Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live

Kievde eşcinsellerin gösterisine saldırı

$
0
0
Ukrayna’nın başkenti Kiev’de eşcinsellerin düzenledikleri yürüyüşe radikal sağcı grupların saldırması sonucunda iki polis yaralanırken, 10 kişi, gözaltına alındı. 

Kiev’de eşcinsel örgütlerinin 6 Haziran Cumartesi sabahı düzenledikleri gösteriye yaklaşık 300 kişi katılırken, polis, radikal sağcı grupların saldırısı ve diğer provokasyon girişimlerine karşı, yoğun güvenlik önlemleri aldı. Kiev’de geçen yıl Batı yanlısı kesimlerin düzenlediği ve Rusya’ya yakın çizgiyi savunan eski Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’in ülkeden ayrılmasına neden olan ihtilalin, militan gücü olan Sağ Sektör örgütü, kendilerinin bu yürüyüşü önlemek için ellerinden geleni yapcaklarını açıklamıştı. Polis bu sebepten gösterinin düzenlendiği bölgeyi yoğun güvenlik altına aldı. Gösteriye, Uluslararası Af Örgütü’nün temsilcilerinin yanı sıra, eşcinsellerin haklarına destek vermek isteyen bazı Ukraynalı milletvekilleri ve Ukrayna’nın İsveç Büyükelçisi Andreas Von Beckerath ve eşi katıldı.

DHA

Ismael Lledo

Van'da intihar eden gencin ailesi İLKHA'ya konuştu

$
0
0
Van'da geçtiğimiz Pazar akşamı intihar eden Sinan Akyüz (24)'ün ailesi İlke Haber Ajansı'na (İLKHA) konuştu.

Kardeşlerinin kandırıldığını belirten aile, olayda parmağı olanların peşini bırakmayacaklarını ve hukuki anlamda ne yapılması gerekiyorsa yapacaklarını belirttiler.

Konuyla ilgili olarak sorularımızı yanıtlayan Sinan Akyüz'ün Ağabeyleri Paşa Akyüz ve Husret Akyüz, kardeşlerinin kandırıldığını ve bunun arkasında kimi parti ve STÖ olduğuna dikkat çekerek, ailelere çocuklarına sahip çıkmaları çağrısında bulundular.

Van Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurunda bulunduklarını belirten  Paşa Akyüz, hukuki anlamda davalarını sürdüreceklerini belirterek, yaşananları şu şekilde anlattı.

İşte o gün yaşananlar

“Sinan Pazar günü 18:30 sıralarında eşimi arıyor. Eşime, ağlayarak ‘Hakkınızı helal edin ben gidiyorum' demiş. Eşim ondan sonra beni aradı ve olanları anlattı. Ben de büyük ağabeyimle beraber bir yakınımızın düğünündeydik. Bunu ağabeyime anlatınca ağabeyim bayağı bir telefonunu çaldırdı. Ama cevap vermedi. Ben de onları düğünde bırakarak İkinisan Polis Karakoluna giderek, kardeşimin durumunu anlattım ve şikâyette bulundum. Karakoldan çıktıktan sonra daha 500 metre ilerlemeden ağabeyim aradı, evde olduklarını ve Sinan'ın kendini çatı katında astığını söyledi. Yaklaşık bir yıldır gideceğinden söz ediyordu. Bizler dağa kaçacağından şüphelendik.” dedi.

“Benim kardeşimin ölüm sebebi eşcinselliğe yol açanlardır”

Kardeşinin kurban olarak seçildiğini anlatan ağabeyi Paşa Akyüz, “Benim kardeşim onlara kurban gitti. Kardeşimi kullandılar. Biz bunu kabul etmiyoruz. Benim kardeşimin ölüm sebebi de eşcinselliğe yol açanlardır. Bu intiharı onlar gerçekleştirmiştir. Pembe kimlik sahibi olmak için kardeşimi yem olarak kullandılar. Kardeşimi öne attılar ve öldürttüler. Ben kardeşime ilaç verdiklerine inanıyorum. Çünkü kendisiyle yaptığımız görüşmede kardeşim sarhoş gibi konuşuyordu.” ifadelerini kullandı.

Facebook hesabında bulunan yazıların da Sinan'a ait olduğuna inanmadıklarını ifade eden Akyüz, Bu olayların arkasında kimi partilerin olduğunu biildiklerini ve bunlarla ilgili de dava açmaya hazırlandıklarını söyledi.

İntihar eden gencin ağabeyi ailelere seslendi; “Gençlerinize sahip çıkın”

Sinan gibi nice gençlerin olduğunu ve sahip çıkılmaması durumunda bunların da harcanacaklarını anımsatan Paşa Akyüz ailelere seslenerek, “Burada anne, baba ve ağabeylere sesleniyorum. Lütfen kardeşlerinizin çocuğunuz nerelere gittiğini kimlerle takıldığını takip edin. Biz takip etmedik. Siz takip edin 18 ya da 20 yaşını doldurmuş fark etmez. Gerekirse peşinden gidin araştırın, yani nice Sinanlar var bu yolda giden, bunları biliyoruz gençlerinize sahip çıkın.” çağrısında bulundu.

Olay sırasında komşularının düğünde olduklarını hatırlatan Sinan Akyüz'ün büyük ağabeyi Husret Akyüz ise olayı şu şekilde özetledi.

İntihardan önceki son konuşması; “Beni helal edin ben gidiyorum”

“Paşa'nın hanımı bizleri aradıktan sonra ben de Sinan'ı aramaya başladım. Defalarca aradım bana cevap vermedi. Daha son küçük kardeşimin telefonuyla aradım. Cevap verdi. Sinan neredesin dedim. ‘Abi beni helal edin ben gidiyorum. Bir daha beni göremezsiniz.' dedi. Etme eyleme dedim nerde olduğunu söyle geleyim seni alayım ya da bize git dedim ‘hayır dedi abi sen bir daha beni göremezsin' dedi. Ağlıyordu, ağlayarak bunları söyledi ben öyle zannettim ki bu dışarı gidecek. İntihar edeceğini bilemedik. Ondan sonra telefonu kapattı.”

“Sinan'a şiddet uygulamadık onu kandırdılar”

Sinan Akyüz'ün siyah kuşak tekvandocu olduğunu belirten  büyük ağabeyi, “Paşanın kendisini dövdüğü iddia ediliyor. Değil paşa on kişi onu alt edemezdi. Şakadan bazen bizleri havaya kaldırıp yere bırakıyordu. Öyle ben ya da paşa onu  dövemezdik. Ona gücümüz de yetmezdi. 16 yaşında iken 24 yaşına kadar tekvandoya gidiyordu. Bir ağabeyi olarak kendisine nasihatlerde bulunmuşuz,  ya da kendine çalış demişizdir. Ama ona kesinlikle şiddet uygulamamız  yalandır.  Kaldı ki Sinan özgürdü, yani spora falan giderdi. Onlar kardeşimi kandırdılar. Kardeşime ne yaptılar bilmiyoruz.” diye konuştu.

“Olayın üzerindeki sır perdesini kaldırın”

Öte yandan kardeşleri Sinan'ın  sadece LGBTİ inisiyatifine üye olduğunu, ancak LGBTİ olmadığını söyleyen ağabeyleri, yetkililerden olayla ilgili sır perdesini kaldırmalarını ve kardeşini bu hale getirenlerden hesap sormalarını istedi. (Murat Dalgın-İLKHA)

http://dogruhaber.com.tr/haber/174517-Van-da-intihar-eden-gencin-ailesi-ILKHA-ya-konustu/

Antik Pagan inanışlarda LGBTİ’nin yeri

$
0
0
Kadim Pagan inanışlar insanlığın anaerkil dönemlerinde şekil almaya başlamıştır. Bu Pagan toplumlarda Ana Tanrıça inanışı hakimdi ve Ana Tanrıça, tüm Tanrılar’ın ve Tanrıçalar’ın annesi, evrenin sahibesi ve ruhların kraliçesi diye anılırdı. En eski Ana Tanrıça arketipleri ise çift cinsiyetliydi. Bu kozmik dengeyi kendinde barındırdığını ve hem eril hem dişil üzerinde bilgelik sahibi olduğunu ifade ediyordu.

Antik Anadolu’da bunun en eski örneği olan Kibele mitini görüyoruz. Kibele bir Ana Tanrıçadır ve Gılgamış Destanı‘na göre çift cinsiyetlidir; hem vajinaya hem penise sahiptir. Ancak kendisi penisinden bağımsız olarak kadın bir İlahtır. O zamanın Pagan anlayışında cinsiyet, cinsel organlardan bir nevi soyutlanmış durumdaydı. Daha sonra sevgilisi Attis‘in ihanetinden sonra kendini hadım etmiştir ve salt kadın organına sahip olmuştur (Bu hikâyenin farklı bir versiyonunda kendini hadım eden Attis’in kendisi).


Bu inanıştan yola çıkarak Kibele rahipleri her yıl Ana Tanrıça’nın adına düzenlenen festivallerde; trans durumuna geçerek, o aşkınlık esnasında penislerini keserek, kendi kendilerini hadım ederek, Ana Tanrıça’ya adanırlardı. Bu erkeklikten vazgeçiş ve dişile geçiş anlamına geliyordu.

Antik Sümer‘de ise interseksler dahil eşcinseller ve transların da çift ruh taşıdığı için kutsal kabul edilir. Bunun kökeni de Aşuşunamir isimli çift cinsiyetli ve Tanrıçalar’ın dahi çekiciliğine dayanamadığı bir varlığın İştar‘ı, Ereşkigal’den çaldığı yaşam suyu ile hayata geri döndürmesine dayanır. Kendisinin öldürdüğü İştar’ı hayata döndüren yer altı Tanrıçası Aşuşunamir’i kendini ve onun soyunu çağlar boyu sürecek toplumdan dışlanma ile lanetler.

İştar bu duruma çok üzülür ama kardeşi Ereşkigal’in lanetini bozamayacağını ama ona ve soyuna çağlar boyu eğer yakarılırsa yardım edeceği sözünü verir.

Bunun inanışın Sümer’de ki uzantısı olarak kutsal fahişelik hem erkek hem kadınların yaptığı bir tapınma biçimi olmuştu. Sümer halkı şöyle derdi şimdinin ötekilerine: ”Erkek olan kadınlar, kadın olan erkekler, önünden geçer, sana selam, der.”

Hindu Şaktizm Mezhebi ise Pagan bir inanıştır ve anaerkildir. Yok edip tekrar yaratan Tanrı Shiva‘nın bir yaşamında erkek diğer yaşamında kadın olduğuna inanıldığı için yüzünün bir tarafı kadın, bir tarafı erkek şeklinde resmedilmiştir bazı resimlerde.


Shiva’ya en çok saygı gösteren ve seven kesim ise hâlâ günümüzde varlığını devam ettiren Hindistan’ın üçüncü cinsiyeti olan Hijralardır. Hijralar günümüz Hinduizmin’de dahi saygı görür ve bereket Tanrıçası’nın kutsama gücüne sahip olduğunu ve bunu alkışlayarak bahşettiğine inandığı için düğünlere özellikle davet edilirler.

Hijralar 2 
Mitolojiden çıkıp bugünün kadim inanışlarını sürdüren topluluklara gelirsek, şu an modern Pagan inanışlar giderek dünyada ekoloji bilincinin de etkisiyle artmakta ve LGBTİ direk bu oluşumlarda eşit özne olarak yer almakta. Eşcinsel çiftler handfasting (el bağlama) ritüeli ile neo-Paganizmin içerisinde evlenebiliyor.


Mitolojide LGBTİ’nin yeri daha genişçe anlatılabilir; Olimpos’un hâkimi biseksüel Zeus’tan tutunda güzeller güzeli Tanrıça ve Haberci Hermes’in evladı Hermaphroditus’a kadar. Asıl yakalamamız gereken nokta, toplumlar anaerkil Pagan dinleri sonrası baba Tanrıcı inançlara geçişiyle LGBTİ nefretinin hangi dayanaklarla çıktığı sorusu ve neden örgütlü dinlerin ve sanayi devriminin ortak ”daha fazla nüfus/üreme” hedefinin en başta şimdinin ötekilerini vurması olmalı.

https://gaiadergi.com/antik-pagan-inanislarda-lgbtinin-yeri/

Eşcinsel cinayetine müebbet istendi

$
0
0
İstanbul Bahçelievler'de eşcinsel ilişki yaşadığı Bülent Erden'i boğarak öldüren Necat Y., hakkında "Kasten adam öldürme" suçundan müebbet hapis istemiyle dava açıldı. İddianamede, Necat Y.'nin, Bülent Erden'i boğarak öldürdükten sonra halıya sararak bazanın içine sakladığı, 10 gün süreyle evde yaşamaya devam ettiği ve evi Erden'in travesti arkadaşlarına kiraya vererek parasını aldığı belirtildi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, maktul Bülent Erden'in (40) ikametinde erkeklerle ilişkiye girerek ekonomik kazanç elde ettiği, Necat Y.'nin (20) internet ortamında bulduğu telefon ile Erden ile irtibat kurduğu belirtildi.
BOĞAZINI SIKARAK ÖLDÜRDÜ
İkilinin Erden'e ait evde 8 Ocak 2015 tarihinde buluştuğu belirtilen iddianamede, "Bülent Erden, zaman zaman erkeklerle birlikte olmak için evini kiralayan travesti arkadaşlarına, para karşılığı birlikte olduğu Necat Y.'yi sevgilisi olarak tanıttı. Arkadaşları evden gittikten sonra ilişkiye girdiler. Ancak daha sonra aralarında tartışma çıktı. Necat Y., Bülent Erden'i boğazını sıkarak öldürdü. Necat Y., cesedi daha kolay taşıyabilmek için ellerini önden plastik kelepçeyle bağladı. Daha sonra halıya sardığı cesedi, etrafını koli bandıyla bantladıktan sonra odadaki bazanın içine koydu, parfüm sıktığı odanın kapısını kilitledi" denildi.
EVİ KİRAYA VERİP PARASINI ALDI
Necat Y'nin öldürdüğü Bülent Erden'in yerine evi travesti olan arkadaşlarına kiraya vermeye devam ederek parasını aldığı bilgisine yer verilen iddianamede, "Erden'in travesti arkadaşlarına maktulün ağabeyinin trafik kazasında öldüğünü, bu nedenle Konya'ya gittiğini söyledi. Dairesini de kendisine emanet ettiği yalanını uydurarak onlara kiraya verdi ve parasını kendisi aldı. Cesedin kokması ve yakalanma korkusuyla 17 Ocak tarihinde evden ayrılarak Ankara'ya, oradan da memleketi Niğde'ye geçti" ifadelerine yer verildi.
ABLASI MERAK EDİNCE GERÇEK ORTAYA ÇIKTI
Bülent Erden'in şehir dışında yaşayan ablası A. A.'nın 10 gün süre ile kardeşinden haber almaması üzerine İstanbul'da yaşayan akrabalarını kardeşinin evine yolladığı belirtilen iddianamede, "18 Ocak 2015 tarihinde durumu polise ihbar ettiler. Polisle birlikte eve gittiler. Çilingirin açtığı kapıdan giren polis kilitli oda dışında her yeri aradı. Bir şey bulamayan polis evden çıktı. Polisle birlikte eve giden akrabaları kilitli kapıyı tekmeleyerek açtı. Odada yoğun bir koku ve sineklerle karşılaştı. Bazayı kaldırınca Bülent Erden'in halıya sarılı cesedini buldular ve apartmandan çıkmakta olan polislere haber verdiler" denildi.
Bunun üzerine başlatılan soruşturma kapsamında Necat Y.'nin 23 Ocak tarihinde Niğde'de yakalandığı hatırlatılan iddianamede, "Necat Y, savcılık ifadesinde olay günü ilişkiye girmek için Bülent Erden'in evine gittiğini, ilişkiye girdikten sonra Bülent Erden'in kendisiyle ilişkiye girmek istediğini, kabul etmediği halde ısrar ettiğini, bu nedenle tartışmaya başladıklarını, kaçamadığını, girdiği şok içerisinde ne yaptığını bilemeyerek Bülent Erden'in boğazını sıktığı yönünde ifade verdi" denildi.

www.bursadabugun.com

Özellikle kadınlar, gay’ler ve moda düşkünleri için...

$
0
0
SAİNT LAURENT      X  X  X

Yönetmen: Bertrand Bonello
Senaryo: Thomas Bidegain, B. Bonello
Görüntü:  Josee Deshaies
Müzik: Bertrand Bonello
Oyuncular:   Gaspard Ulliel, Jeremie Renier, Louis Garrel, Lea Seydoux, Amira Casar, Aymeline Valade, Helmut Berger, Mischa Lescot, Valeria Bruni-Tedeschi, Valerie Donzelli, Jasmine Trinca, Dominique Sanda/ Fransız filmi.

Kimi kişilikler birden moda oluyor. En son da modacı Yves Saint Laurent. Birkaç yıl önce, sinemaseverler hatırlarr,  sıra Coco Chanel’deydi; modayı tümüyle yenileyen, kadınlara pantolonu  ve tayörü tanıtan efsanevi kadın Fransız modacısı.

Anlaşılan sıra Saint Laurent’de...Cezayir’de doğmuş, 1936- 2008  arası yaşamış ünlü moda ikonu.  Çok genç yaşta işe başlamış, daha 17 yaşında asistanı olduğu Dior’un himayesi altında parlamış, pantolonu alabildiğine gündelik kılması kadar deri ve kürkü de bol kullanmasıyla devrim yapmış sanatçı.1957’de Dior’un ölümüyle onun şirketini devralmış,  kısa eteğe (daha 1959’da!) ilk kez cüret etmiş, 1962’de Amerikan sermayesi bularak kendi modaevini açmış. Yine o yıllarda madeni ve şeffaf kumaşları, geometrik biçimleri giysilere katmış bir yaratıcı.

Diğer Saint Laurent filmi,  yine 2014’de çekilen, Jelil Lespert’in yönetip sanatçıyı Pierre Niney’in yönettiği Yves Saint-Laurent. O filmi görmedik, ama karşımızdaki film, onun tüm bu öyküsünü vermiyor. Çünkü onun 1967- 1976 arasındaki dönemine odaklanmış. Bir de finalde iyice yaşlılık dönemine bir yaklaşım var.

Bu uzun (150 dakikalık) film, üstelik geçen yıl Fransa’nın Oscar adayıydı. Oysa kitleye dönük, hele Amerikalı’ların seveceği bir film değil. Dramatik bir yapısı yok, iskeleti zayıf. Ve sonunda onu gereği gibi tanıyamıyoruz.

Yine de yabana atılacak bir film değil bu...Çünkü o dönemi tüm ayrıntılarıyla vermede ve atmosfer yaratmada gayet başarılı. Böylece,  özellikle başta ve sondaki iddialı defilelerde o mesleği, o hayatı, o dünyayı tüm gerilimiyle yaşıyor, kaygı ve sevinçlerine ortak oluyoruz. Film boyu gösterilen sayısız giysi ve kostüm de modaseverler için ayrı bir şölen. Üstelik yalnız kadınlar için değil; her sahnede kılık değiştiren Yves sayesinde, erkekler için de!...

Ayrıca sanatçının özel yaşamına ve  bilinen eşcinselliğine de gayet gözüpek ve estetik bir eğilişi var filmin...Olasılıkla daha Cezayir yıllarında başlayan bir esmer/Arap erkeklere düşkünlüğü, karanlık dehlizlerden gece klüplerine pervasızca dolaşması, yalnızlığını cinsellik kadar yumuşak bir yaklaşımda da giderme çabası gibi.  Saint Laurent’in eşcinselliği, onun ayrılmaz bir parçası. Öyle olmasaydı, kendisini bir kadın gibi hissetmeseydi, kadınlara onca yakışan tüm o giysileri hayal edebilir, o devrimi yapabilir miydi?

Film ayrıca o dönemde  ’68 olayları, De Gaulle’un istifası, Vietnam savaşı, çiçek çocukları vb. dünyayı sarsan olaylar sırasında, o takımın sadece moda ve de seksi düşünüp uygulamasını da gösteriyor; alayla karışık bir eleştiriyle birlikte...

Oyuncular da bir alem...Başrolde  Gaspard Ulliel, fiziğinden kırılgan ve kırıtkan tavırlarına öylesine Saint Laurent olmuş ki, şaşarsınız.. Eşcinselliği böylesine sırtına giyen bir oyuncu uzun zamandır görmemiştim. Büyük aşkı Pierre Berger’de Jeremie Renier, gizemli Jacques’da Louis Garrel, Loulou’da Lea Seydoux, Anne-Marie’de Amira Casar da anılmalı.

Ama benim için en büyük sürpriz,  yaşlı Saint Laurent’de ünlü Alman oyuncusu Helmut Berger’i bulmak oldu. Tanıması zor halde. Ama ne kompozisyon!...Ayrıca annesini oynayan, bir dönemin saygın oyuncusu Dominique Sanda’yı da tanımadığımı itiraf etmeliyim. Zaman insanları nasıl değiştiriyor!...

Böylece  filmin özelikle kadınlar, ‘gay’ler ve de moda düşkünleri için olduğunu sanırım anladınız.

http://qoshe.com/t24/atilla-dorsay/ozellikle-kadinlar-gayler-ve-moda-duskunleri-icin/310777

Eşcinsellik ve Evrim

$
0
0
Eşcinsellik, bir türün bir bireyinin, kendisiyle aynı cinsiyetten bir diğer bireye karşı romantik veya cinsel bir çekim hissetmesi veya bu iki birey arasında cinsel etkileşim yaşanmasıdır. Tarihte, eşcinsellere karşı çok sert ve çok acımasız birçok kampanya yürütülmüş olmasına karşın, bilimin ve toplumsal algının göreceli olarak gelişmiş olması sayesinde, bu karşıtlıklar -hala birçok coğrafyada etkisi hissediliyor olsa da- giderek azalmaktadır. Bu azalmada, bilimsel algımızın gelişmesinin, evrimi çok daha iyi anlamamızın ve doğayla ilgili gerçekleri kavramamızın da, az sonra göreceğimiz gibi çok büyük bir rolü olmuştur.

Gökkuşağı rengindeki bayrak, birçok farklı hareket tarafından kullanılmış olsa da, 1978'den beri birçok farklı kültür ve ülkede "Özgürlük Bayrağı" adı altında, eşcinsellerin bayrağı olarak tanınmaktadır. Tasarıma göre en üstteki kırmızı "yaşam", turuncu "iyileşme", sarı "güneş ışığı", yeşil "doğa," mavi "harmoni", mor ise "ruh" anlamına gelmektedir.

Günümüzde çok fazla türde eşcinsel ilişkiler tanımlanmıştır. Bunların detaylarına yazımız içerisinde değineceğiz. Ancak ilerlemeden önce, bazı terminolojik açıklamalar yapmak ve konuyu netleştirmek istiyoruz. İngilizce ve Türkçedeki kelime ve karşılık farklılıklarından ötürü birçok yanlış anlaşılma doğmaktadır. Bunların temizlenmesi, konunun anlaşılması açısından önemlidir. Bu sebeple öncelikle şu tanımları yapalım:

Cinsiyet (Sex)

İlk olarak bunun teknik terminolojide Türkçeye "cins" olarak çevrildiğini belirtelim. Ancak burada kafa karıştırmamak ve hele ki Evrimsel Biyoloji'den bu kadar bahsederken, akılların taksonomiye gitmemesi adına halk arasında daha yaygın kullanımı olan "cinsiyet" sözcüğünü kullanacağız. Cinsiyet ("cins"), bir canlının doğuştan, genetik olarak kazandığı, cinsel üremeye yönelik özelliklerin toplamıdır. Bu noktada anlaşılması gereken, az sonra bahsedeceklerimizden bağımsız olarak, eşeyli üreyen her türe ait her bireyin bir cinsiyeti olduğudur. Cinsiyet, sperm ve yumurtanın birleşmesinden ötürü ve birleştiği anda ortaya çıkan bir unsurdur ve dolayısıyla, bir yavru doğarken mutlaka bir cinsiyet ile doğar. Kimi zaman bu cinsiyete, diğerleriyle karıştırmamak adına biyolojik cinsiyet (biyolojik cins) de denebilir. Kısaca cinsiyet, bir bireyin genlerinden kaynaklı oluşan üreme organları ve özellikleri ile tanımlanan bir olgudur.

Bilindiği kadarıyla 3 farklı cinsiyet tanımlanmaktadır: erkek, dişi ve erdişi (hermafrodit). X-Y kromozomal sistemine uyumlu olarak evrimleşmiş canlılarda erkekler XY kromozomal kombinasyonu ile, dişiler ise XX kromozomal kombinasyonu ile doğarlar. Hermafroditlik ise bu sistemde birkaç farklı şekilde ortaya çıkabilir; ancak bu etapta, basitçe hem XX'in, hem de XY'nin bir arada bulunmasından kaynaklı olarak ortaya çıktığının bilinmesi yeterli olacaktır. Bir diğer sık karşılaşılan neden de, Y kromozomu üzerindeki SRY geninin X kromozomu üzerine geçmesidir. Genel bir tabiriyle hermafrodit bireylerde iki üreme sistemi de bir arada oluşur.

Biyolojik cinsiyetlerin özellikleri, bu cinsiyetleri doğuran genlerin etkisiyle oluşur. Örneğin eğer ki bu genlerde veya hormonal sistemde bir sıkıntı yoksa, erkeklerin tamamında penis ve testis, dişilerin tamamında vajina ve üreme kanalı oluşacaktır. Buna birincil eşey karakterleri adı verilir. Benzer şekilde, yine bu makalemizde bahsedeceğimiz diğer konulardan bağımsız olarak, sperm ve yumurtanın beklendiği bir şekilde birleşip, çeşitli mutasyonların oluşmadığı durumda tüm dişilerde ergenlikle birlikte göğüsler değişen miktarlarda büyüyecek, erkeklerde göğüste ve yüzde değişen miktarlarda kıllar oluşacaktır. Bunlara ikincil eşey karakterleri adı verilir. Tüm bunlar, dediğimiz gibi sperm ve yumurta birleştiği anda, X ve Y kromozomlarının kombinasyonlarına göre belirlenir ve bireyin veya toplumun cinselliğinden veya yaklaşımlarından bağımsızdır.

Erkek ve Dişi cinsiyetlerinin kromozomlarla ilişkisi...

Ancak bu organlar ve bu organlara bağlı olarak salgılanan hormonlar, bu kişilerin "nasıl hissedeceklerini" tek başına etkilememektedirler. Az sonra değineceğimiz gibi, henüz tam olarak bilinmeyen sebeplerle (ancak muhtemelen genetik, hormonlar, epigenetik ve psikolojinin birleşik bir etkisiyle), bazı bireyler eşeylerinin genel özelliklerinden (ki bu genel özellikler toplumda "normlar" olarak algılanır) farklı şekilde hissetmesine neden olur. Dolayısıyla, bir insanın doğuştan gelen bir özelliği olan "erkeklik" ve "dişilik", onun cinsel faaliyetlerinin nasıl ve hangi cinsiyete yönelik olacağını belirlememeye yetmemektedir. İşte eşcinsellik ile ilgili yanlış anlaşılmaların kökeni, bu noktadaki varsayımdan kaynaklanmaktadır. Anlaşılması gereken, bir bireyin erkek genetik yapısıyla doğmasının, onun dişilerle çiftleşmeye yöneleceğini garanti etmemesidir.

Bunu anlamanın çok basit bir yolu, yukarıdaki fotoğrafa bakmaktır. Bu fotoğrafta, genlerden kaynaklı cinsiyete bağlı fiziksel özelliklerden ötürü soldaki bireyin "erkek", sağdaki bireyin "dişi" olduğunu varsayabilirsiniz (ve çok başarılı estetik ve cinsiyet değişimi ameliyatları göz ardı edilirse, bu varsayımınız muhtemelen doğru olacaktır). Ancak sadece bu fotoğrafa bakarak, soldaki veya sağdaki bireyin hangi cinsiyetlere eğilim göstereceğini bilemezsiniz. Çünkü sadece eşey karakterleri (cinsiyete bağlı fiziksel özellikler), bireylerin cinsel yönelimlerini belirlemeye yetmez. Bu anlaşıldığında, eşcinsellikle ilgili temel bir hatadan kurtulunmuş olacaktır. Cinsel yönelimlerin ne kadar değişken olduğunu anlamak için, buraya tıklayarak Kinsey Skalası'nı inceleyebilirsiniz.

Kimi zaman ise sperm ve yumurtanın birleşmesi sonucunda cinsel organlar tam olarak gelişmez veya hangi cinsiyete ait organların geliştiği tam olarak belirlenemez. Bu durumda olan insanlara interseks adı verilir. Günümüzde, eski zamanların aksine bu insanlar da, tıpkı az sonra bahsedeceğimiz geniş cinsel yönelim yelpazesi (LGBT popülasyonu) gibi sıradan bir varyasyon olarak görülürler. Öyle ki, eskiden bu duruma "atipik (tipik olmayan) genital bölge" adı verilirken, günümüzde daha çok "belirsiz genital bölge" adı verilmektedir. Benzer şekilde bu durum, eskiden "doğum hatası" olarak sınıflandırılırken, günümüzde "doğum varyasyonu" olarak değerlendirilmektedir. Her ne kadar bizim verdiğimiz isimler, doğanın her türlü genetik varyasyonundan bağımsız olsa da, bu yeni tanımlar daha az yargılayıcı ve daha çok tanımlayıcıdır.

Şimdi, toplumun cinsiyet algısından doğan bir kavrama bakalım ve yukarıdaki açıklamalarımızı derinleştirelim:

Toplumsal Cinsiyet (Gender):

En genel tanımıyla toplumsal cinsiyet, cinsiyetlere toplum tarafından yüklenen fiziksel, biyolojik, zihinsel ve davranışsal karakterlerin tümüdür. Cinsiyet, biyolojik ve genel olarak tüm eşeyli üreyen canlılarda görülen bir kavramken, evrimsel patikasından ötürü insan popülasyonlarında bir de "tanımlanmış cinsiyet" veya "toplumsal cinsiyet" kavramı bulunur. Bu kavramın bazı diğer iri beyinli primatlarda da görüldüğü düşünülmektedir.

Bu kavram, insan türünün biyolojik evrimi sonucunda ortaya çıkan kültürel evriminin bir ürünüdür. Evrimsel süreçte edindiğimiz rollerin günümüzde de geçerli olduğu fikrine dayandığı söylenebilir.

Kolay anlaşılması açısından, daha basit bir tanımı erkeksilik (maskulin) ve kadınsılık (feminen) olarak yapılabilir. Bazı fiziksel özellikler, hareketler, davranışlar toplum tarafından "erkeksi" karşılanırken, bazı diğerleri aynı toplum tarafından "kadınsı" olarak karşılanır. Bu yaklaşımların doğrudan biyolojik bir arkaplanı bulunmamaktadır. Üstelik bu ayrım, kültürden kültüre değişebildiği gibi, aynı kültür içerisinde farklı zaman dilimlerinde farklı tanımlar kazanabilir.

Yukarıdaki erkek, davranışları ve fiziksel görünümü itibariyle toplumumuz tarafından "feminen" olarak algılanmaktadır. Çok temel eşey karakterlerinden ötürü (sakalların varlığı, kol kılları, kaş yapısı, vb.) cinsiyetinin "erkek" olduğunu varsayabiliriz. Öte yandan ayna kullanması, kendisine bakması, ellerinin duruş biçimi, saç yapısı, vb. bilgiler toplumsal cinsiyet açısından bu erkeğin "feminen" olarak algılanmasına neden olur. Fakat ne cinsiyeti, ne de toplumsal cinsiyet algısı, bize bu kişinin cinsel yönelimi hakkında bilgi vermemektedir. Feminen yapıda olmasına rağmen, dişilere ilgi duyuyor olabilir. Ancak bu varsayım hatalı da olabilir.

En tipik örnekleri, erkeklere küçükken "mavi" rengin yakıştırılması, "pembe" rengin ise kızlar için kullanılmasıdır. Eğer bir erkek "pembe" giyiyorsa, "kadınsı" olarak yaftalanır. Benzer bir şekilde, küçük bir erkek bebeğinin Barbie ile oynaması, toplumsal cinsiyet kavramı dahilinde, "anormal" olarak görülecektir. Halbuki bu "normlar" ile "anormal" koşulların tarafsız ve bağımsız olarak belirlenmesi olanaksızdır. Ancak bir toplum olarak yaşayan insanlarda, bu kavramlar bireylerin hayatlarına müdahale edilmesini meşru kılacak hale sokulmakta ve hiçbir bilimsel temeli olmayan bir düzlemde, şahsi tanımlar ve keyfi yaptırımlar uygulanabilmektedir.

Yukarıdaki örneğe benzer şekilde, bu fotoğraftaki kişinin ana eşey özelliklerinden ötürü (vücudunun pürüzsüzlüğü, yüzünün parlaklığı, dudaklarının kıvrımları, vb.) dişi olduğunu varsayabiliriz. Ancak giydiği atlet, memelerinin vurgulanmıyor oluşu, taktığı kolye, saç yapısı, vb. sebeplerden ötürü toplumsal cinsiyet açısından "erkeksi" olarak tanımlanmaktadır. Ne cinsiyeti, ne de toplumsal cinsiyeti, bireyin cinsel yönelimi hakkında bilgi vermemektedir.

Bu iki bilginin de bize cinsel yönelim ile ilgili bilgi vermemesini, en kolay şekilde, tek bir bireyin de farklı görünümlerinin toplumsal cinsiyet açısından farklı ve birbiriyle çelişen bilgiler verebilecek olması gösterebiliriz.

Örneğin yukarıdaki ilk iki fotoğrafta, Brad Pitt "feminen" olarak değerlendirilebilecekken, alttaki iki fotoğrafta çok daha "maskülen" olarak değerlendirilebilir. Dört fotoğrafta da, bireyin erkek olduğundan neredeyse kesin olarak emin olabiliriz. Ancak alttaki fotoğraflarda, bu cinsiyete ait ana özellikler daha çok vurgulandığından, toplumsal açıdan da "normal" gibi bir algı oluşmaktadır. Yani giyim tarzından, saç yapısına, sakal bırakma durumuna ve daha nice görsel bilgiye dayanarak bir bireye toplumsal yaftalar yapıştırırız. Eğer ki "erkeksi" bulunan ve bir erkekte "olması gerektiği düşünülen"özellikler daha az vurgulanırsa veya karşı cinsiyete ait olarak görülen özellikler daha fazla ortaya çıkarılırsa, bu durumda "anormal" gibi bir algı oluşur. Halbuki bunlar, toplumun zaman içerisinde belirlediği ve objektif bir temel dayanmayan varsayımları ve çıkarımlarıdır. Dolayısıyla toplumsal yaklaşımlarımız, bireylerin cinsel yönelimlerini yargılamak ile ilgili güvenilir bir kıstas değildir.

Peki bu bahsedip durduğumuz "cinsel yönelim" nedir, şimdi ona biraz değinelim:

Cinsel Yönelim (Sexual Orientation)

Cinsel yönelim, en geniş tanımıyla bir bireyin -eğer duyuyorsa- hangi cinsiyete romantik ve/veya cinsel ilgi duyduğudur. Aynı zamanda cinsel yönelim, hiçbir cinsiyete ilgi duymama durumunu (aseksüellik) da içerir. Bu açıdan cinsel yönelim, dört kategoride incelenebilir: aynı cinsiyete ilgi duyma (eşcinsellik - homoseksüellik), farklı cinsiyete ilgi duyma (heteroseksüellik), iki cinsiyete de ilgi duyma (biseksüellik), hiçbir cinsiyete ilgi duymama (aseksüellik).

Aynı cinsiyetten iki insanın birbirine ilgi duymasına eşcinsellik denir. Genelde eşcinsel olmayan bireyler, karşı cinsiyetten eşcinsel ilişkileri "daha normal" bulurken, kendi cinsiyetlerinin eşcinsel ilişkisini "anormal", "gereksiz", "yersiz" bulabilirler. Yani erkekler için lezbiyenlik çoğu zaman "kulağa daha hoş" gelen bir unsurken (ve gayleri "anormal" görmeye daha meyilliyken), dişiler de gay erkekleri, lezbiyenlere göre daha mantıklı ve çekici bulabilirler. Bunun sebebi, bu düşüncelerin ve hislerin sadece toplumsal yargılarla değil; aynı zamanda hormonlar ve beyindeki sinir faaliyetinin etkisiyle de belirleniyor olmasıdır. Heteroseksüel bir erkek, hemen her ortamda potansiyel üreme kaynağı olarak dişilere çekilecektir ve lezbiyen olması onun için bir engel olarak algılanmayabilecektir. Fakat erkekler arası gay ilişki, çoğu heteroseksüel erkeğin uzak duracağı bir durumdur; çünkü hormonal faaliyetleri bu şekilde süregelmektedir. Ancak bunun, homoseksüeller için de böyle olduğu anlaşılmalıdır: gay bir erkek için dişilerle birlikte olmak "anormal" bir durum olarak algılanacaktır. Bunun sebebi toplumsal yargılardan çok, cinsel yönelimden kaynaklı hormonal faaliyetlerdir. Dolayısıyla, bireylerin cinsel yönelimlerini ve bundan doğan his, istek ve arzularını seçme şansları bulunmamaktadır. Bu yönelim, muhtemelen çok erken yaşlarda bir kere belirlendikten sonra sabitlenmektedir ve değişmemektedir, değiştirilememektedir, artık değiştirilmesine gerek de görülmemektedir.

Daha sonradan yapılan araştırmalar, daha fazla sayıda tanımı da beraberinde getirmiştir. Örneğin var olan tüm cinsiyet ve cinsel yönelimlere ilgi duyma (panseksüellik) veya birden fazla olmak kaydıyla bunlardan spesifik olarak bazılarına ilgi duyma (poliseksüellik) da bu kategoriler içerisinde değerlendirilebilmektedir.

Her ne kadar insanlar biyolojik bir cinsiyet ve o cinsiyete "yapışık" olarak doğan bazı toplumsal cinsiyet tanımları ile, bir toplumun içine doğuyor olsa da, bireylerin her zaman bu tanımlara uyan cinsel yönelimler geliştirmediği görülür. İşte "eşcinsellik" kavramının başladığı nokta, burası olarak görülebilir. Yani her ne kadar bir birey erkek olarak (XY kromozomları ile) doğsa ve bu doğumu nedeniyle, biyolojik ve toplumsal olarak dişilere yönelmesi beklense de, sayısız türde bu durum, bu şekilde gelişmek zorunda değildir. Daha düzgün bir tanımıyla, her erkek doğan birey dişilere, her dişi doğan birey erkeklere yönelmek zorunda değildir.

Burada anlaşılması gereken çok önemli bir noktaya değinmek istiyoruz; çünkü bunun anlaşılmaması, eşcinsellerin yanlış yargılanmalarına neden olmaktadır: bireyler, eşcinsel olmayı seçmemektedirler. Çünkü hiçbir birey, cinsel eğilimini seçemez. Eşcinsel olmayan ("düz") bireyler nasıl ki karşı cinsiyete ilgi duymayı isteyerek yapmıyorlarsa, eşcinseller de kendi cinsiyetlerine ilgi duymayı isteyerek yapmamaktadırlar.

Bu önemli noktayla ilgili çok sayıda araştırma yürütülmektedir. Hemen hemen hepsi, benzer sonuçlara varmaktadır: cinsel yönelim, henüz kesin olarak bilinmeyen nedenlerin etkisi altında, çok küçük yaşta belirlenmektedir ve sonrasında (çok nadir durumlar haricinde) değişmemektedir. Bu durumda, bu kişilerin oldukları gibi kabullenilmeleri toplum açısından en modern ve akıllıcası olacaktır.

Cinsel Kimlik (Gender Identity)

Tüm bu tanımlardan anlaşılabileceği gibi cinsiyetler ve bunların toplumsal karşılıkları, basit birer XX ve XY kromozomu kombinasyonuna indirgenemez. İşte bu durum, bir kişinin kendisini hangi cinsiyetten tanımlıyor olması anlamına gelen cinsel kimlik kavramını doğurmuştur. Yani bir birey, genlerinden veya toplumdan kaynaklı tanımlardan bağımsız olarak, kendi benliğiyle, kendisinin hangi toplumsal cinsiyet kalıbına uyduğunu belirlemesi veya kendi tanımlarını yaratmasıdır. Gerici toplumlarda bu tür yaklaşımlar "şeytani" olarak nitelendirilse de, günümüz modern toplumlarında ve aydın düşünce dahilinde bir bireyin cinsel kimliğinin tamamen kendine ait olması son derece mantıklı ve insan toplumunun ulaştığı medeniyet düzeyiyle uyumludur.

Eğer ki bir bireyin cinsel kimliği, onun biyolojik cinsiyeti ile aynı değilse, bu kişilere transeksüel (transgender) adı verilir. Her ne kadar toplum genelinde bu sözcük "ameliyat ile cinsiyet değiştirme" anlamına gelse de, psikolojik terminoloji açısından illa ameliyatla cinsiyet değişimi gerekmemektedir. Transeksüellik, cinsel yönelimden bağımsız bir olgudur; dolayısıyla transeksüel bir birey yukarıda saydığımız herhangi bir cinsel yönelime sahip olabilir.

Buraya kadar birçok tanımdan bahsettik, ancak bu konuları inceleyen başlı başına bir bilim dalı olarak seksolojiye ucundan bile değinmiş olamadık. Ancak bu tanımların, metin içerisinde ilerlerken size yeterli olacağını düşünüyoruz. Fakat biliniz ki, cinsiyetler psikolojik, sosyolojik, evrimsel, antropolojik, vb. açılardan incelenirken, buraya sığdıramayacağımız, kitaplar dolusu analiz yapılmaktadır ve sadece birkaç satırda bunların irdelenmesi mümkün değildir. Üstelik, bu tanımların çoğu, sürekli olarak gelen yeni veriler ışığında değişmekte, bilim camiası içerisinde yeni tartışmalara neden olmakta ve güncellenmektedir. Bu sebeple, bu verdiğimiz tanımlarla ilgili olarak da çok sabit bir açıklama yapmak pek mümkün olamamaktadır.

Biz burada sizlere olabildiğince temel bir özet verip, çok temel bazı hatalı anlaşılmaları düzeltip, daha detaylı araştırmalarınız için önayak olmayı hedeflemekteyiz. Umarız başarılı oluruz.

Doğada Eşcinsellik: Eşcinsellik Bir "Hastalık" veya "Anomali" Mi?

Günümüzde bizonlardan penguenlere, kuşlardan insanlara, kertenkelelerden böceklere kadar kadar yüzlerce farklı türde homoseksüel ilişki tanımlanmıştır. Dolayısıyla eşcinsellik, tamamen doğal olarak görülmelidir. Zira bu olgu sadece bir avuç türde değil, tanıma bağlı olarak Dünya üzerinde 500 ila 1500 tür arasında bulunduğu bilinmektedir. En tutucu tanım dahilinde bile, en az 350 farklı türde eşcinselliğin net bir şekilde tanımlandığı bilinmektedir. Günümüzde halen homoseksüelliğin kökensel sebepleri tam olarak çözülebilmiş değil; ancak araştırmalar sürdürülüyor.

Eşcinsel erkek aslanlar

Bu noktada gelebilecek ilk itirazlardan bir tanesi, doğada bir olgunun bulunuyor olmasının, onun insan için de doğal olması zorunda olmadığı yönündedir. Evet, bu doğrudur. Örneğin doğada yamyamlığın bulunuyor olması, günümüz toplumları açısından yamyamlığın uygun olduğu anlamına gelmez. Ne var ki eşcinselliği, bu tip kulağa kötü gelen diğer kavramlarla kıyaslayarak bir tutmak, hin bir şekilde yapılan bir akıl oyunundan başkası değildir. Çünkü eşcinsellik, yamyamlığın veya benzeri bazı diğer vahşi davranışların aksine, toplum içerisindeki diğer bireylere hiçbir zarar vermediği gibi, diğer bireylerin istekleri dışında bir şeyler yapmasına zorlanması gibi bir içeriği de bulunmamaktadır. Üstelik, eşcinsellik kavramının doğadışı olması için doğrudan biyolojik herhangi bir sebep de görülmemektedir. Az sonra da değineceğimiz gibi, eşcinsellik sadece günümüzde bir avuç türde görülen bir "anomali" değildir. Tam tersine, evrimsel sürecin ölümcül ve sert testine muhtemelen milyonlarca yıldır direnebilmiş, dolayısıyla doğallaşmış bir davranıştır. Bu sebeple, sadece şahsi inançlar ve düşünceler çerçevesinde, sırf alışılagelmiş tanımların dışarısında gibi gözüküyor olduğu için bir cinsel yönelimi "anormal" saymak ve karşı propaganda yürütmek, en yumuşak tabiriyle insanlık dışıdır. Bu zayıf iddialardan uzaklaşılması ve konunun bilimsel arkaplanının irdelenmesi gerekmektedir.

Her ne kadar eski literatürden kalma bir kalıp olarak eşcinsellik "uygunsuz hayvan davranışları" (inappropriate animal behavior) olarak değerlendirilse de, bilimsel terminoloji hatalı çıkarımlara neden olabilmektedir. Bilim camiası bu terimi kullanırken, şahsi bir görüş bildirme amacı gütmemekte, eski terminolojiden kalma bir sınıflandırmayı kullanmaktadırlar. Zaten sözcüğün "uygunsuz" olarak seçilmesi ("hastalıklı" ya da "anormal" değil!) de anlaşılırdır: zira eşcinselliğin en çarpıcı özelliği, türün üreme başarısını doğrudan sıfırlıyor gibi gözükmesidir (ki az sonra göreceğimiz gibi bu hatalıdır). İşte bu sebeple, doğada baskın olarak görülen davranışlar "uygun", diğerleri "uygunsuz" olarak adlandırılır.

Örneğin Japon makaklarının dişileri, çiftleşmek için çoğunlukla dişileri tercih ederler ve doğal olarak bunu başaramazlar. Dolayısıyla, terchileri her ne kadar dişilerden yana olsa da, erkeklerle de ürerler; kısaca biseksüeldirler (iki cinsiyete de ilgi duyan hayvanlar).

Homoseksüeller bilimsel olarak ne anormaldir ne de hastalıklıdır. Hastalıkların ne olduğuyla ilgili daha detaylı bir makale de hazırlayacağız; ancak en basit tanımıyla bir olgunun "hastalık" veya "anomali" ("anormallik") olarak değerlendirilebilmesi için, o unsurun bireyin ölümüne neden olması veya bireyin yaşam standartlarında fiziksel, biyolojik veya psikolojik bir kötüleşmeye neden olması gerekektedir. Eşcinsellik, bunların hiçbirine neden olmamaktadır (tıpkı heteroseksüelliğin olmaması gibi). Bu konudaki tek olası itiraz, eşcinselliğin üreme şansını sıfıra indirdiği, dolayısıyla biyolojik evrim açısından yüksek bir dezavantaja sahip olması gerektiği yönünde olacaktır. Ne var ki bu itiraz hatalıdır. Zira az sonra göreceğimiz gibi, eşcinsellik üremeye tamamen engel olmaz, üstelik daha önce de değindiğimiz gibi evrimin tüm eleyici ve sert testlerine rağmen günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır.

Eşcinsellik, tamamen doğal olan ve bahsettiğimiz gibi, doğada bolca gözlenen bir varyasyondur. Aslında eşcinsellerin "hastalıklı" olduğu iddiası, insan tarihinde başka özelliklere sahip insanlar için de zamanında kullanılmıştır: örneğin zenciler, cüceler, devler, vb. insanlar için. Günümüzde ise bu ayrımcılığı ve dışlamayı, neredeyse tüm Dünya olarak şiddetle kınamaktayız. Eşcinseller de günümüzün "cadıları" konumunda olan insanlardır ve bu hata da er ya da geç fark edilecektir. Günümüzde nasıl ki bir zenciye ya da uzun boylu birine olağandışı bir yaklaşım sergilemiyorsak, eşcinsellere de tamamen normal bir şekilde yaklaşmak gerekir. Bunu bu şekilde izah etmek zorunda olmak bile, Evrim Ağacı olarak bize itici ve acı verici gelmektedir. Ancak toplum bu gerçeklerle yüzleşene kadar, konunun anlaşılabilmesi için bu şekilde izah etmek durumunda kalmaktayız.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği 70'li yıllarda hastalıklar ve rahatsızlıklar kapsamından çıkarttı. Benzer şekilde Amerikan Psikoloji Derneği (APA) da eşcinselliğin bir tercih olmadığını, doğal olduğunu ve değiştirilemeyeceğini açık ve net bir şekilde belirtti.

APA ayrıca "eşcinsellikten vazgeçirme terapilerinin" bireylere zarar verebileceğini de belirtti (AK/EÜ).

Bilim insanlarının konuyla ilgili görüşleri hiçbir tartışmaya kapı açmayacak kadar net:"Eşcinsellik bir hastalık değildir, dolayısıyla tedavisi de sözkonusu olamaz".

İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şahika Yüksel şunları söylüyor:

"Eşcinsellik bir hastalık değildir. 1974'ten beri psikiyatrik ve ruhsal hastalık sınıflamasında kabul edilmiyor. Buna rağmen farklı kültürlerde derecesi değişmekle birlikte, ayrımcılığa ve şiddete maruz kalan, kendi kimliklerini inkar etmeye yönelik bir grup eşcinseller."

Yapılan araştırmaların insanların yaklaşık olarak yüzde 10'luk bir bölümünün eşcinsel olduğunu gösterdiğini kaydeden Yüksel, "Yüzde 10 küçük bir oran olmamasına karşın kültürel ve dini çeşitli önyargılar nedeniyle toplumun diğer kesimlerinde öfke uyandırdığı bir vakıa. İstenilen, bu kimliklerin yok sayılması" diyor ve şunları ekliyor:

"Eşcinsellik hastalık olmadığı için tedavisi de tıp ahlakına uygun değildir. Tedavi bir şeyin ortadan kaldırılması anlamına gelir. Eşcinsellik normal bir durumdur. Ama toplumsal baskılardan dolayı varoluşunu yaşamakta zorlanan kişilerin kendileri ya da yakınlarının, destek almaları mümkündür."

Çek Cumhuriyeti'nde keşfedilmiş bu iskeletin, 5.000 yıl önce yaşamış bir eşcinsel erkeğe ait olduğu düşünülüyor. Konuyla ilgili Türkçe bir haberi buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

Psikolog Mahmut Şefik Nil ise şunları söylüyor:

"1940'larda dünyada tedavi yolunda çok çaba gösterildi. Eşcinseller, 'eksik erkek' olarak değerlendirilip, erkeklik hormonları verilerek normalleştirilmeye çalışıldı. Tıpkı vücuttaki mineral eksikliğini tamamlamak gibi. Ama artık eşcinselliğin bir hastalık olmadığı ve buna bağlı olarak da tedavisinin olmayacağı yaklaşımı yavaş yavaş yerleşmeye başladı."

Evrim Ağacı olarak daha önceden eşcinsellikten caydırma terapilerinin ne kadar ciddi bir felaketle sonuçlanabileceğine bir örneği şurada vermiştik. Eşcinsellik bir hastalık ya da değiştirilebilir bir özellik olmadığı için, bu yönde yapılmış ve yapılacak tüm denemeler gerçek sorunları ve hastalıkları yaratacak nitelikte olacaktır. Günümüzde zorlamayla bir erkeğin, bir dişiye ilgi duymasına engel olamadığımız gibi, bir gayin (erkekler arası eşcinsellik), bir diğer erkeğe ilgi duymasına engel olamayız. Zaten engel olmamız için bilimsel ve somut bir altyapısı olan herhangi bir neden de bulunmamaktadır.

Eşcinselik ve Evrim

İşte bu noktada, şu soruyu sormamızda fayda vardır: Madem homoseksüel ilişkide yavrular doğmuyor, neden evrimsel süreçte homoseksüeller veya buna yatkın olanlar elenmemişler?

Dolayısıyla, araştırılması gereken temel nokta, eşcinselliğin evrimsel açıdan faydalı olup olmadığı, faydalıysa neden faydalı olduğu, değilse nasıl olup da bu kadar yaygın şekilde canlılar arasında görülebildiğidir. Şimdi bunlarla ilgili incelemelere bir bakalım:

Bunu ilk olarak, vahşi doğadan kopmuş insanlar açısından incelemek gerekiyor: İnsanların doğası dahilinde kurulan sosyal ilişkiler üzerinde yapılan araştırmalar göstermiştir ki, homoseksüel birliktelik hoşgörüyle karşılanan toplumlarda, homoseksüel çiftlerin gerek görüldüğü durumda çocuk yapma amacıyla karşıt cinsiyetle seks yapmaktadırlar. Üstelik çocuk sahibi olmanın tek yolu, biyolojik üreme değildir. Doğada da aşırı yaygın olarak görülen "evlat edinme", evrimsel açıdan eşcinselliğin varlığını sürdürmesi için önemli bir yöntemdir. Zira evlat edinmede doğadaki türlerin bireylerinin eş bulmaya çabalama gibi ek bir enerji harcamaya ihtiyacı olmaz ve tüm enerjilerini evlat edindikleri yavruya ayırabilirler. Eğer ki evrimsel uyum başarısı yüksek bir bireyi evlat edinecek olurlarsa, vahşi doğada bu katlanarak artan bir avantajı doğurabilir ve böylece eşcinseller, evrimsel açıdan başarıya katkı sağlayabilirler. Üstelik söz konusu insansa, en azından günümüz açısından değerlendirdiğimizde, tüp bebek yöntemlerinin varlığı da bu soru işaretini büyük oranda çözmektedir. Elbette bu yöntemlerin varlığı, evrimsel açıdan eşcinselliğin nasıl varlığını sürdürdüğüne yanıt değildir, zira bu çok yeni bir teknolojidir. Sadece modern yöntemleri hatırlatmak istedik.

Neden Evrim Mekanzimaları, eşcinselliği evrimsel süreçte elememiştir? Bununla ilgili pek çok hipotez ileri sürülmüştür. Bunlardan biri, eşcinselliğin bazı durumlarda cinsel başarıyı dolaylı olarak da olsa arttırdığı yönünde olan ilgi çekici bir iddiadır. Bu iddiaya göre, aynı cinse ilgi duyan bireyler hiyerarşik düzende kolayca üst basamaklara çıkarak karşı cinse ulaşma şanslarını arttırırlar. Bu iddiaları düşünürken, sadece insanları değil, diğer yüzlerce hayvan türünü de hesaba katmak gerekir.

Örneğin bir martı türünde gözlenen eşcinsellik, bireyler arası ilginç bir ilişkiyi ortaya koymaktadır. Dişi martılar, erkeklerin yetersizliği veya sayıca azlığına tepki olarak, erkeklerle çiftleşmekte ve yavru üretmekte; ancak yavrulara başka bir dişiyle ortak olarak bakmaktadırlar. Bu sırada aralarında cinsel ilişkiye benzer davranışlar da görülmüştür. Yani erkek, sadece bir üreme aracı olarak görülmekte, gerçek eş olaraksa aynı cinsiyetin bireyleri (bu martı türü için dişiler) görülmektedir. Yukarıdaki tanımlarımız dahilinde, bu kuşların cinsiyeti dişidir, toplumsal cinsiyet açısından erkeklerle çiftleşmeleri beklenmektedir; ancak cinsel yönelimleri lezbiyenliktir (dişiler arası eşcinsellik).

Martılarda olduğu gibi albatroslarda da eşcinsellik sıklıkla görülen bir olgudur.

Yukarıda da değindiğimiz gibi eşcinsel bireylerin başka bireylerin yavrularını evlat edinmesi, farklı açılardan da evrimsel başarıyı arttırıcı bir etkiye sahip olabilir. Örneğin, normalde uyum başarısı yüksek olmasına rağmen, ebeveynleri olmayan bireyler, genetik sürüklenme dahilinde kolayca elenebilirler. Böylece popülasyonlardaki "elit" bireyler (burada "elit" kavramı, evrimsel biyoloji açısından, "uyum başarısı en yüksek birey" anlamına gelir), olmaması gerektiği şekilde elenebilirler. Ancak popülasyon içerisinde eşcinsel çiftlerin varlığı, bu bireylerin evlat edinilmesine ve hayatta kalmasına büyük katkılar sağlayabilir. Bunun gerçekleşme sıklığı konusunda tartışmalar bulunmaktadır.

Bir diğer hipotez de, eşcinselliğin bireyleri desteklemek yerine grupları ve grup yaşantısını desteklemesinden taban almaktadır. Örneğin en yakın akrabamız olan bonobo maymunlarında eşcinsellik, sosyal ilişkileri güçlendirmek için kullanılan bir araçtır. Samoa'da yapılan bir araştırma, eşcinsel erkeklerin yeğenlerine daha çok zaman ayırdığı ve ilgilendikleri görülmüştür. Bu da evrimsel biyoloji açısından oldukça önemli bir kavram olan "akraba seçimi" (kin selection) ile açıklanabilir. Eşcinsellik, evrimsel mekanizmalar tarafından desteklenmek için doğrudan bireyin evrimsel başarısını arttırmak zorunda değildir. Akrabaların veya grubun başarısını arttırması da yeterli olabilmektedir.

Eşcinsel bonobo maymunları. Eşcinsel seks, daha teknik ifadesiyle "üreme amaçlı olmayan cinsel faaliyet" bonobolarda çok sık görülmektedir. Bu tür seks, popülasyon içerisindeki gerilimi azaltmak ve stres atmak için yapılır.

İnsanın yaşayan en yakın akrabası olan bonobolarda sadece erkekler arası değil, dişiler arası eşcinsel ilişki de çok yaygındır. Konuyla ilgili bir videoyu buraya tıklayarak izleyebilirsiniz.

Bir diğer hipotez, eşcinselliğin nötral bir karakter olmasıdır; yani eşcinsellik ne avantaj ne de dezavantaj sağlar (veya avantajları ile dezavantajları birbirine yaklaşık olarak eşittir). Makaklar üzerinde yapılan araştırma, eşcinselliğin sadece zevk amaçlı kullanıldığını ortaya çıkarmıştır. Yani Doğal Seçilim üzerinde bir etkisi olmadığı için, elenmesi için de bir sebep yoktur; tabii zamanla elenebilir veya yaygınlaşabilir. Bunu "neredeyse nötral özellikler" açısından, Genetik Sürüklenme çerçevesinde incelemek mümkündür. Doğada birçok özellik, aslında doğrudan hiçbir avantaj veya dezavantaj sağlamamasına rağmen, sürüklenerek popülasyon içerisinde sabitlenebilmektedir. Eşcinsellik de böyle bir çeşitlilik kaynağı olabilir ve diğer hipotezleri ileri sürdüğü olası avantajlar dahilinde ufak bir avantaj bile sağlıyorsa, çok kısa bir süre içerisinde popülasyon içerisinde belli bir gen frekansında sabitleniyor olabilir.

Tavşanlarda da eşcinsellik sıklıkla görülen bir durumdur.

Horozlar arasında eşcinsel davranışlar görülmektedir.

Ortaya atılan bir diğer hipotez, eşcinselliğe sebep olan ve henüz tam olarak tespit edilememiş olan genlerin, kadınların cinsel verimliliğini arttırdığı; bu sebeple genel olarak yavru üretilemese bile eşcinselliğin elenmeden günümüze kadar gelebildiği yönündedir. Bu hipotezi savunanların çıkış noktası, orak hücre anemisinin zararlı bir mutasyon olmasına rağmen Sahra Altı Afrika'da bu hastalığı taşıyanların sıtmaya yakalanmaması örneğidir. Orak Hücre Anemisi, sıtmaya karşı direnç sağlamaktadır; bu sebeple zararlı bir hastalık olsa da popülasyon içinde belli bir oranda korunmaktadır. Bir hastalıkla kıyaslanıyor olması, hatalı anlaşılmalara neden olmamalı ve eşcinsel popülasyonun alınmasına sebebiyet vermemelidir. Zira bu, çok yaygın bir örnek olduğu için araştırmacılar tarafından kullanılmıştır ve teknik olarak bir "hastalık" olsa bile, Orak Hücre Anemisi sayesinde birçok birey sıtma gibi çok daha ölümcül bir hastalığa yakalanmadan hayatta kalmayı sürdürmüşlerdir. Bu, evrimsel açıdan çok büyük değere sahip bir durumdur.

İleri sürülen bir diğer hipotez, bazı dişilerin, eşcinsel eğilimli erkekleri seçmesi sonucu Cinsel Seçilim yoluyla, üreme konusunda olumsuz etkileri olsa bile, dişi tercihinden ötürü eşcinselliğin korunmasıdır. Bu hipotez de tabanlarını tavuskuşlarından alır: Erkek tavuskuşlarının büyük ve gösterişli kuyruğu onları kolayca av yapar; ancak dişiler, bu erkekleri seçmektedir. Burada, Doğal Seçilim ile Cinsel Seçilim arasında zıt bir denge kurulur. Eşcinsellik için de bu tip bir açıklama ileri sürülmüştür.

Birçok böcek türünde eşcinsellik sıkça görülmektedir. Bu cinsel faaliyet, erkekler veya dişiler arasında olabilir.

Evrim Ağacı olarak biz, bu açıklamalardan birini mutlak doğru kabul etmektense, birleştirici bir kuram üzerine giderek, her canlı için eşcinselliğin varlığının sebeplerinin farklı olabileceğini düşünmek gerekir. Bu hipotezlerin her biri çeşitli türler üzerinde yapılan incelemelerle doğrulanmış, ancak yeterince kapsayıcı olmayan açıklamalardır. Zamanla bu yaklaşımların geliştirilerek, genetik ve psikolojik alanlarda yapılan atılımlar ve evrimsel biyolojinin açıklayıcı gücü sayesinde, konunun net olarak anlaşılacağını, kapsayıcı ve açıklayıcı bir genel teorinin ileri sürülebileceğini düşünüyoruz.

Eşcinselliğin Genetik Kökenleri: "Gay Genleri" ve "Bu Şekilde Mi Doğuluyor?" Sorusu...

Eşcinsel erkeklerin (gaylerin) ortak bir "gay genine" sahip oldukları iddiası 1990'larda insanlar arasında kafa karışıklığına neden oldu. Çünkü insanların doğuştan gelen yapıları gereği böyle olması fikri, o zamanlara kadar eşcinsellerin "sapkın" tercihlerinden ötürü "o şekilde" oldukları yaftasına aykırıydı. Üstelik bu insanların, heteroseksüel insanlar gibi "gayet normal, var oluşları dolayısıyla öyle" oldukları anlamına geliyordu. Bu da, doğumun kusursuzluğu ve kutsallığı gibi iddiaların arkasına sığınarak eşcinsel insanları ötekileştirmeye çalışan insanların planlarını suya düşürüyordu. Ancak son 20 yılda yapılan yeni araştırmalar, bu ayrımcı insanları pek sevindireceğe benzemiyor: çünkü bulgular, gaylerde ortak bir genin bulunduğu fikrini doğruluyor gibi gözüküyor; hatta eşcinselliğe neden olan yeni gen adayları bile sunuyor!

Evrimsel bir genetikçi için bir insanın genetik yapısının onun eş bulma tercihlerini etkiliyor olduğu fikri hiç de şaşırtıcı değildir. Bunu, daja önce de gösterdiğimiz gibi, Hayvanlar Alemi'nde her zaman görürüz. Muhtemelen insanların cinsel yönelimlerini etkileyen çok sayıda gen bulunuyor. Bu konuda yapılan araştırmalar, çok ilginç bir noktaya ulaşmamızı sağladı: Belki de "eşcinselliği" tamamen hatalı yorumluyoruzdur? Belki de eşcinsellik, sadece cinsiyetlerin birbirlerine olan yakınlığını etkileyen genlerdeki bir farklılık, bir varyasyondur? Yani eşcinselliğe sebep olduğu düşünülen ve henüz net olarak tespit edilememiş olan bu genleri "gay genleri" olarak düşünmek yerine belki de bu genleri "erkek sevme genleri" olarak yorumlamamız gerekiyordur! Çünkü yeni araştırmalar, bu değişken genlerin dişilerde erkeklerle daha erken ve daha sık çiftleşmesini ve dolayısıyla daha fazla çocuğa sahip olmasını sağlıyor olabileceğini gösteriyor. Buna benzer bir şekilde, lezbiyen kadınlarda "dişi sevme genleri"nin bulunmaması şaşırtıcı olurdu. Bu genler de onların erkeklere karşı tutumlarını belirliyor olmalı... Ancak bu konuyu detaylandırmadan önce, "gay genleri" denen bu genleri ile ilgili temel araştırmalara bakmakta fayda var.

"Gay Genleri"nin Varlığına Kanıt

İnsanlarda bulunan genetik varyantları (bir genin farklı çeşitlerini), o insanların ailelerindeki farklılıkları takip ederek tespit edebiliriz. Kalıtımda gördüğümüz bazı desenler, "aleller" olarak da bilinen gen varyantlarını ortaya çıkarırlar. Bunlar, saç rengi gibi sıradan özelliklerimizi belirlediği gibi, orak hücre anemisi gibi hastalıklara sahip olup olmayacağımıza da karar verirler. Boy gibi sayısal olarak ölçülebilir özelliklerimiz genellikle çok sayıda gen ve çevrenin iş birliği ile belirlenirler.

Ancak bu teknikleri erkeklerin eşcinselliğini tespit etmekte kullanmamız zordur. Çünkü ne yazık ki birçok eşcinsel erkek, bu konuda açık değildir ve "sırlarını" kendilerine saklarlar. Bu nedenle de bilim insanları bir ailede kimin eşcinsel olup kimin olmadığını bilemez ve bilimsel bir araştırmanın önü kapanmış olur. Hatta genellikle bu tür genetik araştırmalarda çok güçlü sonuçlar verebilen "ikiz deneylerini" (bir ailedeki genetik olarak birebir aynı olan ikizler üzerinde yapılan araştırmalar) yapmak çok daha da zordur; çünkü hem ikiz olan hem de eşcinsel olduğunu açıkça ifade edebilen bireyleri bulmak çok güçtür. Fakat nadiren de olsa bu yapılabilmiştir ve bu araştırmalar; eşcinsellerin paylaştıkları genlerin hikayenin sadece bir kısmı olduğunu gösteriyor: aynı zamanda hormonlar, doğum sırası ve çevrenin de bir bireyin cinsel yönelimini belirlediği görülüyor.

1993 senesinde Amerikalı genetikçi Dean Hamer, anne tarafından birkaç tane gay erkeğin bulunduğu bir ailede ortak genler olduğunu ve bunların X kromozomu üzerinde taşındığını ileri sürdü. Yaptığı araştırma sonucunda gay olan kardeşlerin X kromozomlarının uç bölgesinde küçük bir bölgenin ortak olduğunu gösterdi ve bu bölge içerisinde erkekleri eşcinsel yapan bir gen bulunduğunu ileri sürdü. Hamer'ın sonuçları son derece tartışmalıydı. Hayatının ve araştırmalarının her evresinde, eşcinselliğin en azından kısmen bile olsa genetik olamayacağını savunan insanlarca kendisine meydan okundu. Bu kişiler, aynı zamanda, eşcinselliğin bir "yaşam biçimi seçimi" olduğu kanısındaydılar.

Gay erkekler ise ikiye bölünmüştü: evet, bu bulgular sürekli olarak tekrar edilen "Ben bu şekilde doğdum." açıklamasını destekliyordu; ancak aynı zamanda bu kişilerin tespitine ve ayrımcılığa maruz kalmasına da korkutucu bir kapı aralıyordu: genler tespit edilebilir unsurlardır ve bir kişinin genlerine sahip olmak, onlarla ilgili sayısız bilgiyi açığa çıkarır. Eğer ki gay erkekler ortak bir gen taşıyorlarsa; bu tespit edilebilir ve eşcinselliğe açık olmayan toplumlarda ayrımcılık için kullanılabilir. Bu sebeple gay erkekler araştırma sonuçlarına şüpheci ve mesafeli yaklaştılar.

Daha sonradan yapılan benzer çalışmalar ise, çelişkili sonuçlar verdi. Örneğin sonradan yapılan araştırmalardan birinde diğer 3 adet kromozom üzerinde bulunan genlerin eşcinsellikle ilişkili olabileceği iddia ediliyordu.  2014 yılında ise gay erkek kardeşler üzerinde yapılan çok daha kapsamlı bir araştırma, İnsan Genom Projesi sayesinde sahip olduğumuz genetik işaretleyicileri kullanarak orijinal bulguyu doğruladı ve 8. kromozom üzerinde bir "gay geni" tespit etti. Bu da, Dünya çapında tartışmaları yeniden alevlendirdi.

Burada sorulması gereken soru şudur: eğer ki gay varyantların sineklerden tutun da büyük memelilere kadar çok sayıda hayvanda bulunduğunu biliyorsak; neden bu sonuçlara bu kadar tepki gösteriliyor? Eşcinsellik, yukarıda birçok örneğini verdiğimiz gibi, Hayvanlar Alemi'nde son derece yaygın, son derece sıradan bir olgudur. Birkaç ek örnek verelim: farelerde bulunan bazı genler, bu hayvanların eş bulma tercihlerini değiştirmektedir. Meyve sineklerinde tespit edilen bir mutasyonsa, erkek sineklerin dişiler yerine erkeklerle kur yapmasına neden olmaktadır. Yukarıda verdiklerimizle bu örnekler birleştirildiğinde, eşcinselliğin genetik bir alt yapısı olduğu fikri güçlenmektedir. Peki, az önceki soruya dönecek olursak:

Eşcinsellik Geni, Aslında Sadece "Erkek Sevme Geni" Olabilir Mi?

Şu anda bilimin başa çıkmaya çalıştığı soru "İnsanlarda gay genleri bulunuyor mu?" sorusu değildir. Daha ziyade, yukarıda evrimsel olarak da izah ettiğimiz gibi, popülasyonumuz içerisindeki eşcinsellerin sayısının neden bu kadar fazla olduğudur: insanlardaki erkek popülasyonunun %5-15 civarının eşcinsel olduğu hesaplanmaktadır. Eşcinsel erkekler ortalamada daha az sayıda yavruya sahip oluyorlarsa, bu genetik varyantlar neden evrimsel süreçte yok olmadılar? İşte bu soruya, yukarıdaki gibi bazı açılardan yanıtlar verilebileceği gibi, bir diğer açıdan da cevap verilebilir ve genetik arkaplanı oldukça güçlü olan bu cevabı ayrıca ele almak istedik:

Daha önce de kısmen ele aldığımız gibi, eşcinselliğin bu kadar yaygın oluşunun evrimsel genetik açısından açıklamalarından birisi, dengeli polimorfizm konusudur. Bunun görüldüğü popülasyonların evriminde, belli aleller belli çevre şartlarında avantaj sağlarken, bazı diğer şartlarda avantaj sağlamazlar. Bunun klasik bir örneği orak hücre anemisidir. Bu hastalık, eğer ki hastalığa ait iki alele de sahipseniz, ölümcüldür. Ancak eğer ki bu allelerden sadece 1 tanesine sahipseniz, sıtmaya karşı direnç kazanırsınız. Bu sebeple sıtmanın bol görüldüğü bölgelerde evrimsel süreç içerisinde orak hücre anemisi alelleri sayıca çoğalmıştır. Dengeli polimorfizmin bir alt başlığı olan cinsel olarak zıt genler durumu ise, eşcinselliğin açıklamasında kullanılabilir: bu genler, bir cinsiyette evrimsel uyum başarısını arttırırken, diğer cinsiyette etkisiz olabilir veya olumsuz etkiye sahip olabilir (hatta ölümcül olabilir). Bu tür genlere dair sayısız türde birçok örnek bulunmaktadır. İşte gay genlerinin de böyle olabileceği düşünülmektedir. Belki de bu genler, dişilerin erkeklerle daha erken çiftleşmesini tetiklemekte ve daha fazla çocuğa sahip olmasını sağlamaktadır. Eğer ki bu bireylerin kız kardeşleri, anneleri ve teyzeleri bu genlere sahip daha fazla yavru yaparsa, gay erkeklerin daha az çocuk sahibi olmasının olumsuz etkisi dengelenmiş olur. Böylece erkeklerde eşcinselliğe neden olan gen, popülasyondaki toplam çiftleşme oranlarını arttırarak evrimsel uyum başarısını arttırıyor olabilir!

Gerçekten de böyle olduğuna dair verilere de sahibiz: İtalya'daki bir grup üzerinde yapılan bir araştırma, eşcinsel erkeklerin dişi akrabalarının, heteroseksüel erkeklerin dişi akrabalarına kıyasla 1.3 kat daha fazla çocuğa sahip olduğu gösterilmiştir! Bu sayı kulağa az gibi geliyor olsa da, evrimsel seçilim avantajı bakımından devasa bir sayıdır. Çünkü evrimsel süreçte %0.5 gibi ufacık avantajlar bile muazzam değişimlere neden olabilirken, eşcinsellik söz konusu olduğunda gördüğümüz bu %30'luk bir avantaj kesinlikle evrimsel bir anlama sahip olmalıdır. İşte bu, eşcinselliğin sıradanlığını ve normalliğini gösteren en güçlü verilerden biridir. Evrim ve genler yalan söylemez.

Şu anda yapılan farklı araştırmaların "gay genleri" olarak sunduklarının aynı mı, yoksa farklı mı genler olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Hamer'ın tespit ettiği orijinal gay geni X kromozomu üzerindeydi, çünkü bu kromozom üzerinde diğer genlere kıyasla üremeyi etkileyen çok daha fazla gen bulunmaktadır. Ancak evrimsel genetikçiler, diğer kromozomlarımız üzerinde de üreme tercihlerimizi doğrudan etkileyen birçok gen olduğunu düşünüyorlar. Bu genlerin bazıları dişilere, bazı diğerleri ise erkeklere yatkınlığı ve onları sevmeyi etkiliyor olabilir.

Eğer ki bir popülasyondaki on binlerce bireyde dişi-sevme ve erkek-sevme alelleri evrimsel bir mücadele içerisindeyse, popülasyonumuzda çok sayıda varyantın olması kaçınılmazdır. Çevresel etkilerin de eşcinsellikle ilişkilendirildiği göz önüne alınacak olursa, bu genlerin ve varyantların spesifik olarak hangileri olduğunu tespit etmek çok zor bir iştir. Ancak yapılamaz da değildir. Bu sebeple, anlamsız toplumsal çatışmaları körüklemekten ziyade, özgür düşünce ve araştırma ortamını sağlayabilirsek, popülasyonumuzda göz ardı edemeyeceğimiz miktarda bulunan eşcinsel insanların neden bu özelliğe sahip olduklarını çok daha kısa sürede bulabilir ve düşünsel rahata erebiliriz. Çünkü doğada gördüğümüz bir olgunun temel sebebini keşfetmek, muhtemelen bu olguya yönelik içi boş tartışmaların çoğunu nihai olarak sona erdirecek ve daha yapıcı tartışmaları doğuracaktır. Eşcinsellikle ilgili yapılan sığ tartışmaların ezici çoğunluğu göz önüne alınacak olursa, insanlığın ihtiyacının eşcinsellere karşı daha fazla önyargı pompalamaktan ziyade, bu özelliğin sebeplerini keşfetmektir diye düşünüyoruz.

Bu açılardan bakıldığında, yukarıda da izah ettiğimiz gibi, eşcinselliği çeşitli hastalıklara benzetmekten ziyade, "boy uzunluğu" gibi bir özelliğe benzetmemiz gerekmektedir. İkisi de belki de binlerce genin varyantlarından etkilenmektedir. Üstelik ikisinde de çevresel faktörler de sonucu kökünden değiştirebilmektedir. Bu nedenle popülasyon içerisinde sadece 1.80 ve 1.60 olan insanlardan ziyade, çok geniş bir spektruma yayılmış çok sayıda varyasyon (çeşitlilik) bulunmaktadır: 1.61 olan da bulunur, 1.92 olan da... Aynı şekilde, eşcinsellik de "eşcinsel olan" ve "eşcinsel olmayan" gibi bir ayrıma sahip olmayabilir! Genlerimizin farklı cinsiyetlere yönelimimizin miktarını etkilemesi, her birimizde eşcinselliğe kısmen veya tamamen yatkınlık olduğunu göstermektedir. Tıpkı boy uzunluğunda uçlar olması gibi ("çok uzun" ve "çok kısa" gibi), eşcinsellikte de uçlar var olabilir: "eşcinsel olduğunu açıkça kabul edenler" ve "eşcinselliğe dair içerisinde hiçbir his olmadığını savunacak kadar bundan uzak olanlar" gibi... Nasıl ki uzun olan bir bireyin de, kısa olan bir bireyin de en nihayetinde bir "boy uzunluğu" varsa; eşcinsellerin de, heteroseksüellerin de mutlaka bir "cinsel yönelimi" vardır. Bu cinsel yönelimi sadece "eşcinsel" ve "değil" olarak nitelemek hatalı olabilir. Arasında kalan geniş bölgede bol bol "grilikler" bulunuyor olması çok muhtemeldir.

Eşcinsel erkekler arası evlilik teklifine dair hoş bir video için buraya tıklayınız.

Sonuç

Unutmamamız gereken bir nokta, doğanın birbirinden çeşitli milyarlarca durumunun bizim hoşumuza gitse de gitmese de var oluyor olduğu ve tüm bu durumların tamamen çeşitlilikten kaynaklandığıdır. Evrimsel Biyoloji'nin engin denizlerinde her türlü durumla karşılaşabilmeniz mümkündür ve bunlara şahsi görüşlerimiz çerçevesinden bakmaktansa, tarafsız ve bilimsel bir açıdan bakmak en doğrusu olacaktır. Eşcinsellere yönelik karalayıcı iddilar, zamanında zenciler için yapılandan farksızdır. Ancak artık bu ayrımcılık, sadece nefretle kınanmamakta, aynı zamanda yasal bir suç olarak da görülmektedir. Benzer şekilde, bazı insanlar arasında "sapkınlık" olarak addedilen eşcinsellik, hayvanlar aleminin geniş bir kısmında yer bulur ve Evrimsel Biyoloji'nin güçlü ışığı altında, tüm canlılara tarafsız olarak bakıldığında, bu gibi durumların son derece normal olduğu görülebilir ve canlılık, tüm çeşitliliğiyle kucaklanabilir. Giderek ülkelerin eşcinsellikle ilgili yasakları kaldırması ve eşit haklar tanımaya başlaması, çok kısa bir süre içerisinde "eşcinselliğin" değil, "eşcinsellik korkusu/karşıtlığı" olarak bilinen homofobinin nefret suçu ve yasal bir suç olması muhtemeldir. Zaten aklıselim sahibi herkesin varacağı sonuç da bu olacaktır.

Yazımızdan da görebileceğiniz gibi, her insanın belli bir cinsel yönelimi bulunmaktadır ve bu yönelim illa ki "sadece erkeklere" veya "sadece dişilere" olmak zorunda değildir. Bunu arkadaş çevrenizden de görebilirsiniz. Örneğin bir erkek arkadaşınız, bariz bir şekilde heteroseksüel olmasına rağmen, sokakta gördüğünüz bir diğer erkeğin yakışıklı olduğunu açıkça ifade etmek konusunda diğer pekçoklarından daha rahat hissediyor olabilir. Bu rahatlığının sebebi illa kültürel olmak zorunda değildir. Sözünü ettiğimiz gibi, cinsel yönelim eğer ki sürekli bir dağılım gösteriyorsa ve sadece uçlara sahip değilse, o "rahat" kişiler belki ezici miktarda yoğun şekilde dişilere çekiliyor olsalar da, erkeklere yönelik de popülasyonun genelinden daha açık bir çekime sahip olabilirler. Bu konu bu şekilde anlaşıldığında, cinsel yönelimin illa "seks" ile ilgili olmadığı da görülecektir. Terim, özünde "cinsiyetlere yönelim" anlamındadır ve bir erkeğin bir diğer erkeği cinsel olarak çekici veya basitçe "yakışıklı" buluyor olması, illa eşcinsel olduğu anlamına gelmeyebilir. Dolayısıyla eşcinselliğe daha geniş ve daha bilimsel bir perspektiften bakmak, bu konunun ne kadar sıradan ve normal olduğunu gösterecektir. Aynı zamanda gelecekte kaçınılmaz olarak hayatlarımızın sıradan parçaları haline geleceğinin sinyallerini de bariz olarak vermektedir. Unutmamak gerekir ki bundan birkaç on sene önce siyah derili olmak da hastalık veya aşağı seviyeden olma olarak değerlendiriliyordu. Günümüzde artık bunun neredeyse tüm izleri silindi ve siyah derili insanlar da, beyaz derililer gibi toplumun üst basamaklarında yerlerini almaya başladılar. Bundan birkaç on sene sonra eşcinselliğin de böyle olacağını görmemek için kör olmak gerekiyor.

Umarız açıklayıcı olmuştur.

Saygılarımızla.

Yazan: ÇMB (Evrim Ağacı)

Kaynaklar ve İleri Okuma:
Science - 1
Science - 2
Science - 3
Science - 4
Nature
Genetics
Human Genetics
BMC Genetics
PLOS One
Hormones and Behavior
BioEssays
Archives of Sexual Behavior
Social Behavior and Personality
Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences
Experimental and Clinical Endocrinology & Diabetes
Amerikan Psikologlar Birliği (APA)
Kıta Amerikası Sağlık Organizasyonu (PAHO)
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)
Uluslararası Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İnterseks Birliği (ILGA)
ScienceDaily
Medical News
EurekAlert
Wikipedia "List of Animals Displaying Homosexual Behavior" Makalesi
The Guardian
The Conversation
IFLS
Animal Homosexuality
PBS
Sommer, Volker & Paul L. Vasey (2006), Homosexual Behaviour in Animals, An Evolutionary Perspective. Cambridge University Press, Cambridge. ISBN 0-521-86446-1
Namekawa, Satoshi (2009). XY and ZW: Is Meiotic Sex Chromosome Inactivation the Rule in Evolution? 5 (5). Public Library of Science. p. 3. doi:10.1371/journal.pgen.1000493.
Penalva, Luiz O. F. (2003). "RNA Binding Protein Sex-Lethal (Sxl) and Control of Drosophila Sex Determination and Dosage Compensation". Microbiology and Molecular Biology 67 (3): 343–359. doi:10.1128/MMBR.67.3.343-359.2003.
Cox, James J. (6 January 2011). "A SOX9 Duplication and Familial 46,XX Developmental Testicular Disorder". New England Journal of Medicine 364: 91–93.
Udry, J. Richard (November 1994). "The Nature of Gender". Demography 31 (4): 561–573. doi:10.2307/2061790. JSTOR 2061790. PMID 7890091.
Haig, David (April 2004). "The Inexorable Rise of Gender and the Decline of Sex: Social Change in Academic Titles, 1945–2001". Archives of Sexual Behavior 33 (2): 87–96.
Neil R., Carlson, and Donald Heth C.. "5." Psychology--the science of behaviour, fourth Canadian edition [by] Neil R. Carlson, C. Donald Heth. Toronto: Pearson, 2010. 140-141. Print.
Minton, H. L. (1986). Femininity in men and masculinity in women: American psychiatry and psychology portray homosexuality in the 1930s, Journal of Homosexuality, 13(1), 1–21.

http://www.evrimagaci.org/makale/117

Matthew Mcgue bu Karl Simone


Moda işte bu 'Aziz'im!

$
0
0
Moda ikonu Yves Saint Laurent'in hayatı bir kez daha beyazperdede. Muhteşem bir biyografi filmi olan 'Saint Laurent'de modacıyı canlandıran Gaspard Ulliel çok etkileyici bir Yves Saint Laurent portresi sunuyor.

SAINT LAURENT (Not: 4/5)
Yönetmen: Bertrand Bonello
Oyuncular: Gaspard Ulliel, Jérémie Renier, Louis Garrel, Lea Seydoux, Amira Casar
Yapım: 2014, Fransa-Belçika
Süre: 150 dakika

Moda, sizin adınızla anılıyorsa elbette bu alanın ikonlarına bir şekilde uğramak zorundasınız. Bu; gönül, vefa ya da kültürel bir borçtur aynı zamanda. Hele ki onlar sizin çocuklarınızsa... Yalnız ortada şöyle bir problem var, Fransız sineması ne zaman onlara el atsa tuhaf bir refleksi de beraberinde gösteriyor, o da şu: Aynı karaktere aynı zaman dilimi içinde iki filmle uğruyorlar. Bu tavrı en son Coco Chanel’i anlatan ve arka arkaya vizyona çıkan 2009 tarihli iki filmde; ‘Coco Chanel & Igor Stravinsky’ ve ‘Coco avant Chanel’de görmüştük. Şimdi de Yves Saint Laurent benzer bir şekilde gölgesini perdeye aksettiriyor. Aynı yıl (2014) çekilen iki filmden önce Jalil Lespert imzalı ‘Yves Saint Laurent’i izlemiştik, bu hafta da yönetmenliğini Bertnard Bonello’nun üstlendiği ‘Saint Laurent’ huzurlarımızda.

İki film de kuşkusuz Cezayir doğumlu ünlü modacının yükselişi, aşkları, özel hayatı, tasarım dünyasındaki adım adım yükselişi gibi benzer limanlara uğruyor. Lakin 150 dakikalık süresiyle Bonello’nun yapıtı hem daha geniş bir zaman skalasında hareket etmenin avantajını yaşıyor hem de yönetmenlik dokunuşu açısından daha iyi bir yerde duruyor. ‘Saint Laurent’de ana karakterin tutkulu dünyasında dolaşırken zaman zaman kronolojik bir tarih gezisine çıkıyoruz. Bonello, özellikle grafik anlatımda çok başarılı. Ekranın ikiye bölünüp bir yanda Yves Saint Laurent defilelerinden görüntülerin akıp gittiği, öte yanda gerçek tarihin önemli dönemeçleriyle (‘68 hareketi’, Sartre, Vietnam Savaşı vs.) perdeye yansıtıldığı bölümler etkileyici ve zarif.
Helmut Berger’e dikkat

Öykü Yves Saint Laurent’in yakın çevresindeki ortağı ve sevgilisi Pierre Berge’in yanı sıra tutkulu aşkı Jacques de Bascher, modelleri Betty Catroux ve Loulou de la Falaise, YSL Stüdyosu’nun yöneticisi Anne-Marie Munoz gibi karakterlere de uğruyor. ‘Saint Laurent’ ana omurgasını 1967-76 yılları arasında kuruyor ve nihayetinde ünlü moda ikonunun son dönemini perdeye aksettiriyor.

Oyunculuklara gelince: Lespert imzalı ‘Yves Saint Laurent’in en iyi yanı, modacıyı canlandıran Pierre Niney’nin performansıydı. Bonello’nun filminde de Gaspard Ulliel çok etkileyici bir Yves Saint Laurent portresi sunuyor. Öte yandan eski bir Visconti oyuncusu olan Helmut Berger, modacının yaşlılığında muhteşem. Ayrıca Berge’de Jeremie Renier’yi, De Bascher’de Louis Garrel’i, Loulou’da Lea Seydoux’yu izliyoruz. Toparlarsak ‘Saint Laurent’, etkileyici bir biyografi. Tek bir problemi var; 150 dakikalık süresi.

UĞUR VARDAN - radikal

İskender Giray: Ne heykeli koysak birinin kafası bir yerine takılıyor

Bruce’un adı yok!

$
0
0
O şimdi CAITLYN Korkunç Kardashian’ların üvey babası Bruce, şimdi Caitlyn. Sen şan, şöhret, alakaya tahvil edeceğin zamana kadar bekle, sonra da 65’inde “İçimdeki kadınla tanışmanın heyacanı içindeyim” diye ortalığa dökül! Kardeşim, gel de Bülent Ersoy’u; şöhretinin zirvesindeyken Türkiye gibi homofobik bir ülkede, her türlü zulmü göze alarak ameliyatını geçirip içinin sesini dinlemiş o insanı alkışlama!

Vanity Fair dergisinin son sayısında, efsanevi fotoğrafçı Annie Leibovitz’in fotoğrafları eşliğinde, Bruce Jenner ‘errkek’ Olimpiyat Şampiyonu’ndan, bakımlı/kokoş/yüzü gerilmiş ‘muhteşem’ kapak kızına, cinsiyet değişiminin şimdiki ayağını dünyayla paylaştı! Daha dalga dalga, epeyce muhatap olacağız belli ki mevzua.

Üstünde 50’lerin Hollywood yıldızlarının mutaassıp seksi mayolarını hatırlatan bej bir mayoyla, şehla şehla kameralara gülümsüyor ve reklam kampanyasının bu kısmını suratlarımıza patlatıyor: “Bana Caitlyn deyin!” manşeti altında. ‘Caitlyn’ adıyla açtığı Twitter hesabı birkaç saat içinde, Obama’nın hesabından daha çok takipçiye ulaşmış! Öyle böyle değil yani Amerika’da uyandırdığı ilgi ve alaka.
Korkunç Kardashian’ların üvey babası, 1976 Montreal Olimpiyatları dekatlon şampiyonu, eski Bruce/yeni Caitlyn önümüzdeki bednam yıllar boyunca Bakım Şampiyonu Kız Kardeşler için nasıl da dişli bir rakip olacağını kanıtladı.

Ekrana mıhlanmışçasına izlediğim ‘Kardashian’larla Baş Etmek’ adlı ‘gerçeklik’ şovlarının ilk yılları boyunca, arka planda mırıl mırıl konuşan, ilgili & sevgili baba taklidi yapan, feci karısı tarafından çaktırmadan itilip kakılan, hobisi olan oyuncak helikopterlerden satın alabilmek için dahi kendi parasını dilenen, “Bu ne idüğü belirsiz, tuhaf figürün, meselesi nedir ya?” diye  beni ara ara düşündüren Bruce –

Brezilya ağdalarını nasıl yaptıklarını dahi bizlerle paylaşan, bu vülgerliğin / banalliğin / ticariliğin / sıradanlığın müthiş ‘kadın’ tacirleri, yıllarca denetimsiz bir teşhircilikle müthiş bir şöhret, para ve alakayı istiflediler de istiflediler!

Halen de attıkları her adımda ‘haber’ olmayı, başarabilmekteler.

Bruce da şovda ‘görünmesi’ karşılığında, tabii ki para cukkalıyordu yıllar boyunca. Ama içindeki kadın, Vapidus (Latince: Tatsız, tuzsuz, sıradan, banal demek) Kim’in gördüğü alakayı da NE biçim kıskanmış!

Baksanıza mayosunun rengine!

İsmi bile: Helga değil, Mary Anne değil, Skylar, Rebecca, Darilyn değil; Caitlyn! Kardashian’lar Feci Anneleri Kris’in isminden başlayarak, İngilizcede normalde ‘C’ harfiyle yazılan isimlerinin ‘K’ harfiyle yazılmasıyla ünlüler. Bruce Jenner böylece ‘Caitlyn’ diye ‘C’ harfiyle başlayan bir ismi seçip, üstüne üstlük bunu ‘K’ harfiyle yazmayıp, yazılması GEREKTİĞİ GİBİ yazarak, kölenin intikamını DA almış olmuyor mu?

Ben, yıllarca bu klanın bitmeyen süslenmesini, püslenmesini izlemiş Jenner’ın gayet dolmuş olduğu kanaatindeyim.

Pek tabii ki, aynı Kardashian Kadınları gibi bir alaka vampiri olduğunu kanıtlamış olması, çekilmez bir kadın olan Kris’in ellerinde yıllarca bir böcek gibi kıvranması, kadınlık şahikası rolüyle dünyayı meşgul eden bu kadınlardan intikam alabilmek için, transseksüellik  yoluna girdiği anlamına gelmiyor.

SIRF Kardashian’lara kapak olsun diye (oldu da ayrıca!) kadın olmaya karar verdiğini varsaymak saçma olur. Ama öyle bir katkı maddesi  de var işin içinde, demeye çalışıyorum.

Bruce/ Caitlyn ‘doğdu doğalı’ erkek kimliğinin içinde rahat edemediğini söylüyor. “İlla billa errkek olmamı mı istiyorsunuz? Alın size errkeklik ulan!” diye dekatlon şampiyonu olduğunu dahi (acayip sıkıcı tarzıyla) uzun uzun anlattı.

80’lerde başlıyor cinsiyet değiştirme girişimlerine: ‘Motivasyonal konuşmalarını’ yapmaya giderken içine kadın çorabı ve sutyen giymeye, kimi zaman otel lobilerinde kadın kılıklarında dolaşmaya, en mühimi hormon tedavisi görmeye başlıyor. İkinci karısından olan oğulları, bir gün duş yaparken büyümeye başlayan memelerini görüp, “Aaa! Babamın memesi var!” dahi oluyorlar.

Ama nasıl oluyorsa oluyor, iki eşinden dört çocuğu olan (yani evlilik, çocuk, errrkeklik hepsini tatmışsın be adam!) Bruce, arkadaşları tarafından tanıştırıldığı Kris’in rüzgârına kapıldığı gibi, onunla da evlenip iki kız çocuğu ve yirmi üç yıldan sonra, ANCAK 65 yaşında ‘kendini bulmaya’ karar veriyor! (Dolar, dolar, dolar) Eeee... Şimdi gelsin paralar gitsin saçmalamalar, itiraflar, dışavurumlar, estetik ameliyatlar, lazerler, ağdalar...

BÜLENT ERSOY'UN GÜNAHI NEYDİ?

Beni bunca sinirlendiren Bruce’un garanticiliği. Esasında. Yoksa transların başımın üstünde yeri var. Tabii ki. En çok para, şan, şöhret, alakaya tahvil edeceğin zamana kadar bekle, bekle, bekle, bekle –

Sonra da 65 yaşında “İçimdeki kadınla tanışmanın heyecanı içindeyim” diye ortalığa dökül!

Kardeşim, gel de Bülent Ersoy’u; paranın, şöhretinin, gençliğinin zirvesindeyken Türkiye gibi homofobik, transfobik, her nevi fobik bir ülkede, her türlü zulmü/dışlanmayı/baskıyı/yasaklanmayı göze alarak ameliyatını geçirip ruhunun/bedeninin/içinin sesini dinlemiş o insanı alkışlama! Kenan Evren zulmüne aslanlar gibi göğüs germesindeki yürekliliği, Bruce Jenner paraları cukkalamak üzere, bunca ‘Yalan Yıl’dan sonra ortaya dökülünce, takdir etme! Bruce Jenner’ı; sıradanlığın, avamlığın, ortalamanın methiyesi olarak bunca şöhrete ulaşmış Kardashian Kabilesinden ayrı düşünmemin imkânı yok. Yalan Dünya Kumpanyasının Babası! Olarak telakki etmememin.

Ha, bir de Kris Jenner’ın, kocasının BU durumundan haberi yokmuş! Salya sümük ağlayarak bunu anlatıyor geçenlerde programlarında. Yalnızca, kadın kıyafetleri sevdiğini düşünüyormuş!!
Yok ya! Yalancılık kol geziyor. Hakikat bu.

Bruce, kadın olduğunda dahi art ve ön niyetini sorgulamadan duramıyorsa birileri-

E, her şeyi paraya tahvil etmenin de bir bedeli olmalı.

İnandırıcılık sorunu, misali.

Perihan Mağden - Hürriyet

Kıbrıs'ın İkinci 'Gay Pride' Yürüyüşü Yapıldı

$
0
0
LGBTİ (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transseksüel, İnterseks) bireylerin onur yürüyüşüne binlerce kişi katıldı.

Kıbrıs Onur Yürüyüşü’nün 2’ncisi “Free to be” (özgür ol) sloganıyla Lefkoşa’nın güneyinde dün gerçekleştirildi.

LGBTİ (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transseksüel, İnterseks) bireylerin onur yürüyüşüne binlerce kişi katıldı.

ACCEPT-LBGTI tarafından düzenlenen yürüyüşe sanatçılar, siyasiler, bakanlar ve yabancı büyükelçiler de yürüyüşe katılarak destek verdi.

Yürüyüşle cinsel yönelim, cinsiyet, renk ve ırk farketmeksizin herkes için eşitlik talep edildi.

Yürüyüşünün ardından Lefkoşa Millet Bahçesi’nde etkinlik gerçekleştirildi.

Etkinlikte Rum İçişleri Bakanı Sokrates Hasikos, Lefkoşa Rum Belediyesi Başkanı Konstantinos Yorgacis ve Accept Kıbrıs Başkanı Kostas Gavrillides birer konuşma yaptı.

Etkinlik farklı müzik grupları ile DJ’lerin müzik gösterileriyle son buldu.

Kıbrıs'ın ilk Gay Pride yürüyüşü geçtiğimiz yıl 31 Mayıs'ta düzenlenmişti.

http://www.gazete360.com/Haberler/guney-kibris/kibrisin-ikinci-gay-pride-yuruyusu-yapildi/35013

Eşcinsel cinayetinde kan donduran detaylar

$
0
0
Bahçelievler’de eşcinsel ilişki yaşadığı Bülent Erden’i boğarak öldüren Necat Y., hakkında “Kasten adam öldürme” suçundan müebbet hapis istemiyle dava açıldı.

İddianamede, Necat Y.’nin, Bülent Erden’i boğarak öldürdükten sonra halıya sararak bazanın içine sakladığı, 10 gün süreyle evde yaşamaya devam ettiği ve evi Erden’in travesti arkadaşlarına kiraya vererek parasını aldığı belirtildi. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, maktul Bülent Erden’in (40) ikametinde erkeklerle ilişkiye girerek ekonomik kazanç elde ettiği, Necat Y.’nin (20) internet ortamında bulduğu telefon ile Erden ile irtibat kurduğu belirtildi.

Boğazını sıkarak öldürdü
İkilinin Erden’e ait evde 8 Ocak 2015 tarihinde buluştuğu belirtilen iddianamede, “Bülent Erden, zaman zaman erkeklerle birlikte olmak için evini kiralayan travesti arkadaşlarına, para karşılığı birlikte olduğu Necat Y.’yi sevgilisi olarak tanıttı. Arkadaşları evden gittikten sonra ilişkiye girdiler. Ancak daha sonra aralarında tartışma çıktı. Necat Y., Bülent Erden’i boğazını sıkarak öldürdü. Necat Y., cesedi daha kolay taşıyabilmek için ellerini önden plastik kelepçeyle bağladı. Daha sonra halıya sardığı cesedi, etrafını koli bandıyla bantladıktan sonra odadaki bazanın içine koydu, parfüm sıktığı odanın kapısını kilitledi” denildi.

Evi kiraya verip parasını aldı
Necat Y’nin öldürdüğü Bülent Erden’in yerine evi travesti olan arkadaşlarına kiraya vermeye devam ederek parasını aldığı bilgisine yer verilen iddianamede, “Erden’in travesti arkadaşlarına maktulün ağabeyinin trafik kazasında öldüğünü, bu nedenle Konya’ya gittiğini söyledi. Dairesini de kendisine emanet ettiği yalanını uydurarak onlara kiraya verdi ve parasını kendisi aldı. Cesedin kokması ve yakalanma korkusuyla 17 Ocak tarihinde evden ayrılarak Ankara’ya, oradan da memleketi Niğde’ye geçti” ifadelerine yer verildi.

Ablası merak edince gerçek ortaya çıktı
Bülent Erden’in şehir dışında yaşayan ablası A. A.’nın 10 gün süre ile kardeşinden haber almaması üzerine İstanbul’da yaşayan akrabalarını kardeşinin evine yolladığı belirtilen iddianamede, “18 Ocak 2015 tarihinde durumu polise ihbar ettiler. Polisle birlikte eve gittiler. Çilingirin açtığı kapıdan giren polis kilitli oda dışında her yeri aradı. Bir şey bulamayan polis evden çıktı. Polisle birlikte eve giden akrabaları kilitli kapıyı tekmeleyerek açtı. Odada yoğun bir koku ve sineklerle karşılaştı. Bazayı kaldırınca Bülent Erden’in halıya sarılı cesedini buldular ve apartmandan çıkmakta olan polislere haber verdiler” denildi.
Bunun üzerine başlatılan soruşturma kapsamında Necat Y.’nin 23 Ocak tarihinde Niğde’de yakalandığı hatırlatılan iddianamede, “Necat Y, savcılık ifadesinde olay günü ilişkiye girmek için Bülent Erden’in evine gittiğini, ilişkiye girdikten sonra Bülent Erden’in kendisiyle ilişkiye girmek istediğini, kabul etmediği halde ısrar ettiğini, bu nedenle tartışmaya başladıklarını, kaçamadığını, girdiği şok içerisinde ne yaptığını bilemeyerek Bülent Erden’in boğazını sıktığı yönünde ifade verdi” denildi. İddianamede, tutuklu sanık Necat Y. hakkında “Kasten adam öldürme” suçundan müebbet hapis cezası istendi. DHA

River Viiperi by Igor Cvoro for D’SCENE Magazine

Nerdesin aşkım? Podyumdayım aşkım...

$
0
0
Hissettiğin gibi görünmek ve davranmak, kimsen o olmak, son derece açık fikirli olduğu düşünülen moda endüstrisinde bile bariyerleri yıkmak olarak algılanıyor. Fakat geç de olsa güzel haberler var: Moda dünyasında yılın başından bu yana, ayrımcılık karşıtı ciddi gelişmeler yaşanıyor ve açılımın ivmesi son günlerde daha da arttı.

Vanity Fair dergisinin ABD versiyonunun haziran kapağında bir trans var. 1976 yılında Montreal’daki yaz olimpiyatlarında dekatlonda altın madalya alan geçmişin Bruce Jenner’ı, bugün 65 yaşında bir televizyon yıldızı ve adı artık Caitlyn Jenner. Jenner geçirdiği bir dizi dönüşüm operasyondan sonra, alımlı bir kadın olarak ilk kez Vanity Fair’in kapağı için, pudra rengi bir saten korseyle Annie Leibovitz’e poz verdi. 22 sayfalık kapak hikayesinin Pulitzer ödüllü yazarı Buzz Bissinger’e, Jenner şöyle söylüyor: “Bunu bir sır olarak saklamış olsam, hiçbir şey yapmamış olsam, ölüm yatağımda uzanırken hayatımı harcadığımı, asla kendimle yüzleşemediğimi düşünecektim. Bunun olmasını istemedim.”

TRANS MODEL NEF: BEN RİSK DEĞİLİM

22 yaşındaki model Hari Nef, henüz Caityln Jenner gibi itibarı yüksek bir dergiye kapak olmadı ama geçtiğimiz haftalarda dünyanın en ünlü model ajanslarından IMG ile uluslararası bir sözleşme imzaladı. Nef, IMG’nin ikinci trans modeli olmasına rağmen, uluslararası anlaşması olan ilk kişi. Sözleşmenin hemen ardından Instagram hesabında, “IMG Models ailesine katıldığım için ne kadar onurlandığımı kelimelerle ifade edemiyorum. Ivan Bart’a cömertliği ve vizyonu için teşekkür ederim” yazdı. IMG Genel Başkanı Bart, aynı kanaldan yanıtladı: “Hari Nef’le yolculuğumuz bugün başladı. Bu kızın geleceği çok parlak.”

Nef geçtiğimiz aylarda 2015-16 sonbahar/kış koleksiyonlarının tanıtıldığı New York Moda Haftası’nda podyumdaydı. New York sokaklarının karma kültürünü sahnesine taşıyan Eckhaus Latta, Vejas, VFiles gibi markalar için diğer trans modellerle birlikte yürüdü. “Translar çok güçlüler, güzeller, zekiler; bugüne kadar görünmeden, para almadan çalışabilecek kadar da sağlamlar üstelik. New York Moda Haftası, buzdağının zirvesinde bir kar tanesiydi sadece.” Columbia Üniversitesi mezunu Nef, “Transların geçmişi New York’un moda ve sanat sahnesi  sahnesi kadar eski, bu dünya var olduğundan beri onlar da varlar” diyor: “Bu gerçekliğin şehrin podyumlarına da yansımasının zamanı çoktan gelmişti. Kaldı ki, ben kolay kabul edilenim. Beyazım, birinci dünya ülkesi vatandaşıyım. Bu yıldan beklentim yalnız daha fazla trans hikayesi duymak değil, farklı transların hikayelerini de duymak.”

Hari Nef’in yer aldığı New York defilelerinden biri Chromat markasınındı. Şovun casting direktörü Gilleon Smith, moda dünyasının tek tip model kullanmaktaki ısrarını anlamsız buluyor: “Bazı defilelere bakıyorum da, hepsi soluk benizli, hepsi sarışın, hepsi beyaz. Bugün yaşadığımız kültürü temsil etmiyorlar.” Chromat’ın tasarımcısı Becca McCharen’a göre, casting’ler markanın kadınının kim olduğunu anlatıyor. “Bu sezon podyumda birçok trans kadına yer verdik çünkü bana göre onlar gücü temsil ediyorlar. Toplum içine çıkıp kim olduğunu ifade eden, bunun için kendini geliştiren bu kadınları ilham verici buluyorum; en kudretli, en cüretkar onlar.”

Hari Nef bu anlayışın yayılmasını, transların podyuma daha fazla çıkmasını istiyor. Trans oldukları için değil; yetenekli, akıllı, cazibeli oldukları için. Buna rağmen gelecek planlarının önünde engeller olduğunun da farkında: “Örneğin Prada için yürümek istemez miyim? Fakat ne boyum ne beden ölçüm buna uygun, hiçbir zaman da olmayacak. Bir Y kromozomuyla gelişip şekillenen kaburgalarım, Nicolas Ghesquière’nin defile numunelerine hiçbir zaman sığmayacak. Marc Jacobs, Hedi Slimane, Jean Paul Gaultier, Riccardo Tisci hatta Karl Lagerfeld’le çalışmayı çok isterim. Zira bu tasarımcılar defilede yürüyecek modelleri belirleyen casting’lerinde risk almaktan kormuyorlar. Ben kendimi bir risk olarak görmüyorum. Ama söz konusu high fashion olduğunda böyle göründüğümü de biliyorum.”

HOMOFOBİNİN ADI ZEVK MESELESİ

John ve Carlos. Nam-ı diğer Jarlos. Onların hikayesinde iki gönül de bir, iki isim de. Moda endüstrisi de onları böyle tanıdı, bir çift olarak. John Tuite, yazıyor ve sanatla ilgileniyor; Carlos Santolalla, fotoğrafçı. Kaliforniya’da birlikte yaşıyorlar, birlikte çalışıyorlar. DKNY reklam fotoğrafları için poz vererek, bir modaevinin kampanyasında yer alan ilk resmi gay çift oldular. Resmi dedim, zira moda endüstrisi daha önce başka eşcinsel çiftleri de yan yana görmüş olmasına rağmen profesyonel, kişisel ve toplumsal nedenlerden ötürü çiftler bunu öne çıkarmak, hatta açık etmek istemediler.

John Tuite moda dünyasıyla ilk temasında homofobiye maruz kalmış. Onu keşfeden model ajansı yetkilisi, ajansın onunla sözleşme yapmayacağını zira gaylerle çalışmadıklarını söylemiş. John, “Herhangi bir başka endüstride bu mesele mahkemelik olurdu” diyor. Yıllar sonra bu ajansın sahibiyle bir sanat organizasyonunda tanıştığında, yaşadığı bu gücendiren tecrübeden bahsetmiş ve ajans sahibi, tavrın kendi iş stratejisi olduğunu çekinmeden söylemiş: “Moda bu. Buna ayrımcılık değil, 'zevk meselesi' diyorlar.” Dazed and Confused'e verdikleri röportajda, Carlos Santolalla, New York’ta model olarak sözleşme yapmadan önce ajansların gay modellere “gay gibi” değil “adam gibi” davranmanlarının sık sık tembihlendiğini anlatıyor: “Onlara göre gay olmak erkekliği aşağılıyor çünkü. Bu zevk, tercih meselesi ardında gizlenen güçlü bir homofobi var aslında. Zira erkek modellerden maçoluk bekleniyor. Gay erkeklerin bunu karşılayamadığı düşünülüyor. Üzücü bir tavır bu. Gay erkeklerin sert ve güçlü olamayacağına dair bu inanış, önce toplumun aklından silinmeli.” Dazed internet sitesinde John ve Carlos’un bir model ajansıyla sözleşme yapan ilk gay çift olduğunu duyurduğu haberin altında şu yorum var: “Bu haber ancak bu gay çift siyah olsaydı çığır açardı.”


DIOR TARİHİN İLK SİYAH TEMSİLCİSİ

Christian Dior modaevi, 70 yıllık tarihinin ilk siyah modeliyle bu sezon anlaşma yaptı: Rihanna. Instagram’da 20 milyonun takip ettiği Badgalriri, Dior’un ilk siyah temsilcisi. Markanın Secret Garden kampanyası için fotoğrafçı Steven Meisel’a poz veren Rihanna, bu kareler için “Kendi kültürüm adına büyük olay” diyor.


2013 yılında attığı bir tweet’te göğüsleri büyük diye Dior Couture casting’inde elendiğini yazan siyah model Jordan Dunn, birkaç dakika sonra 140 karakterlik boşluğu şu cümleyle doldurmuştu: “Genellikle rengim yüzünden elenirdim, memelerim yüzünden elenmek dert değil.” İngiliz model, siteminden üç yıl sonra, bu yıl şubat ayında İngiliz Vogue'un kapağındaydı. Dunn, 2002 yılı Ağustos sayısına kapak olan Naomi Campbell’ın ardından, Vogue Britanya kapağına tam 12 yıl sonra, yeniden renk verdi. Kanye West tasarımcı kimliğiyle Adidas’la işbirliği yaptığı koleksiyonun New York’taki tanıtımında sokak casting’i yaptı; farklı boy, kilo, vücut tipi ve ırklardan modellerle çalıştı. Zira West, geçtiğimiz yıl verdiği bir röportajda “beyaz”a boyalı lansmanlara öfkeliydi: “Sırf listeye bir tik atılmış olsun diye casting’e tek bir tane siyah kız dahil ediyorsun da, oldu mu sanıyorsun!” Bireyselliğin bir ifadesi, kimliğin dışa vurumunun bir aracı olan modanın, ırk, etnisite, seksüalite veyahut beden ölçüsüne göre insan ayırması, birini kayırması ne yaman çelişki. Kimsen o olmak, kendini ifade etmenin özgürlüğünü savunan moda saflarında daha ne zamana kadar bariyer yıkacak?


VOGUE TÜRKİYE’YE POZ VERDİ

Androjen model olarak ünlenen Andreja Pejic, geçirdiği dönüşüm ameliyatından sonra bir kadın olarak ilk kez bu sezon Londra Moda Haftası’ndaki Giles Deacon şovundaydı. Marc Jacobs, Jean Paul Gaultier gibi podyumlarda yürüyen; 2010 yılında Vogue Türkiye’ye poz veren Pejic, şimdilerde hikayesini bir belgesele dönüştürme hazırlığında.

İTALYAN MODASINI DEĞİŞTİREN KADIN

Givenchy’nin kreatif direktörü Riccardo Tisci onu keşfettiğinden beri, moda dünyasının belki de en ünlü trans modeli. Leandro Medeiros Cerezo’nun takma adı Lea T’nin T’si, onu ilham perisi ilan eden Tisci’den geliyor. Brezilya asıllı İtalyan model, Forbes dergisinin “İtalyan modasını değiştiren 12 kadın” listesine girdi. Givenchy için dünyaca ünlü moda fotoğrafçıları Mert&Marcus’a poz veren Lea, bu yıl Amerikalı saç bakım markası Redken’in de kampanya kadını.

Zeynep Yapar

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sokak/294813/Nerdesin_askim__Podyumdayim_askim....html

Penisin psikopatolojisi

$
0
0
Penis… Özellikle Freudiyen psikoloji ile birlikte ürologlardan sonra penisle en çok ilgilenen bilim alanlarından birisidir psikoloji.

Erkeğin agresyonunun da çaresizliğinin de atfedilen gücün gerekliliklerini yerine getirebilmesiyle, kadının edilgenliğinin de yabancılaşmasının da bu güce karşı konumlanışıyla açıklandığı bir dünyada penise yapılan vurgunun az bile olduğu düşünülebilir. Öncelikle şunu açıklığa kavuşturmak gerekiyor sanırım. Penis, gücün kaynağından çok sembolüdür. Öyle ki kadın erkek eşitsizliğinin "sınıf" kavramından öncesine dayandığını varsayarsak -her ne kadar sınıfla birlikte bu eşitsizlik pek çok hiyerarşisinin temel taşı olmuşsa da- ilkel toplumların yaşam kalımı için merkezi öneme sahip fiziksel gücün bu sanal hiyerarşiyi yarattığı söylenebilir. Bu sanal hiyerarşinin modern toplumla birlikte fiziksel gücün etkisini kaybetmesiyle tehlikeye girmesi penise yapılan vurguyu arttırarak, penisin gücün kaynağı olduğu yönündeki sanrının dönemler boyu pompalanmasını sağlamıştır. Haliyle penis aslında erkeklik için bir zafer fişeği değil aşağılık duygusunun metalaşmış halidir. Bir nevi Osmanlı’dan kalan Anadolu’dur.

Erkekliğin Sevr antlaşması olan modern toplum ile birlikte fiziksel gücün yaşam kalımı arttırıcı etkisinin giderek yok olması erkekliği elinde kalan son güç kırıntısı olan penise sarılmak durumunda bırakmıştır. Bu sarılma metaforu hem gerçek anlamına yakınsak bir biçimde erkeğin gücünü tüm tabiattan silinme tehlikesine karşı hiç değilse yatak odasında sürdürme umudunu- adonisli ve cinsel açıdan tatmin edici erkek metası- hem de sosyo-politik alanlarda penise indirgenen gücü tekrar açığa çıkarma umuduyla maskulenliğin erdemini yansıtmaktadır.

Penisin psikopatolojisi

Evet, penis erkekliğin gururla dalgalandırdığı bir flama değil, aşağılık duygusunun moral bozucu bir metasıdır ve dahası erkek egemen dünyanın her alanda yaptığı giderek artan erkeklik vurgusu bu aşağılık duygusunun çoktan bir kompleks halini aldığının işaretidir. Adleryen psikolojiden bildiğimiz üzere aşağılık kompleksinin anti sosyal davranışlar doğurması muhtemeldir. Bugün bu sanal hiyerarşinin sürdürülmesi için uğraşan aile gibi en küçüğünden hemen hemen tüm devletler gibi en büyüğüne bu anti sosyal davranışları göstermektedir. Gerek düşmanca gerek de korumacı cinsiyetçiliğe bu perspektiften bakmak yerinde olacaktır.


Kadınlar sosyal açıdan bu cinsiyetçilikle mücadele etmekte oldukça önemlidir. Ancak bu kurumların "erkek" olması ve çözümün de bu penis psikopatolojisinin üstesinden gelmekte yattığı düşünüldüğünde, kurum bazında cinsiyetçiliğin üstesinden gelmek erkeklerin kendi kendini sağaltmasıyla mümkün olacaktır. Yani o "büyük" gücün küçücük bir organda sıkışıp kalmasının o organa ve erkekliğe yüklediği korkutucu değerin sürdürülebilirliğinin kaygısını yaşamaktansa penissizleşmek tüm erkek kurumları ve erkekleri rahatlatacaktır. Buradaki misyonu erkeklere yüklememin bir sebebi de penissizleşmenin bir vajinaya sahip olmak demek olduğu yönündeki bilinç dışı kolektif sanrıdır. Kadınların böyle bir problemi yoktur çoğunlukla çünkü kadınlar zaten penissiz ve vajinasız yaratıklardır. Kadınların cinsel organları yalnızca biyolojiktir. Erkeklerinki ise biyolojik, psikolojik ve politiktir. Tam da bu yüzden Queer teorinin son yıllarda yaptığı cinsiyetsizleşme çağrısı kadına değil erkeğe ve erkekliğe yapılmış bir çağrıdır. Anlayacağınız penis patolojiktir. Son olarak tüm bunlardan çıkan sonuçlardan birisi de şudur: Sürekli kadının naif ve kırılganlığına vurgu yapan tüm o erkek kurumların aslında bahsettiğim penis psikopatolojisinden ve gücün sürdürülebilmesi kaygısından ötürü kendileri çok naif, kırılgan, kaygılı ve muhtaçtır. Tüm bu saçmalıkları da işte bu yüzdendir.

Mete Sefa Uysal

https://gaiadergi.com/penisin-psikopatolojisi/

Sean Patrick Watters

LGBTİ sözleşmesine imza atan 22 aday Meclis’te

$
0
0
Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD), LGBTİ Hakları Sözleşmesi’ni 2015 genel seçimleri öncesi milletvekili adaylarının imzasına açmıştı. Sözleşmeyi, seçim gününe kadar 62 milletvekili adayı imzaladı. AKP ve MHP’nin de kapısını çalan dernek temsilcileri, yalnızca HDP ve CHP’den geri dönüş almıştı.

Seçimin ardından Meclis’e, sözleşmeyi imzalayan 22 aday girmeye hak kazandı. CHP’den Aylin Nazlıaka, Selin Sayek Böke, Zeynep Altıok, Musa Çam, İlhan Cihaner, Aykut Erdoğdu, Oğuz Kaan Salıcı, Dursun çiçek, Selina Doğan, Şafak Pavey, Enis Berberoğlu, Sezgin Tanrıkulu, Didem Engin, Onursal Adıgüzel, Özcan Purçu ve HDP’den Filiz Kerestecioğlu, Erdal Ataş, Ali Haydar Konca, Asiye Kolçak, ÇİLEM ÖZ, Remzi Özgökçe ve Selami Özyaşar girdi. Böylece 15’i CHP’den, 7’si HDP’den olan ve Meclis’te LGBTİ haklarını savunacağının sözünü veren, İstanbul’dan 12, İzmir’den 4, Van’dan 2, Mersin’den 1, Bursa’dan 1, İzmit’ten 1 ve Ankara’dan 1 milletvekili seçilmiş oldu. Yedi maddeden oluşan sözleşme, LGBTİ’lerin eşit yurttaşlık haklarının güvence altına alınması, siyasi hayata aktif katılımlarının sağlanması, eşitlikçi sosyal politikalar üretilmesi gibi konuları içeriyor.

BURCU KARAKAŞ İstanbul
Milliyet

Bir sezonun ardından akılda kalanlar Tiyatro ak’la kara, tabuları tekmeliyor: ‘Kuş Kafesi’

$
0
0
İstanbul’un Asya yakasında absürt komedi, korku, polisiye gibi farklı türleri sahnesine taşıyan Tiyatro Ak’la Kara, benim favori tiyatro gruplarım arasındaki yerini her sezon biraz daha sağlamlaştırmakta. Yeni 2014-2015 sezonunda da Fransız Oyun Yazarı, Oyuncu, Yönetmen ve Senarist  Jean Poiret’nin  (1926-1992) 1973 yılında yazdığı “Kuş Kafesi/La Cage aux Folles”ni seyircisiyle buluşturuyorlar.

Eşcinsel bir çiftin “çılgın” öyküsünü konu alan oyunda, kulübün iki işletmecisinden biri olan Georges’un oğlu, son derece tutucu bir politikacının kızıyla evlenmeye karar verince işlerin karışması, hayli sağlam bir tematik çatı altında işleniyor. Eser iyi de sahnelenince, doğal olarak seyirciyi avucunun içine alan, dinamiğini her an sürdüren ve finale çok güzel tırmanan bir komedi ortaya çıkıyor.

TİYATRO AK’LA KARA’NIN CESARETİ

“Kuş Kafesi”nin değerlendirmesine geçmeden önce, günümüzde genel bir tanımlamayla aynı cinsten kişilerin birbirlerine duyduğu cinsel çekim ve duygusal bağlar şeklinde açıklanabilen eşcinselliği konu alan böyle cesur bir oyunu repertuvarlarına alarak “Tabular parkına bir tekme de benden” diyebilen Tiyatro Ak’la Kara ekibini kutlamam gerekiyor.  

Neden cesur?

Eee, çünkü bugüne değin sinemada, ana akım kitaplarda, dizilerde, tiyatroda, plastik sanatlarda, psikolojide, reklamcılıkta olmayanlar; basında iktidar desteği ile asalak olarak varolanlar, evrensel ve uygar bir kültür-sanat mücadelesini tahayyül edemiyorlar, kavrayamıyorlar.
Onların karşısına bu oyunla çıkmak elbette cesaret işi...
 
EŞCİNSELLİK NEDİR

Yok TÜSAK yasasıydı, yok muhafazakar sanat yasasıydı, yok iktidardaki partinin diline pelesenk ettiği “seçilmişlik” vurgusu altında sanatın üzerindeki demoklesin kılıcıydı, yok “halk böyle istiyor”dan yola çıkılarak kültür-sanatın içeriğinin gericilikle doldurulmasının amaçlanmasıydı… Tiyatro Ak’la Karacılar bütün bunlara bu oyunla karşı çıkıyor, eşcinsellik aynı cinsten bir kişiye duyulan cinsel çekim ya da o kişiyle açık cinsel ilişkiler yumağı mıdır ya da eşcinsel davranışa yönelik benzer tanımlamaya duygusal bağlantılar da dahil edilmeli midir bu oyunla “Seyircinin kararına vabeste kılıyorlar”.

YARATICI KADRO

Oyunu sahneye koyan Atilla Şendil’i her şeyden önce oyuncu “coach”u olarak kutlamalıyım. Çok iyi bir kadro oyunculuğu yaratmış. Aşağıda tek tek değineceğim, ama başarılı oyunculuklar elde etmiş. Kişilikler kadar, kişilikler arası ilişkiler de fevkalade inandırıcı. Kadın dünyasına içeriden bakış izlenimi de pek güzel elde edilmiş. Karakterlerin dıştan sanki tertemiz, hiçbir kusurları, hiçbir eksikleri yokmuşçasına görünmelerinde yatan derin uyumsuzluk ve çelişkinin altını iyi çizmiş.

Serpil Coşkun’un ışık tasarımı iyi, iyi olmasına iyi de, ikinci perdede ışık seviyelerinin makyaja etkilerini pek düşünmemiş, kullanılan ışık açılarına da pek titizlik göstermemiş.

Pelin Turancı’nın belki biraz fazla abartılı, fazla renkli, fazla ucuz görünümlü olarak değerlendirilebilecek şıkıdım kostümlerini burjuva zevki olarak pek beğendim.

Dekoru kim kotarmış bilemiyorum, ama keşke kullanılan kumaşlar eşcinsel toplumun renkleri olan kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çivit mavisi ve menekşe ile sınırlı kalsaydı; Simone’nun gelişini perdelemek için cümle kapısının üzerine asılan, güya birbirini tamamlayan tabloyu oluşturan storlu iki kumaş parçası, keşke hiç kullanılmasaydı diyorum.  Ilgın Algın’ın koreografisi alışılmış düzeyde ve fazla hantal buluyorum.

OYUNCULUKLAR

Yukarıda da dediğim gibi, oyuncu kadrosu genel anlamda başarılı, ama gene de tek tek ele alalım.
Arda Meriçliler: Ritmik düzeni iyi duyumsayamıyor. Salome’nin dış biçimini ve çatısını oluşturan noktalar dizisinden destek alsa yönünü doğru bulacak. Sahnede olduğunda oyunun çekici gücünü hafiften düşürüyor. Genç daha, kendi kendini kısa sürede düzeltir. Umudumu eksiltmiyor.

Ilgın Algın (Muriel), Arzu Akın (Bayan Dieulafol): Vasat.

Taylan Atlıhan (Bay Dieulafol): Keşke Georges’un tarif ettiği gibi kaşlarını makyajla kalınlaştırsaymış. Oyuncunun duygularını gösterirken onları anlaması gerektiğini aklına yazsaymış... Olmuyor.

Pelin Turancı (Simone) ve Can Esendal (Laurent): Görevlerini eksiksiz yapmışlar. Okkalı birer “aferin” gerekiyor.

Mustafa Dinç: Mükemmel bir Jacop çiziyor.  Jacop ile arasında kurduğu duygusal iletişimi doya doya alkışladığımı burada bana alenen itiraf ettiriyor.

BAŞROLLER

Savaş Özdural Albin’e tam anlamıyla ip üstünde can veriyor. Öyle ya! Bir gıdım oraya, bir parçacık öbür yana seğirtse Albin düşebilir. Özdural düşürmüyor, doğalcı bir biçem içinde Albin’in karmaşık kişi yanılsamasını oyun sonuna kadar bozmuyor. Albin’in duygularını duygusal olarak sahiplenmiş ve onu sezgisel olarak oyunun temel hedefi boyunca sürüklemeyi başarıyor. Rolü abartmıyor, hiç mi hiç köpürtmüyor.

Levent Ünsal ise, yeterince tanıdığı Georges’un düşüncelerinin dışa vurma işlemini pek güzel sıraya koyuyor. Askeri bir kıt’anın ya da okul öğrencilerinin gösteri mahiyetinde geçişlerinin adlandırılışını bir daha “resmi geçit” olarak değil “resmigeçit” olarak söylemesini diliyor; doğalcı oyunculuk anlayışına bu kere de psikolojik ve davranışsal işaretlerde katışını kutluyorum.

Sonuç olarak: “Kuş Kafesi”ni mutlaka izleyin diyorum.

Üstün AKMEN
www.evrensel.net

Aynı Dizide Oynayan Lezbiyen Ünlüler Evlilik Kararı Aldı

$
0
0
Beraber oynadıkları dizide tanışıp birbirlerine aşık olan iki ünlü, evlilik kararı aldı. Çift, yaptıkları açıklamada bundan sonra beraber yaşamak istediklerini duyurdu.

İngiliz kanalı BBC'nin iki ünlü lezbiyeni evleneceklerini duyurdu. Olayın kahramanları Luisa Bradshaw ve Annette Yeo da bu kararlarını bir dergide yaptıkları açıklamayla doğruladı.

Dergiye açıklama yapan Luisa Bradshaw, "Biz artık bundan sonra birlikte yaşamak istiyoruz. Bunun için de evlilik kararı aldık. Ben Annette'dan başkasını istemiyorum. kararımızı birlikte aldık. Yakında düğün yapacağız." dedi.

http://www.haberler.com/ayni-dizide-oynayan-lezbiyenler-evlilik-karari-7404876-haberi/
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live


<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>