Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live

Erkek erkeğe kutladılar

$
0
0
Murat Dalkılıç, Çağatay Ulusoy'la Cihangir'de akşam yemeği yedi

Daha Derine adlı albümünün hazırlıklarını tamamlayan Murat Dalkılıç, arkadaşı Çağatay Ulusoy'la Cihangir'de akşam yemeği yedi. Mekân çıkışı kısa bir açıklama yapan Dalkılıç, "Yeni albümüm tamam. Bu hafta piyasaya çıkacak. Arkadaşım Çağatay'la uzun zamandır görüşemiyorduk. Mutluluğumu onunla paylaşmak istedim" dedi.

HT MAGAZİN/ Nuri ALTUNTAŞ

Santiago Arenas Henao

7 Haziran İkizler Burcu eşcinsel ünlüleri

$
0
0
Edward Field (born June 7, 1924) is an American poet and author.

Elizabeth Bowen, CBE was an Anglo-Irish novelist and short story writer.

Korkma, dinle, anla: Şahika Hoca transseksüelleri anlatıyor

$
0
0
1980'lerdeki "duvar" ameliyatlarından Bülent Ersoy Kanunu'na, Rüzgar Erkoçlar'dan AİHM'de Türkiye'ye dava açan transa

"Bülent Abi.”

33 yıl önce ameliyat olmuş Bülent Ersoy’a ithafen kamuoyu önünde zaman zaman “yanlışlıkla” söylenen bu söz, Türkiye’nin tüketilemeyen magazin malzemelerinden biri. Bu haberleri okuyunca neredeyse bir refleks olarak yapılan kıkırdamayla cinayet arasında uzanan yolun ismi de transfobi.

Çoğunluğun ortaklaştığı bu fobi nedeniyle, kasten öldürmenin cezası müebbet hapisken öldürülen kişi transsa katilin şu iki cümleden birini söylemesi hakimlerin ceza indirimi vermesi için yeterli olabiliyor:

“Kadın sanmıştım.”

“Bana ters ilişki teklif etti!”

Böylece “serde erkeklik olduğu” söylenen hakim, muhtemelen hemcinsi olan katile “haksız tahrik” yapıldığına kanaat getiriyor ve Türkiye’nin bir Avrupa birinciliğini daha elinde tutması garantileniyor.

Sadece mahkeme salonunda değil, devletin izini bıraktığı her alanda yaşadıkları nefret, saldırı ve cinayetler nedeniyle 16-22 Haziran arasında yapılacak Trans Onur Haftası’nın teması “Faili Devlet.”

Gazetelere yansımayan ya da popüler programlarda konuşulmayan transların Türkiye’sini öğrenmek için Prof. Şahika Yüksel’i ziyaret ettik.

Yüksel’in 40 yılı aşkın kariyeri, Türkiye’nin hukuk ve sağlık alanında translara bakışına da mim koyuyor.

Meslektaşları transseksüelleri geri çevirirken farklı bir yol seçen Şahika Yüksel, doçent olduktan sonra, 1985’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gelen transseksüellerle görüşmeye başladı. İlkeleri yurt dışındaki meslektaşlarına danışarak öğrenen Yüksel, transseksüelliğin ameliyattan ibaret olmadığını, sürece bakımı da katarak gösterdi. 80’li yılların sonunda grup tedavisine başlayan Yüksel, çok geçmeden Anadolu’dan transseksüellerin kapısını çaldığı isim oldu.

Geçen sene emekliliğini isteyen Yüksel, İstanbul Psikososyal Travma Birimi’nin kurucu başkanı, Cinsel Eğitim, Tedavi, Araştırma Derneği’nin (CETAD) kurucu üyesi ve eski Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı olmanın yanı sıra Mor Çatı Sığınağı Vakfı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın da kurucu üyelerinden.

1970’lerden 2010’lara uzanan deneyimleri alternatif bir tarihi de barındıran Şahika Yüksel’in T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:        

1970’lerde cinsiyet değiştirme
ameliyatları nasıl yapılıyordu?

- LGBTİ sizin hayatınıza nasıl girdi?

Psikiyatriye 1972 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü’nde başladığım Türkiye’de gerek cinsellik, gerek cinsel sorunlara akademik alanda ilgi varsa bile örtülü idi. Dolayısıyla, bu konularda bilgisiz öğrencilerdik. Dünyada da cinsel tedavilerin yeni geliştiği bir devreydi. Gey ve lezbiyenleri 1968 hareketiyle duymaya başlamıştık. Ama o devrede ruh sağlığı ve sorunların hepsi benim için yeni idi. GLBT’lerle ilgilendiğimi hatırlamıyorum. Cinsel yönelim, cinsel kimlik değiştirme pek bilinen şeyler değildi. Ana akım içinde de, marjinalde de yoktu. İlk hatırladığım şey 1970'lerin sonunda Türkiye'de çok önemli bir estetik cerrahı olan Prof. Ali Nihat Mındıkoğlu. Cinsiyet değiştirme ameliyatları yapıyordu ama o sırada bu ameliyatların hangi ilkelerle, kimlere yapıldığı konularında netlik yoktu.

‘Uğur Dündar’ın programından sonra
üniversiteler translara kapıları kapadı’

- 1970'lerde “Ben cinsiyet değiştirmek istiyorum” isteyen biri, parası da varsa, Mındıkoğlu’na gidip ameliyat olabiliyor muydu?

Bir piskiyatrist rapor veriyordu, ancak henüz ilkeler netleşmemişti. Ameliyata talip olanların tümü kendilerinin ne olduğunu bilen ve dönüşüme hazır kişiler değildi, aralarında muhtemelen eşcinseller de vardı. Uğur Dündar, Mındıkoğlu ile bir program yaptı. Ameliyatlardan bahsederken televizyon yayınına "Benim hayatımı mahvettin" diyen, Mındıkoğlu tarafından ameliyat olmuş bir kişi girdi. Bundan sonra Mındıkoğlu tıp camiasından dışlandı. Üniversitede öğretim üyesi olan Mındıkoğlu olayından sonra resmi bir karar olmasa da Türkiye çapında bu ameliyatlar uygun olmayan yerlerde, gizli yapılmaya başlandı. Çok zor ameliyatları yapabilen üniversiteler transseküellere kapıları kapamıştı. 1985'te transseksüellere görüşmeye başlayana kadar bu konuda konuşan tek hocam Prof. Metin Özek olmuştu.

1980 sonrasında ‘duvar’ ameliyatları

- Darbe dönemi ameliyatları nasıl etkiledi?

Bazı transseksüeller Eskişehir’e sürgün edilirken özellikle eğlence sektöründe çalışan erkeklere çok ağır baskı, işkence yapılıyor ve çalışmaları engelleniyordu. Bu devrede translara, heteroseksüel olmayanlara artan baskılar nedeniyle ameliyat olması gerekmeyen eşcinsel olan bazı kişilere duvar adı verilen bir ameliyat yapılmayı başlandı.

- Nedir “duvar”?

Daha çok Beyoğlu'ndaki eğlence sektöründe çalışan eşcinsel kişiler polis tarafından hoş görülmüyor ve iş yerleri de zarar görüyordu. O kişileri kadın gibi göstermek için penislerinin kesildiği bir ameliyat yapılıyordu.

- Yerine vajina yapılmıyor muydu?

Yapılmıyordu çünkü o insanların vajinaya ihtiyacı yoktu, erkeklerdi zaten. İnsanlar da hayatta kalabilmek için bu korkunç ameliyatı yapmak zorunda kaldılar. Nokta’da bu konu kahramanları ile röportajlar yayınlandı.

‘Transseksüeller hastanede istenmeyen gruptu’

- Hastaneler yerine merdiven altı diye tabir edilen yerlerde mi yapıldı bu “duvarlar”? Tıbbi sorun yaşatan doktorlar şikayet edilebildi mi?

O ameliyatlar kayıt altına alınmadıkları için enfeksiyon ve kayıplara ilişkin hiçbir hak iddia edemiyorlardı. Üstelik çok daha fazla para ödüyorlardı. Bu dönem cinsel kimlik ile cinsel yönelim arasındaki fark bilinmiyordu, ilgilenilmiyordu da. Birçok solcu grup da “devrimden sonraya kalacak” konulardan biri olarak gördüğü için ilgilenmiyordu. Ben de o dönem doçent oldum, kendi hastalarımı görmeye başladım ve transseksüeller de gelmeye başladı.

- Neden siz gördünüz?

Kimsenin istemediği bir gruptu, bense istiyordum. Ne yapılacağı bilinmeyen vakalara açıktım. İngiltere'de, o zamanlar çok yeni olan davranış psikoterapisi de öğrenmiştim, muhtemelen bu nedenle de genç arkadaşlar bana yolluyordu.

‘LGB’lere neresinde eksik var diye bakılıyordu’

- Kimsenin istememesinin sebebi ne; transfobi mi, konuyu bilmemek mi?

İkisi de. Transfobi demek için önce transı bilmek lazım. Ne olduğu bilinmeyen bir şeydi bu. Her ne kadar tıpta çok nadir olan hastalıkları görmek ve bildirmek prestijli olsa da bin kişinin 6’sında görülen bir durumun arada bir gelmiş olması ilgi çekmiyordu. Ben de bu konuya girince neye bulaşacağını bilmiyordun. Örneğin LGB'lerle heteroseksüel olmadıklarını konuşacağın bir zemin yoktu. Daha çok neresinde patoloji, eksik, hormon eksikliği var diye bakılıyor ve karşısına net bir cevap da koyulamıyordu. Ama bu kişileri tanımak istedim. İlgimi çekti. Çünkü her şeyinizi değiştirebilirsiniz, estetik ameliyat olup gençleşmek istiyebilirsiniz ama “Cinsiyetimi değiştirmek istiyorum” demek merak edilesi bir şey.

- Siz “hastalık" olarak görüyor muydunuz?

O zaman transseksüel kişiler, ne olduğu sorgulanmadan mutlaka bir hastalık olarak tanımlanıyordu. Bugün bile, bir politik tutum olarak, kendini açıkça ortaya koyanlar hariç transseküel kişiler diğer cinsiyete taşındıktan sonra kimliklerini gizler. Dahası sıklıkla transseküel kişiler ve onların aileleri de bunun hastalık olarak görülmesini istiyor. Çünkü aksi bir seçim olacak, çay yerine kahve seçmiş gibi görülecekler. Halbuki bu “benim genlerimden geliyor”sa, “ben sorumlu değilim.” Transseküel bireylerin sıklıkla genel olarak çevrelerine söylediği ve doğru olmayan bir açıklama var, "Biyolojik bir durum var, onu değiştireceğim."İnterseksmiş gibi, "Genital organımda bir anomali var, onu anomali ile düzeltireceğim" diyor. Bu şekilde alan da, veren de memnun.

Cinsiyet değiştirmeden
önce yanıtı aranan 2 soru

- O dönem konuyu danışabileceğiniz herhangi bir isim veya bilimsel dokümanlar var mıydı?

1980 yılında Yunanistan'da anksiyete bozukluklarıyla ilgili bir kongrede Friedman Pffelling adlı transseksüalite uzmanı, insan hakları konusunda çalışan Alman bir psikoterapist ile tanıştım ve başım sıkıştıkça gördüğüm vakalarda ondan danışmanlık aldım. Çünkü cinsiyeti dönüştürmek çok ciddi bir karar ve tüm gözler üstünüzdeydi.

Cinsiyet dönüşümünde en önemli noktalardan biri “bakım” aşaması. İngilizce’den tam çeviriyle “Transseksüellerin değerlendirilmesi, dönüşüm ilkeleri ve bakımı” kalıbının bu son kısmı transseküel kişilerin geçirdiği sürecin ameliyatla başlayan ve biten bir olay olmadığını gösteriyordu. Bu kişilerin hazırlanması, bakılması gerekiyor. Arkadaşım Pffeling’den hazırlık sürecine dair Harry Benjamin ilkelerini öğrendim: 1- Değişmeyi, pişman olmadan, uzun süreli ve kalıcı olarak isteyecek mi? 2- Bu değişikliğe hazır mı? Siz değişikliği isteyebilirsiniz ama ardından gelecekleri kaldırma kapasiteniz düşük olabilir, 3- Disiplinler arası işbirliğinde ruh sağlığı uzmanının rolü sürüyor.

‘Transseksüelin dini görevlerini
o cinse göre yapması lazım’

- Bu iki sorunun yanıtını bulmak için ne kadar süre veriyordunuz?

Bu konuda 1968’de ilk bilimsel yayınları yapan ve yıllar içinde içeriği 7 kez yeniden gözden geçirelecek temel bildirgeyi yazan Henry Benjamin'in standartlarına göre, 2 yıl karşı cinsiyetin rol ve davranışları içinde yaşamış olması gerekiyor. Ama bu iki yıl bizim gözlemimizde geçecek diye bir şart yok. Bugün herkes az çok transseksüeliteye dair bir şeyler biliyor. Ama 1980'lerde, 90'larda dünyada bir tek kendisinin olduğunu varsayarak, ne yapacağını bilemeden, ailesinden gizli ameliyat olmayı ve ertesi günlerde işe gitmeyi planlayanlar vardı. Bunları oturtmaya çalıştık. Hatalı rapor vermemek gerekiyordu, aksi takdirde her şey mahvolurdu, ilk yıllarda en az 2 sene takip ettikten sonra rapor verdik.

Ama bugün karşınıza doğumdan erkek olduğunu düşünemeyeceğiniz biri geliyor, iş yerinde de bu kimlikle çalıştığını söylüyor. O zaman hayat daha kolay çünkü o resmen taşınmak istediği cinsiyet test edilmiş. Artık o kişiyi 2 sene görmenize gerek yok. Birkaç ayda, 2-3 seans ardından rapor verebiliyorsunuz. Ama birisi geliyor, "Benim ailem bunu kaldıramaz, çok dindarlar. Başı açık hiçbir kadın yok, ben de başımı açamam" diyor. O zaman o transseksüel kişinin  hazırlanmak için çok yolu var. Başını ne zaman açacaksın? Kendisini dini görevlerini bir kadın değil, erkek olarak gerçekleştiren bir kişi olması lazım.

- Bu kişi sonra ne yaptı?

Psikoterapiyle başörtüsü ile ameliyata girmesi arasında bir zaman olduğunu gösterdik.

‘Translar, 88’e kadar
interseks izninden yararlandı’

- Cinsiyet değiştirme ameliyatı 1988'de yasalaşmadan önce, cinsiyet değiştirmesini uygun gördüğünüz kişi nasıl ameliyat oluyordu?

1988'e kadar Medeni Kanun'da transseksüel kişilerle ilgili hiçbir madde yoktu. Sadece interseks dediğimiz doğuştan cinsel organlarında sorun olanların ameliyat edilmesine izin vardı. Buna dayanarak trans kişiler de ameliyat ediliyordu. Cerrahlar değerlendirme olmadan ameliyat yaptıklarında kanunlara aykırı davranmamış oluyorlardı. Herhangi bir psikiyatristin demesi gereken şuydu: "Gördüm, akli dengesi yerinde, dediklerine güvenilebilir."

- Akli dengesi yerinde ama cinsiyet değiştirmeye uygun olmadığınu düşündüğünüzde ne yapıyordunuz?

Vermiyordum. Çok titizdim. 88'e kadar tek imza yetiyordu. Ardından, önce hormon, sonra cerrahi tedavi yapacak ekip bulmak gerekiyordu. Bu süreçte İstanbul Tıp Fakültesi'ndeki endokrin bölümündeki Halil Azizlerli, Faruk Alagöl ve Harika Bozkurt hocalar çok anlayışlı davrandılar. Mındıkoğlu'nun eski yeri olan Cerrahpaşa’da öğretim üyesi olan İbrahim Yıldırım’la tanıştım, bizim kliniğe geldi ve oradaki hocalara böyle durumların olabildiğini ve ameliyatların yapılabildiğini hocalara anlattı.

- Trans erkek ameliyatları da yapılıyor muydu?

Trans kadınların ameliyatı görece kolay ama trans erkeklerin ameliyatı çok zor. İlk trans kadın ameliyatı 1950’de yapılırken trans erkek ameliyatı için kullanılan teknoloji çok yeniydi. 1990'ların başında bu ameliyatın tekniğini bilen kişilerin olması bile çok önemliydi. Ama trans erkek ameliyatlar penis yapılmasını kapsamak zorunda da değil. Göğüs ve rahimin alınması da bu kapsamda değerlendiriliyordu. Yeni penis yapılmasına sonra sıra geliyor.

‘Ersoy kadın olunca dünyam değişti’ diyenler

- 1980’lerde “Paşa" olarak anılan Zeki Müren mi yoksa abdestsiz sahneye çıkmayan "eşcinsel" Bülent Ersoy mu daha baskın anlatılarda?

Bugünden bakarak şöyle yanıtlayabilirim; insanlar gözünde ikisi de bir garip, normal olmayan, ayıpları olan isimlerdi. Ama müthiş ilgi çekiyor.

- Ama "sanat güneşi" de deniliyordu?

Evet ama açıkça konuşulmayan farklı insanlar.

- 1980'lerde Bülent Ersoy'un ameliyatı açılımı nasıl etkiledi?

Şunu söyleyebilirim, "8 yaşındayken radyoyu açtım, Bülent Ersoy kadın oldu dediler. O gün hayatım değişti. Ben de kadın olabilirim, dedim" diyen birçok transseksüel oldu. Kanun bile Bülent Ersoy Kanunu olarak biliniyordu.

‘Cinsiyete göre nüfus kağıdı
olan tek ülke Türkiye’

Ersoy'dan önce translar, interseks gibi tanımlanarak cinsiyetini değiştirirken Ersoy gibi kamuoyunun erkek olarak tanıdığı biri çıkıp “Kadın olacağım” dediğinde artık bunu intersekse sığdırmak mümkün olmadı. Kenan Evren'in emriyle kimlik değiştirme de yasaklandı. Ersoy'un hukuk mücadelesini avukatı İstanbul Hukuk Fakültesi'nden Kocayusufoğlu bu konuda koca bir kitap yazdı. Ve 1988'de ilk defa "Transseksüelite diye bir durum vardır. Transseksüel yapıda kişiler ameliyat olduktan sonra da kimliği de dönüşebilir" diye bir kanun çıktı.  Bu vesile ile şunu hatırlatmak isterim, dünyada cinsiyete göre ayrı renkte nüfus kağıdı olan tek ülke Türkiye.

- "Türkiye tarihindeki en büyük trans açılımı Özal döneminde yapıldı" değerlendirmesine ne kadar hak verirsiniz?

Bu yasa iyi bir açılım getirdi transseksüeliteye. Bir kişinin imzasından çıkıp üniversite hastanesindeki 3 kişinin oluşturduğu bir sağlık kurulunun verdiği belgeye bağlandı izin. Ameliyatın koşullarını belirlemede eksikleri vardı. Yani, 1970’lerde kimin ameliyat olmasını gerektiği konusunda bilinmezlikler varken, 1980’lerde ameliyat koşulları muallaktı.

Biz de ruh sağlığı kısmında bakım ayağını geliştirmek adına, trans kişilerin “Dünyada böyle bir tek ben varım” halinin azalması ve başka transları da tanımaları için 1987’de en iyi yol olarak gördüğümüz grup psikoterapisine başladık. 3-4 kişi ile başlamışken Türkiye'nin her tarafından gelmeye başladılar. Ardahan'da oturan birine “Sadece şurası yapar" denilerek bizi gösteriyorlardı. Tek rapor veren biz olmasak da o bakımı bir tek biz veriyorduk. 2013’te ben ayrıldıktan sonra İstanbul Tıp’taki grup kapandı ama Hacettepe'de, İzmir'de, Kocaeli'ndeki üniversite hastanelerinde bu gruplar var.

‘Başka bir üniversitede
bana izin vermeyebilirlerdi’

- Siz 1980’lerde bu açılımları yaparken meslektaşlarınız size nasıl bakıyordu?

İstanbul Tıp Fakültesi, diğer üniversitelere kıyasla çok çeşitli insan barındırır. Başka bir üniversitede buna izin vermeyebilirlerdi. Bulunduğum yerde birçokları ne yaptığımızla ilgilenmedi. Ama ben zaten o grupta olmayı istememiştim. Olduğum yerden mutluydum. Ben de hiç alttan almadım, herkes beni sevsin diye bir derdim olmadı ve ama açık arayanlara fırsat vermeyecek şekilde uğraştım. Ayrıca hep beni besleyen bir yakın çevrem, grubum vardı. Genel olarak gençlerden, yeni asistanlardan destek alıyordum. Profesör değiller diye desteklerini hiç küçümsemedim, değerli olduklarını her zaman bildim.

- Aileniz ters tepki göstermedi mi?

Genel olarak desteklediler, cesaretlendirdiler. Yakın aile üyelerimden hiç kötü bir şey almadım. Annem zaten 20-25 yıldır Cihangir'de oturuyordu ve LGBT'lerle ilgili açık ve destekleyiciydi, onlara kötü  davrananlara kızar ve kendi çevresine bu konuda haberdarlık konuşmaları yapardı.

‘2002’den beri kanun yüzünden
illegal vazektomi yaptırılıyor’

- Kanun 1987’den sonra ilk kez ne zaman, nasıl değişti?

2002 yılında Medeni Kanunu'nun 40. maddesi değiştirilerek geliştirildi. Ama bilimsel hiçbir geçerliliği olmayan “Kısır olması gerekir" ibaresi konuldu!

- 2002'den beri kısır olmayan insanlar da cinsiyet değiştiriyor. Bu şart nasıl sağlanıyor?

Süreçte erkekler doğum kontrol hapı, kadınlar da testesteron alıyor. Karşı tarafın hormonları alınınca insan kısırlaşıyor zaten ama bu geçici. Kanunda “kalıcı” dediği için genellikle illegal olarak vazektomi (sperm kanallarının bağlanması) yaptırılıyor veya overler çıkartılıyor. Bunların sadece illegal olması değil, pahalı olması değil, bilerek yapan doktora ulaşabilmesi de sorun.

‘Kısırlık’ davası AİHM’de

7-8 yıl önce Türk Psikiyatri Derneği, CETAD ve TTB olarak Sağlık Bakanlığı'ndan “kısırlık" kriterinin kaldırılmasını istedik. Bakanlık da özel bir toplantı yaptı, herkes bu maddenin uygun olmadığında hemfikirdi. Ama bir şey değişmedi. Bunun değişmesi için bir yol daha var: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM). Ama başvuru için ameliyat olmamanız gerekiyor çünkü "Hakkım ihlal ediliyor" diyeceksiniz. Bunu bir trans yaptı ve AİHM başvuruyu kabul etti. Şu an görüşme için sırada bekliyor. Avrupa'da yapılan diğer ihlal kararlarına dayanarak davanın kazanılacağı kesin.

‘Eşcinselliğe kıyasla transseksüelite
daha rahat kabul ediliyor’

- 2010’lara gelindiğinde Ayşe Arman’a verdiği söyleşi aracılığıyla yaşadıklarını kamoyuna anlatan Rüzgar Erkoçlar trans erkeklerin Bülent Ersoy'u oldu mu?

“Neden geldiniz" diye sorduğumda "Rüzgar gibiyim" diye kendilerini tanıtanlar oldu. "Rüzgar'ı duydum, ümidim var" diyor trans erkekler. Rüzgar başkaları için çok önemli, çok saygıdeğer bir şey yaptı. Ama transseksüel kişiler ölene kadar transseksüel kalsa da cinsiyet değiştirmeden önceki zamanı silmek isterler. Bu açılımı yapmanın Rüzgar için çok ağır bir bedeli de oldu. Örneğin, trans bir öğretmenin durumu bilindiğinde "Bu öğretmen trans" dendiğinde o öğrencilerin velilerinin çoğu okul idaresinde sorun çıkarır.

- İnsanlar yaşadıkları bölgeleri değiştirirken kamu görevlileri ne yapıyor? Kimlik değişimi sonrası nasıl bir tayin sistemi uyguluyor devlet?

Örneğin İstanbul’da Asya’daysanız Avrupa’ya, Avrupa’daysanız Asya’ya tayin ediyor. Devlet tayin ederken bu kişilerin eski isimleriyle kaydolmuş bilgilerini sistemden kaldırıyor, mahremiyeti muhafaza ediliyor.

Transseksüelite, genel olarak eşcinselliğe kıyasla daha rahat kabul ediliyor çünkü kişi kendi istediği cinsiyete taşındığı zaman yine evinin kadını, erkeği oluyor, düzen devam ediyor.

‘Cinsiyet değiştirme ameliyatları artık
SGK tarafından karşılanacak’

- Bugün cinsiyet değiştirme ameliyatları başka hangi yasal şartlarda yapılıyor ve hangi adımlar takip ediliyor?

18 yaşını doldurma, akıl sağlığının olması şekli şartlarının yanı sıra bir de evli olmama şartı aranıyor. Biri bize geldiğinde şu üç aşamayla ilerliyoruz:

1. Aşama: Ruh sağlığını anlama ve hazırlama; gerçekten transseksüel mi?

2. Aşama: Hormon. Bugün Türkiye'de hormon tedavisi uzmanlarının, yani endokrinologların kapasiteleri dolu. Translar kamuda kendilerine hormon verecek ve bu konuda sakıncıları anlatacak uzman bulamıyorlar. Eskiden İstanbul Tıp’ta kapasitemiz yüksek olduğu için bu sorun olmuyordu ama birkaç senedir sağlıkta dönüşüm ve performans sistemi ile kapasite azaltıldığı için bu sorun çıktı. Bu nedenle sadece transseksüelleri dışlamıyor bizim üniversite, birçok tiroid hastasını da alamıyor. Bu arada not etmek lazım, hormon tedavisinin geri dönüşü var. Yani bir cerrahi müdahale gibi sizinle kalmıyor.

3. Aşama: Ameliyat. Bu yönde karar verildiğinde, kamuda bu tür ameliyatları yapan kurum ve doktor son derece az. Kasım ayında çıkan genelgeye göre, ameliyatlar artık SGK tarafından karşılanacak. Fakat bu ameliyatları genel olarak üniversiteler sevmiyor.

'Penis tutmayabiliyor, vajina kapanabiliyor’

Suni penis için kol veya bacaktan parça alınıyor. Doku uyuşması çok önemli. Örneğin sigara içimi mikrocerrahi için son derece zararlı, içen ve içmeyen arasındaki ameliyat sonuçları son derece farklı oluyor. O penis tutmayabiliyor, çeşitli zorluklar çıkabiliyor. Ayrıca hiçbir zaman erkek cinsel organı dokusu kadar hassas, erotik olmuyor. Ameliyattan sonra da kişilerin kontrollere gelmesi gerekiyor. Yoksa, örneğin, bujilerle egzersiz yaptırılmayan bir vajina kapanabiliyor.

Trans erkeklerde ameliyalar değişiklik gösteriyor. Entelektüel düzeyi daha yüksek olanlar penis yaptırma ameliyatına girişmeden göğüs ve iç genital organların çıkartılması, aylık kanamaların sonlanması, hormon verilmesiyle klitorisin büyümesi birçok kişi için yeterli olabiliyor.

‘Hamile olmak isteyen bir erkeği anlamıyorum’

- Bazı transların ameliyat olmayı istememesi biyolojiden öte performanstan yola çıkan Queer teorinin benimsenmesiyle mi başladı?

Bu kısmı çok iyi anlayabildiğimi söyleyemem. Bunların hepsinin var olduğundan da emin değilim. Mesela hamile olmak isteyen bir erkeği ben anlayamıyorum.

- Eurovizyon'u kazanan Conchita da bu gruba mı dahil?

Ona benzer bir şey. Sakallı kadın 5 sene önce aklıma gelmezdi. Özgürlük adına güzel ama bakınca bana kötü geliyor. O kadar esneyemiyorum. Ben burada ruhsal bir karşılık var diyorum. Bunlar biraz ön planda olma hali. Basın da seviyor onları. İnsanların özgürlüğü olmalı, ne istiyorsa olabilir. Belki de ben geriyim ve kavrayabilmek için daha çok düşünmem gerekiyor.

‘Bugün merdiven altı neredeyse yok’

- “Cinsiyetimi değiştirip değiştirmeyeceğime doktor mu karar verecek” deyip ameliyat için başka yollar aramaya çalışanlar bugün yasa dışı imkanlar bulabiliyor mu?

Bugün merdiven altı neredeyse yok. Çünkü sağlık sistemi içinde izinsiz ameliyat için verilen ceza çok yüksek. Özellikle trans erkek ameliyatı için ciddi bir ameliyathane lazım. 10 saat sürebilen, 7-8 kişinin katıldığı ameliyatlar.

- Ameliyatlarla birlikte tüm bu sürecin maddi bedeli ne?

Bilmiyorum ama en masrafsızı ilk aşama. En masraflısı cerrahi müdahale. Hormon normalde ucuz ama düzenli takip gerektiği için 300-500 lira arası olan özel muayene ücretini bir dönem ödemek zorunda kalınıyor. Hormon tedavisinin başlaması ilk değerledirmesinden sonra sorunu olmayan vakaları aile hekiminin kontrolünde yürüyebiliyor.  

Şöyle şeyler de duyuyoruz, bir endokrin uzmanı arkadaşımız çalıştığı devlet hastanesinde transseksüel kişinin hormonlarıyla ilgili değerlendirmeler yapıyor. Bunu öğrenince birçok kişi oraya gidiyor. Bir süre sonra başhekimden "Buraya bu tür insanları dolduruyorsun. Yapmayacaksın" diye arkadaşlarımıza uyarı gelebiliyor.

- Bu hangi kamu hastanesi?

O arkadaşlar için sorun olabileceğinden ismini vermeyeceğim. Ama birden çok kamu hastanesinde idarenin işi zorlaştırdığını transseksüel kişilere ayrımcı tutum sergilediğini öğreniyoruz.

- Bu uyarının sebebi sizce başhekimin inisyatif kullanması mı yoksa Sağlık Bakanlığı'ndan gelen bir not mu?

Bir sürü şeyin en tepeden gelmesi gerekmiyor, onu yürütenler oluyor. Başhekimden başhekime değişiyor. Tabii transfobinin de oynadığı büyük bir rol var. Nefret cinayetlerine karşı bir önlem alınmazken, Anayasa'da da değişiklikler yapılırken cinsiyet kimliği veya yönelim sayılmıyor. Komşu da, doktor da buna göre dışlıyor. Bu nedenle Türkiye Psikiyatri Derneği ve CETAD olarak, özellikle Seven Kaptan, Koray Başar, Nesrin Yetkin ve Berna Özata’yla doktorları bilgilendirmeye, transfobilerinin azalmasına yönelik eğitimlere öncelik veriyoruz.

- Siz de Trans Haftası'nın bu seneki sloganındaki gibi "Nefretin faili devlet" diyenlerden misiniz?

Ben sloganlı konuşmuyorum. Ama bunun faili mağdur birey değil. Toplumsal olarak bazı insanların haklarının, sahip olduğu özelliklerinden dolayı bazı insanlara verilememesine neden olan herkes fail. Ucu da, evet, devlete geliyor, başkasına değil.

‘Yaş 30’dan 18’lere düştü, 8 yaşındaki
çocuğunu getiren aileler var’

- 1980’lerden bugüne size gelen transların yaş aralığı nasıl değişti?

İlkin gelenler 30'a yakın ve üstünde kişiler geliyordu. En yüksek, 66 yaşında biri gelmişti. Trans erkekti, nüfus kağıdını da bir numara yapıp değiştirmiş ve öyle yaşıyordu. "Niye bu yaşta ameliyatı bu kadar önemsiyorsun" diye sorduğumda "Öldüğüm zaman bedenimin görülmesini istemiyorum, eşimi rezil etmek istemiyorum" dedi. O dönem 35'in üstündekiler de gelirken sonra 20'lere düştü. Şimdi 16, 18, 20 bir hayli oluyor. 8-9 yaşındaki çocuklarını getiren aileler de görüyorum.

- Şüpheyle mi getiriyorlar?

Tahmin ederek getiriyorlar. Tabii o evre için yüzde 100 bir şey söylemek mümkün değil. Ama çocuğa nasıl yaklaşılacağına ve yaklaşılmayacağına ilişkin aileyi bilgilendirmek önemli oluyor. Cinselliğimize en çok ilginin ve heyecanın olduğu dönem ergenlik. Ergenlik devresinde çocuklar istedikleri gibi yaşayabilmeli. Yaşanılan en büyük sorunlardan biri, "Orta okulda lisede hangi tuvalete gidecek, beden dersinde hangi cinsiyetle birlikte soyunacak” sorunu. Bu konuda öğrenciler daha anlayışı, ama öğretmenler daha anlayışsız olabiliyor. Türkiye’de aileler çocuklarının kendi istedikleri gibi biçimlenmesini istiyor, oysa çocuğun kendi istediği gibi davranması ve yetişmesi için ona alan sağlanması gerekiyor.

’16 yaşında kesin tespit mümkün’

- 16 yaşında birinin eğilimleri konusunda tespit yapmak mümkün mü?

Kısa bir sürede, aşağı yukarı yüzde 100.

- Yıllar sonra farklı düşünmek mümkün değil mi?

Partnerle ilgili bunu diyebilirsiniz. 16 yaşında "Ben bununla evleneceğim" diye tutturur ama 26 yaşında "Neden bunu istemişim" der, ama 36 yaşında yine aynı cinsiyette birini istiyordur. Bu çok içten gelen bir şey. İki cinsiyetle de ilişki kurabilen bir biseksüel değilse tabii. Cinsiyet için şöyle gelişiyor: Doğal olarak insanlar “Beni biri bakınca beğensin istiyorum” diye düşünüyor, ama trans kişiler şöyle diyor; "Bana baktıkları zaman yakışıklı bir erkek görsünler istiyorum, kadın gördüklerinde çok üzülüyorum." Arkasından biri "Delikanlı" diye seslendiği için biyolojik bir kadın çok havalara uçuyor. Bir delikanlı kadın denildiğinde havalara uçmaz, ama bu kişiler transseksüel oldukları için bunlar çok önemli. Her erkek daima klasik erkek ceketi giymez ama trans erkekler, erkekliklerini vurgulamak için giyebilir.

’Türkiye’de 21 yaş altı transların
yaklaşık yarısı intihar girişiminde bulunmuş’

- “Yanlış karar söz konusu değil” mi diyorsunuz?

Ruhsal hastalıkları varsa, bu hastalıklar nedeniyle kişinin kendisini tanıması zorlaşmış ender durumlar olabilir. Ama onlarda da ruhsal hastalık özelliklerini görürsünüz zaten. 16-21 yaş arasının önemi şu: Kendilerini çok yalnız hissediyor trans kişiler. Arkadaşları anlamıyor, aileleri habire doğum cinsiyetine uyduracak vaadi olan doktorlara veya din hocalarına götürdükçe değişemeyeceklerini görüyorlar ve bunlar yüksek oranda intiharlara sebep oluyor.

- Ne kadar yüksek?

Türkiye'de bizim yaptığımızda bir hayli yüksek çıktı. 21 yaş öncesinde trans bireylerin neredeyse yarısı intihar girişiminde bulunmuştu. Dünyada çeşitli çalışmalarda 3 ila 12 kat arasında değişiyor. Yani daima fazla.

‘Babası Hac parasını ameliyatına verdi’

- Bugünden 40 yılı aşkın serüveninize baktığınızda sizin farklı yapsaymışım dediğiniz noktalar var mı?

İlk kendi vakanızı aldığınızda hata yapmamak için çabalıyorsunuz. Ama deneyiminiz yok. Bugün yaptığım gibi, "Size hangi isimle hitap etmemi istersiniz? Çıkışta sekreterden bu isminizle randevu alın" diyebileceğimi o gün bilmiyordum. Trans kişilerin de çocuk sahibi olmak isteyeceklerini ve bu hakları olduğunu düşünememiştim başlarda. Bunları hep daha sonra hem dünyanın farklı yerlerindeki deneyimleri duydukça bilgilenerek, hem onları dinleyerek öğrendim. Bir gün bir trans erkek geldi ve "Elinizi öptürmeye geldik" diye eşini ve 7 yaşındaki çocuğunu gösterdi. Mürevvetimi görmüş oldum, gözlerim doldu.

Zaman içindeki en önemli değişikliğim ise ailelere tavrım oldu. Trans pozitif yaklaşımı olan bir terapistim, trans kişilerin ihtiyaçları ve zorluklarının önceliği var ve onlara zorluk çıkaranlara, zarar verenlere karşı bir yaklaşım içinde çalışıyorum. Ama kızı oğlu olacak bir anne, ablası abisi olacak bir abi de zorluk yaşıyor. Trans yakınları, önce, kendi kayıplarına üzülmesi gereken bu devreyi geçirmek zorunda.  Onlar bunu yapmadan, karşısındaki çocuğu da olsa ona destek olamayabilir. Bunu kavrayınca ailelerle daha iyi iletişim kurabilir ve onlarla çalışabilir oldum. Ama hedef şaşamaz, onlar üzülüyor diye çocukları, kardeşleri kendi olmaktan vazgeçemez.

Seksenli yıllarda bir Murat vardı örneğin, ki trans erkekler bu ismi nedense çok sever, ailesinin kadınlarının başını açması söz konusu değildi. Bu Murat için de geçerli, onun kız kardeşi başını açarsa Murat patlatır bir tane. Ama Murat erkek saçı kestirmiş ve başı açık. Hacı Baba da bunu kabul ediyor. 70 yaşında bir adam. Ben transları yeni tanıdığım için ona transı nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Hem çok geleneksel, hem otoriterdi. Baba geldiğinde gördüm ki adam özümsemiş, kabul etmiş. Onlar bana çok şey öğretti ve ümit verdi. Bir hacı baba 1-2 yıl direndikten sonra Hac’ca gitmek için ayırdığı parayı ameliyat için verdi.

- Erkekken kadın olduğunu söyleseydi aynı tutum geçerli olur muydu?

Çoğu zaman hayır. Aile bakımından kızların erkek olması daha kolay, ama erkeklerin kız olmasını kabul etmeleri daha zor. Ama mümkün.

http://t24.com.tr/haber/korkma-dinle-anla-sahika-hoca-transseksuelleri-anlatiyor,260612

LGBTİ üyeleri Tunceli'de yürüdü

$
0
0
TUNCELİ’de, Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transeksüel, İnterseks (LGBTİ) üyeleri Seyid Rıza Meydanı’na yürüyüş gerçekleştirerek nefret ve eşcinsel cinayetlerini protesto etti.

Sanat Sokağı’nda bir araya gelen Rojtiya Asme LGBTİ Dersim Oluşumu üyeleri, nefret ve eşcinsel cinayetlerini protesto etmek amacıyla Seyid Rıza Meydanı’na yürüyüş gerçekleştirdi. ’Bize bir yasa lazım, transfobiye ve homofobiye karşı yürüyoruz’ yazılı pankartın açıldığı yürüyüşte, sık sık ’Nefrete inat yaşasın hayat’, ’Lice’de düşene, dövüşene bin selam’ sloganları atıldı. İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği Başkanı Ebru Kırancı, yayılan nefret kültürünün sadece sistemin egemen olduğu alanlarda değil, LGBTİ bireylere umut veren demokrasi kültürünün en yaygın olduğu şehirlerden Tunceli’de de görüldüğünü söyledi. Kırancı, "İktidar sahipleri, egemenler, efendiler. Sesimizi duymayanlar, bizi üçüncü sayfalardan, yandaş medyanın taraflı haberlerinden tanıyanlar. Öfkeliyiz. Bunu aklınızdan çıkartmayın" dedi.

Eşcinsel ve trans cinayetlerinin politik olduğunu söyleyen Kırancı, "Translara yönelen şiddet, kadınlara, engellilere, Kürtler’e, Ermeniler’e, Aleviler’e yönelen şiddetin bir başka yüzüdür" dedi. Basın açıklaması, alkış ve sloganlarla olaysız sona erdi.

Ferit DEMİR/TUNCELİ, (DHA)

Hürriyet

Roma'da 'Gay Pride' yürüyüşü yapıldı

$
0
0
"İtalya'nın başkenti Roma'da, Gay Pride adı altında lezbiyen, gay, biseksüel ve transların (LGBT) katıldığı yürüyüş yapıldı.
Başkentin işlek meydanı Repubblica'da öğleden sonra başlayan yürüyüş, kentin simgesi Kolezyum anıtı ve Venedik Meydanı yakınlarına kadar sürdü.
Roma'daki "Gay Pride" yürüyüşünü önceki senelerden ayıran özellik ise kentin sol tandanslı belediye başkanı Ignazio Marino'nun yürüyüşe katılmasıyla yaşandı. Kentte en son 1994 yılındaki yürüyüşe dönemin belediye başkanı Francesco Rutelli katılırken, o tarihten bu yana Marino, yürüyüşe katılarak destek veren ilk başkan oldu.
Başkan Marino, Roma Belediye Meclisi'ndeki bütçe görüşmelerinin ardından eşcinseller sivil birliktelik talebi takvime koymaya çalışacaklarını ancak bunun yeterli olmadığını, ülke genelinde parlamentonun İtalya'nın diğer AB ülkelerinin arkasında kalmasına neden olan bu konuda adım atması gerektiğini savundu.
Korteje eşcinsel olduğu bilinen sol partilerden Sol-Ekoloji-Özgürlük (SEL) Partisi lideri Nichi Vendola, Demokrat Parti eski başkanı Gianni Cuperlo da katıldı.
Yürüyüş sırasında, organizatörler ve topluluk sık sık kortejin en ön sırasında yerini alan başkan Marino lehinde tezahüratlar yaparken, eşcinsellik karşıtı düşünceleriyle bilinen siyasetçilere kötü sözlü tezahürat yapıldı.
LGBT sözcüleri kendilerine destek veren Marino'dan, Roma'da eşcinsel evliliklerin önünü açması yönünde talepte bulundular.
Organizatörlere göre 200 bin kişinin katıldığı yürüyüşte çalınan popüler şarkılarla katılımcılar eğlenirken, renkli görüntüler oluşturdu. Yürüyüş sırasında binlerce katılımcı, eşcinsellere haklarının verilmesini isteyen dövizler taşırken, buna yönelik slogan attı.

http://www.timeturk.com/tr/2014/06/06/roma-da-gay-pride-yuruyusu-yapildi.html#.U5TrGnJ_t5B

"OĞULLARIMA GAY OLDUĞUMU SÖYLEDİM",

$
0
0




"Aylardan haziran... Yer Madrid... Bir dünya starıyla röportaj yapmak için beklemedeyim... Sinirlerim hafiften gergin... Ne de olsa star demek kapris demek... Ancak Ricky Martin karşıma oturduğunda önyargılarımdan dolayı kendimden utanıyorum. Eski bir dostuyla karşılaşmışçasına boynuma sarılıyor ve Türkçe konuşarak “Selam, hoşgeldin, nasılsın?” diyor Ricky. Fıkır fıkır... Onun Latin kanının bizim Akdeniz kanından pek farkı yok gibi... Muhabbetin sonunda bir dünya starıyla değil, hepimiz gibi...",
"Aylardan haziran... Yer Madrid... Bir dünya starıyla röportaj yapmak için beklemedeyim...",

*Ricky Martin’i tanıyoruz ya da tanıdığımızı sanıyoruz ama gel sen bize önce Enrique Jose Martin Morales IV’ten bahset...
- Bayağı eskilere gideceğiz anlaşılan. Fakat önce şuna bir açıklık getirelim, ben Enrique Jose değil Enrique Martin’im.

*Sevmiyor musun Jose ismini?
- (Gülüyor) Sevip sevmememin bir önemi yok çünkü Jose benim ismim değil. Yıllar önce bir röportajda adımı yanlış yazdılar diye hâlâ beni Enrique Jose sananlar var.

*Vallahi ben de internetin yalancısıyım...
- Nasıl olur? Oysa Wikipedia’yı düzelttirmiştim, doğruyu yanlışa çevirip tekrar Jose mi yazmışlar yoksa? Benim ikinci bir adım yok, İzzet lütfen yardım et bari Türkiye’de şu Jose isminden kurtulayım (kahkahalar).

*Ee madem internete güvenemiyoruz, o halde hayat hikayeni senin ağzından dinleyelim...
- Öyle olsun bakalım. 1971 yılında Porto Riko’nun başkenti San Juan’a çok yakın bir yarımada olan Hato Rey’de doğdum.

*Nasıl bir aileydi seninkisi?
- Psikolog bir babayla muhasebeci bir annenin çocuğuyum. Fakat onlar ben daha iki yaşındayken boşanmışlar.

*Boşanmış bir anne-babanın çocuğu olmak nasıl etkiledi seni?
- Çok küçük yaşlardan itibaren iki ebeveyn arasında gidip geldiğim için bunun normal olduğunu sanıyordum.

*İkisi arasında bir seçim yapmak zorunda kaldın mı hiç?
- Mahkeme velayetimi anneme vermiş ama babam da her zaman hayatımın bir parçası oldu. Ayrı olmalarına rağmen beni ikisi birlikte büyüttü diyebilirim. Hoş, zaten ben seçim yapabilecek yaşa geldiğimde de, ne annem ne de babam “Beni seç” diye birbiriyle yarış halindeydi. (Gülüyor)

*Şov dünyasına girmek çocukluk hayalin miydi?
- Öyleydi ve bir şekilde bunu daha küçücükken gerçekleştirdim zaten. Henüz anaokulu ve ilkokul çağlarındayken her fırsatta müsamerelere katılır, koroda şarkı söylemek için ne gerekiyorsa yapardım.

*Canım onu okulda hepimiz yaptık, müsamereyle şov dünyası bir değil ki...
- Haklısın, zaten ben de bunu bir adım daha ileri götürebilmek için reklamlarda oynamaya başladım. 6 yaşındayken ilk profesyonel reklam filmimi çektim.

*Reklam yıldızlığından dünya starlığına giden muhteşem bir öykü...
- Söylediğin kadar kolay olmasa da, evet!

*Müzikten çok oyunculuk mu ağır basıyordu ilk başlarda?- Müzik her zaman hayatımın bir parçasıydı. Gençken sürekli Boston, Cheap Trick, Journey ve David Bowie dinlerdim.

*Saydığın bu isimlerin yaptığın müzikle hiçbir alakası yok ama.
- O yaşlarda aklım fikrim rock olmuştu. Fakat bir gün annem evde bu şarkıları duymaktan bıkıp kulağımdan tuttuğu gibi beni Celia Cruz konserine götürdü. Orada duyduğum ritmler ve şarkılardaki “tutku” hayatımı değiştirdi diyebilirim.

*Annen kulağını bir çekmiş ve hayatın değişmiş. Koca adam oldun hâlâ kulağını çekiyor mu annen?
- (Gülüyor) Çekmez olur mu? Gerektiği zaman çekiyor tabii. Kaç yaşıma gelirsem geleyim ben hep annemin bebeğiyim.

*40 yaşını geçtin, hâlâ annenden çekiniyorsun yani...
- Açıkçası annem, “Ondan korkuyorum” dediğimi duysun istemem (kahkahalar). Şaka bir yana o, güçlü karakteriyle ve dediğim dedik tavrıyla tam bir Latin kadını... Zaten Latin ailelerde evin asıl reisi kadındır, her zaman son sözü onlar söyler.

ÇOCUKLUĞUM BENDEN ÇALINDI
*Profesyonel anlamda sahnelere ilk ne zaman adım attın?
- Reklam filmlerinden sonra oyunculuk ve müzik dersleri almaya başladım. O sıralarda Menudo diye erkeklerden oluşan müzik grubuna yeni bir üye arandığını öğrendim ve hemen elemelere katıldım.

*Veeee perde!
- (Gülüyor) Perde öyle zannetiğin gibi hemen açılmadı. İlk elemede ufak tefek göründüğüm için beni seçmediler. Sonra bir kez daha katıldım ama yine çok “minik” bulundum.

*Hayal kırıklığıyla daha o yaşta tanıştın desene.
- Evet ama yılmadım. Bir kez daha elemelerin yapılacağını duyduğumda üçüncü kere katıldım ve bu sefer “Yeni Ricky” olarak Menudo’ya dahil oldum.

*“Yeni Ricky” ne demek?\
- Çünkü grupta benden önce başka bir Ricky daha varmış.

*Kaç yaşındaydın peki Menudo’ya girdiğinde?
- Yaşım ilerlemişti... 12 olmuştum (gülüyor).

*Yahu biz o yaşlarda mahallede saklambaç oynarken sen müzik grubu elemelerine katılıyormuşsun... Bunlar seni çok gençsin diye gruba almayıp sonra 12 yaşında mı kabul ettiler?- Menudo’nun özelliği bu zaten. 12-13 yaşlarında başlıyorsun, sonra 18 yaşında gruptan ayrılıyorsun, yerine bir başkası geliyor. Nitekim ben de 1989 yılında Menudo’yla yollarımı ayırdım.

*O kadar küçük yaşta müzik piyasasına girdin girmesine de, çocukluğunu yaşayabildin mi?- Menudo sayesinde çok büyük kitleler tarafından tanınma fırsatım oldu. Menudo Latin Amerika, Asya ve ABD’de tam bir fenomendi. O zamanların One Direction’ı gibiydik. Grubun üyesi olarak geçirdiğim beş seneyi uçakta yaşadım diyebilirim. Sürekli turneden turneye gidiyorduk. İş disiplini ve sahne yaşantısı konusunda ordudaymışım gibi ciddi bir eğitim aldım ancak evet haklısın, bazen bütün bunların yanında çocukluğumun benden “çalındığını” da düşünüyorum.

*18 yaşında “emekli olduktan” sonra ne yaptın?
- Gruptan ayrılınca tek başıma kariyerime devam etmek umuduyla New York’a gittim.

*“New York’ta başaran her yerde başarır” sözü misali... Peki umduğunu bulabildin mi?
- İşler pek de hayal ettiğim gibi gitmedi. New York’ta ilk seneyi işsiz geçirdikten sonra Meksika’ya geçtim. Amacım şansımı bir de orada denemekti.

*Ne de olsa Latin topraklar, kan çekti belki de... - (Gülüyor) Gerçekten iyi ki gitmişim... Çünkü Meksika’da bir müzikalde rol alırken Sony Music yetkilileri beni fark etmiş. Böylelikle 1991 yılında ilk solo albümümü yapmış oldum. Derken “Alcanzar Una Estrella” adlı bir pembe dizide oynamam için teklif geldi.

*İşler açılmaya başladı desene...
- Eh biraz öyle oldu. Dizide bir şarkıcıyı canlandırıyordum. Hemen ardından 1993 yılında ikinci albümümü çıkarttıktan sonra gözümü yine ABD’ye çevirdim.

*Eyvah, yine işsiz güçsüz kalacaksın.
- (Gülüyor) Neyse ki öyle olmadı. Bu sefer Los Angeles’a taşındım ve bir sit-com’da ufak bir rol kaptım. Aynı dönem yine bir pembe diziden teklif geldi.

*Tekrar Meksika yolu göründü yani...
- Yok, bu seferki “General Hospital” adında bir Amerikan dizisiydi. Hem barmenlik hem de müzisyenlik yapan bir karakteri canlandırıyordum.

*Anladığım kadarıyla müzik öyle ya da böyle peşini bırakmıyor...
- İyi ki de bırakmıyor... “General Hospital”da oynarken müzik çalışmalarıma daha fazla vakit ayırabildim ve o dönem çıkardığım “A Medio Vivir” albümüyle altın plak aldım.

MADONNA’YLA İLİŞKİMİZ HEP ÇOK İYİ OLDU
*Şu neredeyse tüm dünyanın “evine misafir olduğun” ana gelsek...
- (Gülüyor) Kariyerime olan katkısından dolayı FIFA’ya çok şey borçluyum. “La Copa de la Vida” 1998 Dünya Kupası’nın resmi şarkısı olduğunda, büyük bir etki yaratacağını tahmin edebiliyordum ama bu kadarını ben bile hayal edemezdim.

*Kariyerindeki kırılma noktası diyebilir miyiz?
- Gayet tabii... Aynı sene en iyi Latin pop albümü dalında Grammy aldıktan sonra bu şarkının da patlamasıyla tam anlamıyla dünyaya açıldım.

*Madonna’yla bile düet yaptın o dönem...
- Grammy’lerdeki performansımdan sonra Madonna’dan böyle bir teklif geldi. Duyunca havalara uçtum tabii ki.

*Ama yazılanlara göre Madonna’nın etrafındaki bazı kişiler buna karşı çıkmış...
- Müziklerimizin çok farklı tarzlarda olduğunu söyleyenler vardı. Fakat ben sadece Madonna’yla stüdyoya girmenin hayalini kuruyordum. İyi bir şarkı ortaya çıkmasa bile en azından Madonna’yla vakit geçirmiş, onu tanımış olacaktım.

*Peki bir ara yapımcılar işi çok aceleye getirdiği için Madonna’nın düetten vazgeçtiği doğru mu?
- Öyle mi olmuş? Bak ben bile bunu bilmiyordum (gülüyor). Bizim Madonna’yla ilişkimiz hep çok iyi oldu. Tek bildiğim birlikte stüdyoya girdiğimiz ve “Be Careful” diye harika bir şarkı okuduğumuz.
KUPAYI BREZİLYA KAZANSIN İSTERİM
*Futbola dönelim... Bu sene de Dünya Kupası’nın resmi şarkılarından biri sana ait... “Vida” ile bir patlama daha yaşanır mı dersin?\
- “Vida” çok özel bir şarkı. Sony’nin FIFA ile ortaklaşa düzenlediği Supersong adlı bir projenin meyvesi bu. Beni arayıp “Tekrar Dünya Kupası için şarkı yapmak ister misin?” diye sorduklarında kendi kendime “Aman Allah’ım inanamıyorum” dedim ve tabii ki hemen kabul ettim.

*Niye bu kadar heyecanlandın ki zaten daha önce de Dünya Kupası için bir şarkı yapmıştın?
- İşin şaşırtıcı kısmı da bu! Düşünebiliyor musun dünyada birçok sanatçı bir kez bile böyle bir şarkıyı okuma fırsatına erişemezken, bu benim ikinci şansım... Bu teklifi aldıktan sonra bir yarışma yapıp, insanlara “Bu şarkıyı siz yapabilirsiniz” dedik. Vida, 29 farklı ülkeden hayranlarımın gönderdiği 1600 şarkı arasından seçildi.

*Sen şimdi bunun ne demek olduğunu bilmezsin ama “Oha”! (Bu sırada Ricky’ye ‘oha’nın anlam ve önemi anlatılıyor.)
- (Gülüyor) Şarkıların hepsini dinlemedim tabii ki. Yetenek avcılarından oluşan özel bir ekip tarafından bir çoğu elendi. Kalan 100 taneyi ise bizzat dinledim ve Dünya Kupası ruhunu en iyi şekilde temsil ettiğine inandığım “Vida”yı seçtim. Patlamaya gelince... Neden olmasın?

*Galiba klibin kadrosu da bayağı kalabalık...
- 10-15 kişi var sanırım.

*10-15 kişi mi? En az 100 kişi vardır Ricky...
- Tamam tamam haklı olabilirsin, ben sadece 15’ini görebildim. Diğerlerini bilmiyorum (kahkahalar). Bu arada klibi Brezilya’da çektik. Rio’nun öyle bir enerjisi var ki üç günün nasıl geçtiğini anlamadım. Bir de itiraf etmeliyim ki çekimler başlamadan önce birazcık tedirgindim.

*“15 kişiyi nasıl bulacağım?” diye mi?
- (Gülüyor) Hayır, klibin yönetmeni dört dalda Oscar adayı gösterilen “City of God” (Tanrı Kent) filmini çeken Katia Lund. Biliyorsun “City of God” hafif rahatsız edici ve oldukça karanlık bir film. Bu da ne benim ne de şarkının tarzına uyan bir durum. Neyse masaya oturduğumuzda Katia’ya “Senin bilinmeyen, kıpır kıpır, seksi ve renkli tarafını görmek istiyorum” dedim.

*Anlaşılan istediğin olmuş.
- Katia’nın inanılmaz bir gözü var. Hem kadını hem de erkeği çok iyi gözlemleyip, ekrana yansıtabiliyor. Sokağın salaşlığı ile şatafatını öyle mükemmel şekilde bir araya getirdi ki harika bir iş çıktı ortaya.

*Kaç versiyonu var “Vida”nın?
- Ben İngilizce, İspanyolca ve Spanglish (Yarı İspanyolca, yarı İngilizce) olanlarını söyledim. Ayrıca Çin’den Malezya’ya, Singapur’dan Endonezya’ya, o ülkelerin en ünlü sanatçılarıyla birlikte okuduğum versiyonları da var.

*Sanki futbolla aranda bitmek bilmeyen “kozmik bir bağ” var...
- (Gülüyor) İşin komik tarafı Porto Riko’nun futbol takımının olmaması... Fakat hayatımın değişik dönemlerinde Meksika’da, Arjantin’de ve Brezilya’da yaşadığım için futbol tutkusuna aşinayım.

*Gönlün Dünya Kupası’nı hangi takımın almasından yana?
- Aramızda kalsın ama bu konuda biraz ikilemdeyim. Birkaç sene önce İspanyol vatandaşı oldum. Anneanne tarafımdan çok sağlam İspanyol köklerim var. Tabii ki İspanya’nın kazanmasını isterim ama düşünsene Brezilya’nın kendi evinde kupayı alması tam bir şölen olur. Galiba rengimi belli ettim, öyle olursa artık Brezilya’ya taşınırım. Bu arada bunu yazmazsan çok memnun olurum (gülüyor).

ANNEANNEMİN YERİ BENİM İÇİN BAŞKA *Sanırım ailene çok bağlı bir adamsın.
- Hem de çok. Annem, babam, kardeşlerim... Tüm ailem benim için çok önemli ama anneannemin yeri bambaşka... Bir keresinde konsere gitmek için helikopterle Porto Riko’nun üzerinden uçarken “Büyükannemi görmek istiyorum, hemen onun evine gidiyoruz” dedim.

*Büyükannenin evinde pist mi var?
- (Gülüyor) Pilot da zaten “Peki ben bu helikopteri nereye indireceğim?” diye sordu. “Hemen evin yanında bir beyzbol sahası var, oraya indir” dedim. Neyse sahaya inebilmek için havada bayağı bir tur attık. Bir koşu eve gittim, büyükanneme sarıldım, öptüm, sonra gerisin geriye tekrar helikoptere bindim.

*Torunu “gökten inince” ne dedi peki?
- “Çok zayıfsın, bu halin ne? Biraz yemek ye” dedi (kahkahalar).

OĞULLARIMA GAY OLDUĞUMU SÖYLEDİM
*Dünya çapında pek çok hit şarkısı, Grammy’leri ve Dünya Kupası için yapılmış iki parçası olan bir starın, evde bebeklerinin altını değiştirmeye başlayınca hayatında neler değişti?
- Neler değişmedi ki (gülüyor). Hayatın bana verdiği en güzel hediyeler oğullarım. Her adımımı onların mutluluğunu ve geleceğini düşünerek atıyorum. İnanır mısın, araba kullanma şeklim bile değişti. Artık her konuda çok daha dikkatliyim. Aldığım her karar çocuklarımın iyiliği için.

*Nasıl bir babasın peki? Oğullarına vakit ayırabiliyor musun?
- Onlardan asla uzun süre ayrı kalmıyorum. Turneye çıktığımda veya uzak seyahatlere gittiğimde annemle birlikte onlar da benimle geliyorlar. Seyahat etmeye o kadar alıştılar ki bir şehirde iki hafta kalınca “Baba bir sonraki durak neresi?” diyorlar (gülüyor). 15-16 yaşında olduklarında “Babamız bizi hiç yalnız bırakmadı, her zaman yanımızdaydı” demelerini istiyorum. Her sabah onlarla kahvaltı ediyorum, akşam yemeklerinde de masaya mutlaka beraber oturuyoruz. Onlara bakınca yürüyen iki mucize görüyorum adeta, onlar benim meleklerim.

*Tekrar baba olmaya niyetin var mı?- Kesinlikle! Bir kız çocuğum olsun çok isterim pardon pardon, birçok kız çocuğum... Bütün hayalim kocaman, geniş bir aileye sahip olmak.

*Birkaç sene önce dünyaya eşcinsel olduğunu açıkladın. Peki oğullarına ileride gay olduğunu rahatça söyleyebilecek misin?
- Söyledim bile... Bir gün gelip bana “Baba sen erkeklerden mi hoşlanıyorsun?” dediler. Bizim evimizde yalana yer yok, dürüstçe “evet” dedim. Zaten kısa süre önce beş senelik erkek arkadaşımdan ayrıldım. Doğal olarak bu zaman zarfında oğullarımın önünde sevgilime sarılıyordum. Bunları gizlice yaşamamın bir anlamı yok, bir ailede en önemli şey dürüstlük.

*Madonna’nın, eşcinsel olduğunu her yerde anlatmana kızdığı doğru mu?
- O konu tam olarak öyle değil... Açıklama yaptıktan sonra bana “Artık röportaj vermeyi kes çünkü insanlar senin nasıl biri olduğunu zaten biliyor” dedi. Fotoğraftan bir adım geri gidip hayatta gerçekten neler olduğunu görmemi ve biraz işlere ara vermemi istedi. Başta ne demek istediğini tam olarak anlamadım ama söylediklerinde çok haklıydı. O kadar çok çalışıyordum ki vücudumun bana ne söylediğini bile duyamıyordum.

ÇOCUKLAR ŞİMDİDEN ÜÇ DİL BİLİYOR
*Çocuklarına geri dönersek, evde hangi dil konuşuluyor?
- İspanyolca ve İngilizce konuşuyoruz. Okulda da Fransızca öğreniyorlar.

*Yahu kaç yaşında çocuklar? İşkence değil mi bu onlara?
- (Gülüyor) 5 yaşındalar. Hiçbir şey için onları zorlamıyorum. Doğduklarından beri evde İspanyolca konuşuluyor, Amerika’da yaşadığımız için İngilizce de ana dilleri... Okulda da Fransızca öğreniyorlar. Hem İspanyolca, hem İngilizce, hem de Fransızca konuşan arkadaşları var ve bu durumdan çok memnunlar.

*12 yaşına geldiklerinde “Baba biz de senin gibi şarkıcı olmak istiyoruz” derlerse ne yaparsın?
- Oğullarım eğer benim yolumdan gitmek isterlerse onlara yardımcı olmaktan mutluluk duyarım. Bu onların “yarını” olabilir. Ben 12 yaşında babama gidip “Şarkıcı olacağım” dediğimde bana uçak biletimi alıp “Haydi uç” demişti. Beni destekledikleri için aileme minnettarım ve sonunda doğru bir karar verdiklerini de kanıtlamış oldum.

*Fakat sen bu yola baş koyduğunda Ricky Martin’in değil Enrique Negroni’nin oğluydun... Senin çocuklarının böyle de bir durumu var. Avantaj mı dezavantaj mı bilemedim...
- Benim ismimden yararlanmadan kendilerini kanıtlamak zorundalar. Bu evrimin bir parçası değil mi zaten? Her yeni gelen nesil bir öncekinden daha iyi olmak zorunda.
SEKS SEMBOLÜ MÜYÜM BİLMEM AMA SEKSİ ÇOK SEVDİĞİM KESİN
*Çoluğu çocuğu olan 43 yaşında bir adam oldun. Kendini hâlâ bir “seks sembolü” olarak görüyor musun?
- Seks sembolü müyüm değil miyim bilmiyorum ama seksi çok sevdiğim kesin. Bu hayranlarımın bana yakıştırdığı bir sıfat. Açıkçası hoşuma da gitmiyor değil beni öyle görmeleri (gülüyor).

*Aşk adamı mı Ricky Martin?
- Tutku benim varoluşumun bir parçası. Kendimi gerçekçi bir hayalperest olarak tanımlıyorum. Hayatım yoğun duygulardan ibaret. Her şeyi en derinden hissediyor ve yaşıyorum. Babam bana küçüklüğümden beri hep Kiki der. Yakın çevrem bu isme o kadar alışık ki, şimdi bile hâlâ Kiki olarak bilirler beni. Sahnede Ricky Martin’im ancak perde kapandıktan sonra hayatla mücadele eden Kiki adında bir adamım.

*Enrique dururken niye Kiki demiş baban sana?
- (Gülüyor) Benim, babamın, dedemin ve büyük dedemin adı Enrique. Karışıklık olmasın diye hepimizin birer lakabı vardı. Dedem Kiko, babam Kike, ben de Kiki... Daha sonra ben onu Ricky diye değiştirdim.

*Kiki Martin de kulağa hoş geliyor aslında...
- Sen sevebilirsin belki ama Asya’nın bazı bölgelerinde Kiki “vajina” anlamına geliyormuş. Düşünebiliyor musun “Vajina Martin” diye ünlü olduğumu (kahkahalar)...

*Sen nasıl hiç değişmiyorsun Ricky? Nedir bu gençliğin sırrı?
- Daha gencim zaten, bunun sırrı falan yok (kahkahalar)... Şaka bir yana, birkaç yıl önce vejetaryen olmak zorunda kaldım. Galiba fit olmamı da buna borçluyum.

*Neden böyle bir seçim yaptın?
- Birkaç sene önce kolesterolüm çok yüksek çıkınca mecburen vejetaryen oldum. Aslında öylesine bir “et aşığıyım” ki inan bu kararı vermem kolay olmadı. Yine de İspanya’ya geldiğimde bazen küçük kaçamaklar yapıyorum. Fakat tabii ki sağlığım her şeyden daha önemli. Bu arada Türk yemeklerinin de ne kadar lezzetli olduğunu unutmuş değilim.
Ricky Martin’den Hülya Avşar’a, Acun Ilıcalı’ya ve Tarkan’a mesaj...

"Dün kaldığımız yerden Ricky Martin ile söyleşimizin satır başlarını vermeye devam ediyoruz",

Gerçek bir dünya starı olmasına rağmen samimiyetine ve içtenliğine beni tek kelimeyle hayran bıraktı. Darısı burnundan kıl aldırmayan bizim ‘mahalli starların’ başına...


Bir daha ne zaman geliyorsun ‘bizim topraklara’? Eminim Türkiye’deki hayranların seni çok özlemiştir...
Ben de Türkiye’yi gerçekten çok özledim. Eğer programımızı ayarlayabilirsek ağustosta Türkiye’deyim. Bir de ekim veya kasımda başlayacak dünya turnesi kapsamında konser için tekrar geleceğim herhalde. Fakat bu sefer sadece İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirleri değil, pek çok yerini gezip görmek istiyorum. Gelir gelmez ilk iş o muhteşem hamamlardan birine gideceğim.
Hamam sefası yapmaya öyle mi?
Türk hamamını sevmeyen insan aklını kaçırmış olmalı. Dünyadaki en keyifli şeylerden biri diyebilirim...
Haydi sana klasik bir ‘turist’ sorusu sorayım... Kebap sever misin kebap?
(Gülüyor) Sevmez olur muyum? Bayılırım kebaba da artık et yok hayatımda maalesef. Ama hele bir Türkiye’ye gelelim, belki kendimi tutamayıp küçük bir kaçamak yaparım.
Yıllar önce Türkiye’ye geldiğinde, Hülya Avşar’ın şov programı sırasında senin poponu ellemişti. Bugün bile hala konuşulur o olay.
Kim?
Hülya Avşar...
Private Emotion düetini yaptığım mı?
Yok o Sertab, poponu elleyen başkasıydı.
Pardon pardon karıştırdım... Kendisine sevgilerimi iletin. Fakat Hülya’ya söyleyin yıllar geçtikçe popom büyüyüp yastık gibi oldu. Daha rahat elleyebilir artık (gülüyor).
Avustralya’da ‘The Voice’ yarışmasında jüri üyesisin. Aynı yarışma bizde de O Ses Türkiye adıyla yapılıyor...
Türkçem berbat olmasa O Ses’te koçluk yapmayı çok isterim. Aslında İtalya ve Suudi Arabistan’daki programlara konuk juri olarak katıldım.
Türkiye’de yeni sezon ne zaman başlayacak bilmiyorum ama ilk programa beni de davet ederlerse çok mutlu olurum.
Başımızın üstünde yerin var Ricky, ilk fırsatta programın yapımcısı Acun Ilıcalı’ya ileteceğim...
The Voice tüm dünyada bir fenomene dönüştü. Kendi deneyimlerimi takımıma aktarabilmek bana inanılmaz keyif veriyor. Onların gerginlikleri, utangaçlıkları, kararsızlıkları ve korkuları bana bu işe başladığım ilk günleri hatırlatıyor.
Hayat senin için sadece müzikten mi ibaret, bunun dışında neler yapıyorsun?
Çocuk istismarına karşı kurduğum derneğin çalışmalarını sürdürüyorum. Ayrıca anne babalara çocuk yetiştirme konusunda yardımcı olan, insanların birbiriyle sürekli yazışma halinde olduğu bir internet portalım var.
Çocuklar hassas noktan anladığım kadarıyla...
Baba olduktan sonra bu daha da arttı. Hatta yakında onları gözlemlerken kaleme aldığım bir çocuk kitabı çıkaracağım. Hah unutmadan bir de çocuk kıyafetleri yapan bir şirketim var.
Bütün bu projelerin arkasında bir finansör var mı yoksa hepsini kendi imkanların mı gerçekleştiyorsun?
Hayır, tek başıma yetişmeye çalışıyorum ama ortak olmak istersen hemen konuşabiliriz (gülüyor).
Dünyevi zenginliklerin çok, peki ya manevi tarafın?
Budist felsefesine kendime yakın hissediyorum fakat Budist değilim. Eğer Budistim dersem başka inançlara kapılarımı kapatmış olurum. Ben her şeyden birazcık olabilmeyi seviyorum..


Tarkan’a en büyük golü milli takım attı


Ricky Martin, 2014 Dünya Kupası resmi albümündeki “Vida” parçası için Çin’den Malezya’ya kadar pek çok ülkenin en ünlü şarkıcılarıyla düet yapmış. Bunu duyunca neden aralarında Türkiye’den bir sanatçı olmadığını merak ettim ve sordum. Aslında Ricky, projenin başladığı günlerde şarkıyı Tarkan ile birlikte okumak istemiş. Ama Türk Milli Takımı, Dünya Kupası’na katılamayınca bu hayali suya düşmüş. Martin “Keşke
Vida’yı Tarkan ile birlikte okuyabilseydik. Yalnız Ortadoğu’da değil, tüm dünyada ses getirecek bir çalışma olurdu” diyor.
Anlaşılan millilerimiz kupa elemelerinde rakiplerimize atamadıkları gollerin en ‘anlamlısını’ Tarkan’a atmışlar. Hepimize geçmiş olsun...

İzzet Çapa - Radikal

Mithat Can Özer: Seks benim için biraz daha önemli olablir


Tuğba’nın striptizi

$
0
0
Tuğba Ekinci önceki akşam Taksim The İstanbul adlı mekanda sahne aldı... "Arkadaşlar 38 yaşına bastım. Selülit korkum olmadan beni izleyebilirisiniz" sözleriyle kendisini izlemeye gelen yaklaşık 250 kişiye adeta striptiz şov yaptı...

Milliyet

Göbekte yağlanma arttıkça libido düşüyor

$
0
0
Göbekli Türk erkeklerinin kendilerine dizdikleri övgüler bir yana dursun, Dr. Mehmet Öz göbek çevresindeki yağlanmanın erkeklerde cinsel performansı olumsuz etkilediğini açıkladı. Biz de bu konuyu uzmanlarına sorduk

Dünyaca ünlü doktor Mehmet Öz, kendi televizyon şovu “The Dr. Oz Show”da erkeklerde göbek etrafında oluşan yağların cinsel performansı olumsuz etkilediğini söyledi. Erkeklerin cinsel performansa ne kadar önem verdiği herkesin malumu. Hal böyle olunca biz de bu meseleyi merak ettik. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Üroloji Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olan Türk Androloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Selahittin Çayan’a da bu konuyla ilgili merak ettiklerimizi sorduk.

Sperm kalitesini de olumsuz etkiliyor
Çayan kesin konuştu: “Obezite ve özellikle göbek etrafında oluşan yağlar erkeklerde cinsel fonksiyonları olumsuz etkiliyor.” Çayan, yağlanmanın cinsel fonksiyonlara etkisinin iki şekilde gerçekleştiğini söyledi: “Birincisi yağlanmaya eşlik eden damar tıkanıklığı. Bu tıkanıklık penise giden atardamar çapında daralma yaratarak daha az kanın organa gitmesine sebep oluyor. Böylece sertleşme kaybı yaşanıyor. İkinci olumsuz etki ise cinsel istekte azalma. Yağ kitlesinin artması insülin direncinde artışa bağlı olarak testosteronun inaktif hale gelmesine sebep oluyor. Böylece erkeklerde cinsel istekte (libido) azalma ortaya çıkıyor.”
Aynı soruyu, vücudumuzun ürettiği salgı ve hormonlarla ilgilenen bir bilim dalı olduğu için, Atakent Acıbadem Hastanesi Endokrinoloji Uzmanı Dr. Özlem Çelik’le de konuştuk. Çelik de Çayan’ınkilere paralel cevaplar verdi. Çelik “Vücut yağı fazla olan bireylerde şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları gibi cinsel fonksiyonlarda bozulma da sık görülüyor” diyor. Çelik, göbek etrafında yağlanma sonucu testosteron düzeylerinde düşme görüldüğünü de doğruluyor. Çelik’in göbek çevresinde yağlanma olan erkeklere bir kötü haberi daha var: “Testosteron düşüklüğü erkeklerde sperm sayısında ve kalitesinde bozulmaya neden oluyor.”
Selahittin Çayan’a göre ise yağ kitlesindeki artışlar, erkeklerde sperm üretimine de büyük zarar veriyor: “Yağlanmaya bağlı olarak sperm hareket ve canlılığında azalma görülür. Ayrıca kötü beslenme alışkanlıkları spermlerin dölleme kapasitesini  düşürüyor.”

Nelerden vazgeçmeli, neleri yemeli?
Hemen umutsuzluğa kapılmayın. Aslında tüm bu umutsuz açıklamalara karşın
bu derdin çaresi çok basit. Çayan yapılan çalışmalara göre sadece kilo kaybına yol açacak beslenme alışkanlığı kazanma ve egzersiz yapmanın erkeklerin cinsel performansını en az yüzde 30 oranında iyileştirdiğini söylüyor. Ve hemen tavsiyelerini sıralıyor: “Cinsel performasında sorun yaşayan erkeklere tavsiyem Akdeniz tarzı beslenme alışkanlığı kazanmalarıdır. Kilo almayı azaltan yağsız içerikli protein ve yüksek antioksidan özelliğe sahip bitkilerle beslenmek, unlu ve şekerli ürünlerden uzak kalmak hem cinsel performansta hem de sperm kalitesinde artışa yol açacaktır.”
Çikolataya elveda
Özlem Çelik’in cinsel performans endişesi yaşayanlara tavsiyeleri var: “Sağlıklı beslenme, fiziksel akitivite ile ideal kilo ve vücut yağ oranına ulaşmak çok önemli. Alınan toplam kalorinin yüzde 50 ya da 60’ını karbohidratlar, yüzde
15 ya da 20’sini proteinler, yüzde 30’undan azının ise yağlardan oluşması gerekiyor. Sofra şekeri, reçel, bal, pasta, tatlı, çikolata, helva gibi yiyeceklerin içindeki karbonhidratlar kan şekerini hızlı bir şekilde yükseltir
ve yağlanmaya sebep olur. Bunların yerine tahıllar, tam buğday ekmek, kuru baklagiller tercih edilmeli. Kuru meyveler ve E vitamini açısından zengin ceviz ve fındık da az miktarda olmak şartıyla ara öğünlerde tüketilebilir. Süt, yoğurt ve et ürünlerinden alınan protein desteği önemlidir.”

Fırat Karadeniz - Milliyet

Ölüsü dirisinden çok kazanıyor

$
0
0

Popun kralı olarak bilinen dünyaca ünlü Amerikalı şarkıcı Michael Jackson, ölümünden bu yana varislerine ve çalıştığı plak şirketlerine en az 1.5 milyar dolar kazandırdı. 2009'da öldüğünde 500 milyon dolar borcu olan Jackson, ölümünden sonra servet edinen ünlü isimler arasında en üst noktaya gelmeyi başardı. Hayatını kaybettiğinden beri iTunes'ta en çok tercih edilen isim olan Jackson öldükten sonra yaşadığı günlerden çok para kazandı. Forbes dergisinin yaptığı bir araştırmaya göre; ünlü şarkıcı sadece Ekim 2012 ve Ekim 2013 arasında albüm satışlarından 160 milyon dolar elde etti.

Sabah

"Mükemmel" Hande Yener zirvede

$
0
0

‘Mükemmel’ albümüyle iTunes listesinde 1 numaraya yükselerek zirveye yerleşen Hande Yener, ilk klibini ‘Alt Dudak’ isimli şarkıya çekti.
Rekora koşan albümü için Tayfun Çetinkaya’nın objektifine poz veren Hande Yener’in son fotoğrafları, “Zirve mutluluğu Hande Yener’i eritti” dedirtti.

Milliyet

Meclis’te homofobik uygulama!

$
0
0
Meclis internetindeki filtre uygulamasıyla Alevi ve LGBTİ siteleri de dahil pek çok siteye erişim engellendi.

CHP Bursa Milletvekili Aykan Erdemir, konu ile ilgili olarak, 27 Mayıs 2014 günü TBMM İnternet ağından Diyarbakır Protestan Kilisesi’nin İnternet sitesine ulaşmaya çalıştığını bu sitenin “pornografik” olduğu gerekçesiyle Meclis’in filtresi tarafından engellendiğini tespit ettiğini, 28 Mayıs’ta Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e bu skandala ilişkin yazılı soru önergesi verdiğini ve daha önce Alevi ve LGBTİ sitelerini de yanlışlıkla engelleyen bu filtre uygulamasının Meclis’i küçük düşürdüğünü anımsattı.

Meclis başkanlığının filitrelemeler konusunda ki uygulamalarına tepki gösteren Aykan Erdemir’in açıklaması şöyle:
ERİŞİM ENGELİ GEREKÇESİ KALDIRILMIŞTIR
Türkiye kamuoyu, Meclis’ten Kaos GL ve Lambda İstanbul İnternet sitelerine erişimin engellenmiş olduğunu CHP Ankara milletvekili Sayın Aylin Nazlıaka’nın 13 Eylül 2011 tarihli yazılı soru önergesiyle öğrenmişti. Bu soru önergesinden 64 gün sonra, 16 Kasım 2011 tarihinde Kaos GL ve Lambda İstanbul siteleri filtrelemenin gerekçesi olan “Homoseksüellik” kategorisinden çıkarılmış ve Kaos GL “Genel Örgütler”, Lambda İstanbul ise “Kültür ve Sanat” kategorileri altında yeniden sınıflandırılarak erişim engeli gerekçesi kaldırılmıştır.
LGBTİ sitelerinin yaşadığı deneyim, sınıflandırmaların ne derece keyfi ve bu nedenle de hataya açık olabileceğini kanıtlamaktadır. Örneğin KAOS GL sitesi 26 Ağustos 2009 tarihinde “Savunucu Örgüt” olarak sınıflandırılmış, 8 Mart 2010 tarihinde ise “Homoseksüellik” kategorisi altında yeniden sınıflandırılarak erişim engeli olan siteler listesine dahil olmuştur.

YENİ SIKINTILARA AÇIK
LGBTİ sitelerinin erişim engel olan kategoriden çıkarılmaları 64 gün sürmüşken, Diyarbakır Protestan Kilisesi’nin erişim engelinin gerekçesi konuyu gündeme taşımamın ardından 24 saat geçmeden kaldırılmıştır. 28 Mayıs’ı 29 Mayıs’a bağlayan gece saat 00:40’ta Diyarbakır Protestan Kilisesi İnternet sitesi TBMM’nin kullandığı filtre programı tarafından “Pornografi” kategorisinden “Küresel Din” kategorisine taşınmış ve kilise sitesine Meclis bilgisayarlarından erişim yeniden sağlanmıştır.
Filtredeki utandırıcı hatanın bu sefer hızla giderilmiş olması TBMM’de daha önce de Alevi ve LGBTİ sitelerini, Milli Eğitim Bakanlığı’nda ise Agos gazetesini engelleyen bu filtre uygulamasının yeni sıkıntılara yol açmayacağı anlamına gelmemektedir.

TBMM BAŞKANLIĞININ TÜM HRİSTİYAN VATANDAŞLARDAN ÖZÜR DİLEMELİ
Protestan Kiliseler Derneği adına derneğin Yönetim Kurulu Başkanı ve Bursa Protestan Kilisesi Pastörü İsmail Kulakçıoğlu tarafından 31 Mayıs’ta yapılan basın açıklamasında “Hristiyan vatandaşlar olarak parçası olduğumuz milletimizin meclisinde kiliselerimizin internet sitelerinin ‘pornografi’ gibi iğrenç ve bizleri aşağılayan, derinden yaralayan bir niteleme ile sansürlenmesini kınıyor” ve “bir daha böyle sansürler ve nitelemelerin yaşanmamasına örnek oluşturması için TBMM Başkanlığını tüm Hristiyan vatandaşlardan özür dilemeye davet ediyoruz” denmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin en saygın kurumu olma niteliğini büyük bir dikkatle korumak zorunluluğu ve sorumluluğunu taşıyan TBMM’nin utandırıcı hatalarla kendi vatandaşlarını incitme ve rencide etme lüksü bulunmamaktadır. Sık sık yinelenen hatalar “Pardon, filtre programında bir yanlışlık olmuş” diyerek geçiştirilemeyecek bir yapısal soruna işaret etmektedir.
BUNLARA YANIT İSTİYORUM
-Meclis’in kullandığı İnternet filtresinde erişim engelleme gerekçesi olarak kullanılabilecek 75 farklı kategoriden hangileri bugün filtreleme amacıyla kullanılmaktadır?
-Bu 75 farklı kategori arasından hangilerinin TBMM’de erişim engeli gerekçesi olarak kullanılacağına kim, hangi kriterlere göre karar vermiştir?
-Bu kararı veren kişi ya da kişileri kim yetkilendirmiştir? Filtreleme kararlarını veren bir milletvekili mi, bir kamu görevlisi mi yoksa bir özel şirket elemanı mıdır?
Örneğin, Kaos GL ve Lambda İstanbul sitelerinin filtrelenmesine yol açan “Homoseksüellik” kategorisini kim yasaklı bir kategori olarak belirlemiştir? Hatırlatmak isterim ki TBMM’nin filtreleme kararı aldığ “Homoseksüellik” kategorisi bu filtrelemele tercihinin yapıldığı dönemde filtre programı tarafından “Genel İlgi” kategorisinin bir alt alanı olarak tanımlanıyordu. O dönemde “Genel İlgi” kategorisi altında bulunan çok sayıdaki diğer alandan başka filtrelenenler olmuş mudur? Olmadıysa neden yalnızca “Homoseksüellik” kategorisi yasaklanmıştır?
Filtre programları, “Homoseksüellik” kategorisi altında tüm hak temelli savunucu örgütlerin filtrelenmesi gerekçesiyle Amerikan Yurttaş Özgürlükleri Birliği (ACLU) ve Yale Hukuk Fakültesi’nin “Beni Filtreleme” kampanyası çerçevesinde dünya kamuoyu tarafından da protesto edilmiş ve 2011 yılı itibariyle TBMM’ye filtre programını sağlayan şirket tarafından bütünüyle iptal edilmiştir.
BU HOMOFOBİK UYGULAMANIN SORUMLUSU KİM?
Kısacası TBMM’nin pek çok farklı skandala yol açan filtre sistemi, sistemin barındırdığı yapısal sorunlar kadar, Meclis’in filtre ayarlarını belirleyen kişilerin tercihleri sonucu da hatalara yol açmaktadır. Bugün üzülerek belirtmeliyim ki filtre kategorilerinin belirlenmesi “homofobik” bir anlayışla gerçekleştirilmiştir. Bu homofobik uygulamanın sorumluluğu kime aittir?
BİLGİSAYARLARDAN FİLTRENİN KALDIRILACAĞINA İNANIYORUM
TBMM’nin filtre uygulamasına ilişkin bu soruları sormak ve sorunları yüz yüze görüşmek için Meclis Başkanımız Sayın Cemil Çiçek’ten bir randevu talebim olmuştur. Sayın Çiçek randevu talebime olumlu yanıt vermiştir. Bu hızlı ve olumlu geri dönüş için kendisine teşekkür ediyorum. Bugün saat 15:30’da kendisiyle yüz yüze görüşecek, Meclis’in filtre uygulamasında bulunan ve kendisinin de henüz fark etmediğine inandığım sorunları dikkatine sunacağım. Bu görüşme sonrası Meclisimiz bu yanlıştan geri döneceğine ve milletvekillerimizin bilgisayarlarından filtrenin kaldırılacağına inanıyorum.
CHP Ankara milletvekili Sayın Levent Gök’ün yazılı soru önergesini 14 Ekim 2011’de yanıtlayan TBMM Başkanvekili Sayın Mehmet Sağlam, filtrenin kaldırılacağını belirtmiş ve “Siyasi parti gruplarını ve milletvekillerini sistem dışında bırakacak bir çalışma yapılmaktadır. Bunun için alınması gereken lisanslı yazılımların alım sürecine başlanmıştır. Çalışmaların bitiminde siyasi parti grupları ve milletvekilleri ayrı hak ve özgürlüklere sahip olacaktır” demiştir.
2 YIL 8 AY GEÇTİ İLERLEME YOK
Ne yazık ki aradan 2 yıl 8 ay geçmiş fakat Meclis Başkanlığı bu konuda ilerleme sağlayamamıştır.
Bu nedenle bugün buradan bir kez daha çağrıda bulunmak istiyorum:
TBMM, milletvekillerine yönelik İnternet filtresi uygulamasından vazgeçmelidir. Arzu eden milletvekillerimize kendi kendilerini filtrelemeleri için gerekli destek verilebilir.
FİLİTRELEME KAYITLARI İMHA EDİLMELİDİR
TBMM’de diğer kullanıcılar için filtre kullanımını söz konusu olacaksa buna ilişkin kriterleri belirlemek için milletvekillerinden oluşan bir komisyon kurulmalıdır. TBMM sisteminde bugüne kadar filtreye takılan İnternet sitelerinin kayıtlarının incelenerek hangi dezavantajlı grupların sitelerinin filtreye takıldığı tespit edilmeli, bu grupların tümünden özür dilenmelidir. Bu çalışma sonrasında milletvekillerine yönelik tüm filtreleme kayıtları imha edilmelidir.”

Cengiz ALDEMİR/Sozcu.com.tr

http://sozcu.com.tr/2014/gundem/mecliste-homofobik-uygulama-527896/

Hırvatistan'da Eşcinsel Yürüyüşü

$
0
0
"4. LGBT Onur Yürüyüşü" için Hırvatistan'ın Split kentinde toplanan eşcinseller, "herkes için eşit haklar" istedi
Hırvatistan'ın Dalmaçya bölgesindeki Split kentinde, LGBT mensup ve destekçileri "onur yürüyüşü" düzenledi.

Bu sene dördüncüsü düzenlenen yürüyüş "Tamamen eşitlik" sloganı altında gerçekleşirken, polisin geniş kapsamlı güvenlik tedbirleri aldığı gözlemlendi.

Split'in Pyatsi Meydanı'nında gökkuşağı renkleri taşıyan bayrağı seren LGBT mensupları, aynı zamanda, "Herkes için eşit haklar", "Gururlu Split", "İnsan haklarından ödün vermeye hayır", "Önemli olan sevgi, cinsiyet değil" gibi pankartlar taşıdı. Katılanlar, gösterinin ardından olaysız bir şekilde dağıldı.

Yürüyüşün koordinatörü Lyubomir Matelyan, bu seneki etkinliğe yaklaşık 300 kişinin katıldığını açıkladı.

Hırvat yetkililerini LGBT mensuplarının hakları için çaba göstermemekle suçlayan Metalyan, yürüyüşe de hiçbir yetkilinin katılmadığını söyledi.

Split kentinin Cardin Parkı'ndan, Riva semtine kadar yürüyen LGBT mensupları ve destekçileri, burada 20 saat boyunca müzik eşliğinde kamp yapacak.

Split LGBT Birliği'ne, Hırvatistan'ın bir çok farklı kentinden mensuplar destek verdi. Aynı zamanda, onur yürüyüşüne, Karadağ, Arnavutluk ve Sırbistan'dan da katılanlar oldu.

http://www.haberzoom.com/hirvatistanda-escinsel-yuruyusu-97500h.htm

Bekir Aksoy tatilde


Alex Bodrum'da tatilde

Arda'nın moda klavuzu Emre Belözoğlu

$
0
0

Kılavuzu Emre Abisi

Atletico Madridli Arda Turan'ın daracık ve kısacık pantolon giymesinin nedeni ortaya çıktı

Atletico Madridli Arda Turan’ın daracık ve kısacık pantolon giymesinin nedeni ortaya çıktı: Fenerbahçeli Emre Belözoğlu!

Arda Turan, “Emre Abi’yi çok seviyorum. Benim idolüm. Giyim tarzı dahil her şeyini örnek alıyorum” dedi.

Posta

2014 Best Model birincisi Burak Çelik

Eşcinsel çiftler vergide eşitlendi

$
0
0
FEDERAL Almanya Meclisi, Anayasa Mahkemesi’nin isteği üzerine eşcinsellere de vergide eşit muamele öngören yasa tasarısını onayladı.

Daha önce evli çiftler vergi avantajından yararlanırken, eşcinsel çiftler yararlanamıyordu. Anayasa Mahkemesi bu durumu eşitsizlik olarak görüp düzeltilmesi yönünde karar almıştı.

Mahkemenin kararı üzerine hükümet de eşitsizliği ortadan kaldırmak amacıyla yasa tasarısı hazırlayıp meclise göndermişti.

Mecliste ele alınan ve eşcinsel çiftlere vergide eşit muamele öngören tasarıya tüm partiler destek verdi. Oy birliğiyle geçen tasarı, Eyaletler Meclisi'nden onay alıp Cumhurbaşkanının imzalamasından sonra yasallaşacak.

hurriyet.com.tr

Onur Yürüyüşü: Büyük olsun bizim olsun!

$
0
0
Tunca Özlen
2003’te bir avuç cesur insanın katılımıyla gerçekleşen, geçtiğimiz yıl ise on binleri bir araya getiren Onur Yürüyüşü’ne haftalar kaldı. 30-40 kişinin başlattığı yürüyüşün dünyanın en kitlesel ve politik LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) eylemlerinden birine evrilmesinde sayısız insanın emeği ve özverisi var. Yürüyüşe katılımın her sene katlanması geleneği devam ederse, İstiklal Caddesi 29 Haziran günü yüz bini aşkın insana ev sahipliği yapacak demektir.

Onur Yürüyüşü’nün her sene daha kitlesel geçmesinin tek açıklaması, toplumsal muhalefetin diğer unsurları ile yakalanan temasın güçlenmesi olamaz. Zira LGBT hareketi ile diğer muhalif dinamikler arasındaki ilişki yeni kurulmuş değil. Söz konusu etkileşimin dönüştürücü etkisi ve sürekliliği elbette giderek pekişiyor. Ancak Onur Yürüyüşü’ne katılımın her sene katlanmasının sırrı, yürüyüşün henüz açılma sürecinde olan LGBT’lerin yaşamlarında yarattığı sarsıntıda gizli.

Biraz da internet kullanımının yaygınlaşması sayesinde tarihe karışan “Bir ben, bir de Zeki Müren” psikolojisinin yerini “Varız, alışın, buradayız” cüretkârlığına bırakmasında asıl etkili olan, LGBT realitesinin kamusal alana kitlesel ve kararlı bir biçimde taşınmasına vesile olan Onur Yürüyüşleridir. Okulunda, işyerinde, mahallesinde yalnız olduğun düşünen bir eşcinselin, biseksüelin veya transın on binlerin katıldığı bir eylemin ardından boynu bükük gezmeye devam etmesi düşünülebilir mi? Onur Yürüyüşü, kapsadığı her bir LGBT’ye büyük bir özgüven, özsaygı ve itibar kazandırdığı ölçüde toplumsallaşmış ve meşrulaşmıştır.

Öbür taraftan, yukarıda resmetmeye çalıştığım tablo herkesin içini açmıyor. Hareketin ele avuca sığdığı, LGBT örgütlerinin sayısının bir elin parmağını geçmediği günlerde mücadele etmenin getirdiği bir takım alışkanlıklar, bazı LGBT aktivistlerinin hareketin geçirdiği dönüşümü kavramalarına mani oluyor. Yıllar öncesinden kalma, güncel ihtiyaçlara yanıt vermeyen bir tarzı hala harekete dayatmalarını başka türlü açıklamak mümkün değil. “Küçük olsun bizim olsun” yaklaşımı, hele ki Gezi’nin arifesinde, LGBT hareketi eşit atladıktan sonra tamamen hükümsüz. Ne demek istediğimi açıklamaya çalışacağım.

Büyük olsun bizim olsun!
LGBT hareketinin son yıllarda yakaladığı yükseliş sayesinde her yürüyüşün bir öncekinden daha kalabalık geçtiğini, bunun da gizli LGBT’leri açılmaya cesaretlendirdiğini söylemiştim. Başka bir ifadeyle, eşcinselliğin kendisi değil ama eşcinsel görünürlüğü bulaşıcı! Hareketin güçlenmesi ve görünürlüğün yaygınlaşmasıyla birlikte daha önce LGBT’lerin varlıklarını duyurmadıkları alanlarda eşcinseller seslerini duyurmaya, dolaptan çıkmaya başladılar. LGBT örgütlenmesi olmayan yerelliklerde ve üniversitelerde birbiri ardına öz-örgütlenmeler kurulmaya başlandı. Toplumsal muhalefetin (sosyalist partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri vs.) daha önce LGBT başlığına mesafeli duran kesimleri, özellikle Gezi’den sonra eski pozisyonlarını değiştirdiler. Bu sürece daha önce “Türkiye’nin Gökkuşağı Devrimi” demiştim.

Hal böyle iken, bu uyanışın ve beraberinde getirdiği yepyeni örgütlenme pratiklerinin kendilerine Onur Yürüyüşü’nde yer açmalarından daha doğal ne olabilir? Yürüyüşü büyük çabalarla tek bir derneğin örgütlediği günler çok gerilerde kaldı. Onur Haftası Komisyonu’nda yer alsın almasın, hatta İstanbul’da yaşasın veya yaşamasın, farklı örgütlerden yüzlerce LGBT aktivisti yürüyüşün daha kitlesel ve başarılı geçmesi için emek veriyor. Dolayısıyla, birilerinin yeni aktivist kuşağını “emek hırsızlığı” ile suçlayabilecekleri bir nesnellik mevcut değil. Buradan hareketle, pek çoğu son yıllarda sonrası kurulan öz-örgütlerin Onur Yürüyüşü’nde kendi siyasi, bağımsız kimlikleri ile katılabilmelerinin önüne engel çıkarmanın hiç bir meşruiyeti bulunmuyor. Komisyon’un bu sene apar topar aldığı “Öz-örgütler pankart falan açmayacak, yassah!” kararını hükümsüz kılan, tam da LGBT hareketinin yaşadığı büyüme ve politizasyondur. “Yasak ne ayol!” naifliği kesmezse, bu durum karşısında söylenebilecek yegâne şey “Herkes işine baksın” olabilir.

Evet, herkes işine baksın, doğru bildiğini yapsın, kendi yolundan gitsin. Hareket zaten almış başını gidiyor! Hayatında ilk kez Onur Yürüyüşü’ne gelen, sokağa açık kimliği ile çıkan, yüzünü gizlemeden yürüyen gençlerin umurunda bile değil kimin hangi pankartı açtığı. Önemli olan o pankartta ne yazdığıdır, yazılan sözün politik anlamıdır ve o siyasetin arkasında ne kadar insanı toplayabildiğidir. Liberallerin iddia ettiğinin aksine pankartlar Onur Yürüyüşü’nü bölmez, mevcut ayrılıklarımızın şiddetli bir bölünmeye mahal vermeden bir arada, ancak birbirinin içinde asimile olmadan var olabilmelerine imkân tanır. Burada “pankart” elbette bir sembol. Pankartta somutlanan ve yürüyüşten kovulmaya çalışılan aslen siyasettir, daha açık konuşmak gerekirse örgütlü sol siyasettir. Gezi’den sonra siyaseti, örgütlülüğü, solu kim nereden kovabilir?

Liberalleri bir yana bırakalım. İlk biber gazını direnişte yiyen, duvara “Anne arkalardayım” yazdığının ertesi günü annesini yanı başında bulan, aklını mizaha dönüştürürken haklılığını eylem biçimine yansıtan arkadaş, sözüm sana. Geçen yıl katıldığın Onur Yürüyüşü’ne yine gel. Yine gel ama bu sefer yanına eşini, dostunu, komşunu da al. Yürüyüşte dilediğin sloganı at, istediğin bayrağı taşı, evinde kendi dövizini hazırla, İstiklal’de doğru bulduğun pankartın arkasından yürü. Yeter ki hepsi Gezi ruhunu yansıtsın, geri ve karanlık düşüncelerden izler taşımasın, gökkuşağını gölgelemesin. Gezi’ye gelir gibi gel, direnir gibi yürü bizimle!

Ben bu sene de Gökkuşağının Kızılı kortejinde kıpkızıl gökkuşağı bayrağını taşıyacak, eşitliğe ve özgürlüğe olan tutkumu yoldaşlarımla birlikte haykıracağım. 29 Haziran’da görüşmek üzere.

http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/onur-yuruyusu-buyuk-olsun-bizim-olsun-tunca-ozlen-haberi-93530
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live


<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>