünde yer alan ‘The Imitation Game’, ana karakterinin öyküsünden kimi sayfaları paylaşırken arka planda da seyircisini, 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım ve psikoloji etrafında çok derin olmasa da kayda değer bir gezintiye çıkarıyor.
Andrew Hodges’un 1983 tarihli ‘Alan Turing: The Enigma’ adlı kitabının sinema uyarlaması niteliğindeki yapım, dehasıyla insanlık tarihinin en acılı sayfalarından birinin seyrini değiştiren bir adamın yaşadığı sevinçler, acılar, açmazlar ve çocuksu coşkular etrafında geziniyor. Film Turing’in 1952’de, Manchester’da evinin soyulmasının ardından kimi şüphelerden dolayı polis tarafından soruşturmaya tutulmasıyla başlıyor. Hikâye daha sonra 1939’a, savaş günlerine uzanıyor. Güney İngiltere’deki Bletchley Park adlı merkezde bir grup bilim insanı, Alman Enigma makinelerinin ‘Kırılamaz’ denilen şifrelerini kırmak (ya da çözmek) için uğraşıyor. Kendi gayretiyle Churchill’e ulaşan ve ağır çalıştığını düşündüğü grubun başına ‘Yukarıdan gelen emirle’ geçen Turing, yaklaşık 100 bin Pound’luk bir yatırımla kendi makinesini inşa etmeye başlıyor. Bu aşamada muhatap oldukları Yarbay Denniston’la problem yaşarlarken MI6 temsilcisi Stewart Menzies onlar için gerekli her türlü desteği sağlıyor. Ne var ki savaş uzadıkça ve Alman şifreleri kırılmadıkça, verilen kayıplarla birlikte üzerlerindeki baskı artıyor. Turing’in yer yer kibirli tavırlarından dolayı ekibinden Hugh Alexander, John Cairncross ve Peter Hilton’la aralarında bir mesafe oluşurken gruba yeni katılan matematikçi Joan Clarke buzları eriten kişi oluyor.
Senaryoyu kaleme alan Graham Moore, genel olarak Turing’in hayattaki yalnızlığına ve yer yer bu yalnızlığın kırıldığı anlara odaklanmış. Bu bakımdan geri dönüşler eşliğinde okul hayatına göz atıldığında, meselenin köklerine de uzanılmış olunuyor. Kolejdeki tek dostu Christopher Morcom olan Turing’in, ileride icat ettiği ‘şifre kırma makinesi’ne ‘Christopher’ adını vermesi ise bu açıdan manidar olabilir ki bu makine sanki 2001’deki HAL’in büyük babası adeta! Joan Clarke ise çok geçmeden Turing’in yetişkinlik hayatındaki tek arkadaşı oluyor. Genç kadın Bletchley Park’ı terk edip ailesinin yanına dönmeye karar verdiğinde ise onu bu kararından vazgeçirmek adına evlilik teklif ediyor.
KIRILGAN ‘DÂHİ’
Nihayetinde Turing’in makinesinin işlev kazanmasıyla birlikte seyir değişiyor ve bir iddiaya göre savaş iki yıl önce bitiyor. Bu da yaklaşık 14 milyon insanın hayatta kalması anlamına geliyor. Lakin bu kadar hayırlara vesile olan bir bilim insanı cinsel tercihleri yüzünden bizatihi kendi devletinin yasalarınca mahkûm edilmeye çalışılıyor. Manchester’daki soruşturma sonucu Turing’in eşcinsel olduğunun anlaşılması ve homoseksüelliğin İngiltere’de suç teşkil etmesi işlerin seyrini değiştiriyor.
Oyunculuklara gelince: Daha önce Stephen Hawking, Van Gogh, Julian Assange ve Sherlock Holmes gibi hem gerçek hem de roman kahramanlarına hayat veren son dönemin öne çıkan İngiliz oyuncusu Benedict Cumberbatch, Alan Turing karakterinin de üstesinden geliyor elbet. Nitekim gösterdiği performansla pazar gecesi dağıtılacak Oscar’larda ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalının beş adayından biri oldu. Cumberbatch zaman zaman savrulan dikkatinin yanı sıra çocuksu görüntüler de veren, kırılgan ‘dâhi’ Turing’i çok başarılı bir şekilde canlandırıyor. Keza Joan Clarke’da Keira Knightley, Yarbay Denniston’da Charles Dance, Menzies’te Mark Strong, Hugh Alexander’da Matthew Goode, Cairncross’ta Allen Leech, Peter Hilton’da Matthew Beard; hepsi gayet iyiler.
Alan Turing daha önce ‘Breaking the Code (1996), ‘Enigma’ (2002), ‘Codebreaker’ (2011), ‘The Turing Enigma’ (2011) gibi yapımlarda direkt ya da indirekt karakterlerle sinemada boy göstermişti. 2011 yapımı ‘Headhunters’la tanınan Norveçli yönetmen Morten Tyldum’un bu son adımı, ‘Bilgisayar bilimi’nin kurucusu olarak da anılan ünlü matematikçinin hayatını sanırım en derli toplu aktaran yapım olarak tarihteki yerini alacak. Lakin film belki Turing’in hayatındaki önemli limanlara uğramak ve genel bir çerçeve içinde her şeyi anlatma derdinden de olsa gerek iyi çekilmiş bir ‘TV filmi’ havasından kurtulamıyor. ‘Oscar yarışı’ içinde ise sekiz dalda aday olan ‘The Imitation Game’, bana sorarsanız en çok ‘En İyi Uyarlama Senaryo’da diğer kategorilere göre daha şanslı.
**
The Imitation Game
Yönetmen: Morten Tyldum
Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Keira Knightley, Charles Dance, Mark Strong, Matthew Goode, Allen Leech, Matthew Beard
İngiltere yapımı
UĞUR VARDAN / RADİKAL
↧
Benedict Cumberbatch Radikal'e konuştu: Türkiye'de eşcinsellere yönelik ayrımcılık hala sürüyor
Dünyanın önde gelen matematik dehalarından ve 2. Dünya Savaşı'nın kazanılmasında önemli bir rolü olan Alan Turing'in hayatının anlatıldığı The Imitation Game: Enigma gösterime girdi. Turing'in eşcinsel olması sebebiyle yaşadığı baskı ve zorbalıkları beyaz perdede canlandıran Benedict Cumberbatch, Türkiye'deki eşcinsellerin hak mücadelesini de yakından takip ediyor. Bu Pazar yapılacak Oscar töreninde yarışacak olan Cumberbatch, ülkemizdeki LGBT bireylere yönelik ayrımcılıktan duyduğu endişeyi dile getirdi.
Ünlü İngiliz matematikçi Alan Turing ve ekibi, Nazilerin kullandığı Enigma adlı şifreyi kırmak için, modern bilgisayarların büyük babası denilebilecek bir makine tasarlamıştı. Bu makine sayesinde Müttefik Devletler 2. Dünya Savaşı’nda öne geçmeyi başarış, savaş çok kısa sürede sona ermişti. Fakat Turing bir eşcinseldi ve İngiliz hükümeti onu “ahlaksızlık”la suçlayarak yargıladı. Turing’in davasını gören yargıç ona bir seçenek sundu: Ya hapse girecek, ya da kimyasallar alarak hadım edilecekti. Turing 2. yolu seçti ama, ömrünün geri kalanında büyük acılar çekti. En sonunda yüksek dozda siyanür yuttu, bir elmadan ısırık aldı ve intihar etti. Bu olay yıllar sonra Apple firmasının ünlü gökkuşağı renklerindeki elmalı logosuna da ilham verecekti.
Turing ve arkadaşlarının Enigma’yı çözmesinin hikayesinin anlatıldığı The Imitation Game: Enigma filmi Cuma günü vizyona girdi. 8 dalda Oscar’a aday olan film, bu Pazar En İyi Erkek Oyuncu (Benedict Cumberbatch), Yılın En İyi Filmi, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Keira Knightley), En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Kurgu, En İyi Prodüksiyon Tasarımı, En İyi Orijinal Müzik dallarında Oscar almak için yarışacak.
Hollywood muhabirimiz Aida Takia O’Reilly, filmin başrol oyuncusu Benedict Cumberbatch ile 15 Kasım 2014’te bir araya geldi. O dönemde henüz nişanlanmış olan Cumberbatch geçtiğimiz günlerde nişanlısıyla sessiz sedasız evlendi ve belki de Pazar gününden itibaren Oscar’lı bir oyuncu olacak. Cumberbatch ve muhabirimiz O’Reilly’nin sohbetini aktarıyoruz…
The Imitation Game: Enigma’daki performansınız için sizi kutlarım. Kesinlikle anlatılması gereken bir hikayeydi. Filmi çekerken ne kadar acı çektiğinizi tahmin edebiliyorum. Çekimler sırasında ağladığınız anlar oldu mu?
Filmde ağladığım bir sahne var ama o sahnedeki performansım yalnızca iyi bir oyunculuk örneği değildi. Turing olağanüstü bir insandı ve onu canlandırırken karakterimle özdeşleştim diyebilirim. Bu yüzden de o sahnede onun yaşadıklarından duyduğum üzüntü yüzünden ağlamamı durduramadım. Daha önce böyle bir şey yaşadığımı hatırlamıyorum. Çekimler devam ediyordu ve ben de kendimi toparlamak zorundaydım. Duyguları değil de sahneyi canlandırmak zorundaydım. Bu yüzden kendimi ciddi şekilde tutmak zorunda hissettim. Bu hikaye insanı ciddi şekilde duygulandırıyor ve beni de derinden etkiledi.
“BİRİLERİNİ AFFEDECEK BİRİSİ VARSA O DA ALAN TURING’DİR”
The Imitation Game: Enigma filminin sonunda Kraliçe Elizabeth’in Alan Turing’i 2013 yılında “affettiği” yazıyor. Ancak belki de Kraliçe af etmek yerine özür dilemeliydi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu konudaki hislerimi açıklarken çok dikkatli olmalıyım. Ancak herhangi birini affetmesi gereken birisi varsa o da Alan Turing’dir. Bu da insanın midesini bulandıran türden bir ironi bence. Ancak hem hükümet hem de Kraliçe, bu affı yayınlamak zorundaydı. Turing’in ölümünden çok sonra gelen bu af için kampanyalar düzenlenmesi gerekti. Özür ya da af olayı, bu politik kampanya sonrasında geldi ve bu da utanç verici bir durum. Filmin en önemli getirilerinden birisi, Alan Turing’in hikayesinin geniş kitlelere ulaşması olacak bence. Aynı zamanda bu adamın çektiği acılar ve maruz kaldığı haksızlıklara da dikkat çekilmiş olacak.
“ALAN TURING OLMASAYDI GOOGLE OLMAZDI”
Alan Turing çok hassas, herkesten farklı, biricik bir insandı ve çok kötü şeylere maruz kaldı. Çok önemli bir kriptograftı ama tek özelliği bu değildi. Turing aynı zamanda bugün Google’ın da kullandığı algoritmaları yazan, “evrensel makine” adını verdiği ve bizim bugün bilgisayar dediğimiz cihazları da ilk kez üreten kişiydi. Onun sayesinde insanlık, zeka, ruhun ne olduğu ve biyolojinin ardındaki mekanizmalar üzerinde de düşünmeye başladık. Bu da bizi inorganik şeylerin, yani makinaların mekanizmasına yönlendirdi. Fakat Alan Turing tüm bunlara rağmen, doğasını inkar etmedi ve eşcinseller arasında bir ikona dönüştü. O bu konuma gelmeyi hiç istememişti. Şehit olmayı istememişti. Herhangi bir politik sebepten, hele ki özel hayatı yüzünden ilgi odağı olmayı istememişti. Üstelik çalışmalarının tanıtımını bile yapmadı. Bu yüzden de bu film sayesinde onun hikayesinin ve başardıklarının daha fazla insana ulaşması beni çok ama çok mutlu ediyor.
“RUSYA VE TÜRKİYE ’DEKİ BASKILAR ENDİŞE VERİCİ”
Öte yandan bu film tarihteki bir hikaye olmakla kalmıyor ne yazık ki. Milliyetçiliğin olduğu her yerde bir günah keçisi bulunabiliyor. Eşcinsel azınlıklar bugün bile önyargıyla karşılanıyor ve ceza alabiliyor. IŞİD’in yaptıkları ortada ama Rusya, Türkiye ve Yunanistan’daki Altın Şafak Partisi gibi muhafazakar politik oluşumlar da aynı düşünceyi destekliyor. Gerçi artık Altın Şafak pek ortalarda yok, çok şükür… Ancak ne zaman insanlar keskin sınırları olan bir kimlik ve milliyet fikri oluştursa, bundan sapan her şeyi anormal olarak görüyor. Bu tip sapmalar her zaman yasaklanıyor, onların üzerine gidiliyor ve sonunda da cezalandırılıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde homoseksüel erkekler halen ceza alıyor. Ne yazık ki Alan Turing’in hikayesine benzer çok fazla hikaye var. Turing bizim bugün bilgisayar dediğimiz şeyi icat etmiş ve kriptografi başarısı sayesinde milyonlarca hayatı kurtarmış. Polonyalıların icat ettiği makinayı geliştirerek olağanüstü bir cihaz icat etmeyi başarmış. Buna rağmen kendisine oldukça kötü davranılmış ve yanlışlar yapılmış ve onun uğraşmak zorunda kaldığı önyargılar bugün hala varlığını sürdürüyor. Bu yüzden de filmdeki hikayeni modern zamanları da anlattığını düşünüyorum.
“TURING HAPSE GİRMEKTENSE HADIM EDİLMEYİ TERCİH ETTİ”
Artık Alan Turing’i her yönüyle tanıdınız. Bir tahminde bulunacak olsanız, intihar ettiğini mi söylerdiniz, yoksa öldürüldüğünü mü düşünüyorsunuz?
Bazen Sherlock Holmes gibi davranmaya çalışıyorum ama, ben adli tıp uzmanı değilim. Buna rağmen hiçbir şüphe hissetmeden söyleyebilirim ki bence intihar etti. Vücudunda olan bitenle yakından ilgili bir adamdı ve çok zor şeylere katlanmak zorunda kaldı. Turing cinsel olarak aktif bir eşcinsel erkek olmanın yanında, Olimpiyat standartlarında bir koşucuydu da. Yalnızca teorilerinde ve hayalinde var olan bir şeyi gerçeğe dönüştürdü Turing. Buna rağmen çok fazla acı çekti. Çekimlerden önce Manchester’da beraber çalıştığı insanlardan birisiyle görüşme fırsatım oldu. Ona Turing’in ceza aldıktan ve onu hadım edecek iğneler yapılmaya başladıktan sonra değişip değişmediğini sordum. O ise bana “Hayır, hiçbir değişiklik olmadı” dedi. Östrojen iğneleri sonrasında kilosunda bir değişiklik olmadı mı diye tekrar sordum. Meslektaşı ise “Hayır, çok içine kapanık bir insandı. Bu yüzden yaşadığı değişiklikleri ve acıları fark edemedik” dedi. Daha sonra da bana bir anekdot anlattı. Her hafta Turing’e iğne yapan doktor, bir gün ona “Bu iş utandırıcı olmaya başladı. İstersen her hafta buraya geleceğine ben sana bir makine yapayım, bunu kalçana yerleştirelim. Sen yemek yerken makine metabolizmanın çalıştığını fark edip sana ilacı yavaş yavaş, küçük dozlarda versin” diye bir teklifte bulunmuş. Plana göre 2 yıllık ceza sonrasında bu makine çalışmayı durduracakmış, ancak bu olmamış. Makine çalışmayı bırakmamış. Alan Turing bu meslektaşına hikayeyi anlattıktan bir süre sonra mutfağa gidip eline bir bıçak almış, kalçasındaki o makinayı çıkarmaya çalışmış. Ki daha önce de söylediğim gibi bu adam vücuduna ve sağlığına çok dikkat eden, mantık çerçevesinde hareket eden bir adamdı ama çok fazla acı çekiyordu. Ben de bu yüzden filmde minik bir detaya yer verdim. Filmin sonundaki 2 sahnede Turing’i canlandırırken hafifçe topallamayı tercih ettim. Bu detaya dikkat çekmek istedim.
Bana kalırsa öyle bir durumda kalan bir adamın başka çaresi kalmamış olabilir. Hayatında hiç sevgi yoktu. Eşcinsel olduğu için suçlu muamelesi görüyordu. Hem vücudu hem de zihni bu iğneler yüzünden mahvolmuştu. Hapse girmektense, yaptığı işe devam edebilmek için bu ilacı almayı ve hadım edilmeyi tercih etmişti. Çünkü başka bir çaresi yoktu.
ALAN TURİNG’İN ÖLÜMÜ BİR KAZA MIYDI?
Bazı insanlar Alan Turing’in ölümünün kaza olduğunu düşünüyor. Bu da bir teori. Öldükten sonra yatağının başucunda bulunan elmanın içinde siyanür vardı. Ancak Turing’in annesi onun üzerine titriyordu ve oğlunun homoseksüel olduğunu inkâr ediyordu. Bence Turing bunu annesini korumak için yaptı. Olaya da kaza süsü vermek istedi. 2012 yılında Bilim Müzesi’nde Alan Turing’in otopsi raporunun da bulunduğu bir sergi yapıldı ve raporda görüldüğü üzere, siyanürü suya karıştırarak, büyük miktarlarda içmişti. Sanıyorum daha sonra ağzında oluşan acımtırak badem tadını gidermek için elmadan bir ısırık aldı. Bence de bu, intiharı gösteriyor.
“TURING İNGİLTERE’Yİ KURTARDI, BİZ İSE ONU İNTİHARA SÜRÜKLEDİK”
Tabii bir de komplo teorileri var. Turing çok fazla şey biliyordu, ancak hem mahkeme sırasında hem de tutuklandıktan sonra çok fazla şey ortaya saçılmıştı. O esnada devlet sırlarını korumasını telkin eden sözleşmeyle bağlıydı ve birileri, eşcinsel ilişkileri sırasında bir şeyler anlatabileceğinden korkmuş olabilirdi. Çünkü o dönemde eşcinsel erkeklerin bu kadar yoğun şekilde yargılanmasının ardında yatan şey, Cambridge’de dolaşan casuslara duyulan korkuydu. Eşcinsel erkeklerin komünist fikirlere de eğilimli oldukları düşünülüyordu. Bu yüzden de McCarthy’nin Cadı Avı’na benzer tarzda yürütülen soruşturma sonrasında dikkatler Alan ve diğer eşcinsel erkekler üzerinde yoğunlaştı. Komplo teorisine göre MI6 ya da başka bir istihbarat birimi Turing’i öldürdü ve olaya kaza süsü verdi. Ancak ben buna inanmıyorum. Çünkü isteselerdi Alan’ı hayatının daha erken safhalarında öldürebilirlerdi. Ayrıca bu teori, dikkatleri bizlerin Turing’e olan saldırgan tavrımızdan uzağa çekmeye çalışıyor. Bu teori olayı casus edebiyatına indirgemeye çalışıyor. Halbuki bu adam, toplum ve demokrasi tarafından bir ilaca maruz bırakıldı ve sonunda da intihara sürüklendi. O bu toplumu 2. Dünya Savaşı’nda faşistlerin elinden kurtarmak için uğraşmıştı. Olaya komplo teorileriyle yaklaşmak, bu mide bulandırıcı ironiyi görmezden gelmek demektir. Bu adamın derin doğasını ve hayatını anlayabilmek için de bu gerçeği kabullenmemiz gerekiyor.
"NİŞANLANDIĞIMIZI SESSİZ SEDASIZ DUYURDUK"
Bu arada nişanlanmışsınız, sizi tebrik ederim. Fakat nişanınızı sosyal medyadan duyurmak yerine bu işi eski usulde yaparak, gazeteye ilan vererek duyurdunuz. Neden bu yolu tercih ettiniz?
Aslında bu İngiltere’de gelenektir. Eski moda bir yöntem olabilir ama nişanlananlar bunu gazete ilanıyla duyurur. Şayet ünlü bir aktör olmasaydım, o zaman nişanımı bu şekilde duyuracaktım. Bu yüzden benim için oldukça kişisel olan bir duyuruyu bu şekilde yaparak normalleştirmeye çalıştım. Dünyanın da bu haberi öğreneceğini biliyordum, ancak olayı çok fazla büyütmek istemedim. Yalnızca ailem ve arkadaşlarım bu konuyu öğrensin istedim ve dünya da bu haberi sessiz sedasız şekilde almış oldu.
"'CUMBER KALTAKLARI' ARASINDA EN AZ 2 CİNSİYETTEN İNSAN VAR"
Yıllar içinde pek çok hayran kazandınız. Bu durumla nasıl baş ediyorsunuz? Bir de hayranlarınızın kendilerine bulduğu “Cumberbitches” (Cumber kaltakları) terimini ilk duyduğunuzda ne düşündünüz?
Buna ne tepki verdiğimi iyi biliyorsun Aida. Pek çok kez yazılıp çizildi. Hayranlarım oldukça zeki, kendilerini kontrol edebilen, yaratıcı, ilham verici ve kararlı kişiler. Aralarında her yaştan ve en az 2 cinsiyetten insan var. Kendilerine başlarda verdikleri bu isim yapıştı kaldı. İnsanın aklında kalan bir terim ama ben bunu nazikçe değiştirdim. Hayranlarım zeki, güç sahibi ve kendilerini gayet güzel ifade edebilen kadınlardan oluşuyor. Kendilerini ya da cinsiyetlerini küçük düşürme niyetinde değillerdi. Ben de dedim ki, belki de işimi beğenen insanları topyekûn ifade edecek daha yumuşak bir terim bulabiliriz. Fakat neredeyse müdahale etmeme hiç gerek kalmayacaktı. Çünkü dediğim gibi onların her biri doğru sezgilere sahip, kendilerini düzeltme yetisine de sahipler. Çok zeki bir topluluk… Bu yüzden şimdi kendilerine başka isimler buldular. Ancak yaptığım işleri ve benim kişiliğimi sevdikleri sürece, gerisi önemli değil. Bu yüzden de kendilerine istedikleri ismi takabilirler.
“BİR ORDU DOLUSU İNSANDAN DESTEK ALIYORUM”
Özgüven ve kibir arasında ince bir çizgi vardır. Siz ne kadar özgüvenlisiniz?
Kibir sizi etrafınızı dinlemekten ve çevrenizden bir şeyler öğrenmekten alıkoyar. İyi bir sanatçı olabilmek için kibirden uzak kalmak, bir ekibin parçası olmak ve kendinizden ödün vermek zorundasınız. Bunu yapabilmek için ise özgüvenli olmak zorundayım. Ayrıca etrafımdakilere gözüm kapalı şekilde güvenebilmeliyim. Etrafımda bana destek olan çok fazla insan var ve umuyorum ki bunu söylediğimde kibirli gibi anlaşılmam ama, bu destek sayesinde yaptığım işte kendimi çok fazla özgüvenli hissediyorum. Çünkü etrafımda sürekli günlük işlerimi yapmamda yardımcı olan bir ordu dolusu insan var.
Teknolojiyle aranız nasıl?
Çoğu insan gibi ben de mucit değil kullanıcıyım. Okuldayken çok basit seviyede kodlama öğrenmiştik. Çok basit oyunlarda minik değişiklikler yapacak kodlar yazıyorduk. Ama bu müfredatın bir parçasıydı. Ben matematik dahisi değildim, algoritmalar için de doğuştan bir yeteneğim yoktu. Bu tip bir iş yapmak için gereken diğer yeteneklere de sahip değildim. Turing’in olağandışı zekasında dikkatimi çeken şeylerden biri de bu oldu zaten. O yalnızca bir teorisyen değildi, mekaniğe de yeteneği vardı. Aklındaki fikirleri gerçeğe dönüştürebiliyor ve inşa edebiliyordu. İşinin ehli teknisyenlerle beraber çalışıyordu tabii ama, düşüncelerini gerçeğe dönüştüren kişi yine kendisi oldu. Küçükken model arabalara meraklıydım, ancak Lego manyaklarından biri olmadım. Birbirinden farklı pek çok şeye ilgi duyuyordum ama ‘geek’ değildim. Üstelik bilime duyduğum hayranlık da çok geç yaşlarımda başladı.
Dedelerinizden birisi savaş esnasında denizaltı kaptanıymış, değil mi?
Evet, komutandı. Diğer dedem ise çöl faresi dedikleri türden; Orta Doğu’nun kumları arasında savaşmış.
“İNSAN HAKLARI İÇİN ÇALIŞMAKTAN GURUR DUYUYORUM”
Savunuculuğunu yaptığınız bir fikir var mı?
İnsan hakları benim için çok önemli bir şey. Liberty adlı bir hayır kurumuyla beraber çalışıyorum ve bundan gurur duyuyorum. Liberty, İngiltere’de insan hakları için çalışıyor. İnsanların her gün yaşadıkları zorluklar ve ekonomik sıkıntılar düşünüldüğünde milliyetçiliğe yönelmeleri normal bir şey aslında. Sınırları kapatalım demek, sürekli başkalarını suçlamak, günah keçileri aramak… Bunlar kökleri çok derinlerde olan problemler için oldukça basit ve yüzeysel çözümler. Bu yüzden bu konuda çalışıyorum. Aynı zamanda çevreyi de çok önemsiyorum.
“MARKALARIN KIYAFETLERİNİ GİYMEYİ TERCİH ETMİYORUM”
Oscarlar’ın Kırmızı Halı’sından önce heyecanlanıyor musunuz? En sevdiğiniz tasarımcı kim? En çok neyi giydiğinizde rahat hissediyorsunuz?
Eskiden bu etkinlikler öncesinde çok gerilirdim. Sonra yavaş yavaş, kime güvenebileceğimi öğrendim. Stilistim filan yok, bana tavsiye verecek ne ya da rahat kıyafetler bulmama yardımcı olacak kimse de yok. Ancak bir keresinde birisi Spencer Hart’a gitmemi tavsiye etmişti ve o müthiş bir terzi. Sherlock Holmes için de beraber çalıştık. Bunun da ötesinde genelde beğendiğim şeyleri giyiyorum. Pek çok kişi bana bir kıyafet vermek istiyor ancak bu onların bedavadan reklamını yapmak olur. Onların kıyafetlerine modellik yapmak için para alamam, ama onların elinde de kıyafetin nasıl göründüğüne dair bir görüntü olur. Bu genelde herkesi mutlu eden bir yaklaşım. Şu ana dek bana müthiş kıyafetler verildi ve benim için her şey kolaylaştı. Ancak arada sırada sinir bozuklukları da olabiliyor. Örneğin dün uçaktan indim ve beni bir etkinliğe götürüyorlardı ve nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Sizin düzenlediğiniz Altın Küreler ile Oscar törenine şimdiye dek birkaç kez katılma şansını elde ettim. Bu yüzden etkinliklerin nasıl geçtiğini az çok biliyorum. Artık biraz daha rahatım ve kendim gibi davranabiliyorum. Başlarda ise törenlerde çok geriliyordum.
Peki evde rahat etmek için ne giyiyorsunuz?
Evde giydiğim şeyleri kesinlikle görmek istemezsin. Orada önemli olan rahat olabilmek. Üzerinizde dar kesimli, şık bir takım elbise varsa, onu evde giyip de kırıştırmak istemesiniz. Bu yüzden ben de çoğu insan gibi eşofman altımı giyip rahatlamaya çalışıyorum.
“SİGARAYI BIRAKTIM, ÇOK MUTLUYUM”
Sağlığınızı korumak için neler yapıyorsunuz?
Aman tahtaya vurun; sigara içmeyi bıraktım. Bu da pek çok açıdan faydalı oldu. Son 1 aydır sigara içmiyorum şu anda da bir sigara için canımı verebilirim! (Gülüyor) yok canım şaka yapıyorum… Gayet iyiyim. Bu ara ülkeler arasında mekik dokuyorum, Londra ve ABD arasında çok gidip geldim ve bu seyahatlerde mümkün olduğunca sağlıklı şeyler yemeye çalışıyorum. Akşamları fazla bir şey yememeye ve fit kalmaya çalışıyorum. Her gün en az yarım saat egzersiz yapıyorum. Uçaktaysam ya da sürekli iç mekanlarda olmam gerekiyorsa da esneme hareketleri yapıyor ve yürüyüşe çıkıyorum. Birkaç şeyin büyük faydası var. Uykumu almaya çalışıyorum mesela. Şu anda bu biraz zor oluyor çünkü gece 10.30’da yattım ve sabah 3.30’da kalktım. Sanırım buraya gelmeden önce 2 kahvaltı yapmış olabilirim. Ama etrafımda pek çok harika insan var ve onlardan da yardım alıyorum.
“İÇİMDEKİ TRAFİĞİ YÖNLENDİRMEKTE ZORLANABİLİYORUM”
Yorgunluktan bitap düştüğünüzde ve yatıp dinlenmek istediğinizde ne yapıyorsunuz?
Tam da böyle yapıyorum. 10 dakika da olsa bir ara verip meditasyon yapıyorum. Bu kadar olan bitenden sonra zihnimde neler olduğuna bir bakıyorum. İşim gereği sürekli insanlarla konuşuyor, iletişime geçiyorum. Dikkatim sürekli dış dünyada olup bitenlerde. İçimdeki trafiği yönlendirmekte zorlanabiliyorum. Dinlenmek için kitap okuyorum. Romanlar ve kurgusal olmayan hikayeleri seviyorum. Bu tip hobilerinize deva etmek de çok sağlıklı bir şey. Ancak Tanrı bilir, Fransızca öğrenebilmeyi isterdim. Ya da kendime sık sık söz verdiğim gibi, arada sırada şiir okuyacak ve yazacak zamanım kalmasını isterdim.
Hayatta en çok şükrettiğiniz 3 şey nedir?
İlk olarak sevgilim Sophie’yi söyleyebilirim. Seveceğiniz birini bulmak harika bir şey. Üstelik o da sizi seviyorsa, hem de sizinle aynı seviyede seviyorsa daha da müthiş. Hayatta bunu herkes başaramıyor. İkimizin de ne kadar meşgul insanlar olduğumuzu düşününce, bunu küçük bir mucize sayıyorum. İkinci sırada sağlık var; hem benim, hem de ailemin sağlığı… İş hayatımda sahip olduğum fırsatlar için de şükran duyuyorum. Şu anda altın çağımı yaşıyorum ve bundan çok mutluyum. Çok eğleniyorum ve çok da mutluyum.
Çeviri: Eda Utku / Radikal
Ünlü İngiliz matematikçi Alan Turing ve ekibi, Nazilerin kullandığı Enigma adlı şifreyi kırmak için, modern bilgisayarların büyük babası denilebilecek bir makine tasarlamıştı. Bu makine sayesinde Müttefik Devletler 2. Dünya Savaşı’nda öne geçmeyi başarış, savaş çok kısa sürede sona ermişti. Fakat Turing bir eşcinseldi ve İngiliz hükümeti onu “ahlaksızlık”la suçlayarak yargıladı. Turing’in davasını gören yargıç ona bir seçenek sundu: Ya hapse girecek, ya da kimyasallar alarak hadım edilecekti. Turing 2. yolu seçti ama, ömrünün geri kalanında büyük acılar çekti. En sonunda yüksek dozda siyanür yuttu, bir elmadan ısırık aldı ve intihar etti. Bu olay yıllar sonra Apple firmasının ünlü gökkuşağı renklerindeki elmalı logosuna da ilham verecekti.
Turing ve arkadaşlarının Enigma’yı çözmesinin hikayesinin anlatıldığı The Imitation Game: Enigma filmi Cuma günü vizyona girdi. 8 dalda Oscar’a aday olan film, bu Pazar En İyi Erkek Oyuncu (Benedict Cumberbatch), Yılın En İyi Filmi, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Keira Knightley), En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Kurgu, En İyi Prodüksiyon Tasarımı, En İyi Orijinal Müzik dallarında Oscar almak için yarışacak.
Hollywood muhabirimiz Aida Takia O’Reilly, filmin başrol oyuncusu Benedict Cumberbatch ile 15 Kasım 2014’te bir araya geldi. O dönemde henüz nişanlanmış olan Cumberbatch geçtiğimiz günlerde nişanlısıyla sessiz sedasız evlendi ve belki de Pazar gününden itibaren Oscar’lı bir oyuncu olacak. Cumberbatch ve muhabirimiz O’Reilly’nin sohbetini aktarıyoruz…
The Imitation Game: Enigma’daki performansınız için sizi kutlarım. Kesinlikle anlatılması gereken bir hikayeydi. Filmi çekerken ne kadar acı çektiğinizi tahmin edebiliyorum. Çekimler sırasında ağladığınız anlar oldu mu?
Filmde ağladığım bir sahne var ama o sahnedeki performansım yalnızca iyi bir oyunculuk örneği değildi. Turing olağanüstü bir insandı ve onu canlandırırken karakterimle özdeşleştim diyebilirim. Bu yüzden de o sahnede onun yaşadıklarından duyduğum üzüntü yüzünden ağlamamı durduramadım. Daha önce böyle bir şey yaşadığımı hatırlamıyorum. Çekimler devam ediyordu ve ben de kendimi toparlamak zorundaydım. Duyguları değil de sahneyi canlandırmak zorundaydım. Bu yüzden kendimi ciddi şekilde tutmak zorunda hissettim. Bu hikaye insanı ciddi şekilde duygulandırıyor ve beni de derinden etkiledi.
“BİRİLERİNİ AFFEDECEK BİRİSİ VARSA O DA ALAN TURING’DİR”
The Imitation Game: Enigma filminin sonunda Kraliçe Elizabeth’in Alan Turing’i 2013 yılında “affettiği” yazıyor. Ancak belki de Kraliçe af etmek yerine özür dilemeliydi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu konudaki hislerimi açıklarken çok dikkatli olmalıyım. Ancak herhangi birini affetmesi gereken birisi varsa o da Alan Turing’dir. Bu da insanın midesini bulandıran türden bir ironi bence. Ancak hem hükümet hem de Kraliçe, bu affı yayınlamak zorundaydı. Turing’in ölümünden çok sonra gelen bu af için kampanyalar düzenlenmesi gerekti. Özür ya da af olayı, bu politik kampanya sonrasında geldi ve bu da utanç verici bir durum. Filmin en önemli getirilerinden birisi, Alan Turing’in hikayesinin geniş kitlelere ulaşması olacak bence. Aynı zamanda bu adamın çektiği acılar ve maruz kaldığı haksızlıklara da dikkat çekilmiş olacak.
“ALAN TURING OLMASAYDI GOOGLE OLMAZDI”
Alan Turing çok hassas, herkesten farklı, biricik bir insandı ve çok kötü şeylere maruz kaldı. Çok önemli bir kriptograftı ama tek özelliği bu değildi. Turing aynı zamanda bugün Google’ın da kullandığı algoritmaları yazan, “evrensel makine” adını verdiği ve bizim bugün bilgisayar dediğimiz cihazları da ilk kez üreten kişiydi. Onun sayesinde insanlık, zeka, ruhun ne olduğu ve biyolojinin ardındaki mekanizmalar üzerinde de düşünmeye başladık. Bu da bizi inorganik şeylerin, yani makinaların mekanizmasına yönlendirdi. Fakat Alan Turing tüm bunlara rağmen, doğasını inkar etmedi ve eşcinseller arasında bir ikona dönüştü. O bu konuma gelmeyi hiç istememişti. Şehit olmayı istememişti. Herhangi bir politik sebepten, hele ki özel hayatı yüzünden ilgi odağı olmayı istememişti. Üstelik çalışmalarının tanıtımını bile yapmadı. Bu yüzden de bu film sayesinde onun hikayesinin ve başardıklarının daha fazla insana ulaşması beni çok ama çok mutlu ediyor.
“RUSYA VE TÜRKİYE ’DEKİ BASKILAR ENDİŞE VERİCİ”
Öte yandan bu film tarihteki bir hikaye olmakla kalmıyor ne yazık ki. Milliyetçiliğin olduğu her yerde bir günah keçisi bulunabiliyor. Eşcinsel azınlıklar bugün bile önyargıyla karşılanıyor ve ceza alabiliyor. IŞİD’in yaptıkları ortada ama Rusya, Türkiye ve Yunanistan’daki Altın Şafak Partisi gibi muhafazakar politik oluşumlar da aynı düşünceyi destekliyor. Gerçi artık Altın Şafak pek ortalarda yok, çok şükür… Ancak ne zaman insanlar keskin sınırları olan bir kimlik ve milliyet fikri oluştursa, bundan sapan her şeyi anormal olarak görüyor. Bu tip sapmalar her zaman yasaklanıyor, onların üzerine gidiliyor ve sonunda da cezalandırılıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde homoseksüel erkekler halen ceza alıyor. Ne yazık ki Alan Turing’in hikayesine benzer çok fazla hikaye var. Turing bizim bugün bilgisayar dediğimiz şeyi icat etmiş ve kriptografi başarısı sayesinde milyonlarca hayatı kurtarmış. Polonyalıların icat ettiği makinayı geliştirerek olağanüstü bir cihaz icat etmeyi başarmış. Buna rağmen kendisine oldukça kötü davranılmış ve yanlışlar yapılmış ve onun uğraşmak zorunda kaldığı önyargılar bugün hala varlığını sürdürüyor. Bu yüzden de filmdeki hikayeni modern zamanları da anlattığını düşünüyorum.
“TURING HAPSE GİRMEKTENSE HADIM EDİLMEYİ TERCİH ETTİ”
Artık Alan Turing’i her yönüyle tanıdınız. Bir tahminde bulunacak olsanız, intihar ettiğini mi söylerdiniz, yoksa öldürüldüğünü mü düşünüyorsunuz?
Bazen Sherlock Holmes gibi davranmaya çalışıyorum ama, ben adli tıp uzmanı değilim. Buna rağmen hiçbir şüphe hissetmeden söyleyebilirim ki bence intihar etti. Vücudunda olan bitenle yakından ilgili bir adamdı ve çok zor şeylere katlanmak zorunda kaldı. Turing cinsel olarak aktif bir eşcinsel erkek olmanın yanında, Olimpiyat standartlarında bir koşucuydu da. Yalnızca teorilerinde ve hayalinde var olan bir şeyi gerçeğe dönüştürdü Turing. Buna rağmen çok fazla acı çekti. Çekimlerden önce Manchester’da beraber çalıştığı insanlardan birisiyle görüşme fırsatım oldu. Ona Turing’in ceza aldıktan ve onu hadım edecek iğneler yapılmaya başladıktan sonra değişip değişmediğini sordum. O ise bana “Hayır, hiçbir değişiklik olmadı” dedi. Östrojen iğneleri sonrasında kilosunda bir değişiklik olmadı mı diye tekrar sordum. Meslektaşı ise “Hayır, çok içine kapanık bir insandı. Bu yüzden yaşadığı değişiklikleri ve acıları fark edemedik” dedi. Daha sonra da bana bir anekdot anlattı. Her hafta Turing’e iğne yapan doktor, bir gün ona “Bu iş utandırıcı olmaya başladı. İstersen her hafta buraya geleceğine ben sana bir makine yapayım, bunu kalçana yerleştirelim. Sen yemek yerken makine metabolizmanın çalıştığını fark edip sana ilacı yavaş yavaş, küçük dozlarda versin” diye bir teklifte bulunmuş. Plana göre 2 yıllık ceza sonrasında bu makine çalışmayı durduracakmış, ancak bu olmamış. Makine çalışmayı bırakmamış. Alan Turing bu meslektaşına hikayeyi anlattıktan bir süre sonra mutfağa gidip eline bir bıçak almış, kalçasındaki o makinayı çıkarmaya çalışmış. Ki daha önce de söylediğim gibi bu adam vücuduna ve sağlığına çok dikkat eden, mantık çerçevesinde hareket eden bir adamdı ama çok fazla acı çekiyordu. Ben de bu yüzden filmde minik bir detaya yer verdim. Filmin sonundaki 2 sahnede Turing’i canlandırırken hafifçe topallamayı tercih ettim. Bu detaya dikkat çekmek istedim.
Bana kalırsa öyle bir durumda kalan bir adamın başka çaresi kalmamış olabilir. Hayatında hiç sevgi yoktu. Eşcinsel olduğu için suçlu muamelesi görüyordu. Hem vücudu hem de zihni bu iğneler yüzünden mahvolmuştu. Hapse girmektense, yaptığı işe devam edebilmek için bu ilacı almayı ve hadım edilmeyi tercih etmişti. Çünkü başka bir çaresi yoktu.
ALAN TURİNG’İN ÖLÜMÜ BİR KAZA MIYDI?
Bazı insanlar Alan Turing’in ölümünün kaza olduğunu düşünüyor. Bu da bir teori. Öldükten sonra yatağının başucunda bulunan elmanın içinde siyanür vardı. Ancak Turing’in annesi onun üzerine titriyordu ve oğlunun homoseksüel olduğunu inkâr ediyordu. Bence Turing bunu annesini korumak için yaptı. Olaya da kaza süsü vermek istedi. 2012 yılında Bilim Müzesi’nde Alan Turing’in otopsi raporunun da bulunduğu bir sergi yapıldı ve raporda görüldüğü üzere, siyanürü suya karıştırarak, büyük miktarlarda içmişti. Sanıyorum daha sonra ağzında oluşan acımtırak badem tadını gidermek için elmadan bir ısırık aldı. Bence de bu, intiharı gösteriyor.
“TURING İNGİLTERE’Yİ KURTARDI, BİZ İSE ONU İNTİHARA SÜRÜKLEDİK”
Tabii bir de komplo teorileri var. Turing çok fazla şey biliyordu, ancak hem mahkeme sırasında hem de tutuklandıktan sonra çok fazla şey ortaya saçılmıştı. O esnada devlet sırlarını korumasını telkin eden sözleşmeyle bağlıydı ve birileri, eşcinsel ilişkileri sırasında bir şeyler anlatabileceğinden korkmuş olabilirdi. Çünkü o dönemde eşcinsel erkeklerin bu kadar yoğun şekilde yargılanmasının ardında yatan şey, Cambridge’de dolaşan casuslara duyulan korkuydu. Eşcinsel erkeklerin komünist fikirlere de eğilimli oldukları düşünülüyordu. Bu yüzden de McCarthy’nin Cadı Avı’na benzer tarzda yürütülen soruşturma sonrasında dikkatler Alan ve diğer eşcinsel erkekler üzerinde yoğunlaştı. Komplo teorisine göre MI6 ya da başka bir istihbarat birimi Turing’i öldürdü ve olaya kaza süsü verdi. Ancak ben buna inanmıyorum. Çünkü isteselerdi Alan’ı hayatının daha erken safhalarında öldürebilirlerdi. Ayrıca bu teori, dikkatleri bizlerin Turing’e olan saldırgan tavrımızdan uzağa çekmeye çalışıyor. Bu teori olayı casus edebiyatına indirgemeye çalışıyor. Halbuki bu adam, toplum ve demokrasi tarafından bir ilaca maruz bırakıldı ve sonunda da intihara sürüklendi. O bu toplumu 2. Dünya Savaşı’nda faşistlerin elinden kurtarmak için uğraşmıştı. Olaya komplo teorileriyle yaklaşmak, bu mide bulandırıcı ironiyi görmezden gelmek demektir. Bu adamın derin doğasını ve hayatını anlayabilmek için de bu gerçeği kabullenmemiz gerekiyor.
"NİŞANLANDIĞIMIZI SESSİZ SEDASIZ DUYURDUK"
Bu arada nişanlanmışsınız, sizi tebrik ederim. Fakat nişanınızı sosyal medyadan duyurmak yerine bu işi eski usulde yaparak, gazeteye ilan vererek duyurdunuz. Neden bu yolu tercih ettiniz?
Aslında bu İngiltere’de gelenektir. Eski moda bir yöntem olabilir ama nişanlananlar bunu gazete ilanıyla duyurur. Şayet ünlü bir aktör olmasaydım, o zaman nişanımı bu şekilde duyuracaktım. Bu yüzden benim için oldukça kişisel olan bir duyuruyu bu şekilde yaparak normalleştirmeye çalıştım. Dünyanın da bu haberi öğreneceğini biliyordum, ancak olayı çok fazla büyütmek istemedim. Yalnızca ailem ve arkadaşlarım bu konuyu öğrensin istedim ve dünya da bu haberi sessiz sedasız şekilde almış oldu.
"'CUMBER KALTAKLARI' ARASINDA EN AZ 2 CİNSİYETTEN İNSAN VAR"
Yıllar içinde pek çok hayran kazandınız. Bu durumla nasıl baş ediyorsunuz? Bir de hayranlarınızın kendilerine bulduğu “Cumberbitches” (Cumber kaltakları) terimini ilk duyduğunuzda ne düşündünüz?
Buna ne tepki verdiğimi iyi biliyorsun Aida. Pek çok kez yazılıp çizildi. Hayranlarım oldukça zeki, kendilerini kontrol edebilen, yaratıcı, ilham verici ve kararlı kişiler. Aralarında her yaştan ve en az 2 cinsiyetten insan var. Kendilerine başlarda verdikleri bu isim yapıştı kaldı. İnsanın aklında kalan bir terim ama ben bunu nazikçe değiştirdim. Hayranlarım zeki, güç sahibi ve kendilerini gayet güzel ifade edebilen kadınlardan oluşuyor. Kendilerini ya da cinsiyetlerini küçük düşürme niyetinde değillerdi. Ben de dedim ki, belki de işimi beğenen insanları topyekûn ifade edecek daha yumuşak bir terim bulabiliriz. Fakat neredeyse müdahale etmeme hiç gerek kalmayacaktı. Çünkü dediğim gibi onların her biri doğru sezgilere sahip, kendilerini düzeltme yetisine de sahipler. Çok zeki bir topluluk… Bu yüzden şimdi kendilerine başka isimler buldular. Ancak yaptığım işleri ve benim kişiliğimi sevdikleri sürece, gerisi önemli değil. Bu yüzden de kendilerine istedikleri ismi takabilirler.
“BİR ORDU DOLUSU İNSANDAN DESTEK ALIYORUM”
Özgüven ve kibir arasında ince bir çizgi vardır. Siz ne kadar özgüvenlisiniz?
Kibir sizi etrafınızı dinlemekten ve çevrenizden bir şeyler öğrenmekten alıkoyar. İyi bir sanatçı olabilmek için kibirden uzak kalmak, bir ekibin parçası olmak ve kendinizden ödün vermek zorundasınız. Bunu yapabilmek için ise özgüvenli olmak zorundayım. Ayrıca etrafımdakilere gözüm kapalı şekilde güvenebilmeliyim. Etrafımda bana destek olan çok fazla insan var ve umuyorum ki bunu söylediğimde kibirli gibi anlaşılmam ama, bu destek sayesinde yaptığım işte kendimi çok fazla özgüvenli hissediyorum. Çünkü etrafımda sürekli günlük işlerimi yapmamda yardımcı olan bir ordu dolusu insan var.
Teknolojiyle aranız nasıl?
Çoğu insan gibi ben de mucit değil kullanıcıyım. Okuldayken çok basit seviyede kodlama öğrenmiştik. Çok basit oyunlarda minik değişiklikler yapacak kodlar yazıyorduk. Ama bu müfredatın bir parçasıydı. Ben matematik dahisi değildim, algoritmalar için de doğuştan bir yeteneğim yoktu. Bu tip bir iş yapmak için gereken diğer yeteneklere de sahip değildim. Turing’in olağandışı zekasında dikkatimi çeken şeylerden biri de bu oldu zaten. O yalnızca bir teorisyen değildi, mekaniğe de yeteneği vardı. Aklındaki fikirleri gerçeğe dönüştürebiliyor ve inşa edebiliyordu. İşinin ehli teknisyenlerle beraber çalışıyordu tabii ama, düşüncelerini gerçeğe dönüştüren kişi yine kendisi oldu. Küçükken model arabalara meraklıydım, ancak Lego manyaklarından biri olmadım. Birbirinden farklı pek çok şeye ilgi duyuyordum ama ‘geek’ değildim. Üstelik bilime duyduğum hayranlık da çok geç yaşlarımda başladı.
Dedelerinizden birisi savaş esnasında denizaltı kaptanıymış, değil mi?
Evet, komutandı. Diğer dedem ise çöl faresi dedikleri türden; Orta Doğu’nun kumları arasında savaşmış.
“İNSAN HAKLARI İÇİN ÇALIŞMAKTAN GURUR DUYUYORUM”
Savunuculuğunu yaptığınız bir fikir var mı?
İnsan hakları benim için çok önemli bir şey. Liberty adlı bir hayır kurumuyla beraber çalışıyorum ve bundan gurur duyuyorum. Liberty, İngiltere’de insan hakları için çalışıyor. İnsanların her gün yaşadıkları zorluklar ve ekonomik sıkıntılar düşünüldüğünde milliyetçiliğe yönelmeleri normal bir şey aslında. Sınırları kapatalım demek, sürekli başkalarını suçlamak, günah keçileri aramak… Bunlar kökleri çok derinlerde olan problemler için oldukça basit ve yüzeysel çözümler. Bu yüzden bu konuda çalışıyorum. Aynı zamanda çevreyi de çok önemsiyorum.
“MARKALARIN KIYAFETLERİNİ GİYMEYİ TERCİH ETMİYORUM”
Oscarlar’ın Kırmızı Halı’sından önce heyecanlanıyor musunuz? En sevdiğiniz tasarımcı kim? En çok neyi giydiğinizde rahat hissediyorsunuz?
Eskiden bu etkinlikler öncesinde çok gerilirdim. Sonra yavaş yavaş, kime güvenebileceğimi öğrendim. Stilistim filan yok, bana tavsiye verecek ne ya da rahat kıyafetler bulmama yardımcı olacak kimse de yok. Ancak bir keresinde birisi Spencer Hart’a gitmemi tavsiye etmişti ve o müthiş bir terzi. Sherlock Holmes için de beraber çalıştık. Bunun da ötesinde genelde beğendiğim şeyleri giyiyorum. Pek çok kişi bana bir kıyafet vermek istiyor ancak bu onların bedavadan reklamını yapmak olur. Onların kıyafetlerine modellik yapmak için para alamam, ama onların elinde de kıyafetin nasıl göründüğüne dair bir görüntü olur. Bu genelde herkesi mutlu eden bir yaklaşım. Şu ana dek bana müthiş kıyafetler verildi ve benim için her şey kolaylaştı. Ancak arada sırada sinir bozuklukları da olabiliyor. Örneğin dün uçaktan indim ve beni bir etkinliğe götürüyorlardı ve nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Sizin düzenlediğiniz Altın Küreler ile Oscar törenine şimdiye dek birkaç kez katılma şansını elde ettim. Bu yüzden etkinliklerin nasıl geçtiğini az çok biliyorum. Artık biraz daha rahatım ve kendim gibi davranabiliyorum. Başlarda ise törenlerde çok geriliyordum.
Peki evde rahat etmek için ne giyiyorsunuz?
Evde giydiğim şeyleri kesinlikle görmek istemezsin. Orada önemli olan rahat olabilmek. Üzerinizde dar kesimli, şık bir takım elbise varsa, onu evde giyip de kırıştırmak istemesiniz. Bu yüzden ben de çoğu insan gibi eşofman altımı giyip rahatlamaya çalışıyorum.
“SİGARAYI BIRAKTIM, ÇOK MUTLUYUM”
Sağlığınızı korumak için neler yapıyorsunuz?
Aman tahtaya vurun; sigara içmeyi bıraktım. Bu da pek çok açıdan faydalı oldu. Son 1 aydır sigara içmiyorum şu anda da bir sigara için canımı verebilirim! (Gülüyor) yok canım şaka yapıyorum… Gayet iyiyim. Bu ara ülkeler arasında mekik dokuyorum, Londra ve ABD arasında çok gidip geldim ve bu seyahatlerde mümkün olduğunca sağlıklı şeyler yemeye çalışıyorum. Akşamları fazla bir şey yememeye ve fit kalmaya çalışıyorum. Her gün en az yarım saat egzersiz yapıyorum. Uçaktaysam ya da sürekli iç mekanlarda olmam gerekiyorsa da esneme hareketleri yapıyor ve yürüyüşe çıkıyorum. Birkaç şeyin büyük faydası var. Uykumu almaya çalışıyorum mesela. Şu anda bu biraz zor oluyor çünkü gece 10.30’da yattım ve sabah 3.30’da kalktım. Sanırım buraya gelmeden önce 2 kahvaltı yapmış olabilirim. Ama etrafımda pek çok harika insan var ve onlardan da yardım alıyorum.
“İÇİMDEKİ TRAFİĞİ YÖNLENDİRMEKTE ZORLANABİLİYORUM”
Yorgunluktan bitap düştüğünüzde ve yatıp dinlenmek istediğinizde ne yapıyorsunuz?
Tam da böyle yapıyorum. 10 dakika da olsa bir ara verip meditasyon yapıyorum. Bu kadar olan bitenden sonra zihnimde neler olduğuna bir bakıyorum. İşim gereği sürekli insanlarla konuşuyor, iletişime geçiyorum. Dikkatim sürekli dış dünyada olup bitenlerde. İçimdeki trafiği yönlendirmekte zorlanabiliyorum. Dinlenmek için kitap okuyorum. Romanlar ve kurgusal olmayan hikayeleri seviyorum. Bu tip hobilerinize deva etmek de çok sağlıklı bir şey. Ancak Tanrı bilir, Fransızca öğrenebilmeyi isterdim. Ya da kendime sık sık söz verdiğim gibi, arada sırada şiir okuyacak ve yazacak zamanım kalmasını isterdim.
Hayatta en çok şükrettiğiniz 3 şey nedir?
İlk olarak sevgilim Sophie’yi söyleyebilirim. Seveceğiniz birini bulmak harika bir şey. Üstelik o da sizi seviyorsa, hem de sizinle aynı seviyede seviyorsa daha da müthiş. Hayatta bunu herkes başaramıyor. İkimizin de ne kadar meşgul insanlar olduğumuzu düşününce, bunu küçük bir mucize sayıyorum. İkinci sırada sağlık var; hem benim, hem de ailemin sağlığı… İş hayatımda sahip olduğum fırsatlar için de şükran duyuyorum. Şu anda altın çağımı yaşıyorum ve bundan çok mutluyum. Çok eğleniyorum ve çok da mutluyum.
Çeviri: Eda Utku / Radikal
↧
İsmail YK: Göz ve dil çapkınıyım sadece
İki buçuk sene aradan sonra ‘Kıyamet’ adında yeni bir albüm çıkaran şarkıcı “İktidar sahibi kadınlara hayranım” diyor.
Aynaya baktığımda her gün aynı kişiyi gördüğüm için öyle bir şey diyemem.
Kliplerde etrafınızda hep güzel kızlar, sözlerde aşk meşk... Çapkın bir adam mısınız?
O tarafım biraz zayıf. Çünkü duygusalım. Biraz da çocuk hislerim var.
O nasıl oluyor?
5 yaşında bir çocuk düşün. Kasabada kalan dedesinin yanına gidiyor. Dedesinin traktörünü bir Ferrari ile karşılaştırdığında, traktörün diğer arabayı yeneceğini düşünür. Yani çocuksu duygular. İlişkilerde de “Benim kız arkadaşımın yanında, diğer kızlar bir hiç” demelisin.
En son ne zaman bir sevgiliniz oldu?
Almanya’dayken. Üç ay sürmedi. Ya onu ya müziği seçecektim. 2012 ortasında da yine Almanya’da çıktığım bir kız vardı. Anlaşıyorduk ama o da olmadı.
“Çapkın değilim” diyorsunuz. Peki aradaki uzun boşluklarda durumu nasıl idare ediyorsunuz?
Göz çapkınlığı ve dil çapkınlığıyla. Erkek, yanından güzel bir kız geçerken eninde sonunda bakar. Ama karşımdakini asla rahatsız etmem.
Beden çapkınlığı?
Olduğu zamanlar oldu. Ama şimdi “Adam sanatçı, yapıyor işte” demesinler. Ben de bir insanım.
Sahnede ‘Şappur Şuppur’ diye şarkı söylerken hiç hayranlarınızın tacizine uğradınız mı?
Hediyeler gönderiyorlar. İçini bir açıyorsun neler çıkıyor?
Ne?
Telefon numarası. “İsmail’cim numaram burada” diyor. Sonra fotoğraf çıkıyor. Ama içerikli fotoğraflar. Şimdi ben göz çapkınıyım ya bu durum hoşuma gidiyor. Ama kendimi frenliyorum.
Yedi yıl önce konuştuğumuzda “Birlikte olacağım kızın ön iki dişi ayrık olmalı” demiştiniz. 2015 YK trendleri nasıl?
Demek o zaman öyle bir kız görüp beğenmişim. Artık kriter yok. İster zayıf, ister şişman, ister sırma saçlı, ister türbanlı olsun.
Feminist olmasın diye bir açıklamanızı okudum.
Tam tersi. Feminist kadınlara bayılırım. Çünkü kendine güvenen kadınlara hayranım.
Sizin sözlüğünüzde feministin anlamı ne?
İktidar sahibi, kendine güvenen... Lord olacak beyin gücüne sahipler.
Hakan Gence - Hürriyet
↧
↧
Beşiktaş, Eskişehirspor'a 1-0 yenildi,
↧
Alan Turing’in şifresi
“Yapay Oyun” önemli bir tarihi figür, İngiliz matematikçi Alan Turing’in hayatını konu alıyor. Film Turing’i okul arkadaşlarının kötü davrandığı, meslektaşlarının zaman zaman dışladığı, milyonların hayatını kurtaran bir kahraman olarak resmediyor ama...
Bu hafta vizyona giren Oscar’ın favorilerinden “Yapay Oyun/Imitation Game” gerçek bir hikayeyi, ünlü matematikçi Alan Turing’in hayatını anlattığı iddiasıyla yola çıkıyor ama işleri ne yazık ki biraz abartıyor. Öncelikle Benedict Cumberbatch’ın müthiş oyunculuğundan ve karizmasından etkilenmemek mümkün değil. Elbette onun canlandırdığı Turing’e anında bayılıyor seyirci. Sonra çocukluk yıllarında okuldaki arkadaşlarından kötü muamele gören küçük Turing’e acıyor. Film boyunca kahramanımız Turing’in düşmanı, kırmaya çalıştığı Enigma makinesi gibi görünse de karşısına kanlı canlı bir düşman/kötü adam koymak gerekiyor elbette. Seyircinin sinir olacağı bu karakter ise Komutan Denniston rolündeki Charles Dance oluyor. Peki film gerçek Alan Turing’i anlatmayı ne kadar başarıyor?
Bilgisayarın babası
23 Haziran 1912’de Londra’da doğan Turing’in yeteneği daha altı yaşındayken başladığı okulda öğretmenlerince keşfedildi. 13 yaşındayken döneminin ünlü okullarından, bugün de eğitime devam eden Sherborne School’a yazdırdı ailesi onu. Okulun ilk günü ülkedeki genel grevle çakışınca 90 kilometrelik yolu bisikletiyle gitti. İşte öğrenmeye bu kadar meraklı bir çocuktan söz ediyoruz. Bu okulda muhtemelen “ilk aşkı” olan Christopher Morcom ile tanıştı. Morcom’un kısa bir süre sonra hayatını kaybetmesinin Turing üzerinde derin izler bıraktığı muhakkak ancak filmde anlatıldığı gibi Enigma’yı kırmak için yarattığı makineye onun ismini vermedi.
Sonrasında eğitimine Cambridge Üniversitesi’nde devam etti. Genç yaşına rağmen başarabildikleriyle onur dereceleri aldı. Buradaki çalışmaları sayesinde bugünkü bilgisayarın babası unvanına kavuştu. 1936-1938 yılları arasında çalışmalarına Princeton Üniversitesi’nde devam etti. Burada kriptoloji çalışmalarına ağırlık verdi. Bir yıl sonra Cambridge’e döndüğünde Hükümet Kod ve Şifreleme Okulu’nda gizli görevle çalışmaya başladı.
İşte kahraman ilan edilmesini sağlayan, uğruna kitaplar yazılıp filmler yapılan tarihi bir figür olması da buraya denk gelir. Buckinghamshire’daki Bletchley Park isimli bu merkezde kendisi gibi bilim insanları ve üstün zekalılarla Almanya ve müttefiklerinin gizli haberleşmelerini deşifre etmek için çalıştılar. Kırılamaz denen Enigma şifreleme makinesini de burada çözdü.
Savaşın süresini iki yıl kısalttığı iddiası tartışmalı
Bletchley’de çalışmaya başladığı ilk zamanlarda “bombe” adı verilen ve Enigma kodlarının deşifresinde çok daha etkili bir şekilde çalışacak elektromekanik makineyi geliştirdi. Özetle matematik ve mühendislik gibi alanlarda uzman olmayanların anlamakta güçlük çekeceği ayrıntılı bir sürecin sonunda Enigma kırıldı. Ancak filmde anlatıldığı gibi tek başına yapmadı bu makineyi Turing. Her ne kadar tasarımın sahibi olsa da makineyi hayata geçiren Harold Keen isimli İngiliz bir mühendisti. Yine filmde dile getirildiği gibi bu makine sayesinde savaşın süresinin iki yıl kısaldığı ve milyonlarca insanın hayatının kurtulduğu teorisi ise tartışmalı. Elbette bu Turing’in çalışmalarını değersizleştirmez ama açık fikirli olmakta fayda var.
Gelelim eşcinsellik meselesine... Turing’in eşcinsel olduğu yakın çevresi tarafından bilinmekle birlikte yetkililer bu “suçundan” 1952’de haberdar oldu.
O zamanlar 39 yaşında olan Turing’in 19 yaşında olduğu söylenen Arnold Murray ile ilişkisi vardı. Murray’in bir arkadaşının Turing’in evini soyması üzerine olay polise intikal etti ve Turing saklamak istese de eşcinsel olduğu ortaya çıktı. O zamanlar İngiltere’de homoseksüellik bir suçtu. Çıkarıldığı mahkemede iki seçenek sunulmuştu önüne: Hapis cezası ya da libidosunun düşmesini sağlayacak hormon tedavisi. Turing ikincisini seçti. Bir sene boyunca enjeksiyon yoluyla aldığı östrojenin etkileri iktidarsızlık ve göğüs sahibi olma olarak gösterdi kendisini.
Turing hakkında verilen bu karar hükümet için yaptığı çalışmalara son vermek zorunda olduğu anlamına geliyordu. Ayrıca o dönemde hükümet için çalışan eşcinsellerin Sovyet ajanları tarafından tuzağa düşürülerek çifte ajanlık yapma ihtimali olduğu yönünde de bir paranoya hakimdi. Turing hiçbir zaman casuslukla suçlanmadıysa da artık güvenilmez biri olarak görünmeye başladığı kesindi.
Ölümü üzerine yazılan masalsı senaryolar
Çağının en büyükdehalarından biri olan Turing için işler iyi gitmiyordu belki ama bu genel olarak kabul görüldüğü gibi intihar etmesi için yeterli bir sebep miydi? Hayatı bilmeceleri ve şifreleri çözmekle geçen bir adamın ölümü aslında hâlâ çözülememiş bir gizem.
1954 yılının 8 Haziran gününde hizmetçisi, Turing’i evinde ölü buldu. Otopsi sonucunda ölüm sebebinin siyanür olduğu ortaya çıktı. Başucunda ısırılmış bir elma da bulununca ölümü için masalsı bir senaryo yazmak hiç de zor olmadı. Turing zehirli elmadan bir ısırık almış ve ölmüştü... Hayır, çok büyük bir ihtimalle olay böyle olmadı. Çünkü siyanürü sindirim yoluyla değil, solunum yoluyla vücuduna aldığını işaret ediyordu otopsi sonucu. Üstelik yakın bir arkadaşı Turing’in elmayı çok sevdiğini anlatmıştı. Yani başucunda yarısı yenmiş bir elma olması gayet olağan bir durumdu. Deneylerinden birinde siyanür solumuş ve kaza sonucu ölmüş olması da güçlü ihtimaller arasında. Bu ihtimali güçlendiren sebeplerden biri de bir arkadaşının Turing’in ölümünden önce gayet neşeli bir ruh halinde olduğunu söylemesi.
Ailesini üzmek istemediği için intiharına bilimsel kaza süsü vermiş olacağını iddia edenler de var. Ölümü hakkındaki teorilerden biri, belki de en uçuk olanı, hükümet tarafından öldürülerek intihar süsü verildiği.
Gaz maskesiyle dolaşır, kupasını radyatöre zincirlerdi
Turing aynı zamanda başarılı bir uzun mesafe koşucusuydu. Hatta neredeyse 1948 Olimpiyatları’na katılıyorduki son anda çıkan sakatlığı ona engel oldu. Antrenmanlarında, o yıl gümüş madalya kazanan sporcudan yalnızca 11 dakika gerideydi.
1941’de çalışma arkadaşı Joan Clarke ile nişanlandı. Ancak Turing eşcinsel olduğunu söyleyince nişanlılık dönemleri sona erdi. Turing bu itirafının nişanlısı tarafından soğukkanlılıkla karşılandığını anlattı.
Bletchley’de çalışmalarıyla olduğu kadar eksantrik davranışlarıyla da meşhurdu. Saman nezlesi atakları tuttuğu zaman gaz maskesiyle dolaşırdı. Bir başka ilginç alışkanlığı fincanını radyatöre zincirlemesi. En enteresanı ise sürekli zinciri atan bisikletinin zincirini değiştirmek yerine bulduğu çözüm: Hangi aralıklarla zincirinin attığını hesaplayıp pedal çevirme miktarını sayarak her seferinde tam doğru yerde bisikletten inip eliyle gerekli ayarı çekmesi.
2013’ün son günlerinde, ölümünden 60 yıl sonra Turing’e eşcinsellik suçlamasıyla ilgili kraliyet affı tanındı.
Aydil Durgun - milliyet.com.tr
Bu hafta vizyona giren Oscar’ın favorilerinden “Yapay Oyun/Imitation Game” gerçek bir hikayeyi, ünlü matematikçi Alan Turing’in hayatını anlattığı iddiasıyla yola çıkıyor ama işleri ne yazık ki biraz abartıyor. Öncelikle Benedict Cumberbatch’ın müthiş oyunculuğundan ve karizmasından etkilenmemek mümkün değil. Elbette onun canlandırdığı Turing’e anında bayılıyor seyirci. Sonra çocukluk yıllarında okuldaki arkadaşlarından kötü muamele gören küçük Turing’e acıyor. Film boyunca kahramanımız Turing’in düşmanı, kırmaya çalıştığı Enigma makinesi gibi görünse de karşısına kanlı canlı bir düşman/kötü adam koymak gerekiyor elbette. Seyircinin sinir olacağı bu karakter ise Komutan Denniston rolündeki Charles Dance oluyor. Peki film gerçek Alan Turing’i anlatmayı ne kadar başarıyor?
Bilgisayarın babası
23 Haziran 1912’de Londra’da doğan Turing’in yeteneği daha altı yaşındayken başladığı okulda öğretmenlerince keşfedildi. 13 yaşındayken döneminin ünlü okullarından, bugün de eğitime devam eden Sherborne School’a yazdırdı ailesi onu. Okulun ilk günü ülkedeki genel grevle çakışınca 90 kilometrelik yolu bisikletiyle gitti. İşte öğrenmeye bu kadar meraklı bir çocuktan söz ediyoruz. Bu okulda muhtemelen “ilk aşkı” olan Christopher Morcom ile tanıştı. Morcom’un kısa bir süre sonra hayatını kaybetmesinin Turing üzerinde derin izler bıraktığı muhakkak ancak filmde anlatıldığı gibi Enigma’yı kırmak için yarattığı makineye onun ismini vermedi.
Sonrasında eğitimine Cambridge Üniversitesi’nde devam etti. Genç yaşına rağmen başarabildikleriyle onur dereceleri aldı. Buradaki çalışmaları sayesinde bugünkü bilgisayarın babası unvanına kavuştu. 1936-1938 yılları arasında çalışmalarına Princeton Üniversitesi’nde devam etti. Burada kriptoloji çalışmalarına ağırlık verdi. Bir yıl sonra Cambridge’e döndüğünde Hükümet Kod ve Şifreleme Okulu’nda gizli görevle çalışmaya başladı.
İşte kahraman ilan edilmesini sağlayan, uğruna kitaplar yazılıp filmler yapılan tarihi bir figür olması da buraya denk gelir. Buckinghamshire’daki Bletchley Park isimli bu merkezde kendisi gibi bilim insanları ve üstün zekalılarla Almanya ve müttefiklerinin gizli haberleşmelerini deşifre etmek için çalıştılar. Kırılamaz denen Enigma şifreleme makinesini de burada çözdü.
Savaşın süresini iki yıl kısalttığı iddiası tartışmalı
Bletchley’de çalışmaya başladığı ilk zamanlarda “bombe” adı verilen ve Enigma kodlarının deşifresinde çok daha etkili bir şekilde çalışacak elektromekanik makineyi geliştirdi. Özetle matematik ve mühendislik gibi alanlarda uzman olmayanların anlamakta güçlük çekeceği ayrıntılı bir sürecin sonunda Enigma kırıldı. Ancak filmde anlatıldığı gibi tek başına yapmadı bu makineyi Turing. Her ne kadar tasarımın sahibi olsa da makineyi hayata geçiren Harold Keen isimli İngiliz bir mühendisti. Yine filmde dile getirildiği gibi bu makine sayesinde savaşın süresinin iki yıl kısaldığı ve milyonlarca insanın hayatının kurtulduğu teorisi ise tartışmalı. Elbette bu Turing’in çalışmalarını değersizleştirmez ama açık fikirli olmakta fayda var.
Gelelim eşcinsellik meselesine... Turing’in eşcinsel olduğu yakın çevresi tarafından bilinmekle birlikte yetkililer bu “suçundan” 1952’de haberdar oldu.
O zamanlar 39 yaşında olan Turing’in 19 yaşında olduğu söylenen Arnold Murray ile ilişkisi vardı. Murray’in bir arkadaşının Turing’in evini soyması üzerine olay polise intikal etti ve Turing saklamak istese de eşcinsel olduğu ortaya çıktı. O zamanlar İngiltere’de homoseksüellik bir suçtu. Çıkarıldığı mahkemede iki seçenek sunulmuştu önüne: Hapis cezası ya da libidosunun düşmesini sağlayacak hormon tedavisi. Turing ikincisini seçti. Bir sene boyunca enjeksiyon yoluyla aldığı östrojenin etkileri iktidarsızlık ve göğüs sahibi olma olarak gösterdi kendisini.
Turing hakkında verilen bu karar hükümet için yaptığı çalışmalara son vermek zorunda olduğu anlamına geliyordu. Ayrıca o dönemde hükümet için çalışan eşcinsellerin Sovyet ajanları tarafından tuzağa düşürülerek çifte ajanlık yapma ihtimali olduğu yönünde de bir paranoya hakimdi. Turing hiçbir zaman casuslukla suçlanmadıysa da artık güvenilmez biri olarak görünmeye başladığı kesindi.
Ölümü üzerine yazılan masalsı senaryolar
Çağının en büyükdehalarından biri olan Turing için işler iyi gitmiyordu belki ama bu genel olarak kabul görüldüğü gibi intihar etmesi için yeterli bir sebep miydi? Hayatı bilmeceleri ve şifreleri çözmekle geçen bir adamın ölümü aslında hâlâ çözülememiş bir gizem.
1954 yılının 8 Haziran gününde hizmetçisi, Turing’i evinde ölü buldu. Otopsi sonucunda ölüm sebebinin siyanür olduğu ortaya çıktı. Başucunda ısırılmış bir elma da bulununca ölümü için masalsı bir senaryo yazmak hiç de zor olmadı. Turing zehirli elmadan bir ısırık almış ve ölmüştü... Hayır, çok büyük bir ihtimalle olay böyle olmadı. Çünkü siyanürü sindirim yoluyla değil, solunum yoluyla vücuduna aldığını işaret ediyordu otopsi sonucu. Üstelik yakın bir arkadaşı Turing’in elmayı çok sevdiğini anlatmıştı. Yani başucunda yarısı yenmiş bir elma olması gayet olağan bir durumdu. Deneylerinden birinde siyanür solumuş ve kaza sonucu ölmüş olması da güçlü ihtimaller arasında. Bu ihtimali güçlendiren sebeplerden biri de bir arkadaşının Turing’in ölümünden önce gayet neşeli bir ruh halinde olduğunu söylemesi.
Ailesini üzmek istemediği için intiharına bilimsel kaza süsü vermiş olacağını iddia edenler de var. Ölümü hakkındaki teorilerden biri, belki de en uçuk olanı, hükümet tarafından öldürülerek intihar süsü verildiği.
Gaz maskesiyle dolaşır, kupasını radyatöre zincirlerdi
Turing aynı zamanda başarılı bir uzun mesafe koşucusuydu. Hatta neredeyse 1948 Olimpiyatları’na katılıyorduki son anda çıkan sakatlığı ona engel oldu. Antrenmanlarında, o yıl gümüş madalya kazanan sporcudan yalnızca 11 dakika gerideydi.
1941’de çalışma arkadaşı Joan Clarke ile nişanlandı. Ancak Turing eşcinsel olduğunu söyleyince nişanlılık dönemleri sona erdi. Turing bu itirafının nişanlısı tarafından soğukkanlılıkla karşılandığını anlattı.
Bletchley’de çalışmalarıyla olduğu kadar eksantrik davranışlarıyla da meşhurdu. Saman nezlesi atakları tuttuğu zaman gaz maskesiyle dolaşırdı. Bir başka ilginç alışkanlığı fincanını radyatöre zincirlemesi. En enteresanı ise sürekli zinciri atan bisikletinin zincirini değiştirmek yerine bulduğu çözüm: Hangi aralıklarla zincirinin attığını hesaplayıp pedal çevirme miktarını sayarak her seferinde tam doğru yerde bisikletten inip eliyle gerekli ayarı çekmesi.
2013’ün son günlerinde, ölümünden 60 yıl sonra Turing’e eşcinsellik suçlamasıyla ilgili kraliyet affı tanındı.
Aydil Durgun - milliyet.com.tr
↧
Eric Cravalho
↧