Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live

“Kızgınlığım Müslüman’a değil, insanoğluna”

$
0
0
Kurban Bayramı’nın birinci gününde yazdığı tweet nedeniyle hakaret yağmuruna uğrayan Leman Sam: “Müslümanlıkla ilgili bir laf yok yazdığımda. Ne İslam lafı geçiyor ne kurban ne de bayram.
“Kızgınlığım Müslüman’a değil, insanoğluna”
ASU MARO - asu.maro@milliyet.com.tr


Yıllar yıllar var, bir şarkı dinlemiştim Leman Sam’dan... Kesilen ağaçların, karaya vuran balıkların, zifte bulanan martıların ayaklanıp hesap sorduğu bir şarkı... “Sorgu” adı. Pek alıştığımız bir şey değildi bir pop müzik albümünde böyle gerçekliği
ve acılığıyla insanın sinirini bozan bir şarkı...

Sonra Leman Sam sık sık “sinir bozucu” olmayı sürdürdü. Özellikle de doğa söz konusu olduğunda öfkesinin sınırı yoktu. Can candır; insanı, hayvanı, ağacı, çiçeği olmaz dediği noktadan taviz vermedi hiç. Ve mesele geldi dayandı, Kurban Bayramı’nın birinci gününde yazdığı tweet’e... Leman Sam’ın kurban kesenlerle IŞİD teröristlerini bir tuttuğu cümlesi yetti insanların onu hakaret yağmuruna tutmasına...

Kendisini savunmak gibi bir niyeti olmadığının altını çiziyor. Ama en azından ne yazdığının bilinmesini istiyor. Cümlesi tam olarak şu: “Benim için IŞİD ile bıçağını masum bir hayvanın boğazına dayayan aynı duygudadır.” Dediği gibi içinde kurban geçmiyor, bayram geçmiyor, kesilen boğaz onun derdi...

Gerisini de kendisinden dinleyelim...

 Hangi ruh hali içinde yazdınız o tweet’i?

Bir kere şunu söylemek istiyorum, kendimi savunmak için herhangi bir şey söylemeyeceğim çünkü savunulacak hiçbir şey yok. Hâlâ sözlerimin arkasındayım. Onu bir görüntünün üzerine yazmıştım, yazdığım tweet’in Kurban Bayramı’yla alakası yoktu ama Kurban Bayramı’ndaki görüntülerden sonra da yazardım muhtemelen.

“Belli bir kesimin düzeyini tweet’lerden fark ettim”

 Hangi görüntü üzerine yazmıştınız?

Kesilmiş, asılmış bir hayvanın içine çocuğu koyup resim çektirmişlerdi. Bir diğerinde de kesilmiş bir hayvanın kafasını çocuğun eline vermişlerdi... Şimdi herkesin inanç özgürlüğü vardır, herkes neye istiyorsa ona inansın, bu beni ilgilendirmez. Ama benim çocukluğumda da Kurban Bayramı vardı ve o gün Kurban Bayramı bu şekilde kutlanmazdı. Benim bildiğim kadarıyla
o alınan hayvancağızlar güzel bakılır, o gün geldiği zaman gülsulu tülbentlerle gözleri bağlanır, işini bilen insanlar tarafından kesilir. Kimse kimseye gösteriş yapmak için kurban kesmez. Ben o zaman da çok onaylamıyordum ortalık yerde yapılmasını ama gün geçtikçe artık öyle bir abartı haline geldi ki Boğaz kırmızı akıyor, ortalık kıyamet gibi, kaçan hayvana işkenceler ediliyor, elektrikli testerelerle hayvanlara saldırılıyor, benim ruh sağlığım bozuluyor. Dediğim gibi, yazdığım tweet’in aslında Kurban Bayramı’yla ilgisi yoktu.

 Neyle ilgiliydi peki?

Şunu yazdım: Masum bir hayvanın boğazına bıçağı dayayan bir insanın duygusuyla bir insanın boğazına bıçağı dayayan insanın duygusu aynıdır. Bizim ülkemizde sıklıkla adamlar karılarını kesiyor, terör örgütleri kafa kesiyor. Hani şöyle bir söylem vardır: Ben o kadar duyarlıyım ki tavuk bile kesemem. Çünkü bir canlıyı kesip, boğazından kan akıtıp can çekişmesini seyretmek öyle her babayiğidin harcı değildir. Her insanım diyen insan buna katlanamayabilir. Katlanamayanı da katlananı da kınamak bence çok gereksiz. Onun karakteri öyle, bunun karakteri böyle. Ben sadece eylemi yazdım; onu yapabilen, bunu da yapabilir. Çünkü farklı değil. Kan, can aynı şey. Benim attığım o tweet belki zamanlama açısından öyle anlaşılmış olabilir ama oradaki satanist de kedi kesiyor, buradaki sapık da köpek kesiyor, boğaz kesme eyleminden bahsettim. Onu yapabilen bunu da yapabilir, ona bakabilen buna da bakabilir. bugün yavru kediyi öldüren bir adam yarın çocuğunu öldürürse ben buna şaşırmıyorum. Budur mesele. Fakat bunun üzerine atılan tweet’lerden belli bir kesimin düzeyini fark ettim.

 Fakat bunu bekliyordunuz herhalde...

Yoo. Ben bazen çok sert tweet’ler atıyorum, birkaç kişi ilgileniyor. Ama bunun hangi maksatla yapıldığını bilmiyorum, muhtemelen bunu fark eden birileri Bülent Arınç’a söylemiş olabilir, öyle alevlendirilmiş olabilir bu mevzu.

 Şaşırdınız mı Arınç’ın sizin hakkınızda konuşmasına?

Yo, o ya ağlar ya birilerini hoplatır. Fakat şöyle bir şey var, ben bugüne kadar parlamentodan herhangi birine hakaretamiz bir şey yazmayı düşünmedim. Hatta geçen yıl yazdığım bir yazıda başbakan için “Sizi sevmeyi çok isterdim” demiştim. Hakikaten insan idarecilerini sevmek ve onlara saygı duymak istiyor. Ama Bülent Arınç çıkmış, edep, haya, iffet diyor, bu sözcükler kolay kolay kullanılabilir sözcükler değil. Bir dakika, nasıl bir hayasızlığımı, edepsizliğimi ya da iffetsizliğimi görmüş? Bu bir devlet adamına yakışmayacak bir tarzdır ve de çifte standartlı olduğu da açıktır. Sen “Bakara makaraya” bir şey deme, sonra bana edepten bahset. Üzgünüm ama hiç saygı duymuyorum ve kınıyorum, hatta kınamakla da kalmayacağım, hukuki yollara başvuracağım.

“Ölü yiyorum fikri bana hep çok ters geldi”

 Tepkinizi İslamofobiye bağlayanlara ne diyeceksiniz?

Benim kimsenin dinine, inancına karışmak gibi ne bir hakkım var ne de bir isteğim... Sadece din kaynaklı savaşlara çok üzülüyorum, insanlar barış içinde yaşasın isterdim. Ama olmuyor. Dinler eğer savaşa neden oluyorsa bu çok üzücü. Ben İslam’ı böyle öğrenmedim. Benim büyükannem namaz kılan, dinine bağlı bir kadındı ve bana İslam’ın son derece barışçı, temizlik, yardımlaşma, dayanışma gerektiren bir din olduğunu öğretmişti. Bugün bu kadar şiddet içeren ve seksist yazılar yazabilen insanları gördüğümde bunun dinle ilgisi olduğunu düşünmek istemiyorum.

 Yani sizin yazdığınız Müslümanlığa dair bir cümle değil...

Müslümanlıkla ilgili bir laf yok zaten yazdığımda. Ne İslam lafı geçiyor ne kurban ne de bayram. Benim kızgınlığım insanoğluna, Müslüman’a değil. Zaten diğer yazdıklarımı da insanlar incelerlerse esas hırsımın kime olduğunu anlarlar. Benimki insanoğluna. Bu kadar şiddeti içinde nasıl barındırdığına inanamamaktan.

 Ne zamandır et yemiyorsunuz?

30 yıldır falan. Ona da çok güldüm, büyük bir mitoman grubu var ortada. Beni et lokantasında görmüşler, yanağımdan yağlar akıyormuş, elimde şarapla et yiyormuşum. Acıtmak için yazdıkları hiçbir şey beni acıtan bir şey değil ki. Ben yaşlılıktan korkan bir insan değilim. Çok güzelim diye iddia eden bir insan değilim, et yiyen bir insan değilim, onun için bana yazdıklarına gülüyorum ancak. Çocukken de zorla yerdim, ölü yiyorum fikri bana hep çok ters geldi. Ama et yiyenlerden de bana ne, onlar da yesin, kimseyi kınamıyorum.

“Bugünlerde içimden şarkı söylemek gelmiyor”

 Kızınız Şevval, “Anne ne yapıyorsun?” diyor mu?

Yok demiyor, ben üzülüyorum onun için. Biz iki ayrı yetişkin insanız. Benim için Şevval’in de hakaret görmesi beni tabii üzüyor. Bu bana ait bir şey. Kızımdan ne istiyorsunuz?

 Anneler “Aman çocuğum başını derde sokma der”, siz anne olarak tam tersi önde gidiyorsunuz...

Şevval’e dikkatli olmasını söylüyorum ama dediğimi yap, yaptığımı yapma gibi oluyor biraz. Bu kadar çok cehalet varken korkmalı mıyım? Aslında korkmalıyım. Benim Susurluk zamanında da eyleme katıldım diye sekiz konserim iptal olmuştu.

 Yeni projeler var mı?

Ülkenin şu durumunda proje düşünecek halim yok. Biraz durulursa ortalık konserler devam edecek, albüme bakılacak ama moralin düzgün olması lazım. Ben üretemiyorum şu anda. Bugünlerde içimden şarkı söylemek gelmiyor. Hayal kırıklığı içerisindeyim, ben toplumu böyle bilmiyordum. Şiddete alışmak çok fena bir hastalık.

“Arap turist tweet’im ırkçı değildi”

 Yakın zamanda bir de “Arap turist görmek istemiyorum” tweet’inizle gündeme geldiniz, o yazdığınızın ırkçı olduğunu düşünüyor musunuz?

Asla. O nedendi biliyor musun? Suriyelilerin geldiği bir dönemdi, ben bir aile gördüm. Dilenmiyorlardı. Öyle oturuyorlardı. Oturup ağladım, belli çok fakirler ve zor durumdalar ama istemiyorlar bir şey. O kadar canım yandı ki. Aynı gün ne duydum biliyor musun? O gelip de burada iş açan, saç ektiren Suriyeliler valiye şikayet ettiler. Bu dilencileri buradan toplatın diye. Ben bu haberin üzerine yazdım bunları. Ben sadece hayvana Merhamet eden bir insan değilim ki. Benim kendinden kötü durumdaki herkese hassasiyet duyan ve ona kötü davranana da düşman olan bir karakterim var, ne yapayım?

“Leman Sam gelirse  biz gelmeyiz demişler”

 Bir konseriniz iptal olmuş...

Evet. Gaziantep’te bir ticari firmaydı, beni istediler fakat şöyle bir haber geldi: Yeşil sermayeden birileri davetliymiş, onlar “Leman Sam gelirse biz gelmeyiz” demişler. Ben de memnuniyetle kabul ettim, hiç önemli değil. Kadıköy Sahne’de de bu akşam vardı, onu da çok hasta olduğum için ve ortalık çok karışık olduğu için iptal ettik. İnsanlar ölürken ben nasıl şarkı söyleyeyim? Bu gibi şeylerde hep iptal etmedik mi, Soma’da da, Gezi’de de? Ölümler üzerine neşe bana ters geliyor.

Obsession N° 6 by Daniel Jaems

'İstanbul Barosu'na eşbaşkanlık sistemini getirip, LGBTİ komisyonu kuracağız'

$
0
0
İstanbul Barosu Başkanlığı’na adaylığını açıklayan Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Derneği'nin üyeleri T24'e konuştu

Peki LGBTİ konusunda düşünceniz nedir?

Yıldız İmrek: Biz ÖDAV olarak İstanbul Barosu Yönetimine geldiğimiz zaman, şimdilerde işlevini yitirmiş olan Kadın Hakları Merkezi’ni güçlendireceğiz. Baro içerisinde özerk çalışan bir LGBTİ komisyonu kuracağız. Biz seçilmezsek eğer bu komisyonun kurulması için Baro Yönetimi’ni zorlayacağız. Zaten hali hazırda ÖDAV olarak kadın ve LGBTİ davalarına müdahil oluyoruz. Avukat arkadaşlarımız Filiz Kerestecioğlu, Meriç Eyüboğlu, Rozerin Seda Kip, Fırat Söyle ve Gülümser Uğurlu kadın ve LGBTİ davalarına gönüllü olarak katılım sağlıyor. Aday listemizde yönetim kurulu adaylarımızdan yedisi kadın. Disiplin ve denetleme kurullarımızda da kadınlar yüzde 50 yi aşan bir çoğunlukta. Kadınların heme ulaşabileceği bir telefon hattı semtlerde kadın başvuru merkezleri baroya gönüllü avukatların içinde olduğu hukuki yardım yapıldığı bir sistemi geliştireceğiz

http://t24.com.tr/haber/istanbul-barosuna-talibiz,273588

Eşcinseller evlilik hakkını kutluyor

$
0
0
Danimarka'nın eşcinsellere resmi evlilik hakkı tanınmasının 25’inci yılı kutlandı.

Kopenhag Büyükşehir Belediye Başkanı Sosyal Demokrat Frank Jensen’in ev sahipliği yaptığı belediye sarayında düzenlenen törende, Veliaht Prens Frederik’in eşi Prenses Mary ve Belediye Meclisi Üyesi Yıldız Akdoğan da hazır bulundular.

25 yıl önce 1989 yılı mayıs ayında parlamentoda siyasi partilerin çoğunluğunun oyları ile çıkarılan yasa, eşcinsellere, belediyelerde resmi nikah kıyma hakkını vermiş, Danimarka dünyada eşcinsellere resmi nikah hakkını tanıyan ilk ülke olmuştu. Kutlamayla birlikte “Equal Love Silver Anniversaryö adlı bir de sergi açıldı. Prenses Mary’in açılışın yaptığı sergi 8 Kasım tarihine kadar açık kalacak. Prenses Mary açılış sırasında yaptığı konuşmada kutlamaya katılıp serginin açılışını yapmaktan büyük mutluluk duyduğunu belirtti. Davetliler arasında ABD’nin eşcinsel Kopenhag Büyükelçisi Rufus Gifford ile erkek arkadaşı da dikkat çekti. Belediye Meclisi Üyesi Yıldız Akdoğan, Danimarka gibi çok çeşitlilik ve eşit hakların bulunduğu bir ülkede yaşamaktan mutluluk duyduğunu söyledi.

Yapılan konuşmalarda, Danimarka’da çıkarılan yasadan sonra 11 ülkenin daha eşcinsellere evlilik hakkı tanıdığı ve bugüne kadar 1 milyondan fazla eşcinsel çiftin bu haktan yararlandığı bildirildi.

http://www.objektifhaber.com/escinseller-evlilik-hakkini-kutluyor-268687-haber/

Mark MacKillop

'Translar hastaneye alınmaz, cesetleri otobanda bırakılırdı'

$
0
0
40 yaşındaki LGBTİ aktivisti H.Y., Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü binasında 90’lı yılların sonunda polisin trans kadınlara uyguladığı şiddeti anlattı

Michelle Demishevich - T24

14 yaşında ailesinden ayrılan H.Y. yaşamını sürdürebilmek için seks işçiliği yapmak zorunda kaldı. 1996 yılında, 17 yaşındayken, Merter'de zorunlu seks işçiliği yaptığı sırada gözaltına alınan H.Y. götürüldüğü Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nde 1 hafta süreyle işkence gördü.

Halen 40 yaşında olan LGBTİ aktivisti H.Y. polisin trans kadınlara uyguladığı baskı ve işkenceleri T24’e anlattı. Polis işkencelerinin "1996 yılından 1999 yılına kadar geçen sürede seks işçisi trans kadınlara sistematik olarak uygulandığını” belirtirken ‘Polis ölen arkadaşlarımızı otobanda bırakır giderdi’ dedi.

Merter’de seks işçiliği yaptığı dönemde kendisi ve arkadaşlarının sık sık polis şiddetine maruz kaldıklarını anlatan H.Y. o günleri şöyle anlattı:

“Merter’deyken polis bizi yakalamak isterdi, biz de kaçardık. Ellerinde sopalar vardı ve ayaklarımıza atarlardı düşmemiz için. Sopa ayaklarımıza dolanırdı ve biz de düşerdik. Hatta bu yüzden ölen çok arkadaşımız olmuştu. Otobanda arabalar üzerinden geçerdi trans kadınların. Ölen arkadaşlarımızı polis orada bırakır giderdi.”

‘Bizi falakaya yatırıp, saf tuzun üstünde yürüttüler’

Merter’de seks işçiliği yaptığı sırada gözaltına alınan H.Y. gözaltında gördüğü işkenceleri anlatırken, “1997 yılında Gayrette Emniyet Müdürlüğü’nün koridorunda bizi sıraya dizdiler ve çırılçıplak soydular. Bir hafta boyunca falakaya yatırıldık, saf tuzun üzerinde gezdirildik ve askıya alındık. Bu işkence bir hafta sürdü. Ne yemek ne de su verdiler. Tuvalete gitmemize bile izin vermediler” dedi.

Hortum Süleyman

90’lı yılların sonunda trans kadınlara yönelik işkencelerde ilk akla gelen isim “hortum” lakaplı eski Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü Süleyman Ulusoy’du. Ancak Ulusoy’dan önce de polis şiddetinin var olduğunu söyleyen H.T. “Hortum Süleyman ise Ülker Sokağı kendisine mesken bellemişti. O sokakta yaşayan trans kadınlara sistematik şekilde şiddet uygulardı ve bundan da zevk alırdı” diye konuştu.

‘İşkence yapmaktan keyif alırdı’

“Trans kadınların kimi zaman otobanlardan, kimi zaman sürekli gittikleri kuaför salonlarından, kimi zaman da gündüz vakti taksi içinden hiçbir gerekçe gösterilmeksizin gözaltına alındıklarını ifade eden trans aktivist, işkencecilerinin adlarını hiçbir zaman unutmadığını dile getirdi. H.Y. “gözaltına alındıklarında ifadelerinin alınmadığını, hatta tutanak bile tutulmadığını, mahkemeye dahi çıkarılmadıklarını” söyledi.

Hamile kadına dayak

Gayrettepe’de gözaltında dayak yiyen hamile bir seks işçisinin çocuğunu kaybettiği anlatan H.Y. şöyle devam etti:

“Bir gün bizle birlikte seks işçisi hamile bir kadın da Gayrettepe’de gözaltına alınmıştı. Komiser, sırayla kadınlara işkence yapıyordu. Kadın, ben hamileyim bana vurmayın demişti. Komiser de ‘sanki benden mi hamilesin’ diyerek kadının karnına tekmeler atmıştı. O kadının acı dolu feryatlarını duydukça kendi acılarımı bir an olsun unutmuştum. Belki de kadın o esnada çocuğunu kaybetmişti kim bilir.”

‘Devlet hastanesi trans olduğumuz için bizi kabul etmedi’

“Lakabı Mardinli olan Avşar adında bir arkadaşımla birlikte Merter’de çalışırken. Gayrettepe Ahlak’tan polisler gelmişti. Biz kaçtık. Beni yakaladılar ve araca aldılar. Avşar kaçmıştı. Polislerden birisi Avşar’ın bacaklarına doğru meşe ağacından büyük bir sopa atmıştı. Sopa Avşar’ın bacaklarına dolandı ve Avşar yere düşmüştü. O esnada hızla gelen bir otomobil Avşar’a çarpmıştı. Arkadaşım kanlar içinde yerde yatıyordu, ben hemen araçtan çıktım ve arkadaşıma sarılarak ağlamaya başlamıştım. O iki polis bizi otoban ortasında o halde bıraktı ve kaçtı. Saatler sonra ambulans geldi ve bizi Bakırköy Devlet Hastanesi’ne götürdü. Trans kadın olduğumuz için hastane bizi içeriye almadı ve biz de Okmeydanı’nda bir özel hastaneye gittik, orada da hastanenin başhekiminden özel izin alarak giriş yapabildik.”

‘Medya yaşananlara karşı duyarsız kaldı’

Transların maruz kaldığı kötü muamele ve işkencelerin medya tarafından görmezden gelindiğini anlatan H.Y. “Gayrette Emniyet Müdürlüğü’nün duvarlarının dili olsa da konuşsa. Anlatacak çok hikâyeleri olurdu” dedi.

Eşcinsel düğünün ardından ölüm tehdidi yağdı

$
0
0
Türkiye'nin ilk eşcinsel düğünün ardından yeni evli çift evden atıldı, işsiz kaldı, ölüm tehdit almaya başladı. Çifti tehdit edenler arasında kadınlar da var.

Türkiye’nin ilk eşcinsel ‘düğünü’nün ardından çiftin hayatı kabusa döndü. Hürriyet gazetesinden Fırat Alkaç’ın haberine göre İstanbul’da resmi olmayan bir düğünle dünya evine gien üniversite öğrencisi Ekin Keser ile Emrullah Tüzün’ün hayatları alt üst oldu.

28 yaşındaki Tüzün, “Ailem ve kardeşlerim, beni ölümle tehdit ediyor. Evliliğimiz basına yansıyınca, çevremiz de tepki gösterdi. Ev sahibimiz evden ayrılmamızı söyledi. Kadıköy’de garson olarak çalışıyordum. İşimden çıkarıldım. Ekin üniversitede okuduğu için çalışmıyor. Gelir kaynağımız olmadığı için zor durumda kaldık” dedi.

KADINLARDAN DA TEHDİT
21 yaşındaki Ekin Keser ise tehditler nedeniyle okula dahi gidemiyor. Özellikle sosyal medya üzerinden ölüm tehditleri aldığını anlatan Keser şunları söyledi: “Aslen Antakyalıyım. Antakya’nın ismini kötüye çıkardığım gerekçesiyle ölüm tehdidi geliyor. Ailem eşcinsel olduğumu biliyordu. Ancak evlenmeme çok tepki gösterdiler. Emrullah’la üç yıldır arkadaşız. Birlikte yaşıyorduk. Tabuları yıkmak için evlendik. Ama gördük ki tehdit eden homofobik kesim, azınlıkta. Bir kısmı da kadın... Çevremizin yüzde 95’i bizi tebrik etti. Bizim arkamızda olduklarını söylediler. Şimdi tek isteğimiz ailemizin ve çevremizin bizi rahat bırakması.”

Radikal

Vatikan’da Papa’ya Tepki

$
0
0
Katolik Kilisesi’nde ailevi konulardaki doktrinleri tartışmak amacıyla Papa’nın başkanlığında toplanan III. Olağanüstü Piskoposlar Sinodu’na (Meclisi) sansür isyanı damgasını vurdu. Kilise Meclisi, Papa Francesco’nun geçen yıl seçilmesinin hemen ardından din adamları ve Roma Katolik Kilisesi’ne inananlar arasında yaptırdığı 39 soruluk anketin ardından 5 Ekim’de ‘olağanüstü’ toplandı. Anket, evlilik öncesi cinsel ilişki, boşanmışların dışlanması, doğum kontrol yöntemleri ve lgbti‘lere yaklaşımı gibi konularda Kilise’nin tavrına eleştirel görüşleri gözler önüne sermişti. Papa Francesco’nun düzenlediği bir ayinle başlayan Sinod’da, 1 milyar 200 milyon inananı bulunan Kilise’de yapılabilecek reformlar ele alınıyor. Boşanmışların yeniden kilisede evlenebilmesi, nikahsız ve lgbti birliktelikler, kürtaj ile prezervatif kullanımı gibi temalar, Sinod’un ana gündem maddelerini oluşturuyor. Ancak Kilise bu yıl ilk kez sadece öğretilerini değil, onların modern yaşama uyumunu da tartışıyor. Başta dünyanın çeşitli yerlerinden gelen piskoposlar, kardinaller, patrikler ve rahipler olmak üzere 191 üst düzey din adamı, 16 uzman, 38 denetçi ve 12 evli çiftin de bulunduğu 250’yi aşkın kişi meclise katılıyor. Evlilik hayatlarındaki deneyimlerini aktaracak olan çiftler arasında Müslüman-Hristiyan bir çift de bulunuyor. Bunlar arasına nişanlı ya da sevgili olan çiftlerin alınmaması ise tepkilere neden oldu. Kardinal Lorenzo Baldisseri bunu, “Kilisenin kabul ettiği çift anlayışı, Tanrı huzurunda evlenmiş olanlardır diye açıklıyor.

SANSÜR HAKSIZLIK

Papalık yetkilileri, 19 Ekim’de son bulacak olan Sinod’da bu yıl, geçen seferkilerden farklı bir uygulamaya da gitti. Meclis toplantıları boyunca din adamlarının yaptıkları konuşma metinleri, bu yıl gazetecilerle ve kamuoyuyla paylaşılmayarak, gizli tutuluyor. Sinod’daki çalışmalara ilişkin genel bilgiler, tartışma başlıkları ve günlük konuşmacıların isimleri Vatikan Basın Sözcüsü Peder Federico Lombardi tarafından düzenlenen brifinglerle basına aktarılıyor. Ancak burada yapılan konuşmaların içeriğine ulaşamayan gazeteciler, sadece kendi çabalarıyla yaptıkları röportajlarla din adamlarından kısıtlı görüşler alabiliyor. Bu uygulama, Sinod’un açılışında din adamlarına, Kendinizi kısıtlamadan, cesaretle düşüncelerinizi dile getirin diye seslenen ve ‘şeffaf’ bir Kilise arzusuyla bir buçuk yıl önce göreve başlayan Papa Francesco’nun tarzıyla ters düşüyor. Bunun bir sansür olduğunu savunan İnanç Doktrini Kongregasyonu Başkanı Kardinal Gerhard Müller de bu uygulamaya isyan etti. Bir Katolik televizyon kanalına konuşan Alman din adamı, Bütün Hristiyanların, piskoposlarının yaptığı konuşmalardan haberdar olmaya hakkı var ifadeleriyle, sansürün haksızca olduğuna dikkat çekti.

PAPA’NINKİ DOKTRİNEL Mİ STİL DEVRİMİ Mİ

Francesco’nun, papalığı için ‘kilit’ bir olay olarak kabul edilen ve amacının ‘doktrinel’ mi yoksa sadece bir ‘stil devrimi’ mi yapmak olduğunun anlaşılacağı Sinod’un adı, Yunanca’dan geliyor (syn-odos) ve ‘beraber yürümek’ anlamını taşıyor. Ancak ‘acil’ gündemli Sinod’dan sızan bilgilere göre, toplantılar boyunca reformistler ve muhafazakarlar arasında yol ayrımları yaşanıyor. Brezilyalı Kardinal Raymundo Damasceno Assis gibi ilericiler, Kilise, herkesin evi diyerek lgbti çiftler başta olmak üzere Kilise’nin ötekileştirdiklerine kapıları açarken, meclisteki tutucu din adamları buna direniyor. 20 yılı aşkın süredir boşanmışların kiliseye yeniden kabulü için mücadele verenlerden biri Kardinal Walter Casper. Papa Francesco, gerek Papa 2. Jean Paul, gerekse de Papa 16. Benediktus tarafından gölgede bırakılmasına karşın Casper’i Şubat ayında kardinallik mevkiine yükselterek, onun görüşlerine verdiği önemi göstermişti. Papa, bilhassa boşanmışlara ve kürtaj yaptırmış kadınlara kapılarını kapalı tutan Kilise’yi takıntılı olmakla suçlayıp, lgbti‘lere yönelik ise, Ben kimim ki onları yargılayayım ifadelerini kullanmıştı. Papa, Kilise’nin peşini bırakmayan tüm dikenli mevzuların cesaretle tartışılması gerektiğini söylemişti.

Haber: Esma ÇAKIR – VATİKAN / DHA

Yazar Amis: Hitler soyunmadan seks yapardı

$
0
0
İngiltere’deki Cheltenham Edebiyat Festivali’nde konuşan ödüllü yazar Martin Amis, Adolf Hitler’in hijyen takıntısı nedeniyle sevgilisi Eva Braun ile seks yaparken kıyafetlerini çıkarmadığını ve ona olabildiğince dokunmamaya çalıştığını iddia etti.

Nazi Almanyası ile ilgili yeni kitabı “Zone of Interest” önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak olan yazar, kitabı için yaptığı araştırmalar sırasında “Hitler’in cinsel hayatının gizemini koruduğunu” belirtti.

“Hitler’in cinselliği ile ilgili bildiğimiz tek şey doktoru için bile kıyafetlerini çıkarmaya yanaşmadığı” diyen yazar Hitler’in çok büyük bir hijyen takıntısının olduğundan yola çıkarak sevgilisi Eva Braun’la kıyafetlerini çıkarmadan seks yaptığını düşündüğünü söyledi.

Amis, “Ben bu verilere dayanarak Hitler’in aseksüel olduğunu düşünüyorum” dedi.

Birce BORA / LONDRA 
HÜRRİYET

81 yaşında ameliyatla kadın oldu!

$
0
0
İngiltere'nin en yaşlı cinsiyet değiştiren insanı oldu!

İngiltere'de, Kraliyet Havayolları’ndan emekli James Rose, ülkede cinsiyet değiştirme ameliyatı olan en yaşlı insan olarak kayıtlara geçti. 81 yaşındaki Rose, Ruth adını kullanmaya başladı. “Her zaman yanlış bedende olduğumu biliyordum; şimdi çok mutluyum” diyen Rose’un ameliyat masraflarının İngiliz sağlık sistemi tarafından karşılanması kamuoyunun tepkisini çekti.

Temmuz ayında ameliyat olan Rose ise “Devlet ısrarla uyuşturucu, sigara kullananı, kilo vermeyeni tedavi ediyor benim ameliyatımı neden üstlenmesin?” diyor ve tek pişmanlığının göğüslerinin daha büyük olmaması olduğunu dile getiriyor.

Vatan

Ozan Güven

Letonya - Türkiye: 1-1

Her trans haberinde trans kadınlar bir eksildi

$
0
0
MICHELLE DEMISHEVICH

Trans bireylere yönelik ayrımcılık ve şiddette medyanın doğrudan sorumluluğu var


Yıllardır medyanın sırtında bir kambur gibi yük misali sakıncalı konudur LGBTİ haberleri. Zaten haber merkezlerinde toplumsal cinsiyet diline hâkim çok az gazeteci vardır. LGBTİ haberleri yapmak çok hassasiyet gerektirir. Kullanılan cümleler özenle seçilmelidir. Bugüne kadar medyada çıkan LGBTİ haberlerinde genellikle trans kadınlar üzerinden bir nefret söylemi almış başını yürümüş. Kullanılan ifadelerde trans kadınlar "travesti terörü""travestiler dehşet saçtı""travestiler polisle çatışmaya girdi" gibi başlıklarla kötü ve ahlaksız gösterilmiştir. Son yıllarda LGBTİ, kadın ve toplumsal cinsiyet haberlerine duyarlı kadın gazetecilerin pozitif yönde haberleri biraz da olsa bu negatif algıyı yıkmakta etkili oldu.

Medya ne zaman trans kadınları haber yapsa hemen ertesi zamanlarda bir trans cinayeti yaşandı. Belki yapılan haberlerle hedef gösterildi trans kadınlar, belki de kullanılan nefret söylemi zemin hazırladı nefret suçlarına.


İkiyüzlü ahlak anlayışı

Toplumun benim hiçbir zaman anlayamayacağım "geleneksel aile yapısı ve ahlak" safsatası nedeniyle trans kadınlar yıllardır gecelere hapsedilip ve zorunlu seks işçiliğine itildi. Yani bir trans kadın için, bu toplumun yazılı olmayan kuralları nedeniyle toplumla birarada yaşamak imkansızdı.

Toplumun iki yüzlü ahlak anlayışına aldırmayan trans kadınlar yaşamlarını idame ettirebilmek için kimi zaman sokaklarda, kimi zaman gece klüblerinde, kimi zaman da genelevlerde seks işçiliği yaparak yaşamlarını sürdürdü. Kendilerini dışlayan bu toplumun ahlaklı ve namuslu bireyleri geceleri trans kadınlara gidip yüksek ücretler ödeyerek cinsel açlıklarını onlarla gidermekte tereddüt bile etmediler. Yani trans kadınlar gecelerde kalmalı, gündüzleri gizlenmeliydi. Oyunun kuralı buydu.

Zamanla LGBTİ bireyler örgütlü mücadele etmeye başladı. Ardından dernekler kuruldu, anayasal ve en temel yaşam haklarını aramaya başladı. O güne kadar özellikle trans kadınları yaptıkları haberlerde tehlikeli birer unsur olarak gösteren medya artık yavaş yavaş madalyonun diğer tarafından da bakmayı öğrenmişti. Caddede transların geceyarısı polisle yada vatandaşlarla çatışmaya neden girdiğinin sebepleri araştırılmaya başlandı.


Nefret söyleminden nefret suçuna

Medyada bugüne kadar yapılan haberlerde nefret söylemi maalesef nefret suçlarına zemin hazırladı. Bu sadece LGBTİ ve trans haberlerinde ortaya çıkmadı. Kadın cinayetleri haberlerinde de karşımıza çıktı. Medyanın dili erkek olduğu için kullanılan ifadeler otomatik olarak erkeği koruma altına alıyordu. "Cinnet geçiren koca eşini dövdü", "eve geç gelen kadını kocası yaraladı", "kaynanasıyla tartışan kadını kocası öldürdü" gibi absürt şekilde kullanılan ifadelerle fiilen gerçekleştirilen suç ve suçlular koruma altına alınır hale geldi. Yani ataerkil toplumun, erkek devletin ve erk sistemin medyası da eril dille haberlerini yazar hale geldi.

Bu toplum için erkek olmak çok önemli, hatta gurur duyulacak bir durumdur. Babalar her zaman küçük erkek çocukların pipilerini göstertmiştir amcalara abilere. Sünnet törenleri bir şölene dönüşmüştür. Kız çocukları için aynı şey geçerli değildir. Kız çocuk sahibi olmak bile kimi zaman utanç verici olmuştur. Atasözlerine bile yansımıştır bu durum. "Erkek adamın erkek çocuğu olur."

İşte bu anlamsız ego savaşlarının ortasında en büyük devrimi trans kadınlar yapmış "erkek" kimliğini reddetmiştir. Cinsiyet kimliklerini bir tarafa koymuş cinsel yönelimlerini özgürce yaşamak için büyük bir savaşın içine girmiştir.

Bugün hâlâ medyada yer alan transfobi ve toplumun anlamsız nefreti nedeniyle sokakta 13-14 yaşındaki çocukların bile şiddetine maruz kalıyor trans kadınlar.


Cinayeti azmettiren bir kanal

Şimdi şimdi değişen ve gelişen medyanın erk dili nedeniyle çok sayıda trans cinayetleri işlenmiştir. Medya ne zaman bir trans haberi yapsa trans kadınlar bir eksildi. Örneğin ilk aklıma gelen Avcılar'da faşizan, ırkçı, dinci ve cinsiyetçi bir kısım halk "fuhuşa karşıyız travestileri istemiyoruz" eylemleri ile o bölgede yaşayan trans kadınları yaşadıkları evlerinden etmiştir.

Bu eylemleri Kanal Türk Televizyonu, yanlı ve cinsiyetçi bir dille servis etmiş ve trans kadınları hedef göstermiştir.Dönemin Avcılar Kaymakamı da bu eylemleri ciddiye almış ve hukuken bir dayanağı olmaksızın trans kadınların evlerinin 3 ay mühürletilmesi emrini vermiştir. Kanal Türk televizyonu günlerce bu konuda yayınlar yapmış nefret söylemleri ile nefret suçlarına zemin hazırlamıştır.

Evsiz kalan trans kadınlar ya başka şehirlere göç etmiş ya da başka trans kadınların yanına sığınmıştır. Ama içlerinden Seda adlı 25  yaşındaki trans kadın o kadar da şanslı değildi. Bu olaylar sonucunda maddi durumu çok da iyi olmayan Seda, mecburiyetten sokaklarda yaşamaya başlamıştı. Olayların hemen ardından Avcılar'da bir camii avlusunda cansız bedeni bulundu. Öldürülmesinden önce tecavüz edilmişti Seda'ya, çeşitli işkenceler edilmiş ve üzerine işenmiş, sonra da camii avlusuna atılmıştı. Bu cinayeti işleyen kişiler polisin yoğun çalışmasına rağmen bulunamamıştı. Polisin yaptığı kriminal inceleme sonucunda tecavüz edenlerin beş kişi olduğu resmî olarak açıklanmıştı. Bu cinayetin azmettiricileri arasında Kanal Türk de vardı.

Bu ve benzeri olaylarda medyanın dili ve yaptığı haberlerde suça teşviği çok net görebilirsiniz. Çünkü nefret cinayetleri davalarında zanlıların yaptıkları savunmalarda kimi zaman medyada çıkan haberlerden etkilendiklerini beyan etmişlerdir.


Yazılarıyla hedef gösterdiler

Eşcinsel erkekler, zorunlu askerlik görevlerini yerine getirmek istememeleri nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri'ne eşcinsel olduklarını hem yazılı yani doktor raporuyla hem de görsel olarak cinsel ilişki anından çekilmiş bir fotoğraf ya da video görüntü ile ispat etmek zorundalar. Bu konuyu ele alan ve bütün detaylarıyla anlatan ve eleştiren bir de film yapılmıştı. "Zenne" filminde askere gitmemek için verilen mücadele, bir erkek eşcinsel bireyin yaşamından kesitlerle aktarılmaya çalışıldı.

Medya hemen devreye girdi bu noktada. Çünkü asker konusu bir tabuydu ve asla eleştirilemezdi. Askere ve devlete yakın kuruluşlar film üzerinden eşcinselliği ve transseksüeliteyi  ağır dille eleştirdi ve LGBTİ bireyleri hedef gösterdi. Hatta gazeteci yazar Şebnem Bursalı bu konuda bir makale yazdı ve filmde anlatılanların külliyen yalan olduğu ifadesini kullandı. Bursalı, makalesinde TSK’de görev yapan bir doktor arkadaşı olduğunu ve bu durumun asla gerçek olmadığını, asker üzerinden sistemin karalanmaya çalışıldığını savundu.

Hemen akabinde geçtiğimiz yıllarda yaşamını yitiren eski ve deneyimli bir gazeteci olan Hilmi Çınar da İzmir'de her yıl düzenlenen Uluslararası İzmir Fuarı'nın açılışı öncesinde bir makale yazarak sokaklarda zorunlu seks işçiliği yapan kadınları hedef göstermiş ve nefret suçu işlenmesine zemin hazırlamıştır. Çınar, makalesinde seks işçisi kadınların şehrin kültürel yapısına zarar verdiğine ve onların varlığının çevre kirliliğinden başka bir şey olmadığına işaret etmiştir.

Bu yazıları emir telakki eden kıymetli devlet yetkilileri hemen harekete geçerek İzmir'de yaşayan trans kadınların evlerine baskınlar düzenlemiş ve kadınların çalışmasına engel olmuştur. Çünkü İzmir ekonomisine katkılar sağlayan Fuar vardı ve “dünyaya rezil olunuyordu” trans kadınlar nedeniyle.

Bu makalelerin ardından İzmir ve Kuşadası'nda trans kadınlar hunharca katledildi. Ne köşelerinde trans kadınları hedef gösterenler ne de görevlerini layıkıyla yerine getirdiklerini zanneden devlet yetkilileri ortaya çıkıp söz söylemediler. Cinayetlerin azmettiricileri sanki yaramazlık yapmış küçük çocuklar gibi saklanmışlardır. Ama bizler unutmadık ve dün gibi hatırlıyoruz. O gazeteciler trans kadınları hedef gösterdi ve cinayetlere zemin hazırladı.

LGBTİ dernekleri bu konuda çalışmalarını hızlandırdı ve ardından sorumlular hakkında suç duyurularında bulundu. Özellikle Ankara Pembe Hayat LGBTİ Derneği'nin bu yöndeki çalışmaları dikkat çekiciydi.

Trans kadınlar medyanın erkek dili olsun ya da  toplumun ahlakı nedeniyle olsun sürekli öldürüldü ve öldürülmeye devam ediyor. Kanal Türk yayınlarında özellikle trans kadınları hedef göstermekten kaçınmadı. Her yıl düzenlenen onur haftası etkinliklerinden görüntüleri kullanarak dış mihrakların Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ve İslam dinini yıkmak ve parçalamak için oynanan oyunun bir parçası olduğunu, eşcinsellerin ve transseksüellerin bu devleti yıkmak isteyen birer terörist olduğunu vurguladı.


“Travesti” söylemi ve suçun meşrulaştırılması

Bugüne kadar nefrete kaç trans kadın kurban edildi saymak neredeyse imkansız. İşlenen cinayet haberlerinde kullanılan dil ise içler acısı. Doğan Haber Ajansı Kuşadası muhabiri 35 yerinden gündüz vakti bıçaklanarak öldürülen Dora Özer'in cinayet haberini servis ederken "Dora takma adıyla travesti Muhammet Özer öldürüldü" gibi abuk sabuk ifadeler kullandı. Haber ajansı olduğu için bu haber bütün medyada yer aldı. Toplumsal cinsiyet dilini bilmeyen gazeteciler de bu yanlışın yayılmasına aracı oldu. Dora Özer, bir gazetecinin hatası nedeniyle bir kez daha öldürülmüştü. Yapılan haberi yorumlarsak, topluma gizliden mesaj da veriliyordu. "Bakın erkek kimliğini reddederseniz ve travesti olursanız işte böyle cezalandırılırsınız ona göre"şeklinde hesap soran bir uslupla had bildiren bir dil ortaya çıkmıştır.

Trans cinayetleri işlenmeye, medya erkek dilini değiştirmemeye devam ededursun trans kadınlar erkek iş dünyasında artık başarılı çalışmalarıyla yer almaya başladı. Tekstilden sanata, medyadan sağlığa hayatın pek çok alanında eğitimli ve donanımlı trans kadınlar transfobik algının ve ahlakın üzerine korkusuzca gitmeye başladı. Gişe rekorları kıran filmlerde ve en çok izlenen dizilerde rol alan oyuncu trans kadınlar, hastanelerde doktorluk ve hemşirelik yapan trans kadınlar, İstanbul'un en lüks mekanlarında sahneye çıkan performans ve sunuculuk yapan trans kadınlar görmek artık mümkün. Ha bu arada bendeniz de erkek medyada gazetecilik yaparak naçizane katkı sunmaya gayret ediyorum bu mücadeleye.


İş dünyasında trans olmak

İş dünyasında bir trans kadın olarak ayakta durmaya çalışmak çok zor. İki yüzlü toplum orada da peşimizi bırakmıyor. Ne mümkün anlamak ki, güya ahlaksız oldukları için sokakta zorunlu seks işçiliği yapan trans kadınları ötekileştiren bu toplum, kurallarını kendilerinin belirledikleri iş dünyasında tam da onların istedikleri gibi "ahlaklı" ve "normal" işlerde çalışan trans kadınları da ötekileştiriyor. Yani ne sokakta ne de iş dünyasında trans kadınların yeri yok. Pabucumun kenarı iki yüzlü ahlaksız topluma bak sen ayol!

Bunların hiçbiri yıkmıyor ama bizleri; "bu daha başlangıç mücadeleye devam", yıkamaz bizi bu anlamsız oyunlar. Anayasaya cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve eşit yaşam haklarımızı dahil edinceye kadar durmak yok yola devam. Gezi olaylarında en önde sisteme ve polis terörüne karşı direnen LGBTİ bireyler de bu ülkenin ve bu toplumun birer öznesidir. Sağ ve sol siyasi partilerin homofobik ve transfobik olma noktasında birleştiği bir ortamda LGBTİ’ler kendi politikalarını üretmeye başladı. Aktif siyaset hayatının içinde yer alan eşcinsel ve trans bireyler en temel yaşam hakları için mücadele ediyor. En basitinden barınma ve çalışma hakları ne yazık ki sistem tarafından kendilerine verilmiyor.


“Translara ev vermiyoruz”

Kendimden örnek verecek olursam ben yaklaşık üç yıldır kiralık ev bulamıyorum. Çünkü translara ev vermiyoruz diyor emlakçılar ve ev sahipleri. Çalışma imkanı da daha ziyade seks işçiliği ile sınırlı. İki yıl emek verdiğim gazetecilik yaptığım medya kuruluşunda düşük ücret ve sigortasız çalıştırılmama rağmen dört dakika içinde özlük haklarım verilmeden "iş ahlakına" uymadığım gerekçesiyle işten kovuldum. Bu süreçte çok zor günler yaşadım. Dünya medyasında başarılarım haber yapılırken ahlaklıydım da, ne olmuştu da iş ahlakına uygun olmadığıma karar verilmişti. Bu durumu sanırım hiçbir zaman anlayamayacağım.

Bu yazıyı yazdığım sırada aldığım cinayet haberiyle sarsıldım. Zorunlu seks işçiliği yapan bir trans kadın evinde ölü bulunmuştu. İstanbul'un Şişli ilçesinde bıçaklanarak öldürülen trans kadın "Çingene Gül" nefrete verilen son kurban olarak kayıtlara geçti. Polis, cinayeti aydınlatmak için çalışmalara başladı çünkü artık Avrupa Birliği'ne girmek için ilerleme raporunda belirtilen kriterlerden birisi de LGBTİ konusu. Devlet bu konuda artık eskisine göre daha hassas.


Damla Araz neden kayboldu?

Geçtiğimiz günlerde T24'te yaptığım bir haberde de yansıttığım gibi, seks işçisi bir trans kadın yaklaşık bir aydır kayıp. Üç trans kadın ve üç erkek tarafından darp edilen ve işkenceye maruz kalan Damla Araz, bu olayın ardından üç hafta sonra her gün gittiği kuaförden çıkıyor ve bir daha kendisinden haber alınamıyor. Bu önemli haberi medya ya gözden kaçırıyor ya da önemsemiyor. Söz konusu olan bir trans kadın çünkü. Peki Damla Araz neden kayboldu? İddialara göre, kendisini darp edenlerden şikayetçi olmaması için uyarılmak mı istendi yoksa İslami cemaatler tarafından mı kaçırıldı? Bu sorular yanıtsız kalıyor şimdilik, çünkü henüz Damla Araz’ın kaybolmasına ilişkin olarak resmî bir soruşturma açılamadı. Çünkü Araz'ın birinci dereceden bir yakınının bunu talep etmesi bekleniyor. Anayasada böyle bir yasa olmamasına rağmen polis ve savcının keyfi uygulaması burada yine karşımıza çıkıyor.


Takvim’im “Trans-İt” manşeti

Her şeye rağmen güzel işler de oluyor. Trans kadınlar “pembe” haberlerle de medyada yer alıyor. İlk defa düzenlenen trans güzellik yarışması ve trans defilesi ile trans kadınların boy boy haberleri süslüyor gazetelerin renkli sayfalarını. Ancak erkek medya burada da devreye giriyor. Takvim gazetesi T24’ün haberini emek hırsızlığı yaparak çalıyor ve değiştirerek transfobik ifadelerle trans kadınları hedef gösteriyor. "Trans-İt" manşetiyle nefret suçlarına layıkıyla zemin hazırlıyor. Şişli Belediyesi'nde Başkan Danışmanı olarak görev yapan Boysan Yakarı da hiç utanmadan açık olarak hedef gösteriyor. Hatta Cumhuriyet Halk Partisi'nin de bu durumdan hoşnut olmadığını iddia ediyor. CHP kanadından henüz bu konuya dair resmî bir açıklama yapılmazken iddialar can sıkıyor.

Erkek sistem ve medya işbirliğiyle bugüne kadar ötekileştirilen eşcinseller ve trans bireyler yaşam hakları için her gün mücadele etmeye devam ediyor her şeye rağmen. Sokakta, okulda, işte, metroda, otobüste, çarşılarda, gecelerde, klüplerde yaşadıkları ötekileştirmelere maruz kaldıkları şiddete rağmen yılmadan yorulmadan yola devam ediyor.


Bu yazımı nefret cinayetlerine kurban giden bütün trans kadınlara ithaf ediyorum.

http://www.platform24.org/guncel/514/her-trans-haberinde-trans-kadinlar-bir-eksildi

Balet Selim Borak apartman boşluğuna düşerek ağır yaralandı

$
0
0

Oyuncu Özge Borak’ın balet kardeşi Selim Borak, geçen cumartesi günü oturduğu evin apartman boşluğuna düşerek ağır yaralandı.

Özge Borak, “Durumu çok ciddiydi ama iyiye gidiyor. Yoğun bakımdan çıktı, bilinci açık, normal odaya alındı” dedi.

Radikal

"Masum bir eşcinsel öpücük" bakın nelere yol açtı...

$
0
0
İngiltere’de popüler supermarket zinciri Sainsbury’sin Brighton kentindeki bir şubesinde görev yapan bir güvenlik görevlisinin lezbiyen bir çifte “Öpüşmeyi kesmelerini ya da dükkanı terk etmelerini” söylediği ortaya çıktı.

20 yaşındaki öğrenci Annabelle Sacher, sosyal medyada yaptığı açıklamada alışveriş yaparken kız arkadaşının yanağına masum bir öpücük kondurduğunu ve bunun üzerine kadın bir güvenlik görevlisinin yanına gelerek kendisine uyarıda bulunduğunu söyledi.

Genç kadın güvenlik görevlisinin bir müşterinin şikayeti üzerine bu uyarıyı yapma ihtiyacını hissettiğini çünkü mağazadaki bir müşterinin “Lezbiyenlerin öpüşmesini iğrenç bulduğunu ve çocuğunun böyle bir sahneyi görmesinden rahatsız olduğunu” söylediğini açıkladı.

Sussex Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı eğitimi almakta olan Sacher, eşcinsel hakları için çalışan sivil toplum kuruluşu Stonewall’ın Facebook sayfasında yaptığı açıklamada “Güvenlik görevlisi daha sonra benden özür diledi ve kendisinin de lezbiyen olduğunu açıkladı. Onun için çok üzüldüm ancak bu durum onun Sainsbury’s adına bir nefret suçu işlediği gerçeğini değiştirmiyor” dedi.

Sacher “Olay nedeniyle kendini aşağılanmış hissettiğini ve süpermarkette gördüğü muamelenin bir insan hakları ihlali olduğunu” söyledi.

Sainsbury’s konu ile ilgili yayınladığı bir açıklamada “Bayan Sacher ve partnerinin uygunsuz bir davranışta bulunmadığı çok açık. Onlar kesinlikle böyle muamele görmemeliydi. Olaydan haberdar olunca onu aradık ve özür diledik. Ayrıca tercih ettiği bir yardım derneğine de onun adına bağışta bulunduk” dedi.

Hürriyet

Katolik Kilisesi’nden 'eşcinsel açılımı'

$
0
0
Katolik Kilisesi’nin yönetim merkezi Vatikan'da yaklaşık bir haftadır devam eden sinod (kilise meclisi) toplantısının ilk raporunda, eşcinsellere yönelik “açılım” denebilecek bir tutum değişikliği göze çarpıyor.
Kilise’nin evlilik, boşanma, kürtaj ve eşcinsel birliktelikleri gibi ailevi konulardaki öğretilerini gözden geçirmek için düzenlenen Olağanüstü Piskoposlar Sinodu 5 Ekim’de toplanmıştı. Sinod, bir haftalık çalışmanın ardından dün bir ara rapor yayınladı. Rapor, aralarında kardinaller, piskoposlar, papazlar ve 13 evli çifttin de bulunduğu 250 kişilik sinod kurulunun huzurunda okundu.
58 bölümden oluşan raporun en çok ilgi çeken kısmı ise “Eşcinselleri kucaklamak” başlığı oldu. Bu bölümde şu ifadeler yer aldı:
“Eşcinsellerin Hıristiyan cemaatine sunabilecekleri yetenekleri ve özellikleri var. Biz bu insanları kucaklayabilecek miyiz, onlara cemaatlerimizde kardeşçe bir yer verecbilecek miyiz? Onlar çoğunlukla kendilerini kucaklayan bir ev gibi bir Kilise bulmayı umuyorlar. Cemaatlerimiz bunu sağlayabilecek, aile ve evlilik konusundaki Katolik doktrininden taviz vermeden onların cinsel yönelimini kabul edip değer verebilecek kapasitede mi?”
Metinde, eşcinsellerin yanı sıra evlenmeden birlikte yaşayan çiftlere yönelik de daha ılımlı mesajlar yer alıyor, birlikte yaşamanın “olumlu yanlarından” söz ediliyor.
Ara rapor, Kilise’nin öğretilerinde kısa vadede büyük bir değişiklik yapılacağı anlamına gelmiyor. Sinodun bu ara rapor üzerinde bir hafta daha tartıştıktan sonra bir yıl sonra nihai bir belge hazırlaması bekleniyor. Ancak her halükarda, geleneksel Kilise öğretisinde eşcinsellik için sıklıkla kullanılan “günah” tabirinden “kucaklama” mesajına geçiş yapılması bile önemli bir adım olarak görülüyor.
Geçen yılın mart ayında göreve geldiğinden bu yana hoşgörü, tevazu ve kucaklama mesajları veren Papa Francesco’nun etkisinin sinoda yansıdığı da vurgulanıyor.
Katolik Kilisesi tarihinde 3. kez düzenlenen Olağanüstü Piskoposlar Sinodu, Papa Francesco’nun geçen yıl bir anket yaptırmasının ardından toplandı. Din adamları ve cemaat arasında yapılan anket, Katoliklerin büyük kısmının ailevi konulardaki Kilise politikalarına karşı çıktığını ortaya koymuştu.
Bunun üzerine Papa, Kilise’nin öğretilerinin cemaatin yaşam biçimi ve beklentileriyle uyumlu olup olmadığını görüşmek üzere olağanüstü sinod toplantısı yapılmasını istemişti.
Olağanüstü Piskoposlar Sinodu, 19 Ekim’de Papa tarafından yönetilecek bir ayinle sona erecek. Sinod bir yıl sonra yeniden toplanarak sonuçları gözden geçirecek ve Papa’ya resmi tavsiyelerini sunacak.

Övgü Pınar
Roma, İtalya
BBC Türkçe

Homofobi ve Transfobi Karşıtı Akdeniz Sempozyumu yapıldı

$
0
0
Akdeniz Belediyesi'nin desteklediği sempozyumda Eş Başkan Mutlu konuşmacı oldu

Mersin 7 Renk Derneği tarafından bu yıl ilki gerçekleştirilen “1. Homofobi ve Transfobi Karşıtı Akdeniz Sempozyumu” yapıldı. Akdeniz Belediyesi’nin de paydaşları arasında bulunduğu sempozyuma, Eş Başkan Yüksel Mutlu da konuşmacı olarak katıldı.

 Medya, yerel yönetimler, nefret saldırıları, sağlık ve eğitim hakkı gibi konuların tartışıldığı “1. Homofobi ve Transfobi Karşıtı Akdeniz Sempozyumu” 9-12 Ekim tarihleri arasında Mersin’de yapıldı.  Mersin 7 Renk Derneği tarafından düzenlenen sempozyumun paydaşları arasında Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (Kaos GL), Pembe Hayat LGBTİ gibi sivil toplum örgütlerinin yanı sıra Akdeniz Belediyesi de yer aldı. Toplam 3 gün süren sempozyuma, Akdeniz Belediyesi Eş Başkanı Yüksel Mutlu da konuşmacı olarak katıldı. Nefret, muhafazakârlaşma ve neo-liberal eksende lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüel bireylerin (LGBT) sorunlarının ve haklarının masaya yatırıldığı etkinlikte, Mutlu’nun yanı sıra çok sayıda aktivist ve yerel yönetici de konuşmacı oldu. İlk gün açılış ve konuşmaların ardından yapılan “Medyanın Ötekileri” başlıklı 1.Oturumda, Yeşil Gazetesi’nden Alper Tolga Akkuş moderatörlüğünde Agos Gazetesinden Karin Karakaşlı ve kaosgl.org editörü Yıldız Tar yer aldı. “LGBT’lere Yönelik Nefret ve Mersin” konulu 2.Oturumda ise Yağmur Arıcan moderatörlüğünde Buse Kılıçkaya, Ahmet Toköz, Hayriye Kara ve Ece Yiğit konuşmacı oldu.

“LGBT bireyler en temel insan haklarından bile yoksun”

Sempozyumun ikinci gün “Yerel Yönetimler” konulu 1. Oturumunda, Akdeniz Belediyesi Eş Başkanı Yüksel Mutlu konuşmacı olarak yer aldı. Konuşmasında Işid terör örgütünün yarattığı vahşet ortamı ve Türkiye’deki yansımalarına dikkat çeken Eş Başkan Mutlu, “Bugünlerde çok önemli günlerden geçiyoruz. 30’u aşkın insanın yaşamını yitirdiği bu birkaç gün içerisinde, Türkiye her an yeni bir provokasyon ihtimaline açık durumda. Öte yandan Ortadoğu’da uzun zamandır yeni değişim ve dönüşümler var. Ve dönüşümle aynı zamanda Rojava’da bir kadın devriminin mücadelesi veriliyor. Ayrıca sonunda Kobani’ye kadar gelmiş olan Işid çeteleriyle Ortaçağı bile aratmayacak düzeyde bir adaletsiz savaş yaşanıyor. Bu noktada bize düşen görev, Ortadoğu’da demokratik ulusu hayata geçirerek bir devrimi gerçekleştirmektir. Demokratik ulus projesinin ne kadar sahici, hakikat ve ne kadar gerçekleşebilir olduğunu göreceğiz. Çünkü bu projede o coğrafyanın tüm farklı etnik ve dinsel unsurlarının bir arada oluşturduğu kantonlar, bu kantonlarda da eş sözcülükle yönetim ve mekanizma var. Bugün bu ortamı değiştirmek isteyen emperyalist güçlerle mücadele etmek gerekiyor. Bu mücadelede hepimize görev düşüyor” diye konuştu. Türkiye’de her daim olağanüstü günler yaşandığını da ifade eden Eş Başkan Mutlu, “Özellikle Kürt halkı için her gün olağanüstü geçiyor. Bunun üstesinden de tüm ezilen ve ötekileştirilen gruplarla birlikte olarak gelebiliriz. Ben geçtiğimiz yerel seçimler öncesinde ‘LGBT Dostu Belediyecilik’ protokolüne imza atmış bir belediye eş başkanıyım. Hepimizin kendi bireysel sistemleri içerisinde önyargıları oluyor. Biz kadın platformlarında uzun yıllar boyu yaptığımız çalışmalarda LGBT bireyleri tanıma ve ortak çalışmalara imza atma olanağı bulduk. Bu çalışmalar sırasında LGBT bireylerin ne kadar sahici ve bizden biri olduğunu gördük ve önyargılarımızı kırdık. Gerçekten de LGBT bireyler, en temel insan haklarından bile yoksun bir şekilde yaşam savaşı veriyorlar. Yerel yönetimler olarak bu bireylerin insan olmaktan ve yurttaş olmaktan kaynaklı hakları için mücadelemiz sürecektir. Akdeniz Belediyesi olarak, önümüzdeki 5 yıllık süreçte bir kültür merkezi inşa etme projemiz var. Bu kültür merkezinin içinde, LGBT bireylerin kendini ifade edebilecekleri bir yer tahsis etmeyi taahhüt ediyoruz. Böylece, LGBT bireyler, kamusal bir alanda sosyal ve kültürel faaliyetlerini yürütebilecekleri, kendilerini ifade edebilecekleri bir zemin bulacaklardır” dedi.

Zehra Tosun’un moderatörlüğündeki oturumda ayrıca Kadıköy Belediyesi’nden Canan Kızılaltun ve Mersin 7 Renk aktivisti Tuna Şahin de birer konuşma yaptı. Diğer oturumlarda da konuşmacılar “Muhafazakârlaşma ve İnsan Hakları”, “Sağlık Hakkı ve LGBT’ler” ile “Eğitim Hakkı” başlıkları altında sunumlarını gerçekleştirdiler. Sempozyumun son gününde ise Kaos GL Sendika Çalışma Grubu’nun katılımı ile “LGBT Hakları Sendikal Haklardır” forumunu gerçekleştirdi.

Vadi Sağdıç

http://www.haberlermersin.com/akdeniz/akdeniz-belediyesinin-destekledigi-sempozyumda-es-baskan-mutlu-konusmaci-oldu-h29654.html

Travesti cinayetine protesto

$
0
0
İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği tarafından G.saray Meydanı’nda yapılan eylemde, "Trans Cinayetleri Politiktir" yazılı pankart açıldı. Grup üyeleri, "Katil devlet / Hesap verecek", "Travestiyiz, gitmiyoruz, buradayız" sloganları attı.

Oturma eylemi de yapan grup adına okunan basın açıklamasının peşinden , LGBTİ üyeleri oturma eylemini beş dakika daha uzatarak, Kobani’deki IŞİD saldırılarını protesto etti.

"Kobane halkı yalnız değildir" ve "Kobane’de düşene, dövüşene bin selam" sloganları atan grup daha akabinde olaysız şekilde dağıldı.

Erhan TEKTEN / İstanbul, (DHA)

POLİSİN GÖZLÜĞÜNÜ VE PARMAĞINI KIRAN TRAVESTİ TUTUKLANDI

$
0
0
Eskişehir’de bir polisin parmağını, diğerinin ise gözlüğünü kırdığı iddia edilen travesti çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Alınan bilgiye göre, İstiklal mahallesi Selim sokak içerisinde hırsızlık olayı ihbarını alan polis ekipleri kısa sürede olay yerine geldi. Ekiplerin karşılayan ve travesti olduğu ileri sürülen İ.T., para karşılığında birlikte olduğu kişinin yatak odasında bulunan cep telefonunu çaldığını iddia etti. Olay yerinde bilgi toplayan polislere sinirlenen İ.T. küfür etmeye başladı. Ardından cep telefonun çalındığı odada delil toplamak için gelen Olay Yeri İnceleme ekiplerinin aracının ön kaputuna vurmaya başlayan travesti İ.T., araya giren polis memuruna yumruk atarak gözlüğünün kırılmasına neden oldu. Arkadaşlarına yumruk atan İ.T.’yi etkisiz hale getirmek isteyen bir polis memurunun ise sol el başparmağı kırıldı. Ekipler tarafından zor kullanarak etkisiz hale getirilen İ.T. Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü’ne getirildi. Burada ifadesi alınan şüpheli işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi. Zanlı mahkeme tarafından tutuklandı.

Milliyet

”O Biçim” Bir Anne

$
0
0
Aşağıdaki yazı Blogcu Anne okurlarından M. tarafından kaleme alındı.

***

Ben bir anneyim.


Sünni, Türk, orta sınıf, Türkiye’de milyonlarcası bulunan çoğunluk gibi, resmi olarak evli bir anne-babadan ve  ikiden fazla çocuktan oluşan bir ailede, sevgi dolu büyüdüm. Annemin uçan terliğinden kaçamadığım ve bakkal amcadan çikolata alırken ellendiğim zamanları saymazsak şiddet ve taciz yaşamadım. Para sıkıntısı çekmedim, babamdan nefret etmedim. Sözde “normal” bir aileden sözde “marjinal” bir genç kız olarak çıktım.

Neden, nasıl olduğunu hiç anlamadım. Bir süre sonra anlamaya çalışmadan kendimi olduğum gibi kabul ettiğimde, en büyük endişem nasıl anne olacağımdı. Görünmez olmayı başarabilirdim, gizli yaşadığım aşklarım olabilirdi, görünmezliğimi sürdürdüğüm sürece okuyabilirdim, çalışabilirdim. Türkiye’deki tüm “normal” görünen insanlar gibi bir hayat sürebilirdim.  Tek yapmam gereken yalan söylemek ve rol yapmaktı.

Ama nasıl anne olacaktım? Yıllarca düşündüm. Hem çocuğuma, hem bana, hem de “normal” aileme uyan iyi çözümü buldum: Evlat edindim. Kalbimde büyüttüğüm şahane bir evladım oldu.

Bir dünya acemilikle, annemin, ablalarımın, arkadaşlarımın tavsiyeleri, bloglar, kitaplar, forumlar arasında boğuşarak çocuğumu en iyi şekilde yetiştirmeye çalışıyorum.

Çocuğumu katı gıdaya alıştırırken, ilk adım denemelerini yaptırırken, geceleri uykusuz kalırken, tuvalet eğitimi verirken, kreşe başlarken, zararlı gıdalardan uzak kalması için herkesle mücadele ederken, yüzmeye götürürken, satranç öğrensin diye uğraşırken, ateşi  41’i geçip kucağımda zangır zangır titrerken, telaştan ev terlikleriyle hastaneye koştururken ve hepinizin yaşadığı daha nice şeyi birlikte yaşarken çocuğumla biz bir “aile”yiz. Eşcinselliğim ne benim anneliğime engel, ne de anneliğimi eksiltiyor. Hepinizin çocuğunuza duyduğu sevgiden farklı değil sevgim, şefkatim, ilgim, bağlılığım, endişelerim, ilkokulu nasıl seçeceğimden akran zorbalığıyla nasıl baş edeceğine kadar uzanan korkularım. Sizinkilerden hiç farklı değil.

Buraya kadar çocuğumla birlikte yaşadıklarımızda sizden farkım olmadığını göstermeye çalışıyorum. Neden mi? Farklılıklarımızı artık yüzümüze vurmayın, bizi ötekileştirmeyin, çocuğumu rencide etmeyin, heteroseksüel anne-baba ve 3 çocuklu bir aile yaratıp bizi “marjinal”, “tuhaf” “değişik” diye tanımlamayın, manşetlere taşımayın, üzerimizden politika yapmayın diye.

Lütfen babası yok diye üzülmeyin, acımayın. Sonra gelip kreş idarelerine ”Vah vah vah o çocuğun babası yokmuş” diye ağlamayın. Çocuklarınıza ”Evet, bazı ailelerde baba olmayabilir. Onlar da bizim gibi bir aile, sadece değişik nedenlerle evde baba yok” deyin. Çocuklarınıza karşı bizi anormalleştirmeyin. Hadi ben “marjinal”im ya, boşanan, eşleri vefat eden, terk edilen, bekar anneliği tercih eden binlerce milyonlarca “normal” kadın ve onların babaları-yanlarında-olmayan çocukları var. Bize ve çocuklarımıza lütfen bunu yapmayın.

”Sadece doğumla anne olunur”u unutun gözünüzü seveyim. Evlat edinen, koruyucu aile olan birçok insan sizin yüzünüzden, sizin yapacaklarınızdan korktuğu için çocuklarına bile gerçeği söyleyemiyor. Baba konusunda karşılaştığımız olumsuzluklar nedeniyle çocuğuma “kalbimde büyüdüğünü” aile sırrı olarak anlattım ve bu şekilde hiç kimseyle paylaşmamasını sağladım. Böylece bir dünya saçmalıkla baş etmek zorunda kalmayacak. Şimdiden sırlarla tanıştı çocuğum.

Eşcinselleri öcü olarak görmeyin yalvarırım. Biz her yerdeyiz, belki evinizde, kesinlikle işyerinizde, sokakta, parkta, muayenehanelerde, hukuk bürolarında, inşaatlarda, köyde, şehirde, dağda her yerdeyiz. Yaşayabilmek için görünmez oluyoruz. Yalan söylüyoruz. Sahte evlilikler, sahte ilişkilerle gerçek kişiliğimizi gizliyoruz. Görmeseniz de, anneyiz, babayız, evliyiz, bekarız, evde kalmışız, kardeşiz, patronuz, işçiyiz, köylüyüz. Görünmezliğimiz varlığımızı yok etmiyor. Sadece bu ikiyüzlü topluma ayak uyduruyoruz.

Hani bize “aile” olarak dayatılan tanım var ya… İzlediklerimizde, okuduklarımızda, ekranlarda, politikacıların söylemlerinde, devlet politikası olarak dayatılan tanım… İşte bu sadece benim gibi “o biçim” anneleri ve onların çocuklarını değil, milyonlarca kadının ve çocuklarının mutsuz olmasına, aşağılanmasına, ötekileştirilmesine yol açıyor.

Çocuğumun etnik kökeni, evlat edinilmesi, babası olmaması, eşcinsel bir annesi olması nedeniyle Türkiye’de karşılaşacağı ayrımcılığı düşündükçe delirecek gibi oluyorum. Ne kadar yazsak ne kadar paylaşsak da anlayışların değişeceğine dair inancım yok. Sırf bu yüzden yurt dışında yaşamaya başladık ve böyle devam edeceğiz. Başka çaremiz kalmadı.

Aslında daha söyleyecek çok sözüm var ama susmalıyım. Ben hem varım, hem yokum çünkü. Hem her yerdeyim, hem de hiçbir yerde yokum. Sadece bunu bilin istedim.

http://blogcuanne.com/2014/10/14/o-bicim-bir-anne/
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live


<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>