Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live

‘Kimse farklı olduğu için azap çekmesin’

$
0
0
Halepli Ali 18 yaşında. Suriye’de yaşarken LGBTİ kelimesini hiç duymamış, çocukluğundan beri hissettiği “başkalığın” adını koymamıştı. Savaş sonrası bütün ailesi İstanbul ve Gaziantep arasında dağıldı ama onun ayrıca kaçması gerekiyordu. Ailesi eşcinsel olduğunu öğrenmişti; akrabalarından sürekli tehdit telefonları alıyordu. “Suriye’ye dön, savaşa katıl ve öl” diyorlardı. Hatta hangi tarafta katılacağı dahi umurlarında değildi, basbayağı çocuklarının ölmesini istiyorlardı. Türkiye’de para kazanmak istedi, çalıştığı markette bir çalışan tecavüz etti. Bu da yetmedi, oturduğu ev taşlandı. Bir keresinde ilaç, bir diğerinde çamaşır suyu, diğerinde şampuan içerek intihara teşebbüs etti. Hali o kadar ortadaydı ki, Ali’nin Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne yaptığı başvuru sonucu Kanada’ya yerleşimi onaylandı. Fakat Ali, Türkiye’de ne kadar beklemesi gerektiğini bilmiyor. Buradaki hayatından o kadar usanmış ki, süreç uzarsa Suriye’ye dönmeye bile razı.

Sayıları üç milyonu aştığı tahmin edilen Türkiye’deki Suriyeliler, evlerini, topraklarını, kariyerlerini, saadetlerini bırakıp geldiler. Geçici koruma altındaki misafir halleri birçok temel insan hakkına erişimlerini güçleştirirken toplumsal dışlanmanın da mağduru oldular. Sadece son günlerde vatandaşlık ihtimaliyle nükseden dile bakmak yeterli. Mültecilik, sığınmacılık, göçmenlik her haliyle bambaşka bir can kaygısını, psikolojik bir travmayı, ekonomik manada sınıfsal düşüşü getiriyor. Bir de eşcinsel, trans, travesti mültecileri düşünün... Zaten bulundukları ülkelerde cinsiyet kimlikleri üzerinden baskı görürken, görece koşulların daha “iyi” olduğu ama homofobi ve transfobinin ırkçılıkla beslenebildiği bir ülkede sağlar, ama iki kez çekiyorlar.

‘Lübnanlıyım diyorum’

Ağırlıklı olarak İstanbul’daki Kürt LGBTİ’lerden müteşekkil Hêvî LGBTİ Derneği, çok mühim bir iş yapıp onları görüşmeye ikna ederek “Mülteci LGBTİ’ler” isimli bir kitap hazırladı. Çoğu Suriye’de başlayan, 12 ağır hikâye anlatılıyor kitapta.

Halepli Rüzgar savaşla birlikte değişen hayatlarını anlatıyor; ellerinde ne varsa satışlarını, evlerinin bombalanışını, çok âşık olduğu sevgilisinin 2012’de bir patlamada ölümünü, o an yıkılışını... Türkiye’ye geldikten sonrası günlük 30 Lira’ya inşaat işçiliği, bir lokantada yemek yerken hem Suriyeli hem eşcinsel oluşu üzerinden alay edilişi... Öyle ki o gün çıkan kavgada yanındaki akrabası bıçaklanmış. Yine Halepli travesti Mişa, sırf bu yüzden Türkiye’deyken soranlara Lübnanlı olduğunu söylüyormuş; “Buradakiler Suriyelileri sevmiyor” diyor, “bize sattıkları her şey üç-dört katı...”

Ülkesinde ailesinden yediği dayak yüzünden İranlı Azeri Ramtin’in ağzında diş kalmamıştı ve dahi bir camide tecavüze uğradı. Fakat Türkiye’deki kaderi de yine tecavüz oldu; çalıştığı birçok yerde parasını alamadı. “Hiçbir insan farklı olduğu için bu kadar azap çekmesin” diyor Ramtin. Çalıştığı yerde emeğinin karşılığını vermemek tüm mülteci işçilere reva görülen muamele ama üzerine bir de LGBTİ olmak, suiistimali kat be kat artırıyor. Keza Suriyeli olduğu için şişirilen ev kiraları, LGBTİ’ler için daha da yükseliyor. Kötülük, karşısındakinin çaresizliğiyle büyüyor.

Mısırlı Suma, Arap Baharı heyecanında sonra Sisi’yle başlayan cadı avını, Türkiye’ye uzayan hikâyesinde İstanbul’dan birden Uşak’a yollanışını anlatıyor. Çünkü ikamet edecekleri kentleri kendileri seçemiyorlar. İranlı Martha da bu şekilde Denizli’de yaşıyor. Metropollerin dışındaki kentlere yerleştirilenlerin maruz kaldığı taciz, tecavüz ve şiddet yüzdesinin daha yüksek olduğu bu görüşmelerde kendisini göstermiş zaten. Hastanelerden karakollara kamusal hayata katıldıkları her yer, keyfi uygulamalar kadar dışlanma da demek onlar için. Mecbur bırakıldıkları kayıt dışı sektörlere, yeni tanınan çalışma izni hakkının girmesi mümkün değil. Çaresizlikten seks işçiliğine yönelen LGBTİ’ler var, bunu yapmamaya direnenler de.

Mülteci LGBTİ’leri ayıran bir nokta dan yaşadıkları tüm güçlüklere rağmen dayanışma ağlarından da mahrum bırakılmaları. Birçoğunun destek alacak Türkiye’de ya da başka bir ülkede akrabası yok; daha geniş hemşehri ağlarına dahil olamıyorlar.

‘Kırılganlık’ kriterleri

Mülteci LGBTİ’lerin neredeyse tamamı Türkiye’yi terk etmek, kendilerini güvende hissedecekleri bir Batı ülkesine iltica etmek istiyor. Türkiye’deki Suriyeliler şimdiye dek “geçici koruma” kapsamında sayıldıklarından, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) uluslararası başvuru yolları kapalıydı. Hayati tehlikeleri bulunan LGBTİ’lerin de aralarında yer aldığı “kırılgan mültecilerin” tespitiyse, yazılı bir yasaya, yönetmeliğe bağlı olmadığından, muğlak kriterlerle, gayrinizami usullerle yapılıyordu. Örneğin BMMYK’nin partneri olan sivil toplum örgütleri birini önerebiliyor, BMMYK görüşmeye davet edebiliyordu. Bu da ucu açık bir prosedür.

Son altı aydır Göç İdaresi’ne bağlı bir komisyon “hassas durumdaki Suriyelilere” karar veriyor, ki aslında bunun da kriterlerini kimse bilmiyor. Türkiye’de vatandaşlık ihtimalleri konuşulan Suriyeli LGBTİ’lerin bu hak için başvuracakları çok düşünülmüyor. Çünkü aslen üçüncü bir ülkeye iltica etmek arzusundalar. Hêvî LGBTİ Derneği’nin bu kitap için yaptığı görüşmeler birçoğunun prosedür hakkında pek bir fikri olmadığını göstermiş. Malum en baştan itibaren temel dert, belirsizlik...

Mısırlı Suma, burada Onur Yürüyüşü düzenleniyor diye çok heyecanlanmış önce. Sonra polisin saldırısına şahit olunca fikri değişmiş. Meğer uzaktan göründüğü gibi değilmiş.

Eşcinsel sıra arkadaşı IŞİD’e katılmış

Suriyeli LGBTİ’ler için IŞİD tehlikesi başka bir mana da taşıyor. Şamlı Süryani İlyas, IŞİD’in taradığı bir evde bütün arkadaşlarını kaybederek oradan tek sağ çıkan olmuş örneğin. Savaştan önce Halep’te yaşayan 19 yaşındaki Kürt Ezdiyar, Türkiye’ye gelince hayatında ilk kez bir fabrikada işçi olmuş. Onun anlattıkları arasında okuduğu erkek lisesinde yanında oturan bir arkadaşı da var. Onun da eşcinsel olduğunu hissediyormuş o zamanlar. Aralarında cinsel bir ilişki yaşanmasa da dostluk kurmuşlar. Yıllar sonra sosyal medyada bu arkadaşına rastlamış, bir IŞİD’li olarak... Yakaladıkları eşcinselleri binaların tepesinden atan bir IŞİD’li olarak... IŞİD hapishanesine düşen ve tecavüz edilen arkadaşları olduğunu da anlatıyor Ezdiyar.

Pınar Öğünç - Cumhuriyet

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/564632/_Kimse_farkli_oldugu_icin_azap_cekmesin_.html

Daha cinleri unutamamışken*

$
0
0
'Belki bundan da önemlisi demokrat müslümanlar arasından Kadri hocanın beyanına katılmayanların tepki göstermesidir...'

İclal Ayşe KÜÇÜKKIRCA

Prof. Dr. Kadri Yıldırım’ın 29 Haziran 2016 tarihinde LGBTİ ve HDP ilişkisi üzerine yaptığı açıklamalar zamanlama olarak manidar, üslup olarak şaşırtıcı, içerik olarak ise oldukça sorunluydu. Savaş döneminde, kanlı bir IŞID saldırısından ve Onur Yürüyüşü’nde LGBTİ aktivistlerinin orantısız şiddete maruz kalmalarından bir gün sonra, HDP’li vekillerle ilgili fezlekelerin gerginlik ve tedirginlik yarattığı bir dönemde söylenmiş olduğunu tartışmadan, Kadri Yıldırım’ın beyanını ne açılardan sorunlu bulduğumu anlatıp, iki de kısa çağrıda bulunarak yazıyı bitirmek niyetindeyim.

Kadri Yıldırım ilk olarak şöyle söylemiş. “Bazı bileşenlerimizin LGBTİ eylemlerinde, yürüyüşlerinde ramazan ayına -ki bu İslam kutsallarından birisidir- hakaret edildiği bir ortamda partimiz adına orada bulunmaları ve bu hakarete ses çıkarmamaları gizli bağlamda sanki bu yapılanları benimsiyor gibi bir görüntü oluşturmakta, halkımız bundan rahatsızlık duymaktadır.”

Hangi LGBTİ bireyin Ramazana küfretmiş olduğu yukarıdaki beyanda açık olmamasına rağmen bu iddianın gerçek olması gayet mümkün. Ancak açık olmayan nokta bu iddianın üzerine neden siyasi bir hat belirlenmek istendiği. Öte yandan, birçok müslüman birey de seküler ve LGBTİ bireylere sadece küfretmiyor onları yakıyor, kesiyor, idam ediyor. Ancak buradan yola çıkarak demokrat ve çoğulcu birey ya da gruplar “normal” olarak müslümanların/dindarların eylemlerine katılmayın çağrısında bulunmamakta.  
İkinci beyanı ise şöyle. “Geçen gün Genel Kurul yapılan binanın aşağısında mescit var. Öğle namazını kıldım. AK Partili arkadaşlarla beraber çıktık mescitten bahçeye doğru. Oradaki AK Partili milletvekili arkadaşlar, kamelyanın etrafından halka oluşturarak çay, kahve içenleri göstererek, ‘Kadri hoca sizin iftarınız galiba öğle vakti başlıyor’ demeleri beni üzdü. Ne diyeceğim, nasıl cevap vereceğim? ‘Hepsi seferi, ilaç kullanıyor mu’ diyeceğim? Hepsi kadın değil ki ‘kadınlık hallerine engeldir’ diyeyim. Bunlar bizi zor duruma sokuyor.” Beni zor duruma sokan ise Sur, Lice, Cizre, Silvan, Nusaybin… yanarken, Kadri hocanın AKPli vekiller gibi ve onlarla beraber “ötekinin” oruç tutup tutmadığını takip etmesidir, benim bildiğim HDP bir kişi de oruç tutsa, oruç tutma özgürlüğünü savunmaktır, kimseye ramazanı dayatmak değil.

Son olarak şu beyan dikkat çekici. “Bocaladığımız durumlar meydana getiriyor. Bunların yapılması partimize zerre kadar fayda getirmiyor ama tonlarca zarar getiriyor. Kaldı ki devrimciliğin ve ilericiliğin ölçütü de ulu orta oruç yemek, içki içmek değil. Bunu yapanların yapacakları yerler kendi özel odaları ve evleridir.” Elbette kullanımda olan güvenilir devrim-ölçer allahtan ki yok ancak alkollü içki içmenin ve ramazanda yemek yemenin özel alana, “eve” kapatılması önerisi devrim değil muhafazakarlık kavramıyla birlikte yeniden düşünülmesi gereken siyasi bir öneri bana kalırsa. Ama aslında kaçarı yok: politik bir önermeyle karşı karşıyayım. Kadri Yıldırım İslam’ın kamusal bir din olduğunu ve İslami bir kurallar bütünü ve kültür içinde yaşamak istediğini ve halkın yüzde 95’inin de (katliamlarla ve tehcirlerle kaybettiğimiz gayri-müslüm halklarımızı saymazsak) islamî bir yaşam dilediğini iddia ediyor.
Ben ise bu iddiaya katılmamakla birlikte eğer iddia ettiği gibi islami bir bütünlük içinde yaşamak isteyenler bu denli çoksa, Anadolu ve Mezopotamya’nın müslüman birer coğrafya oldukları kadar topraklarında şarap yapılan coğrafyalar oldukları gerçeğini gözden kaçırmadan, kamusal alanı yeniden düzenlemeyi öneriyorum. HDP beraber yaşamın farklı olasılıklarını düşünme ve gerçekleştirmeye imkan sağlayan bir proje. Kendi yaşamlarımızı birbirimize dayatmak yerine, ileride birbirimizin “evine” gittiğimizde selamlaşabilmemiz daha önemlidir. Bugün her nereden ötürü olursa olsun insana, doğaya, varlığa ve boşluğa saygı mutabık olduğumuz bir değerse, aydınlanma filozoflarının ortaya attığı evrensel saygı kavramını çağırmanın değerli olduğunu düşünüyorum.
Belki bundan da önemlisi demokrat müslümanlar arasından Kadri hocanın beyanına katılmayanların tepki göstermesidir. “İçeriden” gelecek bir tepki islamî/dindar kesimler arasındaki iç diyaloğun gelişmesi ve seküler nüfusla dindar komünitelerin ilişkisinin demokratikleşmesi adına önemli bir pozitif adım olacaktır. Şu ana kadar Kadri beyin beyanlarına yönelen pozitif/negatif  eleştiriler** seküler yazarlar tarafından yapılmıştır. Demokrat dindarların bu konudaki sessizliği manidardır.

Sayın Kadri Yıldırım, 17. yüzyıl Locke siyasi hattı üzerinden hoşgörüye sığınan tekçi bir çoğunluk demokrasisinin mi, yoksa HDP’nin bugün gerçekleştirmeye çalıştığı farkları sayılara indirgemeden beraberleştiren çoğulcu radikal demokrasinin mi parçası olmak istersiniz? Beyanlarınız birinci hatta daha yakın olduğunuzu gösteriyor, lütfen artık bir karar veriniz. Bırakın yüzde doksan beşi, yüzde birden de azım, susmalı mıyım?

* http://www.hurriyet.com.tr/prof-dr-kadri-yildirim-barisi-kabul-etmezseniz-cinler-carpar-28347648
**https://www.evrensel.net/haber/284192/nerdesin-askim

https://www.evrensel.net/haber/284717/daha-cinleri-unutamamisken

Bülent Ersoy'un bir parmağında helikopter, diğer parmağında...

$
0
0
Bülent Ersoy'un yüzüğü servet değerinde

BÜLENT Ersoy, Kemer Belediyesi tarafından bu yıl 13’üncüsü düzenlenen Altın Nar Kültür ve Sanat Festivali’nde konser verdi.

Mücevherleriyle dikkat çeken Ersoy, “Tektaşım bir helikopter alır. Yani bir elimde helikopter var, diğer sarı pırlantanın değerini de ben bilemiyorum” dedi.

Hürriyet

Hande Yener: Bende kadın dili yok

$
0
0

* Kariyerinizde neden hiç kadın söz yazarıyla çalışmadınız?
- Kadınlar dominant değil. Daha duygusal, daha farklı... O kadın dili bende yok. Benim dilim daha isyankâr, maskülen, sert... Genç yaşta eşimden ayrıldım ve oğlumu tek başıma büyüttüm. Hem anne hem baba oldum. Hem müzik yapıp hem kendimi korumaya çalıştım. Herhalde bunlar insanın bir yanını erkeksi yapıyor.

Hakan Gence - Hürriyet

Hem müzisyen, hem futbolcu; Slaven Bilic

Bilic, Volkan Babacan için devrede

Yonca Evcimik: Kartlarını açık oynayıp, özgürce yaşayan LGBT üyelerine ise şapka çıkartıyorum

$
0
0
Yonca Evcim, Gzone dergisine eşcinsellerle ilgili cesur ve samimi açıklamalarda bulundu...


* Uzun yıllar şov dünyasında var olan biri olarak bu piyasadaki LGBTlerin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Kendilerini gizlemek zorunda kalmaları anlaşılır bir durum mu? Ya
da kartlarını açık oynayanlar ciddi sıkıntılar yaşıyor mu?

- LGBT ile aramızda gizli bir dil var. Sosyal paylaşımlarımda özellikle neyi ne için paylaştığımı anlayıp gereken cevabı veriyorlar. Bu ülkede kendini gizlemek zorunda kalanlar var evet. Bu durumlarını anlayabiliyorum. Kapalı devre kendi çevrelerinde kurdukları hayat içerisinde yaşıyorlar. Gönül isterdi ki özgür bir ortamda olsunlar. Ama bu iş sadece olayın öznesiyle bitmiyor. Geride
kalanları eğitmek , dünya görüşlerine farklı pencereler açmak lazım. Ben homofobik insanların çoğunun arka bahçesinin temiz olduğuna inanmıyorum. Yoksa nedir bu kadar takıntı yapmak?Cinayetlere varacak kadar ne yaşadı bu insanlar? Sadece ülkemizde değil, dünyada da kendi cinsel tercihlerini gizlemek zorunda kalanlar var sırf bu baskı ve korku yüzünden. Bu durumun nasıl çözüleceğini bilmiyorum. Umutlu olmak istiyorum ama son zamanlarda hepimizin şahit olduğu olaylar buna engel oluyor. Kartlarını açık oynayıp, özgürce yaşayan LGBT üyelerine ise şapka çıkartıyorum. Kahramanca bir duruş sergiliyorlar. Her türlü sıkıntıya rağmen yaşamlarına devam edip, savaşıyorlar. İşte onlar bu davranışları ile gizlenenleri gizlendiği yerden çıkarabilecek insanlar.

* Sosyal medyadan da görülebileceği üzere açık bir LGBT destekçisisiniz. Heteroseksüellerin ve LGBTlerin eşit haklara sahip olacağı bir geleceğe inanıyor musunuz?

- Umutlu olmak çok istiyorum bu konuda ama şu şartlarda tüm kafa yapısının değişmesi gerek bunun gerçekleşebilmesi için. İnşallah bütün bunlar yakın bir zamanda olur ve biz görebiliriz. Uzak bir ihtimalmiş hissinden çıkmak istiyorum.

* Sizce Türkiye’de LGBT özgürlükleri adına ne durumdayız? Neler yapmak gerekiyor? Kariyerinizin
başından beri LGBT hayran kitlesine sahip bir yıldız olarak, sanat dünyasının üzerine bu konuda düşen bir görev olduğunu düşünüyor
musunuz?

- Yürüyüşlerin yasaklandığı bir ortamdan söz ediyoruz. Bu bir özgürlük kısıtlaması değil mi? Tüm dünyada LGBT’nin yaptığı onur yürüyüşü bizim ülkemizde yasaklandı ve yapılamadı. Çok can sıkıcı
bir durum. Sanat dünyasına düşen görev sadece bu yürüyüşlere katılıp, ‘Beni LGBT çok seviyor’ demekle kalmıyor. Bunun samimiyetsiz ve kimi zaman çıkar amaçlı söylemler olduğunu en başta
LGBT biliyor zaten. Herkes kendi uğraştığı sanat dalının içine mesajını yerleştirmeli. Görsellerinde bunu kullanmalı. Ve bu işe gönül vermiş insanlarla omuz omuza projelerde yer almalı. Öbür türlü ‘Beni çok severler, ben de onları seviyorum’ demek tribüne oynamaktan öteye geçmiyor. O tribün de bunu yemiyor zaten.

* Kendinizi gey ikonu olarak görüyor musunuz? (Şahsen biz fazlasıyla görüyoruz) Sizce gey ikonu olmanın sırrı nedir?

- Bunu ben değil beni takip edenlere sormak lazım. Ama yüz yüze geldiğimizde beni çok onurlandırıyorlar. Bunu hissedebiliyorum. Benim bilmediğim ama onların hayatına değdiğim çok şeyim varmış meğer. Bu işin sırrı var mı bilmiyorum. Ama Türkiye’deki bazı şarkıcıların kendi kendine ünvan verip bunu karşı tarafa empoze etmeye çalıştığı için kendilerini “gey ikonu” da yapabilir.Keşke her şey bizim istememizle olsa diyerek gülümsüyorum böyle durumlarda…

* Diskografinizde çok fazla LGBT marşı sayabileceğimiz şarkı mevcut. Sizce bu şarkıların en başını çeken şarkı hangisi? Hangi şarkınızdan sonra LGBT arasında popüler olduğunuza inanıyorsunuz?

- Gittiğim klüplerde gözlemlediğim “Tatlı Kaçık” ve “Günaha Davet” şarkıları o zamandan bu zamana ciddi anlamda reaksiyon alıyor. Galiba ilk çıktığımdan beri beni jartiyer ve mayo ile şarkı söylerken gördüklerinden ve seçtiğim şarkıları dinledikten sonra ‘tamam bu hatuna yer açın bizim evde’ dediler diye düşünüyorum :)) Şaka tabi. Ha evet, madilik yapıp “ay antipatik kadın” diyenler
de mevcuttur elbet. Sevenin olduğu kadar sevmeyenin de olacak, bu dünyanın dengesi böyle. Ünvanlar değil, hayatlara bi şekilde değmek önemli benim için. Biraz değdim bende sanki…

http://gzone.com.tr/gzone-dergi-temmuz-2016-sayisi-cikti/

LGBTİ'lerden 4 futbol takımı: Atletik dildao, Lezyonerler, Queer Park Rangers, Sportif Lezbon

$
0
0
Yeşil sahaların erilliğine ve heteroseksizimine inat, paslaşması bol, taraftarı dağınık bir turnuva için Queer Futbol camiasının köklü ve seçkin takımlarından Atletik Dildoa, Sportif Lezbon, Lezyonerler ve Queer Park Rangers bir araya geldi.

Yeşil sahaların erilliğine ve heteroseksizimine inat, paslaşması bol, taraftarı dağınık bir turnuva için Queer Futbol camiasının köklü ve seçkin takımlarından Atletik Dildoa, Sportif Lezbon, Lezyonerler ve Queer Park Rangers bir araya geldi.

İstanbul onur haftası kapsamında gerçekleşen turnuvaya toplam 4 takım katıldı ve  her takım 8 er kişiydi.

http://www.detaykibris.com/lgbtilerden-4-futbol-takimi-atletik-dildao-lezyonerler-queer-park-rangers-sportif-le-127488h.htm

Diyarbakır'da 'LGBT' Rengine Boyandığı İddia Edilen Parkın Merdivenleri Yakıldı

$
0
0
Diyarbakır'ın Kayapınar ilçesinde kimliği belirsiz kişi ya da kişiler bir parkın yaşam alanı bölümünde bulunan merdivenlerin 'LGBT' rengine boyandığını iddia ederek yaktı.

Diyarbakır'ın Kayapınar ilçesinde kimliği belirsiz kişi ya da kişiler bir parkın yaşam alanı bölümünde bulunan merdivenlerin 'LGBT' rengine boyandığını iddia ederek yaktı. Şahısların yaktıkları yere ise 'Biji Hizbullah' yazması dikkat çekti.

BENZİN DÖKEREK ATEŞE VERDİLER

Diyarbakır merkez Kayapınar ilçesinde bulunan Ekin Parkı'nın yaşam alanında meydana geldi. Edinilen bilgilere göre, dün gece parka gelen kimliği belirsiz kişi ya da kişiler, boyanan merdivenlere benzin döktükten sonra ateşe verdi.

'BİJİ HİZBULLAH' YAZISI DİKKAT ÇEKTİ

Kısa süre içerisinde alevlerin yükselmesinin ardından çevrede bulunan vatandaşlar durumu itfaiye ve polis ekiplerine bildirdi. Olay yerine gelen itfaiye ekipleri yangını büyümeden söndürdü. Merdivenlerde şahıslar tarafından 'Biji Hizbullah' yazması dikkat çekti.

Polis, olayla ilgili soruşturma başlattı.

http://www.haberler.com/diyarbakir-da-lgbt-rengine-boyandigi-iddia-edilen-8597123-haberi/

İtalyan Devlet Kanalına 'Sansür' Tepkisi

$
0
0
İtalyan devlet kanalı RAİ'nin, popüler Amerikan dizisi 'How to Get Away with Murder'daki eşcinsel sevişme sahnesini sansürlemesi tepki çekti.

İtalyan devlet kanalı RAİ'nin, popüler Amerikan dizisi 'How to Get Away with Murder'daki eşcinsel sevişme sahnesini sansürlemesi tepki çekti. RAİ 2 kanalı, sıklıkla "HTGAWM" olarak da kısaltılan ABD yapımı bir hukuk draması olan "How to Get Away with Murder" adlı televizyon dizisini Cuma günü yayınlamaya başladı. Böylece, yine bu ülkede daha önce Fox kanalında yayınlanmış olan dizi, ilk kez İtalyan TV seyircisiyle şifresiz olarak buluşmuş oldu. Ancak bu sefer sansürlenmiş haliyle. Kanal, "Le Regole del delitto perfetto (Mükemmel suç kuralları)" adıyla yayınlanan ve başrolünü Viola Davis'in oynadığı dizideki önemli karakterlerden Jack Falahee'nin hayat verdiği Connor Walsh ve Conrad Ricamora'nın canlandırdığı Oliver Hampton'ın sevişme sahnesini makasladı.

Bu uygulama İtalyanların yanı sıra, dizinin yabancı diğer takipçilerinin de sosyal medyada büyük tepkisini çekti. Birçok kullanıcı "Homofobik RAİ" ve "Aşk aşktır" başlıklarıyla tepkisini ortaya koydu.

Dünya genelinde milyonlarca hayranı bulunan ve ABD'de iki sezonu yayınlanmış olan diziye sansür uygulanması, onun yaratıcısı Peter Nowalk'ı da şaşırttı.

"Grey's Anatomy" ve "Scandal" gibi serilerin de yaratıcısı olan Nowalk, Twitter hesabından, "Şimdiye kadar böyle bir şey duymadım. Şoka girdim ve hayal kırıklığına uğradım" mesajını paylaştı.

Nowalk ayrıca, İtalyan izleyiciler için sansürlenen sahnenin orijinal videosunu da paylaştı.

FALAHEE: "VATİKAN BİLE GÖZLERİNİ AÇMAYA BAŞLADI"

Sevişme sahnesinin merkezindeki "Connor Walsh" karakterini canlandıran Jack Falahee de tepkisini ortaya koyanlardan.

Sansürü, "Lanet olsun, bu çılgınlık" diye sosyal medya hesabından yorumlayan Falahee, İtalyan bir kullanıcının, devlet kanallarının henüz böyle sahnelere hazır olmadığını yazması üzerine ise, "İtalyan izleyicilerin 'gerçek' yaşama hazır olmadığını mı düşünüyorsunuz? Vatikan bile gözlerini açmaya başladı" diye karşılık verdi. Ünlü serinin yapımcısı Shonda Rhimes ise, "Herhangi bir aşkın sansürü kabul edilemez" diye öfkesini ortaya koydu. İtalyan basını da bu sansürü sert ifadelerle eleştirdi. Yapılan bazı yorumlarda özetle şunlar belirtildi:

"Eşcinsellik, sayın genç Başbakanımız Matteo Renzi'nin ekibinin yönettiği devlet kanalımız için çok devrimsel bir olay olmalı. Bu bir skandal. Oysa heteroseksüel sevişme sahneleri asla makaslanmıyor. O halde sorun cinsel ilişki değil, eşcinsellik. ABD'de ABC kanalında yayınlanan bu dizinin ilk bölümünü 14, ikinci bölümünü ise 12 milyon izleyicinin seyrettiğini unutmayalım" ifadeleri göze çarptı.

TEPKİLER ÜZERİNE RAİ'DEN GERİ ADIM

Yoğun tepkiler üzerine Rai 2'den geri adım geldi ve dizinin sansürlenmemiş halinin Pazar akşamı (10 Temmuz) tekrar yayınlanacağı duyuruldu.

Kanalın Twitter hesabından dün yapılan paylaşımda, "Aşırı edep bizi hataya sürükledi ve bundan dolayı özür diliyoruz. Yarın akşam, dizinin orijinal halini saat 21.05'te tekrar yayınlayacağız" denildi. RAİ 2'nin bu iletisini takipçileriyle paylaşan Peter Nowalk, "İyi haber, dizinin tüm hayranlarına bunun olmasını sağladığı için teşekkür ederim. Aşk Aşktır" ifadelerini kullandı.

Bazı takipçileri ise Peter Nowalk'a, neden sadece İtalya'daki sansürle ilgilendiği ve Orta Doğu ülkelerindeki sansürle ilgilenmediği yönünde tepki gösterdi.

Nowalk ise bunun üzerine, tüm hayranlarından bulundukları ülkelerde diziye uygulanan sansürü kendisine bildirmesini istedi.

Roma

http://www.haberler.com/italyan-devlet-kanalina-sansur-tepkisi-8597372-haberi/

Gay futbolcu...

$
0
0
MERSİN İDMAN YURDU’NUN ESKİ KALECİSİ ERKEK SEVGİLİSİYLE GÖRÜNTÜLENDİ

Mersin İdman Yurdu Spor Kulübü’nde bir zamanlar kalecilik yapan Bulgar kaleci Nikolay Mihaylov’un eşcinsel olduğu yönünde çıkan haberler doğrulandı.

Hot Arena sayfasının haberine göre, 2014 – 2015 yılları arasında
Mersin İdman Yurdu Spor Kulübü’nde kalecilik yapan Nikolay Mihaylov’un bir süredir bir erkek ile beraber olduğu konuşuluyordu, fakat doğrulanmıyordu. Bir dönem Bulgaristan pop-folk müziğinin başarılı seslerinden Alisia ile evli olan eski kaleci, eski eşinin erkek kardeşi ile birlikte olduğu kesinleşti. Şu an hiçbir spor kulübünde yer almayan ve bu nedenle maddi yönden sıkıntılı günler geçiren Mihaylov’un eski eşinin kardeşinden zor günlerini atlatmak için destek aldığı da açıklandı.

Eski eşi Alisia ise beraberlik karşısında şok olduğunu ve büyük hayal kırıklığına uğradığını belirtti. Bu zamana dek kardeşine her türlü maddi desteği sağladığını belirten ünlü şarkıcı, bundan böyle maddi ve manevi desteği çekeceğini söyledi.

Haber: Serkan Gökçe

Gzone

Jonathan Hippensteel by Felix Bernason!

Gökhan Gönül

Rüzgar gibi geçti!

$
0
0
3 yıl önce ameliyatla cinsiyet değiştirip erkek olan Rüzgar Erkoçlar, Bodrum’da ortaya çıktı.

Önceki gün Yalıkavak Çilek Beach’te objektiflere takılan Erkoçlar locada arkadaşlarıyla oturup sohbet etti.

İlerleyen saatlerde sıcaktan bunalan Erkoçlar, serinlemek için denize koştu.

Muhabirleri fark eden oyuncu, kısa süreli tedirginlik yaşadı.

UMUT ÜNVER / VATAN MAKARON

Türkiye sinemasında dönüşen LGBTİ anlatıları

$
0
0
Murat Akser

Son elli yıl içinde Türkiye sinemasında LGBTİ tasvirleri zaman içerisinde sırasıyla lezbiyen kadın, trans birey ve eşcinsel erkek anlatımları olarak üç aşamalı bir anlatım dönüşümü gerçekleştirdi. Bu dönüşümde farklılıklara daha olumlu bakan bir toplum anlayışının gelişmesinin de payı oldu. Özellikle son on yılda LGBTİ bireylerle ilgili toplumsal algıda olumlu gelişmeler meydana geldi. Üniversitelerde queer bireylerin haklarını korumak amacıyla kulüpler kuruldu ve çeşitli kentlerde her sene onur yürüyüşleri, queer ve trans film festivalleri düzenlenmeye başladı.

LGBTİ bireylerin Türkiye sinemasındaki olumlu temsiline giden yol 1960’lı yıllarda önce iki kadın karakterin dudaktan öpüştüğü sahneleri içeren filmlerle başladı. Türkiye sinema tarihçiliğinde LGBTİ konusu toplumsal tabular nedeniyle kolay tartışılamadı. Bu konuda amatör ve aktivist tarihçiler, Attila İlhan tarafından senaryosu yazılan ve Aydın Arakon tarafından yönetilen Ver Elini İstanbul filmini işaret ederler. Bu filmde, Mualla Kavur tarafından canlandırılan isimsiz bir karakter ve Leyla Sayar tarafından canlandırılan Türkan karakteri öpüşür. Hemen aynı yıla ait bir diğer film Kemal Tahir tarafından yazılan ve Atıf Yılmaz tarafından yönetilen İki Gemi Yanyana’dır. Bu filmde de Aysel (Suzan Avcı) ve Sevda Nur (Güler) birbirlerini öperler. Film sansürden sorumlu yetkililer tarafından ‘Türk aile yapısına zarar verdiği gerekçesiyle’ sinemalarda yasaklanır. Filmde samimi olan iki kadın karakter dudaklarını hızlıca birbirlerine dokundururlar. Bunun dışında ilişkileri arkadaşçadır. Daha ciddi bir lezbiyen ilişki ve iki kadın arasında ilişkilerini yansıtan bir öpücük Haremde Dört Kadın filmi ile birlikte gelir.

İlk Öncü Film: Haremde Dört Kadın (1965)

Haremde Dört Kadın ulusal sinema akımının en önemli kuramcısı ve uygulayıcısı olan yönetmen Halit Refiğ’in Batılılaşma ile olan sorunları psikanaliz, yasak ilişkiler ve Türkiye tarihini ön plana çıkararak anlattığı filmidir. Film ahlaken çökmüş, rüşvetçi Osmanlı paşasının konağında 1899 yılında geçer. Sadık Paşa’nın (Sami Ayanoğlu) hareminde üç eşi bulunmaktadır ve bu kadınların aynı zamanda birbirleriyle de ilişkileri vardır. Şevkidil (Ayfer Feray) yaşlı ve tecrübeli, Migrengiz (Birsen Menekşeli) duygusal ve kararsız ve Gülfem (Pervin Par) Paşa’nın mirasını sahiplenecek bir çocuk doğurmak için başka erkeklerle beraber olan bir kadındır. Şevkidil haremi yönetir ve paşanın dördüncü genç eşi Ruşan’ın (Nilüfer Aydan) etkisini engellemeye çalışır. Migrengiz diğer iki kadını hem sembolik hem cinsel olarak kontrolü altına alır. Migrengiz haremdeki diğer kadınlarla açıkça öpüşür ve sevişir. Ruşan’a da aynı teklifte bulunur ancak Ruşan onun teklifini reddeder. Her kadın sembolik olarak geldikleri etnik kimliği (Arap, Çerkez, Gürcü gibi) temsil ederken Ruşan da Anadolu’yu temsil eder.

1970’ler: Cinsel Sömürü ve Bülent Ersoy’un Trans-özür Filmleri

1970’lerin ikinci yarısında cinsel içerikli yerli film patlaması olur. Kadın bedeninin istismarı üzerine kurulu bu filmlerin bir kısmında lezbiyen ilişkiler de çarpık olarak gösterilir. 1970’lerin sonu, 1980’lerin başında halka mal olmuş trans şarkıcı Bülent Ersoy cinsiyet değiştirme operasyonu geçirmek ister ve bu isteği basında yankı bulur. 1980 darbe yönetimince topluma kötü örnek olduğu gerekçesiyle Bülent Ersoy tutuklanır. Ameliyatından önce erkek bedeninde yaşamak zorunda kalan Bülent Ersoy, kendisini bir karakter olarak yansıtan ve trans bireyleri toplumun gözünde acınacak ve utanacak bir durumda gösteren özürcü filmlerde oynar. Bu filmlerde Bülent Ersoy yanlış yaşam tarzı kurbanı olan bir günahkâr olarak sunulur. Osman F. Seden yönetmenliğindeki Beddua (1980) filminde Ersoy çocukken cinsel saldırıya uğrar ve bu tecrübe onun daha sonradan trans olmasına neden olur. Bu filmden sonra filmlerde trans bireylere yer verilmez ve eşcinsel karakterlere yer verilmeye başlanır. O dönemin Türkiye sinemasında eşcinsel veya trans birey kürklü, ağır makyaj yapan ve hem erkekler ve hem de kadınlar ile gelişigüzel cinsel ilişkiye giren bir kişi olarak gösterilir. Ayrıca cinsiyet olarak arada yani ne erkek ne de bir kadın olarak görülürler. Trans bireyleri daha da kötü gösteren bir özür filmi de Şöhretin Sonu (1981)’dur. Bu film tamamen Bülent Ersoy’a toplumdan özür dileten bir şekilde tasarlanır. Filmde Bülent adlı eşcinsel daha çocukken bez bebekler ile oynarken gösterilir. Yetişkin bir birey olunca gazinoda kadın kıyafetleri giyerek şarkı söyler. Filmin sonunda Bülent Ersoy karakteri böyle davrandığı için halktan özür diler ve tekrar erkek olur. 1980 darbe sineması trans bireylerin temsiline böylece negatif bir etkide bulunur.

1980’ler ve Atıf Yılmaz’ın Cinsel Tabuları Yıkan Sineması

Atıf Yılmaz ve Müjde Ar, yönetmen-oyuncu ikilisi olarak 1980’lerde Türkiye sinemasında, güçlü kadın karakterlerin yer aldığı filmleriyle feminist bir rüzgâr estirdiler. 1980’lerin başında Yılmaz eşi Deniz Türkali vasıtasıyla kadın hakları aktivistleri ile tanıştı ve feminist çevrelere dâhil oldu. Atıf Yılmaz 1985 yılında Dul Bir Kadın’ı yaptı. Film, Müjde Ar ve Nur Sürer ikilisini bir önceki gece beraber olduklarını ima eden bir biçimde aynı yatakta çıplak iki kadın karakter olarak gösterir.

Dul Bir Kadın’da Suna (Müjde Ar) kocasını kaybetmiş bir kadındır. Suna’nın burjuva arkadaş çevresi zengin bir koca arayan kadınlarla doludur. Suna daima cinsel açıdan kendisini çekmeyen ama toplumda kabul gören varlıklı yaşlı erkekler ile eşleştirilir. Suna bir gün rastlantı sonucu profesyonel bir fotoğrafçı olan Engin (Yılmaz Zafer) ile tanışır. Engin çapkın bir erkektir. Engin, tanışmalarından kısa bir süre sonra Suna ile cinsel ilişkiye girer. İkili, Suna’nın en iyi arkadaşı Ayla ile birlikte Bodrum’a gider. Bodrum’da Suna ve Engin hemen tutkulu ve cinsel tatmini olan bir ilişkiye başlar. Ancak kısa zamanda sıkılan Engin Suna’ya kötü davranır, başka kadınlarla beraber olur ve Suna’yı döver. Buna sinirlenen Suna o gece Ayla ile aynı yatakta uyur. Sabah Suna ve Ayla’yı aynı yatakta çıplak yatarken gören Engin iki kadını fotoğraf çekimine davet eder. Bu çekimde iki kadın Bodrum sokaklarında yabancılaşmış lezbiyen bir çift rolünü oynar. Bu şekilde Atıf Yılmaz fotoğraf çekiminin yarattığı hayali/sanatsal ortamda lezbiyen aşk üzerine de sinemasal bir fantezi kurar. Dönem itibariyle lezbiyen bir çifti bir sinema filminde açıkça anlatmak zor olmuş olabilir. Unutulmasın ki devletin sansür mekanizması bu tarihte halen etkindir.

1991 seçimleri sonrası DYP-SHP koalisyonunun kurulmasının ardından sinemada sansür kalkar ve bu defa Atıf Yılmaz yeni filminde lezbiyen bir çifti tüm gerçekliğiyle anlatır. 1992 yapımı Düş Gezginleri bir LGBTİ film festivaline (Torino) katılan ilk uzun metraj Türk filmi olarak anılır. Film tüm cesurluğuna rağmen bu defa da lezbiyen bir ilişkiyi heteroseksüel ilişki normları ile anlatması nedeniyle eleştirilir. Filmde Nilgün (Meral Oğuz) eşinden ayrılmış bir doktor olarak Ege’de küçük bir kasaba hastanesine tayin edilir.

Film Türk toplumunda cinsellik üzerindeki çifte standardın bir kanıtıdır. Örneğin Nilgün, ona evini kiralayan Nafiz (Yaman Okay) tarafından taciz edilir. Aynı zamanda Nazif’in eşi Nilgün’e benzer biçimde lezbiyen ilişki teklif eder. Nafiz’in eşi onun başka bir kadına âşık olmaması için hayat kadınlarıyla birlikte olmasına göz yumar. Nilgün sürekli olarak etrafındaki erkeklerden evlilik baskısı görür. Örneğin hastane başhekimi Ali (Memduh Ün) Nilgün’ü dul bir diş hekimi ile evlenmesi için zorlar.

Nilgün bir gün sağlık muayenesi için bir genelevi ziyaret eder. Orada fahişelik yapan çocukluk arkadaşı Havva (Lale Mansur) ile karşılaşır.  Her iki kadın hemen birbirlerine âşık olurlar ve beraber yaşamaya başlarlar. Bu küçük bir kasabadır ve hem erkekler hem de kadınlar onlar hakkında dedikodu yapar. Nilgün ve Havva yerel halk tarafından kötü muamele görünce İstanbul’a kaçarlar. Burada iki kadın arasındaki sınıf farklılıkları keskin bir biçimde ortaya çıkar. Nilgün hâlâ eski kocası ile ondan borç almak için görüşür. Ayrıca Havva’nın konuşma ve tavır açısından değişmesini ister. Nilgün Havva’yı cahil ve kaba bulur. Sonunda çiftin ilişkisi kıskançlık nedeniyle çöker. Nilgün kendisine hayran zengin bir adam ile klinik açmak amacıyla maddi destek için beraber olur. Havva üst kat komşusu (bir başka lezbiyen karakter) ressam Olay (Deniz Türkali) için çıplak poz verir. Nilgün bunun üzerine kıskançlıktan Havva’yı döver. Filmin cinsiyet ve sınıf ile ilgili çatışması son dönem Fransız filmi Mavi En Sıcak Renktir’i hatırlatır.

Trans-Dönüşüm: Gece, Melek ve Bizim Çocuklar

Atıf Yılmaz 1993 yılında trans kimliklerin gerçekçi yansıtıldığı bir film yapar. Daha önce Dönersen Islık Çal filminde daha uçta duran trans bireyler varken Gece, Melek ve Bizim Çocuklar filminde trans bireyler üç boyutlu gerçekçi karakterler olarak yer alırlar. Filmde Serap (Derya Arbaş) Beyoğlu sokaklarında çalışan bir hayat kadınıdır. Serap’ın parasını çalan trans karakter Fulya sonradan onunla arkadaş olur. Serap ise para karşılığı erkekler ile beraber olan Hakan’a (Uzay Heparı) âşık olur. Melek (Deniz Türkali) sevdiği adamı bıçakladığı için cezaevine girip çıkmış meczup bir yaşlı kadındır. Serap ona acıyıp Melek’i evine alır. Fulya da cinsiyet değiştirme operasyonu faturasını ödemek için fahişelik yapar. Filmin sonunda biri hariç tüm karakterler çöküş yaşarlar. Melek önce sokaktaki gençler tarafından tecavüze uğrar ve sonra da Hakan’ın patronu Osman tarafından öldürülür. Hakan ve eşcinsel sevgilisi sınıfsal farklar nedeniyle anlaşamazlar. Serap Hakan’ı bu adamla para karşılığı ilişki halindeyken yakalar ve onu terk eder. Bu trajedilerden kendini kurtulabilen bir tek Serap’tır. Serap biriktirdiği paralarla şarkıcılığa başlar ve sosyeteye karışır. Toplumun dayattıklarını uygular ve bilinçli olarak toplumda kişiliğini de bedeni gibi satan biri haline gelir. Bu bağlamda ona yol gösteren kişi Serap’ı bir gece yoldan alan Remzi’dir (Kaan Girgin). Serap bu zengin adamın evini, yaşamını ve doğum günü partisini görür ve böyle bir yaşama sahip olmaya karar verir. Sonunda Serap bir şarkıcı olarak zengin olur ve film Serap’ın benzer bir gösterişli doğum günü partisi kutlamasıyla sona erer. Serap onunla evlenmek ve fahişelik yapmadan geçindikleri bir hayat isteyen Hakan’ı tercih etmez.

1990’ların sonunda eşcinsel bireyler yan karakterler olarak yeni yönetmenlerin filmlerinde yer alırlar. Mustafa Altıoklar Denize Hançer Düştü (1992) adlı ilk filminde eşcinsellik konusuna değinir. Filmde birbirine âşık iki tiyatrocunun iç çatışmaları bir sahne oyunu çerçevesinde anlatılır. İki tiyatro oyuncusu Deniz (Yasemin Alkaya) ve İpek (Nur Sürer) Jean Genet’nin Balkon adlı oyununun provası ve sahnelenmesi sırasında oyundaki gibi sevgisizlik, cinsellik ve iktidar tutkusu kavramlarını tartışmaya açar.  Bu yönüyle film 2014 yılı Oscar ödülünü alan Birdman filmini akla getiriyor. Mustafa Altıoklar İstanbul Kanatlarımın Altında (1996) ve Ağır Roman (1997) filmlerinde eşcinsel karakterleri herkes gibi hayatlarını yaşamaya çalışan ancak toplum tarafından kötü muamele gören kişiler olarak resmeder. İstanbul Kanatlarımın Altında filminde Sultan 4. Murat’ın (Ege Aydan) eşcinsel sevgilisi Musa Çelebi’dir (Berke Hürcan). Musa, Murat’ın annesi Kösem’in (Zuhal Olcay) kışkırttığı yeniçeriler tarafından boğulur. Sultan’ın bu olay üzerine ruhsal dengesi bozulur ve heteroseksüel bir dönüş yaparak hem kadınlara ilgi duymaya başlar hem de düşmanlarının hakkından gelir. Ağır Roman’da ise mahalle kabadayısı Salih (Okan Bayülgen) eşcinsel arkadaşı Orhan’ı (Küçük İskender) kötü muamele ve tacizden kurtarır.

Gene aynı dönemde İtalya’da yaşayan Türkiye kökenli yönetmen Ferzan Özpetek ilk uzun metraj filmi olan Hamam’ı yapar. Hamam (1996), üzerinde çok konuşulan ve zamanına göre ileri bir filmdir. Film, Türkiye’de genelde eşcinsel aşka oryantalist bir bakış olduğu için eleştirilir.

2000’ler Kutluğ Ataman’ın İsyankâr Kahramanları: Lola ve Bilidikid ve İki Genç Kız

6.ikigenckizKutluğ Ataman’ın LGBTİ karakterleri olan iki önemli filmi var. İlki Lola ve Bilidikid Almanya’da yaşayan Türk göçmenlerin Alman sevgilileri ile eşcinsel ilişkilerini aynı zamanda sınıfsal-etnik çatışmalarıyla da ele aldı. Bu film de tıpkı Hamam gibi pek çok yurtdışı film festivaline katıldı ve üzerinde en çok eleştirel yazı yazılan Türk-Alman filmi oldu. Bu filmden sonra Ataman, Perihan Mağden’in İki Genç Kızın Romanı’ndan uyarladığı İki Genç Kız (2005) filmini yaptı. Behiye (Feride Çetin) ve Handan (Vildan Atasever) erkek egemen ve baskıcı toplumda birbirlerine lezbiyen ilişkiye girecek kadar yakınlaşır. Ancak bu yakınlık aralarındaki sınıf farkı nedeniyle devam etmez. Fatih Akın da Yaşamın Kıyısında filminde Alman bir kadın ile Türk bir kadının (Nurgül Yeşilçay) cinsel yakınlaşmasını tüm doğallığıyla anlatır.

2010’lar ve Dönüşüm: Nar ve Zenne

Son dönem Türkiye sineması artık LGBTİ karakterleri karmaşık ve gerçekçi şekillerde tasvir edebilmekte. Buna en iyi iki örnek Zenne (yönetmenler M. Caner Alper ve Mehmet Binay, 2012) ile Ümit Ünal’ın Nar (2011) filmidir. Zenne Alman foto muhabiri Daniel (Giovanni Arvaneh) ve eşcinsel bir birey olan Ahmet’in (Erkan Avcı) zenne olan arkadaşları Can (Kerem Can) ile olan ilişkilerini anlatır. Film gerçek bir hikâyeye dayanır. Filmin uluslararası başarısı üzerine Türk medyasında eşcinsel erkeklerin kötü muamele görmekte olduğu gerçeği tartışmaya açılır. Töre adı altında bazı gelenekçi ailelerin cinsel normdan saptığını düşündükleri çocuklarını infaz etmeleri Mahsun Kırmızıgül’ün Güneşi Gördüm filminde de işlenir.

Ümit Ünal’ın estetik olarak minimalist olan ve oyuncuların gerçekçi performansı ile dikkat çeken filmi Nar’da İrem Altuğ (Deniz) ve İdil Fırat (Sema) tarafından oynanan iki güçlü lezbiyen karakter özenle hazırlanmış bir gerilim yaratırlar. Film lezbiyen ilişkisi olan iki kadını gerçekçi biçimde sunması açısından başarılıdır.

Melodram sinemasının en popüler temsilcisi olan yönetmen Çağan Irmak ise karakterlerini içine kapayan gizli bir eşcinsellik hissini birkaç filmde yaratır. Özellikle Mustafa Hakkında Her Şey ve Issız Adam’ın ana karakterlerinin bu gizli eşcinsellikleri hissettirilir ancak asla itiraf edilmez. Irmak’ın Tamam Mıyız? filmi Türkiye sinemasında eşcinsel kimliğini gizli tutan karakterlere üstü kapalı anlatım yaklaşımını sürdürmektedir. Filmin en büyük sırrı başkarakterinin eşcinsel olduğunu kabul etmesi ve bir başka erkeğe bunu anlatabilmesidir.

Türkiye LGBTİ sineması 1962 yılında ilk defa iki lezbiyen karakterin kaçamak bir öpücüğü ile başlar. Sinemamızda yönetmenler cinselliği farklı yaşayan bireyleri temsil edebilmek için sansür karşısında uzun süre uğraşmıştır. İlkin lezbiyen karakterlere sonra trans bireylere değinen Türkiye sineması en son eşcinsel erkek karakterleri de gösterebilmiştir. 50 yılı aşan ve cesur yönetmen ve oyuncuların uğraşlarıyla gelişen bu temsil şekli umarız daha da dürüst, demokratik ve insan haklarını evrensel normlarda yaşayan bir toplum yapısının gelişmesinde olumlu katkılarda bulunmaya devam edecektir.

http://cibalipostasi.com/turkiye-sinemasinda-donusen-lgbti-anlatilari/

Kayıp Bahreynli kız lezbiyen aşkı için İstanbul'a kaçmış

$
0
0
Kayıp Bahreynli kız İstanbul'dan çıktı... Ülkesinde her yerde aranan kayıp Bahreynli kız İstanbul'dan çıktı. Bahreynli ünlü bir iş adamının yaşı reşid olmayan kızı İstanbul'dan çıktı.... Bahanesi ise lezbiyen olduğu ve arkadaşı için İstanbul Kadıköy'de bulunduğu oldu.

Ülkesinde her yerde aranan kayıp Bahreynli kız İstanbul'dan çıktı. Bahreynli ünlü bir iş adamının yaşı reşid olmayan kızı İstanbul'dan çıktı.... Bahanesi ise lezbiyen olduğu ve arkadaşı için İstanbul Kadıköy'de bulunduğu oldu.

Günlerdir kayıp olan Bahreynli ünlü bir iş adamının kızı olan Nabel İstanbul'da böyle bulundu. Henüz yaşı reşit olmayan kayıp kız için ailesinin başvurusu üzerine İnterpol tarafından aranma kararı çıkartılması sonrasında hızla araştırmalar yapıldı. Kayıp kızın bulunması için seferber olan Bahreyn polisi ise genç kızın sosyal medya hesaplarını adım adım  incelemeye alarak bazı önemli ipuçlarına ulaştı.

Kayıp kızın sosyla medya hesaplarında yapılan araştırma ve incelemeler sonrasında Nabel’in sosyal medyada son olarak Türkiye’deki bir kullanıcıyla görüştüğü ortaya çıktı. Bunun üzerine Bahreyn polisi genç kızın Türkiye’de olabileceği ihtimaliyle Türk polisinden destek istedi. İstanbul Çocuk Şube Müdürlüğü ekipleri Bahreyn İstanbul Konsolosluğu’ndan gelen yetkililerin yaptığı başvuru sonrası Nabel’i bulmak için çalışma başlattı.

Yapılan incelemede genç kızın Kadıköy’de yine Bahreynli bir kadınla birlikte kaldığı öğrenildi. Kaldığı adresten alınan Nabel, İstanbul Çocuk  Şube Müdürlüğü’nde ifade verdikten sonra konsolosluk yetkililerinin gözetiminde ailesine teslim edilmek üzere Bahreyn’e götürüldü. Lezbiyen olduğunu belirten ve buna rağmen ailesinin kendisini zorla evlendirmek istediğini söyleyen Nabel’in, bu nedenle evden kaçtığını ifade etmesi ise herkesi büyük şaşkınlığa uğrattı.

HALİL İBRAHİM BİTKİ / Milliyet / İstanbul

Renato Freitas by Leon Le

Ya sabır... (İdo Tatlıses).

$
0
0

Sabırla bekliyorum...
Şu genç şu meçten ne zaman vazgeçecek diye.
Saçını yeniden boyatsın normal rengine...
Söz, ne iki beden küçük pantolonlarına...
Afili gömleklerine...
Ne de Hawaii şortlarına...
Ağzımızı açıp laf edeceğiz.

Hürriyet

“Dünyanın En İyi Onur Fotoğrafı” ödülü Türkiye’den

$
0
0
“Dünyanın En İyi Onur Fotoğrafı” ödülü Türkiye’den Akın Çeliktaş’ın oldu.


Onur Fotoğrafı Ödülü (Pride Photo Award) isimli uluslararası cinsel ve cinsiyet çeşitliliği konulu yarışma her sene dünyanın dört bir yanından bu konuda çekilmiş fotoğraflar arasından en iyilerini seçiyor. 2016 yılının en iyi Onur Fotoğrafı ödülünü bu sene, yasaklanan “LGBTİ Onur Yürüyüşü” sırasında gökkuşağı rengindeki çoraplarıyla polislerin arkasında duran genç kadını kadrajına alan fotoğrafçı Akın Çeliktaş kazandı.

http://gzone.com.tr/dunyanin-en-iyi-onur-fotografi-odulu-turkiyeden-akin-celiktasin/

TÜRK TOPLUMU TABULARI YIKIYOR

$
0
0
TGD BW İLK KEZ EŞÇİNSEL GEÇİDİ CSD’YE KATILIYOR

Baden Würtemberg Türk Toplumu bu sene ilk kez eşcinsel geçidi Christopher Street Day’e (CSD) katılıyor. TGD BW, 30 Temmuz’daki eşcinsel geçidi CSD’ye katılarak tabu olan eşcinsellik konusunda göçmenlerde de hassasiyet kazandırmayı amaçlıyor.

Almanya Türk Türk Toplumu Genel Başkanı Gökay Sofuoğlu, Alman Basın Ajansı dpa’ya yaptığı açıklamada başta CSD’ye katılmakla ilgili dirençle karşılaştıklarını da belirterek „Ancak her türlü ayrımcılığa karşı çıkan bir sivil toplum örgütü olarak bu konuya gözlerimizi kapatamazdık“ dedi.

GOKAY SOFUOGLUÖnümüzdeki Cuma tam iki hafta sürecek CSD etkinliklere işaret eden Sofuoğlu, çocukları eşcinsel olan anne ve babaların bu konuya daha fazla hoşgörülü tepki vermelerini umduklarını söyledi. Bazı İslami cemiyetlerin, TGD BW tarafından yürütülen „Kultursensibele sexuele Orientierung“ (Cinsel Tercihlere Kültürel Hassasiyet) adlı eşcinsel genç göçmenlere yönelik projelerine ise ilgi gösterdiklerini bildiren Sofuoğlu „Birçoğu farklı cinsel tercihlerle nasıl başa çıkıması gerektiğini bilmiyor“ diye konuştu.

„Andrej diğerlerinden farklı, Selma ise Sandra’yı Seviyor“ sloganı 2015’ten bu yana eşcinsel göçmen gençlere yönelik proje ile cinsel tercihler konusunda bağımsız karar verme ve cinsel kimliğin baskı altında kalmadan oluşturulması amaçlanıyor.

Federal Aile Bakanlığı’nın himayesindeki proje ile özellikle muhafazakar, geleneksel ve koyu dindar ailelerden gelen gençlere ve ailelere danışma hizmetleri de sunuluyor.

STUTTGART – Işın TOYMAZ

http://www.yeniposta.de/tuerk-toplumu-tabulari-yikiyor.html
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live


<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>