Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live

Yeni Akit - Harun Sekmen'den homofobik bir balgam:LGBTİ’li sapkınlar dehşet saçıyor

$
0
0
İslam dünyasının önde gelen alimlerinden Aziz Yattabare’nin eşcinseller aleyhinde fetva verdi diye homolar tarafından katledilmesi, Türkiye’de sapkınlar tarafından gerçekleştirilen saldırıları akıllara getirdi.

Toplum tarafından mağdur edildikleri ve dışlandıkları yalanıyla sapkınlıklarını normalleştirmeye çalışan LGBTİ’li eşcinsel ahlaksızlar dehşet saçıyor. Sosyal alanda hiçbir karşılıkları olmadığı halde, ‘alışın her yerdeyiz’ diyerek milletimize meydan okuyan homolar, gencecik vatan evlatlarını acımasızca katlediyor. Bursa’da Derya Yıldırım isimli bir travesti geçtiğimiz yıl yol verme tartışması yaşadığı Görkem Bayraktar’ı falçatayla katletmişti. Aynı travestinin daha önce de 19 yaşındaki bir genci bıçakla öldürdüğü tespit edilmişti.

Sağlıklı ruh halleri yok
Samsun’un İlkadım ilçesinde de yine bir travesti dehşeti baş göstermişti. 18 yaşındaki Kerem B. İsimli bir genç, I.Y. adlı bir travestinin jiletli saldırısına uğramış ve sağ kulağını kaybetmişti. 18 yaşındaki pırıl pırıl bir gencin geleceği, fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı olmayan bir sapkın tarafından çalınmıştı. Yine Samsun’da bir eve fuhuş yapıldığı gerekçesiyle baskın düzenleyen polis, LGBTİ’li ahlaksız sapkınların satırlı saldırısına uğramıştı. Polise bile satırla saldıracak kadar gözü dönmüş olan travestilerin, toplum için büyük tehdit oluşturduğu gözler önüne serilmişti.

Afyon ise LGBTİ’lilere tepki gösteren vatandaşlar, sapkınların saldırısına uğradı. Toplumun yüz karası ahlaksız homolar, aziz milletimizin şahsiyetli üyelerine pompalı tüfekle saldırmıştı. Homoların silahından çıkan saçmalar birçok vatandaşımız yaralanmıştı. İstanbul Şişli’de ise Ünal E. İsimli bir travesti 7 katlı bir binayı ateşe vererek, apartman sakinlerinin hepsini yakmak istemişti. Yangını söndürmeye gelen itfaiye ekiplerine ve vatandaşlara palayla saldırmıştı.

İslam alimini katlettiler
Geçtiğimiz günlerde Batı Afrika’nın önemli ülkelerinden biri olan Mali’nin tanınmış İslam alimlerinden Şeyh Abdoulaye Aziz Yattabare de eşcinsel teröristlerin kurbanı olmuştu. Hollanda merkezli eşcinsel bir vakfın Mali’deki faaliyetlerine karşı çıkan Şeyh Aziz, sabah namazı çıkışında homoseksüel bir sapkın tarafından bıçaklanarak katledilmişti.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/lgbtili-sapkinlar-dehset-saciyor-597543.html

Fenerbahçe, Mehmet Ekici ile nihayet: 3-2

Transseksüel Hastaların Değerlendirilmesi

$
0
0
Herkese merhaba! Geçtiğimiz günlerde, cinsiyet değişimi sürecinde olan bir hastamın, acil servise başvuru şikayetleri ile ilgili tanı ve tedavi sürecini planlarken, acil servis hekimlerinin transseksüel hastaların tıbbi bakımları hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaya ihtiyaçlarının olabileceğini düşündüm ve bu yazıyı hazırlama kararı aldım. Aynı zamanda, cinsiyet değişimi sürecinde, tıbbi sisteme yoğun ve uzun süre katılan transseksüel bireylerin, olumsuz sağlık hizmeti deneyimleri yaşamamaları için de faydalı olacağına inanıyorum. Başlıca kaynak olarak, EMRA tarafından 2018 yılında hazırlanan Transgender Care Guide’ı kullandım. Keyifli okumalar dilerim.

transseksüel

Transseksüel Hasta
Kendini karşı cinse ait olarak tanımlayan, cinsiyet bilinci, doğuştan sahip olduğu fiziksel cinsiyetinden farklı olan kişilere transseksüel denir. Belirli yasal ve tıbbi şartların gerçekleştirilmesi sonucunda bireyler, hormon tedavisi ve ameliyatlardan oluşan cinsiyet değiştirme sürecine dahil olurlar. Bu açılardan özellikli bir hasta grubu oluşturmalarının yanı sıra, sağlık hizmetlerine erişimde çeşitli engelleri olabilen transseksüel bireyler, ne yazık ki birtakım ruhsal ve fiziksel travmalara maruz kalmakta, yoksulluk ve işsizlikle mücadele etmekte ve sağlık hizmeti ihtiyaçları için acil servise giderek daha fazla bağımlı hale gelebilmektedir.

Amerika’da 2015 yılında yapılan Ulusal Transseksüel Ayrımcılık Araştırması, trans bireylerin neden yüksek riskli bir popülasyonu temsil ettiğini gözler önüne seriyor. Genel nüfusla karşılaştırıldığında, trans bireylerin aşırı yoksulluk içinde yaşama olasılıklarının 4 kat daha fazla olduğunu ve işsizlik oranının iki katına çıktığını, bunun da sağlık hizmetlerine erişimlerini etkilediğini görüyoruz. İntihar girişimi oranları popülasyona göre 5 kat daha yüksek olan trans bireyler, alkol ve madde kullanımı, şiddete maruz kalma ve gelir için seks işçiliği açısından da risk altında. Bunların yanında, sağlık hizmeti sunanlar tarafından ayrımcılığa maruz bırakılmaktan korkmak, iletişim eksikliğini derinleştirecek ve bu kişilerin uygun tıbbi bakıma ulaşmasını engelleyecek önemli noktalardan birini oluşturmaktadır. Tıbbi bakımın en önemli bileşenlerinden birinin uygun doktor-hasta iletişimi olduğu düşünüldüğünde; doğru terminolojiyi kullanmak, hastanın tercih ettiği isim ve zamirleri seçmek, sağlık hizmeti ekibi olarak farkındalığımızı arttırmak, iletişimde etkili bir yol olacaktır.

Anamnez ve Fizik Bakı Sürecinde
Her hastada olduğu gibi anamnez ve fizik bakı hasta yönetimimizin temelini oluşturur. Hastanın ekzojen hormon tedavisi alıp almadığı ve geçirdiği operasyonları öğrenmek, tanı ve tedavi sürecimizi yönlendirmede önemlidir. Örneğin transseksüel kadın hastalarda, erkek üreme organları mevcutsa genitoüriner ağrının ayırıcı tanısında prostatit, epididimit, orşit ve testis torsiyonu gibi hastalıklar yer almalıdır. Mastektomi ameliyatı geçirmemiş bazı transseksüel erkekler göğüslerini bağlayabilir ve eğer bu çok sıkı veya uzun bir süre boyunca yapılırsa, bu hastalarda kot fraktürleri, atelektazi ve hatta pnömoni riski artar. Halen kadın üreme organlarına sahip olan transseksüel erkeklerin de over torsiyonu, pelvik enflamatuar hastalık gibi hastalıklar için risk altında olduğunu ve gebelik ihtimali olabileceğini akılda tutmak gerekir. Pelvik muayene, özellikle cinsiyet değişim operasyonu geçirmemiş trans cinsiyetler için travmatik ve endişe uyandıran bir prosedür olabilir. Hastaya anatomisini nasıl tanımladığını sorarak ve bilgilendirici açıklamalarda bulunularak daha uygun bir hekim-hasta iletişimi sağlanacaktır. Aynı zamanda, cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından risk faktörleri sorgulanmalıdır. Şiddete uğrama, depresyon, olası intihar eğilimi, alkol ve madde kullanımı gibi risk faktörleri de anamez aşamasında mutlaka değerlendirilmelidir.

Cinsiyet Geçiş Sürecinde
Transseksüel erkek ve kadınların çoğu, bedenlerini cinsel kimlikleriyle aynı tutmak için hormonal ilaçlar kullanırlar. Medikal geçiş genellikle hastalar için ameliyattan daha düşük maliyetli ve ulaşılabilir olmakla birlikte, sağlık güvencesinin olmaması, yeterli tıbbi hizmet alamama ya da çevresel yönlendirme gibi nedenlerle dışarıdan edindiği ilaçları kullanan hastaların olabileceği akılda tutulmalıdır. Önemli diğer noktalar, hormonal değişikliklerin aylar ya da yıllar geçtikçe kademeli olarak gerçekleştiği, bazılarının değişen derecelerde geri dönüşümlü oldukları ve farklı bireylerin bedenlerinde meydana gelen değişimleri farklı derecede olumlu ya da olumsuz hissedebilecekleridir.

Hormon tedavisinin bedensel görünümün yanı sıra çeşitli fizyolojik etkilerinin olacağı da aşikardır. Örneğin transseksüel kadınlarda ekzojen östrojen kullanımının, sigara içenlerde, 40 yaşın üzerindeki hastalarda, uzun süre hareketsiz kalanlarda veya sedanter yaşam tarzına sahip olanlarda, obez hastalarda ve altta yatan trombofilik bozukluğu olanlarda venöz tromboemboli riskini arttıracağı ya da spironolakton gibi anti-androjenik etkileri olan ilaçların diürez ve hiperkalemiye, ayrıca yüksek prolaktin düzeylerine ve hatta prolaktinoma gelişimine etkide bulunabileceği akılda tutulmalıdır. Transseksüel erkekler için de ekzojen testosteron kullanımının, artmış LDL ve trigliserid düzeylerinin yanı sıra polisitemia vera riskini de arttıracağı, hormon tedavisinin gerekenden düzensiz veya daha düşük dozda alındığı takdirde menstrüel siklusu baskılamakta yetersiz kalacağı ve ovulasyonun gerçekleşebileceği unutulmamalıdır.  Bu nedenle, overi olan tüm hastalarınızda gebeliği dışlamak önemlidir.

Bazı trans bireyler hormon tedavisinin yanı sıra major ya da minör birtakım cerrahi işlemler geçirebilir. Örneğin trans kadınların geçirdiği, penis ve testislerin çıkartılıp, vajinoplasti, klitoroplasti ve vulvoplastinin yapıldığı cerrahiler sonrası, kanama veya enfeksiyon gibi tipik cerrahi komplikasyonlarının yanı sıra, vajina, klitoris veya labiumların tam veya kısmi nekrozu gelişebilr.4 Yeni anatomi ayrıca, mesane veya bağırsak fistüllerine, vajinaya, üretral darlığa sebep olabilir ve üretra artık daha kısa olduğundan, kişi, artmış idrar yolu enfeksiyonu riski ile karşı karşıyadır. Ya da transseksüel erkeklerde yara enfeksiyonu, aksiller drenaj tıkanması gibi mastektomi sonrası görülen komplikasyonlar meydana gelebilir.

Son Söz
Sağlık çalışanları olarak, bedensel ve ruhsal iyilik halinin bir parçası olan cinsel kimlik ve çeşitlilikleri üzerine fikir sahibi olmak, ayrımcı tutumlardan arınmak ve etik sınırlar içinde sağlık hizmeti sunumunu sağlamak öncelikli değerlerimiz arasında olmalıdır.

Kaynaklar
1.Lech CA, ed. EMRA Transgender Care Guide. 4950 W. Royal Lane | Irving, TX 75063: Emergency Medicine Residents’ Association; 2018.
2.James SE, Herman JL, Rankin S, Keisling M, Mottet L, Anafi M. The Report of the 2015 U.S. Transgender Survey. National Center for Transgender Equality; 2016:302.
3.Goodman M. Are all estrogens created equal? A review of oral vs. transdermal therapy. J Womens Health (Larchmt). 2012;21(2):161-169. [PubMed]
4.Ng H. Trans Bodies, Trans Selves: The Owner’s Manual to Life, Health, and Self. LGBT Health. 2015;2(3):282-283. [PubMed]

Büşra Sapmaz

https://www.acilci.net/transseksuel-hastalarin-degerlendirilmesi/

Eşcinsel ordular geliyor!

$
0
0
Değerli okurlarım, sizlere çok tehlikeli, çok sinsi ama doğrudan önlem almanızın da mümkün olmadığı bir problemden söz etmek istiyorum.

Bu problemden ilk kez ortaokul müdürü bir arkadaşım söz ettiğinde haberdar oldum. Dini eğitim de veren bir okulun müdürüydü arkadaşım. “Bu okuldaki kızların büyük kısmı onlara aşık” demişti…

Şaşırmıştım.

Kastettiği BTS adıyla anılan Güney Kore'li müzik grubuydu ve sözünü ettiği kızlar 13 yaşlarındaydı…

İnanılır gibi değildi.

Yedi üyesi vardı grubun ve Kpop diye tanımladıkları sıradan bir müzik yapıyorlardı.

Tüm dünyada büyük bir fanatik dinleyiciye sahiplerdi. İnternette grubun isminin basılı olduğu tişörtler, aksesuarlar yüksek rakamlardan alıcı bulabiliyordu.

Müzikleri her yerde çalınıyor, danslarıyla süsledikleri klipleri herkes tarafından konuşuluyordu.

Fakat grubu bu kadar tehlikeli yapan, bütün bu özellikleriyle birlikte “cinsiyetsiz toplum” projesinin bir parçası olmasıydı.

Bu yüzden giyindikleri kıyafetlerden verdikleri demeçlere, şarkı sözlerindeki imalardan sosyal medya paylaşımlarına ve renk renk saçlarına kadar özel olarak tasarlanmış bir ürün gibiydiler.

Şu meşhur deyişi bilirsiniz: Söyleyecek ciddi bir şeyin varsa onu gülerek söyle…

Topluma vermek istediğiniz önemli bir mesajınız varsa onu eğlence yoluyla verin. Mesajınız normalde ne kadar rahatsız edici olursa olsun, kabul görmesi ve benimsenmesi bu yolla inanılmaz kolaylaşır.

****

BTS'yi bir otomobil gibi tasarlayıp piyasaya sürenler de böyle yapmışlar. Eşcinselliği meşru bir hale getirmek için müziğin, sosyal medyanın ve modanın gücünü kullanmışlar.

Eşcinselliği ve eşcinselliğin feminen tarzını, gökkuşağı renkleri gibi sembollerini, 18 yaş altı çocuklar arasında sevilen, onaylanan popüler değerler haline getirmeyi BTS ile başarmış görünüyorlar. BTS' nin dinlendiği her yerde eşcinselliğe duyulan sempati artış gösteriyor. Böylelikle daha çocuk yaşta eşcinsel kimliğin temelleri atılıyor belleklere. Hayranlık üzerinden eşcinselliğe kapı aralanıyor.

Grubun arkasındaki canavar şirket, gençler arasında seçmeler yaparak ve yetenekli olanları yetiştirerek grubun devamlılığını sağlamayı amaçlıyor. Hedef daha fazla kültüre daha uzun süre nüfuz ederek eşcinsel değerleri savunan hayran orduları yetiştirmek…

Tamamı eşcinsellerden oluşan bu grubun yaptığı propaganda nedeniyle Güney Kore'de kadın gibi makyaj yapan erkek çocukların sayısında büyük artış gözlenmiş. Benzer bir etkinin, grubun ulaştığı diğer ülkelerde de görülmesi, grupla pazarlanan giyim kuşamın yaygınlaşması an meselesi. Yani kadın gibi giyinen ve kadın gibi makyaj yapan genç erkeklerden bahsediyoruz… Güney Kore'den binlerce kilometre uzakta yaşayan bizim kızlarımızdan bir kısmı ise bu grubun üyeleriyle platonik aşk yaşıyorlar. Aşk diyorum çünkü bağlılıkları hayranlığın sınırları rahatça aşacak boyutta. Erkek hayranlar bile, grup üyelerinin eşcinsel kimliklerini yadırgamadıkları gibi onlara karşı büyük bir sempati besliyorlar.

****

Popüler kültür endüstrisinin bu yeni ve görünmez silahı alnımıza dayanmış durumda. Fakat ebeveynler olarak siyasetle yatıp kalktığımız, kısır tartışmalar içinde boğulduğumuz, popüler kültürün etkisini hafif aldığımız ve gençlerin dünyasından bihaber olduğumuz için durumun vahametini kavramaktan çok uzağız. Devlet olarak bir kültür politikamız da yok maalesef. Yani gençlik çayıra salınmış durumda… Burada “kültür” bahsini her açtığımızda bazıları entel dantel, gereksiz meseleler hakkında konuştuğumuzu sanarak yüzünü ekşitiyor. Halbuki kültür meselesi BTS konusunda olduğu gibi çok yakın, çok acımasız bir tehditlerle ilgili ve buna karşı hiçbir savunma aracımız yok! Kuru hamaseti bırakıp, kültürel anlamda doğru alternatifler üretmekten başka…

https://www.timeturk.com/escinsel-ordular-geliyor/yazar-1031715

Eurovision'da Fransa'yı temsil edecek Bilal Hassani'ye sosyal medya üzerinden homofobik saldırı

$
0
0
Bilal Hassani ile ilgili görsel sonucu

Bu yıl İsrail'in başkenti Tel Aviv'de düzenlenecek Eurovision Şarkı Yarışması'nda Fas kökenli eşcinsel şarkıcı Bilal Hassani'nin Fransa'yı temsil edecek olması ülkeyi ikiye böldü.

Eşcinselliğini gizlemeyen Hassani özellikle sosyal medyada aşırı sağcı grupların homofobik saldırısına uğradı.

Fransa'nın önde gelen LGBT organizasyonlarından SOS Homophobie ve Urgence Homophobie, Hassani'ye birkaç günde, bin 500'ün üzerinde cinsel yönelimine ve görünüşüne bağlı olarak ayrımcılık ve nefret içeren tweet gönderildiğini açıkladı.

Örgütler, homofobik yorumların tek tek incelendiğini ve yakında bu kişiler hakkında işlem başlatılacağını ifade etti.

Bir kesim, Bilal Hassani’nin Fransa’yı temsil etmediğini iddia ederken, birçok kişi de genç şarkıcıya destek çıktı.

Fransa Dijital Gelişmelerden Sorumlu Bakan Mounir Mahjoubi de sosyal medya hesabından Hassani'ye destek mesajı paylaştı: "Fransa’yı Eurovison’da temsil edecek Bilal Hassani’yi tebrik ediyorum."

'Kendini olduğun gibi kabul et'
19 yaşındaki şarkıcının yarışmaya katılacağı "Roi" (Kral) adlı şarkısı, hem İngilizce hem Fransızca sözler içeriyor ve "kendini olduğu gibi kabul etme" temasını işliyor.

Şarkının YouTube videosu bugüne kadar yaklaşık 6,5 milyon kez izlendi.

İdolu 'Sakallı Lady' Conchita'dan Eurovision zaferi
2014'te Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması'nı Avusturyalı 'Sakallı Lady' olarak anılan Conchita Wurst kazanmıştı. Hassani bu şarkıcıyı 'idolü' olarak gördüğünü belirtiyor.

Eurovision'u kazanan ilk trans şarkıcı 1998'de İsrailli sanatçı ''Dana International'' olmuştu.

https://tr.euronews.com/2019/01/28/eurovision-da-fransa-nin-temsilcisi-bilal-hassani-ye-sosyal-medyada-homofobik-saldiri

İranlı trans kadın Mohajer: Devlet beni korumuyorsa orası vatanım değildir

$
0
0
İranlı trans kadın Farah Mohajer 5 yıl önce İran’da yaşadığı baskılardan dolayı Türkiye’ye geldi. Başvurduğu birçok iş trans kimliği nedeniyle kabul edilmedi, başka şehirlere gönderildi, ABD’ye yaptığı vize başvurusu reddedildi… Türkiye’de yaşadıklarını anlatan Mohajer, “Türkiye bir hapishane” diyor.



LGBTİ+ ve mülteci hakları aktivisti Farah Mohajer, yaklaşık 5 yıl önce BM’ye başvurarak İran’dan Türkiye’ye gelen trans mültecilerden biri. İsfahan Üniversitesi Tekstil Mühendisliği Bölümü’nü bitirdikten sonra Tahran Üniversitesi’nden Yüksek Makine Mühendisi olarak mezun olan Mohajer, şimdilerde İzmir’de kendi evinde yaptığı ekmekleri satarak ya da turistlere rehberlik ederek geçimini sağlamaya çalışıyor.

Farah Mohajer, İran’da trans bir kadın olmanın zorluklarını, İran’dan ayrılmak zorunda kaldıktan sonra İranlı mülteci bir trans birey olarak diğer ülkelerde ve en sonunda geçici olarak yerleştiği Türkiye’de yaşadıklarını anlattı.

‘BEN FARKLIYIM AMA KİMİM?’

“Babam mimar, annem de öğretmendi. Maddi açıdan çok iyi durumda bir ailede yaşadım. Hiç para sıkıntısı çekmedim ama ailem çok muhafazakârdı. Hayatımda beni en çok zorlayan şey de bu oldu zaten” diyor Mohajer. 12-13 yaşlarına geldiğinde ailesine farklı hissettiğini söylüyor: “Hareketlerimden, yürüyüşümden anlamaya başlamışlardı. Bir düğüne ya da gezmeye giderken feminen kıyafetler giymeye başlamıştım. Kalem çekiyor, ruj sürüyordum. Ailem benden utandığı için eve misafir geldiğinde ayaküstü hoş geldiniz deyip odama geçerdim. Babam gelenlere ‘Dersleri iyi, okuyor; ama aklı yok, ablasının elbiselerini giyiyor. O şeytani biri oldu. Bu yüzden Allah onu öldürsün’ diyordu. Eve gelen erkek misafirler bana el vermezdi. Çekinirlerdi şeytaniyim diye… Babam benim farklı olduğumu asla kabul etmedi.”

Mohajer, trans kimliğini keşfetme sürecinde yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Babam bu dünyada yaşamazdı zaten, her şeyi cennette, cehennemde görürdü. Bu yüzden fikirleri her şeye çok kapalıydı. Namaz kılıp oruç tutarsam düzeleceğime inanıyordu. ‘Ne kadar Kur’an okursan o kadar iyileşirsin’ diyordu bana. O zamanlar ben de babamın söylediklerine inanıyordum, ‘demek ki bir yanlışlık var’ diyordum onu dinledikçe. Hatta belki düzelirim umuduyla onun dediklerini bile uyguladım… 15-16 yaşlarıma geldiğimde araştırmaya başladım, ben kimim diye. Evet, ben farklıyım, ama kimim? İnternette diğer ülkelerdeki LGBTİ derneklerini buldum. Benim gibi başka insanların olduğunu görünce çok rahatladım. Anladım ki ortada bir yanlışlık yok.’’

‘HERKES BENİ TANIMLARKEN ‘DEĞİŞİK İNSAN’ DERDİ’

Üniversiteyi kazandığında bir şeylerin değişeceğine olan inancına tutunan Mohajer, hayatının bu döneminde de beklediğini bulamamış, “Babam üniversiteye giderken erkek kıyafetleri giydiğimde bana para verirdi. ‘Takım elbise giy, sakal bırak. Seni evlendireceğim. Varım yoğum senin’ diyordu” diyen Mohajer şöyle devam ediyor: “Derslerde kadın ve erkek öğrenciler başka ülkelerdeki gibi karışık oturmuyordu. Kadın öğrenciler bir sırada sağda, erkek öğrenciler ise solda otururdu. Ben de gider ortada otururdum. Neden ortada oturuyorsun diye sorarlardı. Onlara ‘Ben iki kişiyim. Siz beni bir kişi görüyorsunuz’ diyordum. ‘Bir tarafım sizden, diğer tarafım sizden…’ Bakıyorlar, inanmıyorlardı. O zamanlar trans olmanın nasıl bir şey olduğu bilinmiyordu. Herkes beni tanımlarken ‘değişik insan’ derdi.”

Mohajer, bir gün yaşadığı durumun bir öğretmeni tarafından keşfedildiğini söylüyor: “Okulda takip edilmeye başlanmıştım. Devletin memurları vardı. Bu tür konuları yukarıya rapor ediyorlardı. Bir hocam durumu anladı ve ‘sen neden ortada oturuyorsun?’ diye sordu. Ona da herkese cevap verdiğim gibi cevap verdim. Şunları söyledi: ‘Burada düşüncelerini çok belli etme, başın tehlikeye girer. Okulunu bitirir bitirmez bir an önce İran’dan git.’’’

Mohajer, okulu bitirdikten hemen sonra askerlik problemiyle karşı karşıya kalmış: “Üniversiteyi bitirdiğimde bir süre kaçtım askerlikten ama sonra gidip kendimi anlattım. 3 gün boyunca hakkımda soruşturma yaptılar. Hastanenin verdiği raporla trans kadın olduğum anlaşıldığı için askerlikten muaf oldum.”

‘YA ERKEK OLMALISIN YA KADIN’

İran’da trans kadın olmanın zorluklarından bahsederken, şeriat devletinin cinsiyetlere olan bakış açısının çok daha korkunç bir boyutunu anlatan Mohajer, eşcinselliğin idamla cezalandırıldığı bir ortamda zorla cinsiyet değiştirmeye mahkum edildiğini şöyle anlatıyor: “İran’da şeriat yasaları sizi heteroseksüel erkek ya da kadın olmaya zorluyor. Ya erkek olmalısın ya kadın, ortada olmak yasak. Eşcinsel olmak büyük bir suç. Bir kişinin eşcinsel olduğu anlaşılırsa bunun çok büyük cezası var; hükmü kanunda idamdır. Ama trans olmakta bir sorun yok. İran’da eşcinseller cinsiyetini değiştirmeye mecbur ediliyor. Ne yazık ki cinsiyetini değiştirenlerin çoğu daha sonra intihar ediyor. 1986’da Ayetullah Humeyni, cinsiyet geçiş ameliyatı ve hormon kullanımının dini açıdan sakıncası olmayan uygulamalar olduğunu ilan eden bir fetva yayınladı. İran’da cinsiyet değiştirmek isteyenler bu düzenlemenin bütün aşamalarını kabul edip yerine getirirse hukuki açıdan sorun yaşamıyorlar. Ancak kendini kadın ya da erkek cinsiyetinin dışında tanımlayanlar hüküm giydiği takdirde cezası idam. İranlı pek çok gey, lezbiyen ve biseksüelin bu yüzden zorla cinsiyet geçiş ameliyatına sürüklenmesi çok korkunç bir durum.”

‘BÜTÜN EŞYALARIMIN ÜZERİNİ BİR BEZLE KAPATTIM’

Askerlik sorunu çözülünce devlete ve bütün özel kurumlara iş başvurusunda bulunduğunu ancak hiçbir yerden geri dönüş alamadığını söyleyen Mohajer, “Çünkü işe girebilmek için kadın ya da erkek görünümünde olmam gerekiyordu. Okulu iyi dereceyle bitirmiştim. Başvuruya giderken takım elbisemi giyiyordum ve trans olduğumdan da hiç bahsetmiyordum. Ama nereye gitsem önce ilgi görüp sonra kabul edilmiyordum. Bir erkek görünümünde olduğum halde görüşme sırasında birden yüz ifadeleri değişiyordu. Diyordum acaba alnımda trans mı yazıyor benim? Okuduğum okula hiç bakmıyorlardı. Sonra öğrendim ki askerlikten muaf olduğumun belirtildiği evrakta beni trans olarak kodlamışlar” diyor ve ekliyor: “Anladım ki hangi okulda okuduğunun, başarılarının hiçbir önemi yok; kodu gördükleri an onlar için şeytani bir yaratıksın artık.”

“Hem ailemden hem toplumdan sürekli baskı görüyordum. Devlet iş vermiyor, toplum günahkar diyor, ailem benden utanıyordu” diyen Mohajer için tek çare İran’ı ve evini terk etmek olarak görmüş: “27 yaşımdaydım. Dedim ki yarı ömrüm ailemle, toplumla savaşmakla geçti. Artık kendimi yaşamak istediğime ve İran’dan gitmeye karar verdim. 2 hafta boyunca aileme bir mektup yazmaya çalıştım. Yazıp atıyor, sonra tekrar yazıyordum. Sonunda mektubu tamamladım. Cuma günleri İran’da tatil günüdür. Her yer sakindir. Odamdaki bütün eşyalarımın üzerini bir bezle kapattım; duvardaki çerçeveleri, kitaplarımı, dolapları her şeyi… Sadece duvarın rengi kalmıştı, bir de masanın ortasına bıraktığım mektup… Onlara ben hayatımı kaybetmişim. Bana ait hiçbir şeyi görmeyeceksiniz. Artık benden utanmanıza gerek kalmadı demek istedim. Ailemin bütün bireylerine ayrı ayrı mektup yazdım. Masaya oturan herkes oturup yazdıklarımı okusun, beni dinlesin diye. Ben gidiyorum, sizi rahatsız etmemek için bir daha dönmeyeceğim diyerek onlardan helallik istedim. Mektupları koydum ve evden çıktım…”


Mohajer: Maksadım bir an önce buradan gitmek. Çünkü burası da benim ülkemden farksız…

‘KENDİNİ NE KADAR SEVİYORSAN BİZDEN O KADAR UZAĞA GİT’

Evden ayrıldıktan sonra Tahran’a giden Mohajer, bu süreçte yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor: “Tahran’da kaldığım süre içinde sadece annemle irtibatta kaldım çünkü o bana para gönderiyordu. 27 yaşıma kadar kaldığım bir evden, ailemden ayrılmıştım. Arabam vardı, her ihtiyacım karşılanıyordu. 1 yıl sonra kendi kendime dedim ki, evden ayrılmakla hata yaptım. Alıştığım hayatın dışında yaşamak çok zor geldi ve annemi aradım. Dönmek istediğimi söylediğimde bana: ‘Sen her yerde yaşayabilirsin. Elinde bir silahın var. Aldığın eğitim bir ışık kaynağı gibi her şeyi sana gösterecek, sana rehberlik edecek. Ben de seni özlüyorum ve yakından görmek istiyorum ama şimdi kucaklaşsak iki saat sonra yine birbirimize nefretimiz başlayacak. Bu yüzden kendini ne kadar seviyorsan, bizden o kadar uzağa git. Bu şehri nasıl terk ettiysen, gelme, bir daha dönme.’ Annemin bu sözlerinden sonra gece gündüz ağladım. Beni istemiyorlar diye annemle de görüşmeyi kestim. Bana geri dön demesini bekliyordum.

O zaman kafam çok karışıktı, onun ne demek istediğini anlamamıştım. Sığınmacı olmayı hiç istemiyordum ama artık İran’da yaşamam imkansızdı. Ailemden umudu kesince bir yolunu bulup Malezya’ya, oradan da Tayland’a geçtim. Malezya’da şartlar çok zordu. Tayland’da ise seks işçiliği yapmaktan başka şansım yoktu. Benim kafamda öyle şeyler yok, kültürümüzde yok. Bu yüzden orada yaşamak benim için çok zordu. Tekrar geri döndüm Tahran’a. Hangi ülke beni alır diye araştırmaya başladım. Sonra anladım ki İranlı olduğum için benim diplomamın da, pasaportumun da bir değeri yok. Şartlar çok zor ve benim bir yaşama alanım yok! Nereye gitsem olmuyordu. Sonunda Cenevre Sözleşmesi’nde Türkiye’nin de imzası olduğu için buradan başka ülkelere iltica etmek üzere 2014 yılında Türkiye’ye geldim.”

‘TRANS MÜLTECİ OLDUĞUNUZDA YAŞAMAK İKİ KAT ZOR’

Türkiye’de yaşamaya devam etmeyi düşünmediğini söyleyen Mohajer Türkiye için, “Maksadım bir an önce buradan gitmek. Çünkü burası da benim ülkemden farksız” diyor:  “Türkiye’ye gelmeden önce burada insan hakları ve özgürlüklerin olduğunu düşünüyordum. Ama burada insan hakları giderek kötüleşiyor. Türkiye’nin böyle olduğunu bilseydim geldiğim gün denize yoluyla gitmeyi denerdim. Türkiye bir hapishane. Göçmen bürolarında insanlara çok kötü davranılıyor. Mültecilerin yaşaması için Türkiye’de koşullar zaten çok kötü. Ben bir taraftan mülteciyken bir taraftan trans kadınım. Trans mülteci olduğunuzda yaşamak iki kat zor. Bu yetmezmiş gibi Türkiye’ye sığınan trans mültecileri ne yazık ki küçük şehirlere gönderiyorlar. İlk geldiğimde bir süre İstanbul’da yaşadıktan sonra polis beni Kayseri’ye gönderdi. Oralarda yaşamak bırakın trans mülteci için, Türkiyeli herhangi birisi için bile çok zor.”

Mohajer, Kayseri’de bir işte çalışırken yaşadıklarını ise şu sözlerle anlatıyor: “Kayseri’de fırın işleri çoktu. Geçimimi sağlayabilmek için bir fırında işe başladım. Benden şüphelendiler ama emin olamadılar. İşimi iyi yaptığım için usta beni sevmişti. Diğer işçilerin aldığı yevmiyenin de yarısını veriyordu. Bir süre sonra omuzların neden bu kadar geniş, ellerin neden bu kadar büyük diye sormaya başladılar. Onlara gençliğimde çok spor yaptığımı, iyi yemekler yediğimi söylüyordum.”

‘MÜLTECİ KİMLİĞİMİ KABULLENDİLER AMA TRANS OLDUĞUMU ÖĞRENİNCE…’

“İzmir’e geldiğimde trans derneklerine katıldım. Türkiyeli translarla da irtibat kurmaya çalıştım. Onlara seks işçiliği yapamadığımı, kültürümüzde olmadığını söylediğimde bazıları beni anlamadı” diyor Mohajer: “Türkiye’de başka bir iş bulmamın imkansız olduğunu söylediler. Bu kez transım ama neden bunu yapamıyorum, ben kimim diye yine kendimi sorguladım. Kemeraltı’nda bir lokantaya bulaşıkçı olarak çalışmak istediğimi söyledim. Nereli olduğumu, bu işi bilip bilmediğimi sorduktan sonra çok düşük bir ücret teklif ederek ertesi gün başlayabileceğimi söylediler. Kabul edip ayrılmadan önce lokanta sahibine yaklaşıp size bir şey söylemek istiyorum dedim. Madem sizinle çalışacağız her konuda dürüst olmak isterim, ben bir trans kadınım, dedim. Dedi ki ‘O nedir Allah Allah! Şaka yapıyorsun herhalde’ Doğru söylediğimi anlayınca, ‘başımı ağrıtma hemen git buradan’ dedi. Denemek için birkaç yerde daha aynı şeyi yaptım. Eğer trans kadın olduğumu söylemezsem işe girebiliyordum. Hepsinde mülteci kimliğimi kabul ettiler ama trans olduğumu söylediğim an yol gösterdiler. Sonra diyorlar; translar neden başka iş yapmıyor… Anladım ki Türkiye’de transların seks işçiliği yapmaktan başka pek de bir şansı yok.”

‘DEVLET KENDİ LGBTİ VATANDAŞLARINI KORUMUYOR Kİ MÜLTECİ OLANLARI KORUSUN’

Mohajer, Türkiye’de trans bireylerin yaşam koşullarını nasıl bulduğunu sorduğumuzda şöyle yanıtlıyor: “Türkiye giderek daha fazla muhafazakarlaşıyor. Burada onların yaşam şartları çok zor. Yalnız bırakılıyorlar, devlet onları korumuyor, homofobinin karşısında durmuyor. Şimdi seks işçiliği yapıyorlar ama yarın yaşlandıklarında ne olacak? Devlet onlara hiçbir hizmet vermiyor ki! Şimdiden gitmek için kendilerini hazırlasınlar. Gelecekte sorunlar daha da artacak.”

İran’dan Türkiye’ye gelen LGBTİ+’lerle karşılaştığında Mohajer kendilerine şunları söylediğini aktarıyor: “İran’dan gelenlere de diyorum ki burada beklemeyin, bir an önce gidin. Burada canları tehlikede. Devlet kendi LGBT vatandaşlarını korumuyor ki mültecileri korusun. Kaç trans öldürüldü. Ölen LGBT bireylerin canının hiç değeri yok. Onlara göre zaten günahkarlar. Eğer bir devlet beni korumuyorsa orası benim vatanım değildir. İran benim vatanım değil. İranlıyım ama orada bir saat bile yaşamak istemiyorum. Hiçbir zaman oraya dönmeyeceğim. Demokrasi de gelse oraya gitmem. Bu açıdan Türkiye’nin de İran’dan hiçbir farkı yok. İranlı olduğum için Trump hükümeti bana vize vermedi ama Kanada benim dosyamı kabul etti. Amacım bir an önce Kanada’ya gidip yeni bir yaşam kurmak. Kanada’ya yerleştikten sonra bir aktivist olarak Türkiye’de yaşadıklarımı ve LGBT bireylerin durumunu anlatan bir kitap yazacağım.”

Nuray Pehlivan

DUVAR

Yeni Akit'ten nefret: LGBTİ’li sapkınlar dehşet saçıyor

$
0
0
İslam dünyasının önde gelen alimlerinden Aziz Yattabare’nin eşcinseller aleyhinde fetva verdi diye homolar tarafından katledilmesi, Türkiye’de sapkınlar tarafından gerçekleştirilen saldırıları akıllara getirdi.

trakesti ile ilgili görsel sonucu

Toplum tarafından mağdur edildikleri ve dışlandıkları yalanıyla sapkınlıklarını normalleştirmeye çalışan LGBTİ’li eşcinsel ahlaksızlar dehşet saçıyor. Sosyal alanda hiçbir karşılıkları olmadığı halde, ‘alışın her yerdeyiz’ diyerek milletimize meydan okuyan homolar, gencecik vatan evlatlarını acımasızca katlediyor. Bursa’da Derya Yıldırım isimli bir travesti geçtiğimiz yıl yol verme tartışması yaşadığı Görkem Bayraktar’ı falçatayla katletmişti. Aynı travestinin daha önce de 19 yaşındaki bir genci bıçakla öldürdüğü tespit edilmişti.

Sağlıklı ruh halleri yok
Samsun’un İlkadım ilçesinde de yine bir travesti dehşeti baş göstermişti. 18 yaşındaki Kerem B. İsimli bir genç, I.Y. adlı bir travestinin jiletli saldırısına uğramış ve sağ kulağını kaybetmişti. 18 yaşındaki pırıl pırıl bir gencin geleceği, fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı olmayan bir sapkın tarafından çalınmıştı. Yine Samsun’da bir eve fuhuş yapıldığı gerekçesiyle baskın düzenleyen polis, LGBTİ’li ahlaksız sapkınların satırlı saldırısına uğramıştı. Polise bile satırla saldıracak kadar gözü dönmüş olan travestilerin, toplum için büyük tehdit oluşturduğu gözler önüne serilmişti.

Afyon ise LGBTİ’lilere tepki gösteren vatandaşlar, sapkınların saldırısına uğradı. Toplumun yüz karası ahlaksız homolar, aziz milletimizin şahsiyetli üyelerine pompalı tüfekle saldırmıştı. Homoların silahından çıkan saçmalar birçok vatandaşımız yaralanmıştı. İstanbul Şişli’de ise Ünal E. İsimli bir travesti 7 katlı bir binayı ateşe vererek, apartman sakinlerinin hepsini yakmak istemişti. Yangını söndürmeye gelen itfaiye ekiplerine ve vatandaşlara palayla saldırmıştı.

İslam alimini katlettiler
Geçtiğimiz günlerde Batı Afrika’nın önemli ülkelerinden biri olan Mali’nin tanınmış İslam alimlerinden Şeyh Abdoulaye Aziz Yattabare de eşcinsel teröristlerin kurbanı olmuştu. Hollanda merkezli eşcinsel bir vakfın Mali’deki faaliyetlerine karşı çıkan Şeyh Aziz, sabah namazı çıkışında homoseksüel bir sapkın tarafından bıçaklanarak katledilmişti.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/lgbtili-sapkinlar-dehset-saciyor-597543.html

Eşcinseller için fantezi külotlar!


Eşcinsel ilişki yaşadığı gerekçesiyle belediyeden kovulan işçinin, işine geri dönmesine karar verildi

$
0
0
İş Mahkemesi, birlikte çalıştıkları çöp işçisi arkadaşları M. Ş. ile eşcinsel ilişkiye girdikleri gerekçesiyle işten atılan 3 çöp kamyonu şoförüyle ilgili görülen davada kararını verdi. Mahkeme, R.S.'nin işe iade davasını kabul etti, sözleşmenin feshi kararını iptal etti.


Kâğıthane Belediyesi'nin çöp toplama işi yapan 4 işçiyi 'eşcinsel ilişki yaşadıkları' gerekçesiyle işten çıkarmasının ardından, tazminatsız çıkarılan işçilerden 2'si işe iade davası aç.

Belediye, çöp kamyoncularını eşcinsel ilişkileri nedeniyle işten çıkardı
Hürriyet'ten Dinçer Gökçe'nin haberine göre, İstanbul 34. İş Mahkemesi'nde davası görülen R.S.'nin işe iade talepli davasında karar çıktı.
R.S.'nin avukatı Mehmet Benan Ülgen, "Müvekkilim R.S.'nin meydana gelen olayda etkisi yoktur. Tanık beyanları ile de durum bellidir. Davanın kabul edilmesini talep ederiz" dedi.

Mahkeme, tarafların savunmalarını aldıktan sonra kararını verdi. Davanın kabulüne karar veren mahkeme, iş sözleşmesinin feshini geçersiz kıldı. Mahkeme, R.S.'nin işe iade edilmesine karar verdi.

© AFP 2018 / OZAN KÖSE

https://tr.sputniknews.com/turkiye/201901301037371599-escinsel-iliski-belediye-isci-dava/

Luis Coppini

Beyrut’un drag queen’leri Ortadoğu muhafazakârlığına meydan okuyor

$
0
0



Tüm dikkatler, odanın ortasında bacak bacağa sakince oturan Anissa Krana’nın üzerinde. Yılın fırtınası dışarıda uğuldamaya başlamış. Partinin başlamasına az kaldı.

Dostları ona makyaj yaparken vızır vızır muhabbet ediyorlar; herkesin gözü saatte. Kapılar 9’da açılacak, sahne 11’de.

Gecenin yıldızı derin bir nefes alıyor.

Beyrut’un “drag queen” (gösterişli kadın giysileri giyerek şovlara çıkan eşcinsel erkek) sahnesine ve bu yıl 30 yarışmacının katılacağı Büyük Balo gecesine hoş geldiniz.

Pek çoğu için bu gece, şehrin LGBTQ topluluğuyla tanışma niteliğinde olsa da, asıl adı Aniss İzzeddin olan 22 yaşındaki Annisa Krana için bu yılki performanslarının zirve noktası.

Ortadoğu muhafazakâr iklimiyle tanınsa da Beyrut, ateşli gece hayatı ve nispeten özgürlükçü atmosferiyle, birtakım zorluklara rağmen çoktandır bölgenin LGBTQ topluluğu için güvenli bir liman gibi. Şovlar genelde ön hazırlık yapılmadan yüksek güvenlik önlemleri altında gerçekleştiriliyor. Bazı afişlerde mekanlardan bahsedilmediği için, etkinlik bilgileri kulaktan kulağa yayılıyor.

Drag şovlarının kökeni Lübnan’da, diğer Arap ülkelerindekinden daha eskiye dayanıyor. Geçen yıl drag sahnesi gittikçe büyümeye başladı. Burada pek çok insan, 2000’li yılların başında kadın şarkıcıları taklit ederek popüler olan komedyen Bassem Feghali’yi izleyerek büyüdü. 2015’te Filistinli Ermeni drag queen Evita Kedavra sahne almaya başladı, birer birer çember gittikçe büyüdü.

Geçen yılın Büyük Balo’sundan sonra, onlarca kişi çembere katılırken drag sanatçıları bilhassa bir ismi el üstünde tutuyor: Vahşi şovlarıyla ünlü RuPaul.

Bir diğer drag queen Narcissa, Emmy ödülü kazanan ABD’li televizyon dizisinden bahsederken “[RuPaul] büyük fark yarattı” diyor, “Birden herkes onu izlemeye başladı ve biz de ‘Vay, bunu ben de yapabilirim’ dedik. Bu sanatçılar bize çok şey öğrettiler.”

Şimdi onuncu sezonunda olan şovu izlemek, Beyrut’un drag queen’lerinin çoğu için zorunlu hale geldi. Şehrin zayıflığıyla ünlü internet ağına rağmen, sanatçılar internetten bir şekilde ulaşıp şovları izliyor.

ABD drag kültürü ve diğer ilham kaynaklarından ortaya çıkan ürün ise belirgin bir şekilde, Lübnanlı. Anissa ve Narcissa kıvır kıvır bukleleri ve mücevherlerle süslü giysileriyle Hollywood’un cazibesini yayıyor. Kawkab Zuhal gibi performans sanatçıları ise Arap müziği eşlinde dudaklarını oynatıyor ve Lübnan’ın dağılmakta olan siyasi sistemi üzerine keskin şakalar yapıyor.



Bazı sanatçıların şov için hazırlıkları haftalar sürüyor.

Güvenlik kaygılarından ötürü ismini vermeyen bir performans sanatçısı “Drag şovumu yaparken küçükken olamadığım insan oluyorum” diyor. Söylediğine göre küçükken annesinin topuklu ayakkabılarını giyip gizli gizli makyaj yaparmış. Ailesi eşcinsel olduğunu anlayıp evden atınca, ona arkadaşları kucak açmış. Şimdi birlikte yaşadığı diğer drag queen arkadaşları hakkında “Onlar ailem gibi. Yemeğimizi, paramızı, makyaj malzemelerimizi, her şeyimizi paylaşıyoruz” diyor.

Lübnan’da devlet eşcinsellere diğer Arap ülkelerine kıyasla daha hoşgörülü olsa da ceza kanunları zaman zaman onları tutuklamak için kullanılabiliyor. Mayıs ayında Beyrut Onur Yürüyüşü’nün organizatörü, şiir okuma, cinsel sağlık üzerine tartışma ve yasal okuryazarlık atölyelerini iptal etmesi için baskı gördü ve “ahlaka aykırı davranış” sebebiyle gözaltına alındı.

“Devlet bir gün öyle, bir gün böyle”

Narcissa “Burada sabit yasalarımız yok. Devlet bir gün öyle, bir gün de böyle” diyor. Şov giysileri içinde şov mekanına giden performans sanatçıları, kontrol noktalarında durdurulabiliyor. Mekan sahipleri drag etkinlikleri sebebiyle lisanslarını kaybedebiliyor, sadece çok az sayıdaki mekan “güvenli alan” olarak görülüyor. Polis tehdidini engellemek için ise mekan sahiplerinin, yerel otoritelerle sıkı ilişkileri bulunması gerekiyor.

Drag sanatçısı Razkallah: “Bunu New York’ta yapıyor olsaydım iki defa düşünmezdim. Gider yapardım. Ama Lübnan’da durup her şeyi gözden geçirmeniz gerekiyor. İnsanların bunun normal olduğunu düşünmesini istiyorum, onlara bu şovu sunabilmek için hangi süreçlerden geçtiğimizi bilmeden, bunun Lübnan’da da olabileceğini. İnsanların mücadelemizi hissetmesini istemiyorum. Onların sadece eğlenmesini istiyorum.”

Büyük Balo zamanı

Saat 8’de Anissa Krana, gece mavisi korsesi ve uzun dar çizmeleri üzerinde, artık şova hazırdı. Elleri belinde bir hakimiyet abidesi gibi görünen Anissa, arkadaşlarına “Bu gece eğleneceğiz” dedi.

Araba dışarıda bekliyordu. Büyük Balo’nun zamanı gelmişti.

Kubilay Barış Çelik
Washington Post’un haberinden alıntıdır.

https://medyascope.tv/2019/01/29/beyrutun-drag-queenleri-ortadogu-muhafazakarligina-meydan-okuyor/

Yeni Akit'ten akıl dışı homofobi; Eşcinsel siteler kapatılsın!

$
0
0
Diyanet'in talebi üzerine sapkın görüşler yayan o siteler kapatıldı

Diyanet İşleri Başkanlığının talebi üzerine, kendisini "mehdi" ve "peygamber" ilan eden İskender Evrenesoğlu ve vakfına ait 5 internet sitesine erişim engeli koyuldu. Kamuoyu dini duyguları sömüren bu türden sitelerle birlikte ateizm ve eşcinsellik propagandası yapan diğer sapkın sitelerin de kapatılmasını istiyor.

Diyanet'in talebi üzerine sapkın görüşler yayan o siteler kapatıldı

Diyanet'in talebi üzerine sapkın görüşler yayan o siteler kapatıldı
Diyanet İşleri Başkanlığının talebi üzerine, Ankara 3. Sulh Ceza Hakimliğince, kendisini "mehdi" ve "resul" ilan eden sözde peygamber İskender Evrenesoğlu'na ait 5 internet sitesine erişim engeli getirilmesine karar verildi.

Evrenesoğlu'na ait olduğu belirlenen Kur'an-ı Kerim meali ve tefsir yayını yapan internet sitelerinin, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunca yapılan inceleme sonunda"İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu" tespit edildi.

Kurul, sakıncalı meal ve tefsir yayınlarının erişiminin engellenmesi için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına talepte bulundu.

Talebi değerlendiren Ankara 3. Sulh Ceza Hakimliği, ilgili kanun maddesi gereğince söz konusu sitelerin İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğuna hükmederek, sitelerin erişimini engelledi.

Erişim engeli talebi geldi
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Kur'an-ı Kerim meallerinin Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığınca, Diyanet İşleri Başkanlığı, kamu kurumları, özel kişi ve kuruluşların talebi üzerine veya resen inceleneceği ya da incelettirileceği bildirilmişti. Kararnamede, inceleme sonunda İslam'ın temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu Kurul tarafından tespit edilen meallerin, Başkanlığın yetkili ve görevli merciye müracaatı üzerine, basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilebileceği ifade edilmişti.

Kendine vahiy geldiğini söyledi
Kararnamede, yayının internet ortamında yapılması halinde, Başkanlığın müracaatı üzerine, bu yayınla ilgili olarak erişimin engellenmesinin yetkili kurumlardan istenebileceği kaydedilmişti.

İskender Evrenesoğlu, kendisine vahiy geldiğini ve peygamber olduğunu, "Risalet Nurları" isimli kitabın ise vahiy yoluyla Allah tarafından yazdırıldığını iddia ediyor.

"Ateizm ve eşcinsellik propagandası yapan siteler de kapatılsın"
Vatandaşların dini duygularını sömürerek din hakkındaki sapkın görüşlerini insanlara empoze etmeye çalışan Adnan Oktar ve İskender Evrenesoğlu'nun sitelerinin erişime kapatılmasını memnuniyetle karşılayan vatandaşlar diğer yandan da özellikle gençleri hedef alan ateizm, eşcinsellik ve diğer marjinal ideolojilerin propagandası yapan web sitelerine karşı da önlem alınmasını istiyor.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/diyanetin-talebi-uzerine-sapkin-gorusler-yayan-o-siteler-kapatildi-598943.html

Kimlik mücadeleleri ve politik fobi eleştirisi

$
0
0
Ahmet Murat AytaçKabul görme arzusunun temelinde, bir gruba ait olmakla elde edilen bazı özelliklerin, insanların benlik ve onur algıları açısından vazgeçilmez önemde olması yatar. İşte bu aşamada bir kimliğin tanınması için verilen mücadele ile her insanın eşit saygı ve değer görme hakkı arasındaki bağ çok belirgin şekilde açığa çıkar.

Fobilerin bir politik sorun olarak görülmeye başlanması, demokrasi anlayışımızda gerçekleşen köklü bir dönüşümün eseridir. Bu dönüşümün odağında yatan dinamiğe kimlik siyaseti adı veriliyor. İslamofobi eleştirisinin insan hakları açısından taşıdığı anlamı, İslamcıların ona yaptığı siyasi yatırımdan ayırt etme ihtiyacı, kimlik mücadeleleri üzerinde durmayı gerektirmektedir. Çünkü herhangi bir fobi eleştirisinin sunduğu politik imkan ve sınırları, kimlik fikrini tartışmadan anlayabilmek mümkün değil. Oysa Türkiye’de kimlik meselesi, anlayışımızı geliştirmekten çok kısıtlayan bağlamlarda ele alınıyor. Kimlikçilik, solda sınıf eksenli siyaseti yoldan çıkarmak veya ikame etmekle, sağdaysa İslam ümmetinin birliğini parçalamak veya milli birlik ve beraberlik ruhunu zedelemekle itham ediliyor. İthamlar bazen öyle noktalara varıyor ki, kimlik siyasetine adeta şamar oğlanı muamelesi yapılıyor. İnsanın her başı sıkıştığında, el altında suçlamaya hazır birinin olması, elbette rahatlatıcı bir şeydir. Ancak bunun günümüz siyasetinin mantığını ve kimlikçiliğin onunla olan ilişkisini kavramak isteyenlere hiçbir yararı yoktur.

O halde önümüzdeki ilk görev kimlik siyasetinin gerçek mahiyetini kavramaktır. Bunun için önce, onun küreselleşme sürecine özgü bir dinamik olduğu nakaratından kurtulmalı, sonra da dikkatimizi II. Dünya Savaşı sonrasından 70’li yıllara uzanan gelişmelere yöneltmeliyiz. Bugün kimlik adı verilen siyasi ideal, o dönemde ortaya çıkan üç farklı hareketin eseridir: sömürgecilik karşıtlığı, ırkçılık karşıtlığı ve yeni toplumsal hareketler. Söz konusu hareketler, modern demokrasinin kurucu ilkesi olan eşitlik anlayışını eleştiren ve yeniden tarif eden söylemler geliştirdiğinde, siyasetin kapısını kimlik taleplerine de ardına kadar açmış oldu. Klasik eşitlik anlayışı, bireyler arasındaki siyasi ve ekonomik farklılıkların yarattığı hiyerarşilere bir tepki olarak gelişmişti. Dolayısıyla önerdiği tüm eşitlikçi çözümlerin ortak noktasını, insanlar arasında ayrım gözetmeyen bir farksızlık politikası oluşturur. Öte yandan, sıra ırk, etnisite veya din gibi kültürel olarak inşa edilen gruplar arasındaki farklara geldiğinde, ayrım gözetmeme ilkesi gözetilmemiş ve söz konusu farklar eşitliğe aykırı muamelelerin temeli olarak savunulmuştur. Sonuçta, grup farklılıkları, sömürgecilik, ırkçılık veya ayrımcılık uygulamalarını meşru ve gerekli kılan bir dayanağa dönüştürülmüştür.

Kimlik mücadelesi derken kast edilen, bu grup farklılıklarının ülke içinde eşit yurttaşlığa, uluslararası düzeydeyse bağımsız ve eşit devletlerin örgütlenmesine yol verecek şekilde kabul görmesi için gösterilen çabalardır. Kabul görme arzusunun temelinde, bir gruba ait olmakla elde edilen bazı özelliklerin, insanların benlik ve onur algıları açısından vazgeçilmez önemde olması yatar. İşte bu aşamada bir kimliğin tanınması için verilen mücadele ile her insanın eşit saygı ve değer görme hakkı arasındaki bağ çok belirgin şekilde açığa çıkar. Başka bir deyişle, tanıma siyaseti tamamlayıcı ve eşit önemdeki ilkelerden oluştuğu kabul edilen insan haklarının ayrılmaz bir parçası haline gelir. Hak mücadeleleri ile tanınma talebi arasındaki bu ilişkiyi görmek hayati önemdedir. Zira bir kimliğin “yanlış tanınmasını”, o kimliğin taşıyıcısı olanlar için yaralayıcı bir ihlal veya zulüm uygulaması olarak görülmesini mümkün kılan şey, insan haklarıyla kurulan bu ilişkidir. Eşitlik ve özgürlük talebi, hakların bir gereği olarak ileri sürüldüğünde, onun kapsamını hem gruplar arasında hem de grup içinde alabildiğine genişletmek zorunlu bir hal alır. Çünkü kendini bir gruba ait kılan bir bağa, söz gelimi anadiline diğer dillerle eşit saygı ve değer talep eden biri, grup içindeki anlamlı bireysel farklılıkları tanımayı da peşinen kabul etmiş sayılır.

Fobilerin bir siyasal sorun olarak ortaya konmasıyla açığa çıkan imkan ve sınırları arayacağımız yer tam olarak burasıdır. Bugün önyargıya dayalı bir uygulamayı fobik olarak eleştirdiğimizde, uygulamanın muhatabı olan grup üzerindeki baskıyı çarpıtılmış bir kimlik anlayışının veya bir “yanlış tanıma” siyasetinin yansıması olarak gördüğümüz anlaşılır. Ancak “-fobi” ilaveli kavramların, ayrımcılık karşıtı siyaseti önceleyen bir geçmişi ve son derece yüklü bir bagajı olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu geçmiş, fobi kavramını normal ve patolojik olan arasındaki ayrım üzerine kurulu olan “medikal bakışa” referans vermeden anlamlı bir şekilde kullanamamamızın temel nedenini oluşturur. Fobi terimi, tarihsel açıdan ilk olarak tıbbı söylem tarafından kuduz hastalığının bir belirtisi olan “hydrophobia” için kullanılmıştı. Su korkusunu anlatan terim, sonradan akıl dışı veya patolojik olan tüm korku biçimlerini adlandırmada kullanılan bir model haline geldi. Temelsiz ve nesnesiz korkuları bir ruh hastalığı olarak teşhis eden psikoloji kadar, önyargıya dayalı korku ve kaygıları fobi olarak değerlendiren siyasi eleştiri de bu mirası devralmıştır.

Hastalık nitelemesinin bazı uyarlamalar ve dönüşümlerle farklı söylemlere aktarılmasının ciddi karışıklıklara yol açtığı durumlar olmuştur. Bu karışıklığın altında, normal olan ile patolojik olan karşıtlığının tesis edilmesini sağlayan ölçütlerin farklı disiplinler açısından aynı anlama gelmemesi yatmaktadır. Bir virüsten kaynaklanan, bulaşıcı ve ölümcül olan su korkusunun özelliklerini, esasında ne bulaşıcı ne de ölümcül olan psikolojik fobilere, bu fobileri de bir hastalık olarak siyasi önyargıların eleştirisine uyarladığınızda bu karmaşa doruğa çıkar. Sağlıklı olmanın ölçütlerini ortalama değerlerden türeten tıbbi bakış açısından normal olmama ve patolojik olma arasında bir fark yoktur. Çünkü normal olma, insanların çoğunluğunun belirlediği ortalamalara göre belirlenir. Ancak toplumun kültürel hayatında ve siyasal alanda ortalamadan sapan uç değerleri, patolojik olana eşitlemek için hiçbir gerekçe yoktur. Bu yüzden, normal olanın esas olarak patolojik olanla değil, normal olmayanla zıtlık içinde olduğunu akılda tutmak, insan hakları açısından son derece önemlidir.

Belli bir kimlik grubunu tanımlayan özelliği hastalık olarak niteleyen tıbbi-siyasi söylemin ve buna karşı aynı dil aracılığıyla verilen mücadelenin somut bir örneğine eşcinsellik konusunda rastlıyoruz. Bu örnek, aynı zamanda İslamofobi için ilham kaynağı olan homofobi kavramının doğuş hikayesi olduğundan, konumuz için ayrı bir önem taşımaktadır. Süreç yaklaşık olarak şu şekilde gelişmiştir: Eşcinselliğin “sosyopatik kişilik bozukluğu” olarak değerlendirildiği dönemlerde psikoterapist olan George Weinberg, eşcinsel olmayan bazı erkek hastalarında bir dizi belirtinin varlığını müşahade eder. Bu erkekler, cinsel ilişki sırasında saldırgan davranma yönünde güçlü bir baskı hissediyor ve kadını pasif ve itaatkar davranmaya itiyorlardı. Bir baba olarak, erkek çocuklarıyla sevgi ve şefkat temelinde bir bağ kuramamış olmalarını, onları sert bir erkek olarak yetiştirme misyonuyla gerekçelendiriyorlardı. Renkli giyinme veya çiçek sevme gibi “efemine” davranışları kesin olarak reddediyor, uç durumlarda temas olur endişesiyle erkek arkadaşlarıyla yan yana oturmaktan bile çekiniyorlardı. Tüm bu belirtileri toparlayacak bir adlandırmaya ihtiyaç vardı ve Weinberg, erkeğin “kadınlaşmasından” duyulan korkunun yarattığı bu ruh hali için homofobi terimini icat etmişti.

Homofobi eleştirisi, icat edildikten sonra, siyasal hayatta son derece etkili bir şekilde kullanıldı. Kavram, etkisini farklı olanı hastalık olarak kodlayan yanlış tanıma siyasetine karşı verilen hak mücadelesinin aracı olmasından ötürü kazanmıştı. Eşcinselliği, kendine özgü iktidar kodları olan, kendi içinde ve dışında farklı olanı patolojikleştirecek kapalı bir kimlik grubu olarak tasarlamanın aracı olsun diye geliştirilmemişti. Yapılan şuydu: Sadece üreme odaklı seksin normal olduğu varsayımı üzerinden hasta olarak kimliklendirilmiş eşcinsel figürünün karşısına, kadınsı davranışlar gösteren erkeğin kendini bozacağından duyduğu korkuyla ömrünü tüketen fobik figürü çıkarılmıştı. Bu figür, “normal” kişilerin ötekilerini hasta olarak damgalayan anlayışını yine onlara iade etmekle kalmıyor, öfkeli ve saldırgan bir kişi olmaktan gayet memnun olan ayrımcı kişinin, esasında bir korkak olduğunu gösterdiği için de ayrıca etkili oluyordu. Böylelikle homofobi eleştirisinin ikiye katlanan başarısı, eşcinselliğin hastalık kataloglarından çıkarılmasında ve anlayış değişikliğinde büyük bir rol oynamıştı. Bu sebepler homofobiyi, ayrımcılığın sesini kısma, onu akıl dışı olarak mahkum etme ve sonuçta etkisizleştirmenin bir aracına dönüşen fobi karşıtı söylem için bir kök model haline getirmişti. Tüm bu süreçte, hastalık sıfatının sadece yanlış tanıma veya kimliklendirme anlayışını ifade eden bir mecaz olduğuna ve eşit saygı ve değer görme mücadelesinin aracı olmanın ötesinde bir işlev üstlenmediğine dikkat edilmelidir.

Teröre karşı savaş veya demokratikleşme desteği adı altında şiddete maruz kalan Müslümanların, bu şiddeti adlandırmak istediklerinde İslamofobi kavramını benimsemeleri gayet anlaşılır bir tutum. Bununla tüm Müslümanları “potansiyel terörist” olmada eşitleyen önyargının ayrımcı karakterini eleştirmek istiyorlar. Ancak bu kavram insan hakları siyasetinin bir parçası olarak değil de, İslamcı siyasetin bir unsuru olarak işe koşulduğunda onu anlamlı kılan bir ayrımcılık eleştirisi olmanın ötesine geçiyor, bir tür ayrıcalık ve muafiyet talebine dönüşüyor. Bu talebin somut bir örneğini kişi hakları ve sekülerlik konusundaki İslama yönelen eleştirilerin tartışılmasında görmekteyiz. Deniliyor ki Batı modernleşmesi bireyi odağına alır ve dini cemaatin birey üzerindeki denetimini zayıflatmak için katı bir sekülerlik anlayışına ihtiyaç duyar. Oysa İslam’da cemaat esastır ve birey zaten hayatın anlamını bu cemaate aidiyet ile tanımlanmış Müslüman figürü aracılığıyla bulur. Bu yüzden İslam’ı bireyin hakları üzerinden sorgulamak veya seküler bir anlayışı dayatmak sömürgeci ve ırkçı zihniyetin devam ettiğinin göstergesidir. Yapılması gereken, söz konusu beklentilerden acilen vazgeçilmesidir.

Böylesi bir talep, cinsiyet ayrımcılığı, inanç özgürlüğü, ifade ve tartışma özgürlüğü gibi alanlarda İslamcılara yönelen eleştirilerden vazgeçilmesini istemekle aynı anlama gelmektedir. İslamcılığın esasında bir İslamofobi eleştirisi üretmekten çok, bu eleştiriyi kullanarak kendi siyasetine eleştiriden muafiyet talep ettiğini söylerken kast ettiğim budur. İslamcı, kendi değerlerinin sabit, kıyaslanamaz ve dahası üstün olduğuna inanır. İçinde yaşadığımız dünyayı, son insan da Müslüman oluncaya kadar verilmesi farz olan bir mücadelenin arenası olarak gören anlayış ile farklı inanç ve kültürlerin eşit saygı ve değerde olduğuna yaslanan anlayış arasında özsel bir fark vardır. Söz konusu fark, toplumsal grupları kendi içinde kapalı ve durağan bütünler olarak değil, açık ve devingen yapılar olarak görmekle yakından ilgilidir. Bu yüzden, fobi eleştirisi kimlik gruplarını korumaktan çok dönüştürmenin, gruplar arasında eşitliği tesis ederken grup içi hiyerarşileri de insan hakları ilkelerine uygun olarak eşitlemenin aracıdır. Çünkü bir yandan insan onuruna dayanarak kendi inancına eşit muamele talep ederken, öbür yandan bu talebin temelini oluşturan ölçütlerin sana uygulanamayacağını söyleyemezsin.

Ahmet Murat Aytaç kimdir?
Ailenin Serencamı: Türkiye'de Modern Aile Fikrinin Oluşumu (2007), Kitlelerin Ruhu: Siyasi ve Sosyal Tahayyüle Kalabalıklar (2012) adlı eserleri kaleme aldı. Göçebe Düşünmek: Deleuze Düşüncesinin Kıyılarında (2014) adlı eserin editörlerinden biridir. Şubat 2017'de yayımlanan KHK ile ihraç edilinceye kadar Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Yardımcı Doçent ünvanıyla çalıştı. Temel ilgi alanları insan hakları felsefesi, siyasal düşünceler tarihi ve siyaset kuramı, radikal demokrasi gibi konulardan oluşmaktadır.

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/30/kimlik-mucadeleleri-ve-politik-fobi-elestirisi/

Eşcinsel köyünde bir bahçıvanın işlediği seri eşcinsel cinayet

$
0
0
1'ü Türk 8 Kişi! Eşcinsel Köyü Erkekleri Bahçıvanın Cinayetlerine Kurban Gitti

Kanada'nın Toronto kentinde bir bahçıvan, 2010-17 arasında kaybolan biri Türk, sekiz erkeği öldürdüğünü itiraf etti. Kurbanlarının çoğunun Toronto'nun Eşcinsel Köy semtiyle bağlantılı olduğu ortaya çıktı.



Kanada'nın Toronto kentinde bahçıvanlık yapan Bruce McArthur, 2010-17 arasında kaybolan biri Türk, sekiz erkeği öldürdüğünü itiraf etti.Kurbanlarının çoğunun Toronto'nun Eşcinsel Köy (Gay Village) semtiyle bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Tüm suçların "cinsel doğası" olduğunu belirten savcı, McArthur'un cinayetler sırasında kurbanlarını bağladığına dair kanıtlar da olduğunu anlattı.

8 CİNAYETLE SUÇLANMIŞTI

67 yaşındaki McArthur, geçen Ocak'ta tutuklanmış ve iki cinayetle suçlanmıştı. Polis daha sonra McArthur'u altı cinayetle daha suçladı.

KURBANLARI "EŞCİNSEL KÖY"İLE BAĞLANTILI

McArthur'un kurbanlarının çoğu Toronto'nun Gay Village (Eşcinsel Köy) semtiyle bağlantılı. McArthur'un kurbanlarının kalıntıları, yine Toronto'da Leaside semtindeki bir evde bulundu.

ÖMÜR BOYU HAPİSLE CEZALANDIRILIYOR

McArthur'a yöneltilen birinci derece cinayet suçlamasının her biri, otomatik ömür boyu hapisle cezalandırılıyor. Bu da 91 yaşına kadar şartlı tahliye talebinde bulunamayacağı anlamına geliyor.

Bruce McArthur'un ceza duruşması 4 Şubat'ta başlayacak ve duruşmada kurbanlarının dostları ve akrabaları, kayıplarının yaşamlarını nasıl etkilediğine dair ifadeler verecek.


POZLARA SOKUP FOTOĞRAFLARINI ÇEKTİ

Yargıç ayrıca, McArthur'un ömür boyu hapis cezalarını peş peşe mi yoksa hepsini aynı anda mı çekeceğine karar verecek. McArthur'un suçları ne? Savcı Michael Cantlon, McArthur'un kurbanlarını "pozlara sokup" fotoğraflarını çektiğini ve kurbanlarına ait mücevher ve bir defter gibi eşyaları hatıra olarak sakladığını söyledi.

CİNEYETLER SIRASINDA KURBANLARINI BAĞLADI

Tüm suçların "cinsel doğası" olduğunu belirten savcı, McArthur'un cinayetler sırasında kurbanlarını bağladığına dair kanıtlar da olduğunu anlattı.

KALINTILARI SAKSILARA GÖMDÜ

Kurbanların kalıntılarının çoğunun, McArthur'un bahçıvan olarak çalıştığı 53 Mallory Crescent adresindeki saksılara gömüldüğü belirtilirken, diğer kurbanların da yakındaki bir vadiye gömüldüğü kaydedildi.

KORKUNÇ AÇIKLAMA

Polis, McArthur'un yatak odasında yaptıkları aramada içinde koli bantı, ameliyat eldiveni, ip, plastik kelepçe, esnek halat ve şırıngaların yer aldığı bir çanta bulunduğunu açıkladı. Polise göre kurbanların bazıları cinsel saldırı sırasında ya da "yasadışı şekilde alıkonuldukları" sırada öldürüldüklerini belirtti.

Polis yetkilileri, tutuklamanın ardından serbest bahçıvanlık yapan McArthur ile bağlantılı çok sayıda mülkü aradı ve onlarca yıl öncesinden kalan faili meçhul cinayetleri yeniden ele aldı.

BİRİ TÜRK SEKİZ KURBAN TESPİT EDİLDİ

Biri Türk, sekiz kurban tespit edildi Şu ana dek tespit edilebilen sekiz kurbanın hepsi Eşcinsel Köyü ile bağlantılı ve birçoğu Güney Asya ya da Ortadoğulu göçmenler.

Toronto'daki LBGT topluluğu, kayıp erkekler konusundaki endişelerini yeterince ciddiye almadıkları için Toronto polisini eleştirdi.

TÜRK KURBAN 2013'TE KANADA'YA YERLEŞTİ

McArthur'un kimliği belirlenen ilk iki kurbanı her ikisi de 2017'de kaybolan 49 yaşındaki Andrew Kinsman ve 2013'te Kanada'ya yerleştiği belirtilen Türk kurban Selim Esen.

Esen'in erkek kardeşi Ferhat Çınar, Selim Esen için geçen Ekim'de yapılan cenaze töreninde kardeşinin bir eşcinsel olarak Türkiye'de yaşamaktan memnun olmadığını anlatmıştı.

Çınar İstanbul'da doğan ve Ankara'da büyüyen kardeşinin ailesine destek olmak için çalıştığı sırada üniversiteyi bitirdiğini anlatmıştı. Avusturalya'da birkaç yıl yaşayan Esen'in 2013'te erkek arkadaşıyla evlenmek için Kanada'ya taşındığı, ancak evliliğin ardından ilişkinin uzun sürmediği belirtilmişti.

https://www.haberler.com/kanadali-bahcivan-biri-turk-8-erkegi-oldurdugunu-11691252-haberi/

Gökkuşağı Altında Nuri Harun Ateş 9 Şubat'ta!


Ölünün 20. yılında Barış Manço

Indiewire Seçti: 2018’in En İyi 10 LGBTİ Filmleri

$
0
0
Bu yılki ödül sezonuna çaktırmadan damgasını vuran LGBTİ sineması, özellikle son beş yılda sıkı bir atak yaptı. Son dönemdeki başarılı örnekleriyle adından söz ettirmekle kalmayıp sinemanın itici gücü haline de gelen eşcinsel filmleri, Brokeback Mountain’dan hemen sonra bile bu kadar söz sahibi olamamıştı. 2015 yılında Carol ile başlayan dalga, 2016’da En İyi Film Oscar’ına layık görülen Moonlight ile ivme kazandı. Geçen yıl Call Me by Your Name kalplere taht kurmakla kalmadı ve ödülleri bir bir topladı. Bu yılsa Yorgos Lanthimos imzalı The Favourite, festivallerden ödül ve övgüyle dönmekle kalmayıp, 10 dalda Oscar adaylığı kazanarak elinin ne kadar güçlü olduğunu gösterdi.

Indiewire Seçti: 2018’in En İyi 10 LGBTİ Filmleri

Indiewire da bu yükselişe kayıtsız kalmadı ve 2018’in en iyi 10 LGBTİ filmlerini seçti. Hem politik hem de sanatsal açıdan söyleyecek sözü olan 10 nefis filmden oluşan liste huzurlarınızda!

10. “A Kid Like Jake”

Silas Howard’ın trans birey olduğunu açıklayan ve cinsel açıdan “yaratıcı” olan bir çocuk hakkında film çeken ilk sinemacı olması, aslında sinema dünyasında sessiz sedasız bir milat oldu. Daniel Pearle, çok beğenilen hit oyununu beyazperdeye uyarladı ve yönetmen koltuğuna Silas Howard oturdu. Ortaya da bu çarpıcı film çıktı… Claire Danes, Jim Parsons, Octavia Spencer ve Leo James Davis’in başrollerde olduğu A Kid Like Jake, oyuncaklar arabalarla oynayıp ve pantolon giymek yerine, oyuncak bebekleri ve etekleri tercih eden zeki ve yaratıcı Jake’in hikayesine ve özellikle de ailesinin bu durumu karşılama biçimine odaklanıyor.

9. “The Miseducation of Cameron Post”

2014 yılında çektiği Appropriate Behavior ile ciddi konulara mizahi bir bakış açısıyla yaklaşabildiğini kanıtlayan Desiree Akhavan’ın bu ciddi konu altında ezilmeye hiç niyeti yok. Sonunda kendini izletmeyi başaran bir rolde izleyicinin karşısına çıkan Chloë Grace Moretz’e, American Honey ile yıldızı parlayan Sasha Lane’in yanı sıra dönüşüm terapisi merkezi Tanrı’nın Sözü’nün yöneticisi rolünde muazzam bir performans sergileyen Jennifer Ehle eşlik ediyor. Türkçeye Cameron Post’a Ters Terapi adıyla çevrilen film, hayatı boyunca özenilen bir genç kız olan Cameron’ın, lise mezuniyeti balosunda balo kraliçesi ile yakınlaşırken yakalanması üzerine allak bullak olan hayatına odaklanıyor.

8. “Anchor and Hope”

Carlos Marques-Marcet imzasını taşıyan bu kaygısız romantik film, rüya gibi bir lezbiyen ilişki yaşayan Kay ve Eva’nın hikayesine odaklanıyor. Her şey dört dörtlük ilerler ve çift hayellerindeki gibi bir hayat sürerken, Eva’nın hayallerini bir bebek süslemeye başlayınca bu kusursuz düzen değişiveriyor. Başrollerde Natalia Tena, Oona Chaplin, Geraldine Chaplin’in yer aldığı film, ilgi çekici karakterleriyle izleyicisini kendine bağlıyor.

7. “Gemini”

Gemini, ağır, kendinden emin ve eşcinsellik eğilimiyle süslü bir gerilim. Film, asistanlığını yaptığı Hollywood yıldızı öldürülünce baş şüpheli sayılan Jill’e odaklanıyor. Jill, kendisini ortasında bulduğu gizemli olayları çözmeye çalışırken, bir yandan da arkadaşlık, gerçek ve şöhret anlayışıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Prömiyerini 2017’de South by Southwest Film Festivali’nde yapan Aaron Katz imzalı Gemini, başrollerde Lola Kirke, Zoë Kravitz ve John Cho’yu buluşturuyor.

6. “The Gospel According to André”

Whoopi Goldberg, uzun yıllardır moda dünyası için bir ikon olan Vogue editörü André Leon Talley’den “Olmaması gereken pek çok şeydi o…” diye bahsediyor. Kate Novack imzasını taşıyan bu etkileyici belgesel, André Leon Talley’nin hikayesine odaklanıyor. Siyah, eşcinsel, çok uzun boylu ve kusursuz Fransızca konuşuyor… Ezbere çekilmiş sayısız belgesel varken, The Gospel According to André aralarından sıyrılmayı başarıyor.

5. “Disobedience”

Eski bir haham olan babasının ölümünün ardından kendini Londra’nın koyu Ortodoks Yahudi cemaatinin ortasında bulan bir kadının, Ronit Krushka’nın hikayesine odaklanıyor Disobedience… Ronit yıllar sonra çocukluğunun geçtiği yere dönüyor ve çocukluk arkadaşları Dovid ile Esti’nin evlendiklerini görüyor. Ronit’in yası, Esti’nin cinsel uyanışı ve Dovid’in açmazları birleşince de ortaya da son derece çarpıcı bir drama olan Disobedience çıkıyor. Sebastián Lelio yönetmenliğindeki filmde başrolleri Rachel Weisz, Rachel McAdams ve Alessandro Nivola paylaşıyor.

4. “Paddington 2”

Hugh Grant’in Phoenix Buchanan rolünde hiç kuşkusuz hayatının en iyi performanslarından birine imza attığı Paddington 2, teyzesi Lucy’nin 100. doğum günü için mükemmel bir hediye almaya çalışan ayı Paddington’ın hikayesine odaklanıyor. Denizkızı Ariel’in maceralarını anlatan The Little Mermaid’deki cadı Ursula’dan sonra, beyazperdeye damga vuran efsane kötü Phoenix Buchanan’ı hikayesinde bulunduran film, tam bir ödül avcısı bizden söylemesi!

3. “Can You Ever Forgive Me?”

Daha önce lezbiyenler ve eşcinsel erkekler arasındaki dostluklara odaklanan bir film çekilmemiş olması hem inanılmaz hem de sinir bozucu. Filmde Melissa McCarthy’nin canlandırdığı Lee Israel, bir kadında olmaması gereken tüm özellikleri bünyesinde topluyor adeta. Özel hayatındaki sorunlar ve alkol bağımlılığı nedeniyle yazar olarak şansını kaybeden ve artık kirasını bile ödeyemeyecek duruma gelen Lee, sadık arkadaşı Jack ile birlikte yaşamını yitirmiş yazar ve oyuncuların mektuplarını taklit etmeye başlıyor. Diary of Teenage Girl’ün yönetmeni Marielle Heller’ın imzasını taşıyan filmde Melissa McCarthy’ye Richard E. Grant ve Dolly Wells eşlik ediyor. Üç dalda Oscar adayı olan film, McCarthy ve Grant’e de adaylık kazandırdı.

2. “Scotty and the Secret History of Hollywood”

Cüretkar, seks delisi, flörtöz ve hayat dolu! Hollywood’un gizli kahramanlarından biri olan Scotty Bowers’ın insanı hayrete düşüren hikayesini anlatan bu belgeselde, Katharine Hepburn’den Cary Grant’e, Cole Porter’dan Windsor Dük ve Düşesi’ne kadar pek çok isme rastlayacaksınız. Ama yine de esas hikaye, bugün 95 yaşında olan Scotty’de. Bu yaşında bile cinselliğe bakış açısı, yaşadığı sıra dışı tecrübeler ve anılarıyla Bowers’ın anlatacak çok şeyi var.

1. “The Favourite”

Britanya Krallığı’ndaki lezbiyen bir aşk üçgeninde Olivia Colman, Rachel Weisz ve Emma Stone’u buluşturan The Favourite, Yorgos Lanthimos’un kendisinden en beklenmeyecek işi olsa gerek. Diğer filmlerinin aksine, ilk kez senaryosu kendisine ait olmayan bir film çeken Lanthimos, yine de ne absürtlüğünden ne tuhaflığından ne de çarpıklığından taviz veriyor. Oscar adayı olarak şimdiye kadarki “en ulaşılabilir” işine imza atan yönetmen, Kraliçe Anne’e yaranmaya çalışan iki kadının güç savaşlarını anlatırken ustalığını konuşturuyor.

Nazlı Erdol Akar

https://listelist.com/en-iyi-lgbti-filmleri-2018/

Munroe Bergdrof: Moda Endüstrisinde Transfobiye Yer Yok

$
0
0
Trans aktivist ve model Munroe Bergdrof, Victoria Secret Pazarlama Direktörü Ed Razek’in transların gösterilerde yer alamayacağı açıklamasının utanç verici olduğunu söyledi.



İngiltere'de yaşayan Victoria Secret Pazarlama Direktörü Ed Razek 9 Kasım 2018’de translarla ve büyük beden sahibi kadınlarla manken olarak çalışmayacaklarını açıkladı.

Açıklamaya tepki, trans aktivist ve model Munroe Bergdorf’dan geldi. Bergdorf, Victoria Secret’ın gösterilerinde ve kampanyalarında trans kadınlara yer vermemesinin utanç verici bir durum olduğunu söyledi.

Şu anda Bluebella firmasında LGBTİ+ Danışmanlığı yapan Bergdrof, Cosmopolitan UK ile yaptığı söyleşide tüm kadınların ince ve uzun boya sahip olmadığını, her kadının hamile kalamadığını ve doğum esnasında kadın olarak atanmadığını belirtti. Kadın kimliğinin geniş bir kavram olduğuna değinen Bergdrof, tasarımcıların ve moda evlerinin bu gerçeği anlamaya başladıklarını söyledi.

“Bu proje kadınlar için çok önemli”
Bluebella firmasında trans bireylerin, büyük bedene sahip kadınların yer aldığı “Love Yourself” kampanyasını yürüten Bergdrof, gösterilerin erkek bakış açısıyla yapıldığını ve bu projenin kadınlar için bu sebeple çok önemli olduğuna dikkat çekti.

Trans kadınların bu anlatıma dâhil edilmesinin çok önemli olduğunu belirten Bergdrof, moda endüstrisinde transfobi için bir gelecek olmadığını söylemenin kadınların birleşik bir cephe olarak bir araya geldiğini hissettirdiğini söyledi.

Ne olmuştu?

Razek, Kasım 2018'de Vogue'da yayınlanan söyleşide "Gösterilerde transseksüellere yer vermeniz gerekmez mi?" sorusuna "Hayır, hayır. Biz düşünmüyoruz. Bu gösteri bir fantezidir. 42 dakikalık özel bir eğlence. Dünyada türünün tek örneği" yanıtını vermiş ve büyük beden sahibi kadınların hala televizyonda ilgi çekmediğini söylemişti.

Gelen tepkilerin ardından Razek, sosyal medyada bir açıklama paylaşarak yaptığı konuşmanın duyarsızca olduğu için özür dilediğini ve transseksüellerin olduğu özel bir şov yapacaklarını duyurdu.

Bergdrof, bu açıklamanın ardından Razek'in işini kurtarmak için bu açıklamayı yaptığını ve bu açıklamanın duyarsızlık değil transfobik olduğunu belirtti. Bergdrof, günümüzde hala transfobikliğin açık açık dile getirilebildiğini söyledi.

(EA/EMK)

*Haberi Evin Arslan, Independent, Cosmopolitan ve NYLON'danTürkçe'ye çevirdi.

http://bianet.org/kadin/nefret-soylemi/205110-munroe-bergdrof-moda-endustrisinde-transfobiye-yer-yok

Gülşah Saraçoğlu travesti mi?

$
0
0

“Hayır travesti değilim! Ama travesti olmak bir seçim değil bir kaderdir! Siz ve sizin gibi kötü zihniyetli çirkin insanlar benim gözümde zavallısınız! Gay olmak ayrıdır … olmak ayrıdır, hayat kadını ayrıdır … olmak ayrıdır! Ben travesti değilim ama umarım ALLAH sizi bu yargıladığınız insanlar üzerinden sizi sınamaz! Çünkü muhakkak vardır bir evladınız kardeşiniz yeğeniniz...”

Homofobik Yeni Akit:Sapkın eşcinsellerin umudu CHP! "İftar çadırlarından kurtulacağız, özgürleşeceğiz"

$
0
0
Sapkın eşcinsellerin hamisi CHP, en büyük desteği yine sapkın eşcinsellerden aldı. Ramazan çadırlarından rahatsız olduğunu söyleyen bir sapkın eşcinsel, CHP'nin ÖDP'li adayı Alper Taş'ın seçilmesi durumunda Beyoğlu'nun sözde 'özgürleşeceğini' ifade etti.

Sapkın eşcinsellerin umudu CHP! "İftar çadırlarından kurtulacağız, özgürleşeceğiz"

Sapkın eşcinsellerin umudu CHP! "İftar çadırlarından kurtulacağız, özgürleşeceğiz"
 yeniakit.com.tr

CHP'ye umut bağlayan eşcinsel sapkınlardan CHP'den Beyoğlu Belediye Başkan adayı olarak gösterilen ÖDP Genel Başkanı Alper Taş'a destek geldi.

CHP gelirse Beyoğlu özgürleşecekmiş!
Sapkınların hamisi olan CHP'ye verilen destek manidar karşılanırken bir eşcinsel sapkın Ramazan'da kurulan iftar çadırlarından rahatsızlığını dile getirerek Beyoğlu'nun kendince 'özgürleşeceğini' söyledi.

Sapkınlık propagandası yapan bir sosyal medya kullanıcısı eşcinsel "En sonunda Beyoğlu da özgürleşecek ! Ohhh diyeceğimiz günler yakındır. @AhmetMisbah Beyoğlu’na verdiğin zararları Ancak @alper_tas temizler. En çok da Ramazan ayında taksimde verdiğin AKP iftarlarında kurtulmuş oluruz." ifadelerinde bulundu.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/sapkin-escinsellerin-umudu-chp-iftar-
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live


<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>