Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live

Hande Ataizi trans kadın olduğunu Instagram'dan paylaştı

$
0
0
Hande Ataizi, yönetmenliğini Kutluğ Ataman’ın yaptığı Hilal Feza ve Diğer Gezegenler filminin başrolünü Nükhet Duru ve Hakan Karsak ile paylaşıyor. Ataizi'nin trans bir kadını canlandırdığı filmin çekimleri sona erdi.


Yeni filmi Hilal Feza ve Diğer Gezegenler'de trans bir kadını canlandıran Hande Ataizi, film setinden kareleri Instagram hesabından paylaştı. Çekimlerin sona erdiğini duyuran Hande Ataizi, Instagram paylaşımlarından birinde filmi şöyle anlattı: "28 Şubat dönemini anlatan bu film, 90'lar Türkiyesi'ne götürüyor bizi. Normların dışında olup ezilenlerin sadece trans bireyler olmadığını da görüyoruz o zamanlar. Farklı fikirlere, renklere saygı ve özellikle empati derken ortaya güzel bir film çıktı. Ben de bu söylemin bir parçası olduğum için çok mutluyum."

Ayrıca Hande Ataizi, geçtiğimiz günlerde 7 yıllık Amerikalı eşi Benjamin Harvey'den boşanmıştı. Hande Ataizi sosyal medya hesabından boşandığını şu sözlerle duyurmuştu: "Bugün hayatımın yeni bir evresine attığım adımı, ilk kez sizle paylaşmak istedim. Yedi yıllık eşim ve biricik oğlum Leon'un babası Benjamin Harvey ile karşılıklı anlaşarak evliliğimizi sonlandırma kararı aldık. Ama üçümüzü yine hep beraber görmeye devam edeceksiniz. Leon'un anne ve babası olarak yemeklerde, parklarda, okulda…"

http://www.internethaber.com/hande-ataizi-trans-kadin-oldugunu-instagramdan-paylasti-foto-galerisi-1853555.htm?page=8

Yeni Akit: Hürriyet oturdu, düşündü ve yeni karar aldı: Eşcinsel sapkınları meşrulaştıracak!

$
0
0
Hürriyet gazetesi yazarı Fikret Bila, bugünkü köşesinde Hürriyet gazetesinin haber dilinde yeni bir döneme geçtiğini ve haberlerde cinsiyetçi dilin terkedileceğini yazdı. Ancak Bila’nın yazısına bakıldığında söz konusu yeni yapılanma ile asıl hedeflenenin ‘kadın hakları’ değil ‘eşcinsel sapkınlığı’ meşrulaştırma çabası olduğu anlaşıldı.


 Gazetelerinde ve internet sitelerinde kadınları cinsel bir meta olarak kullanmaktan geri durmayan Doğan medyası sözde cinsiyet eşitsizliğine karşı haber dilinde yeni bir döneme giriyor. Hürriyet yazarı Fikret Bila’nın bugünkü köşesinden paylaştığı bu bilgiye göre haberlerdeki cinsiyetçi kavramlar terk edilerek eşitlikçi bir dil kullanılacak. İlk bakıldığında ‘kadın hakları’nı savunan bir atılım gibi görünen bu kararın Bila’nın verdiği bilgiler doğrultusunda kadınlarla veya cinsiyet eşitsizliği ile ilgili olmadığı anlaşıldı.

KADIN BAHANE HEDEF "EŞCİNSELLİĞİ" MEŞRULAŞTIRMAK!

Bila Hürriyet’teki söz konusu yeni dönemde Biseksüel, eşcinsel, lezbiyen, travesti, transseksüel, interseks ve panseksüel gibi toplumun milli ve manevi değerlerine göre cinsel sapkınlık olarak kabul edilen sapık eğilimlere karşı ayrıştırıcı bir dil kullanılmayacağını aktardı.

Basında yer alan haberlerdeki cinsiyetçi dile karşı Hürriyet gazetesinin yeni rehberi ile ilgili maddeleri de paylaşan Bila, eşcinsel sapkınlığı alenen meşrulaştıran şu bilgileri verdi;

"(…) Cinsel sapma, cinsel sapkınlık: Gazeteci haber yazarken heteroseksüellik ve tekeşlilik dışındaki yaşamların uygunsuz olduğuna karar vermemeli, ahlaki değerler bahanesinin arkasına sığınmamalı (…)

Biseksüel, eşcinsel, lezbiyen, travesti, transseksüel, interseks, panseksüel:Haberin ana konusu, kişinin kendi açıklaması değilse ya da bu durum yüzünden yaşanan mağduriyet, hak arayışı sunulmuyorsa nasıl heteroseksüel denmiyorsa bu kelimeler de kullanılmamalı. Yine heteroseksüelliğin ‘normal’, heteroseksüel dışı yaşamların ise ‘anormal’ olduğu ikilikçi düşünce yapısından kaçınılmalı. Ayrıca pek çok yerde LGBTİ birey kullanımı tercih edilse de herkesi bir yerde toplar gibi, LGBTİ birey demek yerine transseksüel, lezbiyen, eşcinsel vb. kelimeler de kullanılabilir (…)"

Bila, bir gazetecinin haberlerde eşcinsel sapkınlar için kullanılan "cinsel sapkınlık" kelimesini kullanmamasını,  heteroseksüellik (kadının erkeğe erkeğin kadına ilgi duyması) ve tekeşlilik dışındaki sapkın cinsel eğilimlerin "uygunsuz olduğuna" karar vermemesi gerektiğini belirtiyor.

Yazısının devamında Hürriyet’in yeni haber dili rehberi ile ilgili bilgiler vermeye devam eden Bila "Yine heteroseksüelliğin ‘normal’, heteroseksüel dışı yaşamların ise ‘anormal’ olduğu ikilikçi düşünce yapısından kaçınılmalı" diyor.

"EŞCİNSELLİK" PROPAGANDASI YAPACAKLAR

Doğan medyası kadını, kadın haklarını, kadına şiddeti ve cinsiyetçi dili bahane ederek homoseksüelliği, eşcinsel sapkınlığı meşrulaştırma çabası içerisine girdi. Türk toplumunda asla kabul görmeyen, kabul görmeyecek olan ve batılı derin güçler tarafından tüm dünyada yaygınlaştırıldığı gibi Türkiye’de de yaygın hale getirilmeye çalışılan eşcinsel sapkınlığı meşrulaştırmaya çalışan Doğan medyası, kadını cinsel bir meta aracı olarak kullanmaktan ise geri durmuyor.

DOĞAN MEDYASININ KADINLARI İSTİSMAR EDEN YAYINLARI!

Haber sitelerinde ve gazetelerinde kadınları cinsel bir öğe olarak kullanan Hürriyet’in sözde kadın hakları adına kadınlarla hiçbir alakası olmayan eşcinsel sapkınlığı ‘normal’ bir durummuş gibi göstermesi ikiyüzlü karanlık planlarını gözler önüne bir kez daha serdi. Türk milletinin değerleri ve aklıyla alay etmeye kalkışan Hürriyet’in sözde yeni haber dili rehberini çok büyük bir buluşmuş gibi duyurması ise duyarlı vatandaşlardan büyük tepki aldı.

Geçmişi bugünle yargılamak: Sovyetler ve eşcinsellik

$
0
0

Eşcinselliğin Sovyet hukuku kapsamında cezai yaptırımın konusu olması, genel anlamda komünistlerin sıklıkla yüzüne vurulan, özel anlamdaysa Yoldaş Stalin’i “itibarsızlaştırmak” için kullanılan bir gerçek. Gerçekten de “Stalin eşcinsellerden nefret ediyordu.” cümlesi, sosyalizm düşmanları tarafından bugüne dek sayısız defa ısrarla tekrarlandı. Stalin’in bu konuda halka açık tek bir kelime yazıp söylememesi bir yana, böylesi bir suçlamanın doğası gereği bağlamından koparılmış ve yanıltıcı bir iddia olduğu açıktır. “Çelik adam”ın aramızdan ayrılışının 65. yıldönümünde, Sovyetlerde eşcinsellik meselesini yeniden ele almamız gerekiyor.

Kısa bir tarihsel arka plan sunmak gerekirse, 20. yüzyılın başında yeni bir ceza kanununun hazırlanması ile bağlantılı olarak Çarlık döneminin artığı olan sodomi cezasının kaldırılması Rusya’da etkin bir şekilde tartışıldı. 1917 Şubat Devrimi’ni takiben eşcinsel karşıtı yasanın iptaline yönelik girişim, ilginç bir şekilde Bolşeviklerden değil, Kadetlerden çıkmıştı. Kadetlerin kurucularından Vladimir Dmitriyeviç Nabokov yasanın iptalini gündeme getirdi ancak tartışmalar bir neticeye varmadı. Yine de, Ekim Devrimi’ni takiben eski ceza kanununun yürürlükten kaldırılmasıyla sodomi cezası da geçerliliğini yitirdi.

Ekim Devrimi sonrası Bolşevikler, ceza kanunu da dahil olmak üzere en kısa sürede yeni yasalar oluşturmak zorundaydı. Bu süreçte sodomi yasası hakkında ne yapılacağına, muhafaza mı iptal mi edileceğine ve bu olguya genel olarak nasıl yaklaşmak gerektiğine karar verilmesi gerekiyordu. Ancak ne hukukçuların ne de tıpçıların bu konuda ortak bir görüşü vardı. Yine de, sodomi maddesine 1922 ve 1926 Ceza Yasası’nda yer verilmedi. Bunda, Berlin Seksoloji Enstitüsü’nü kuran Alman biliminsanı Magnus Hirschfeld’in dolaylı etkisi olmuştu. Sovyet doktorlar, eşcinselliğin bir hastalık değil, insan cinselliğinin tezahürlerinden biri olduğunu savunan Hirschfeld’le iletişimde kalarak çalışmalarını ilgiyle takip ettiler. Hatta Hirschfeld 1926’da Moskova ve Leningrad’ı ziyaret ederek burada konuşmalar yaptı. Aktarılana göre, eşcinsellerin Sovyetlerde kötü muameleye maruz kalmadıklarını görmekten dolayı memnun kalmıştı.

Ekim Devrimi’nin LGBT’lerin yaşamları açısından en özgürleştirici uygulaması, rızaya dayalı cinselliği özel bir mesele olarak görerek onları devlet müdahalesi olmadan yaşamakta özgür bırakmasıydı. Bu süreçte eşcinseller kendi aralarında evlilik törenleri düzenlediler ve hatta ilk cinsiyet geçiş ameliyatları ile ilgili vakaların kayda geçtiği görüldü. Sovyet tıp ve hukuk uzmanları, yasalarının ilerici doğasından gurur duyuyordu. 1930’da tıp uzmanı Mark Sereisky, Büyük Sovyet Ansiklopedisi’ndeki bir makalesinde şunları yazdı: “Sovyet yasaları sözde ahlaka karşı suçları tanımaz. Yasalarımız toplumun korunması ilkesinden yola çıkar ve bu nedenle, yalnızca reşit olmayan genç ve çocukların eşcinsel çıkarın nesnesi olduğu durumlarda cezayı uygun görür.”

Ne var ki eşcinselliğin resmen yasallaştırılması, eşcinsellerin kovuşturmaya karşı korunduğu anlamına gelmedi. Eşcinsel ilişkiye karşı resmi mevzuatın yokluğu, eşcinselliğin düzen bozucu bir davranış biçimi olarak yargılanmasını durdurmadı. 1922 Ceza Kanunu yayımlandıktan sonra, aynı yıl içinde eşcinsel ilişkiye yönelik en az iki bilinen yargılama gerçekleşti. Tanınmış psikiyatrist Vladimir Behterev, mahkemede “bu tür dürtülerin halka gösterilmesinin toplumsal olarak zararlı olduğu ve buna izin verilemeyeceğine” dair ifade verdi. Devrimin ilk yıllarında kendini hissettiren özgürlük havası, eşcinselliğin bir hastalık olduğu tezinin Sovyetlerde benimsenmeye başlamasıyla birlikte artık sona yaklaşıyordu.

Nitekim 1934’te değiştirilen yeni ceza kanunuyla eşcinsellik hükmünde 1917’den beri bırakılan yasal boşluk kriminalizasyonla noktalandı. Bu dönemde Sovyet tıbbı ve hukukunun resmi duruşu, Sereisky’nin ansiklopedi makalesinde yansıtıldığı üzere, eşcinselliğin tedavi edilmesi zor, hatta belki de imkansız bir hastalık olduğuydu: “Eşcinsel gelişimin yanlışlığını kabul etmekle birlikte, toplumumuz profilaktik ve diğer terapötik önlemleri, eşcinsellere sıkıntı veren çatışmaları mümkün olduğunca acısız hale getirmek ve kolektif haldeki toplumdan tipik yabancılaşmalarını çözmek için gerekli tüm koşullarla birleştirir.”

Bu noktada belirtilmesi gereken, bu meseleye ilişkin Sovyet görüşünün dünya genelinde kabul edilenden farklı olmadığı, yani Sovyet deneyinin büyük bölümü boyunca eşcinselliğin dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi bir psikoseksüel bozukluk, yani bir çeşit akıl hastalığı olarak kabul edildiğidir. Öte yandan, Bolşeviklerin cinselliği ve aile hayatını yeniden düzenleme çabaları Marksizm’in vizyonu tarafından olduğu kadar, mevcut maddi ve toplumsal gerçekler tarafından belirlenmiştir. Geleneksel aileye alternatifler oluşturulamadı çünkü yeni bir toplum inşa etmenin araçları olan ve kamu tarafından sağlanması beklenen çocuk bakım hizmetleri, ortak mutfaklar, çamaşırhaneler ve diğer hizmetler için gereken kaynaklar oldukça yetersizdi. İkinci Paylaşım Savaşı ve onu izleyen Soğuk Savaş’ın getirdiği askeri ve endüstriyel rekabet, daha fazla askere ve iş gücüne duyulan ihtiyacı, bu da yüksek doğum oranlarını beraberinde getirdi. Süreç çekirdek aileye dönüşle sonuçlandı.

Cem Öztürk

http://haber.sol.org.tr/blog/serbest-kursu/cem-ozturk/gecmisi-bugunle-yargilamak-sovyetler-ve-escinsellik-230930

Çukur dizisindeki eşcinsel karakter!

$
0
0
Çukur’un Selim’i eşcinsel(Gay) mi?

Çukur dizisinin Selim’i eşcinsel mi? İşte dizinin alttan vermek istediği mesajın ayrıntıları..


Çukur dizisiyle ilgili bir detayı sizlerle paylaşmak istiyoruz. Söylentilere göre Çukur dizisinin Selim karakteri dizide gay rolünde. Dizinin sürekli takipçisi olduğunuz halde bu ayrıntıyı kaçırdıysanız işte hatırlamanız gereken ayrıntılar..

Selim Çukur dizisinde bir köstebek.. Peki köstebek olmak için ne suç işledi hiç düşündünüz mü? Selim karakterinin dizide ailesine karşı hamleler yapmasının altında yatan nedenler var.

Ayrıntı 1: Abisi ölmeden önce otel odasında yapılan aleme Selim katılmadı, abisi tarafında aleme katılmadığı için aşağılandı, abisine yeni aldığı silahı gösterdiğinde ise abisi tarafından “kadın tabancası mı aldın kendine?” denilerek cinsel aşağılamaya uğradı, hatta abisi kurşun yağmuruna tutulurken arabanın arkasına saklanıp tabancasını da çekmeyi ihmal etmedi.

Ayrıntı 2: Türkü bar çıkışı Selim ile Celal karşılaştı, Celal adının Kahraman olduğunu söyledi. Sahte Kahraman ile Selim ne yaşadılar, Celal neyin, kimin Kahramanıydı?  Avukat Selim’e bizim görmediğimiz ama Selim’in nefesini kesen ne gösterdi? Selim'e izlettiği görüntünün Celal ile birlikte olduğu görüntülerin olma olasılığı çok yüksek.

Ayrıntı 3: Çukur'un 5.bölüm gizli sahnesinde avukat Nazım Selim'e ne izletti? Selim, avukatın izlettiği görüntülerden sonra koşarak eve gitti, en ateşlisinden karısını öptü, kadının dudaklarından “Allah belanı versin!” nidası döküldü. Selim bunları hak edecek ne yapmıştı?

Çukur dizisinde Selim karakteri cinsel tercihi nedeni ile ailesinin gözünde iki paralık olmamak adına seçimini saklamış, aile kurup normal hayata karışmış, abisi tarafından “Karı mısın oğlum sen?” diye aşağılanmış gizli bir homoseksüeldir!

https://www.azonceoldu.com/medya/cukurun-selimi-escinselgay-mi-5aa275a776381c0ce702a7ec

100 yıla damga vuran 10 dikkat çekici trend

$
0
0
Moda sürekli değişiyor hem de büyük bir hızla. Son yüzyılda farklı birçok fikir modanın yönünü değiştirdi ve trendleri şekillendirdi. Tabii ki bu durum sayısız araştırma ve kitaba konu oldu. Kısa süre önce piyasaya çıkan Modayı Değiştiren 100 Fikir de bu kitaplardan sadece bir tanesi. Moda üzerine yazdığı kitaplarla tanınan Harriet Worsley, "Bu kitabın amacı; 1900'lerden 2010'a kadarki süreçte kadın giyiminde meydana gelen devrimsel değişimlerin altını çizmek" diyor. Tüm fikirleri kronolojik olarak sunan ve moda zaman çizelgesine göre konumlandıran Worsley, "Moda politik ve ekonomik olaylardan etkilenir. En zorlu kriz dönemlerinde en iddialı stiller ve buluşlar ortaya çıkar" diyor. Biz de bu 100 fikrin içinden son 100 yıla damga vuran 10 dikkat çekici trendi sayfamıza taşıdık:



GİYİLEBİLİR ELEKTRONİKLER
Bu yüzyılın en büyük buluşu giyilebilir elektronik kavramı. Moda dünyası şu an hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen elektronik eşyalarla uyumlu bir şekilde çalışan tasarımların peşinde.

EDEBİ GENÇLİK
Belli bir yaşta, belli bir tarzda giyinilmesi artık çok eskide kaldı. 1990'ların sonlarından itibaren kadınlar ilerleyen yaşlarında da 20'li yaşlarındakinden farksız görünmeyi başardı. Artık 20, 30, 40 ve 50'li yaşlardaki kadınlar birbirinden farksız giyiniyor.

SPOR
20'inci yüzyılı etkileyen en önemli trendlerden biri de spor giyim. 1970'lerden sonra spor salonları ve kortlardan sokağa bir geçiş oldu. Aerobikte kullanılan taytlar kadınların hayatına girdi.

İNTERNET
Modanın bu kadar yaygınlaşmasını, hepimizin neredeyse bir moda otoritesi haline gelmemizi internet sağladı. Moda bir anda daha geniş kitlelere yayıldı. İnternet sayesinde her yeni koleksiyondan, yeni markadan ve sokak stilinden haberdar olmaya başladık.

SÜPERMODELLER
70'li yıllarda ABD'li modeller şöhretti. Ürünlerin satılmasını onların isimleri etkiliyordu. Ancak süper model kavramı 1990'larda oturdu. Linda Evangelista, Naomi Campbell, Claudia Schiffer, Cindy Crawford ve Christy Turlington mankenlere olan bakışı ve marka-manken arasındaki ilişkiyi sonsuza dek değiştirdi.

SOKAK GİYİMİ
Sokak giyimi 1980'li yıllarda New York'ta başlayan gençlik hareketini ve bir kıyafet biçimini ifade eder. Paris'ten çıkan tasarımcı modasının tam karşıtıdır. O günden itibaren sokak modası modanın ilham kaynaklarından biri oldu.

HIP HOP
1980'li yıllarda hip hop gruplarının tercih ettiği bu giyim tarzı kısa süre içinde modevlerinin dikkatini çekti. Gucci'den Chanel'e elit modaevleri bu akımdan ilham alarak tasarımlar yaptı.

SERİ ÜRETİM
Modanın yönünü sonsuza dek değiştiren en önemli etken seri üretim oldu. Bu sayede bir markanın aynı anda birçok ülkede etkin olması gerçekleşti. Moda herkesin ayağına kadar gitti ve dünyanın farklı noktalarında birbirine benzeyen birçok insan görmeye başladık.

ÇEVRECİ MODA

Bu dönemi tanımlayan bir moda kavramı varsa bu 'sürdürülebilirlik' kavramı. 1960'lı yıllarda hippiler çevreci bir moda anlayışı benimsemiş olsa da bu kavramın yerleşmesi için neredeyse bir 50 yıl beklenmesi gerekti. İkinci elin, vintage parçaların, doğal elyaflı kumaşların popüler olması da bu kavramın yerleşmesi sayesinde mümkün oldu.

MARKA KÜLTÜRÜ VE LOGO

1980'ler sıkı çalışıp, sıkı eğlenen ve sonrasında spor salonlarında ter atan yuppie kültürünü başlattı. Her şeyi büyütme dönemiydi. Ve tabii ki bu kültürü benimseyen kesim para harcadığının görünmesini istiyordu. Markaların logoları da işte bunu göstermek için en iyi araçtı. Kısa süre öncesinde moda dünyasına hızlı bir geri dönüş yapan bu trend 1980'li yılların en vurucu akımlarından biriydi.

Beni Adınla Çağır

$
0
0
Beni Adınla Çağır filmi +18 uyarısıyla başlıyor. Ne garip; 17 yaşında kendi kimliğini ve cinselliğini keşfetmeye çalışan Elio’nun hikayesine tanıklık etmek onun yaşıtlarına yasak bu coğrafyada...



Her zorluğa rağmen kıyıda köşede tutunmaya çalışan, alışveriş merkezine dahil olmamış bir sinema salonun geniş perdesine kocaman “18+” uyarısı düştü önce.

Ne garip; 17 yaşında kendi kimliğini ve cinselliğini keşfetmeye çalışan Elio’nun hikayesine tanıklık etmek onun yaşıtlarına yasak bu coğrafyada...

İtalya’nın kuzeyinde yaz mevsiminin miskinliğini aşkın heyecanı ile harmanlayabilen gençlerin bu topraklardaki yaşıtları, vazgeçtik deneyimlemeyi, başka birisinin yaşadığı deneyimi dahi seyredemiyor.

Çünkü her daim baskılanmaya çalışılmıştır bu topraklarda cinsellik.

Yaz aylarının küçük kaçamaklarına müsamaha gösterilebilecek, onaylanmasa da göz yumulacak sınırı ise muktedire hayran Zerrin Özer çizer: “Eline değer safça elim”…

Ve bilinmelidir ki, bu lanetli topraklarda, “hanımeli kadar beyaz”lığa mahkûm edilen genç kadınların bir erkekle öpüşmesi sevgiye hüznü getirir daima.

Daha ötesi yoktur!

Hele ki iki erkeğin birbirlerine yönelen tutku dolu cinselliğinden zinhar söz edilmez. Dost sohbetlerinde bile bahsi geçmez. Konudan söz açmaya kalkışanlar inceden süzülür, alaya alınır, susturulur. Çünkü bakmamanın, görmemenin, ses vermemenin hiçliğine terk edilmiştir eşcinsellik.

Bir zamanlar eşcinsellerin hak ettikleri özgürlüğe ulaşmalarının güvencesinin yasal olarak tanınacağına dair sözler verenler ise, uzun bir süredir LGBTİ’lerin kısıtlı haklarına dahi tahammül edemez noktadadırlar.

Anne ve baba Perlman
1983 yazında, antik heykellerin denizden çıkarıldığı, doğanın yaşamı müjdelediği, devasa ağaçların kuytuluğunda gizlenmiş durgun suların cinselliği vadettiği bir coğrafyada 17 yaşında bir genç kız arkadaşı Marzia ile özgürce flörtleşmektedir.

Elio ve Marzia, adına Türkiye denilen cennet ve cehennemde çok az kişinin deneyimlediği gibi biraz çekinik, biraz ürkek ama çokça sevgiyle birbirlerine tanıştırmaktadırlar bedenlerini, gizlerini, geleceğe dair umutlarını.

Ama hayat, hiç beklenmedik bir anda insanı yakalar. İşte Oliver, bu hayatın mutluluk kadar hüzün, sevinç kadar acı veren o sürprizidir.

Elio ve Oliver, antik Yunan’ın beden tasvirlerinin günümüz temsilcileri olarak açarlar birbirlerine tutkularını. Oliver’in dilinde Elio’nun şeftali tadı, Elio’nun derinlerinde Oliver’in varlığı…

Elio ve Oliver, aşkların, eğer yaşanacaksa farklı cinsten iki kişi arasında yaşanabileceğine iman edilmesinin istendiği bir uygarlık öğretisinin aksine birbirlerinde doğallığı, tutkuyu, ürkekliği, çekişmeyi ve sınırsızlığı da keşfederler.

Öte yandan teslim etmek gerekir ki, birlikte yaşanan bu özgürleşmenin fitilini Elio’nun annesinin, konuşmamanın aslında ölüm olduğunu aktaran o sözleri ateşlemiştir: “Konuşmak mı daha iyi, yoksa ölmek mi?”...

Kırılan her kolun yenin içerisinde kalmasının öğütlendiği lâl olmuş bir cehennemde yaşayan bizleri belki de bu nedenle daha çok sarstı bu sözcükler.

Belki de her birimizin yaralarla yüzleşip iyileşmek yerine, kendimizi tarumar edip 30’lu yaşlarda ölmemiz ve çevremizdekileri öldürmemiz nedeniyle baba Perlman’ın Elio ile yaptığı o müthiş konuşma (monolog) canımızı daha derinden yaktı, gözlerimizi yaşa boğdu.

Ama...
Ama hayat da, sanat da eleştiriden muaf değil.

Öyle ya film boyunca perdede Elio ve Oliver’ın kusursuz aşkına tanık oluyoruz. Çünkü yönetmen aşka övgüyü, yer yer bir (eşcinsel) aşk idealizasyonuna dönüştürmüş durumda.

Dahası 80’li yılların toplumsal ilişkilerinden soyutlanmış, zamansız, adeta cennetvari bir ortamda geçiyor hikaye. Elio’nun ailesinin bir burjuva ailesi olduğunu fark ediyoruz ama ötesine dair tek kare görülmüyor.

Daha önemlisi Oliver ile Elio’nun arasında var olan statü ve yaş farklılığının yaşanan aşka taşıyacağı iktidar sorunlarından eser yok.

Ve belki de en kritiği; Oliver ve Elio’ya aşık olan kadınların hepsi teferruata indirgenmiş durumda.

O zaman sormak gerekmez mi: Eşcinsel aşk, diğer aşklardan farklı olarak toplumsal ilişkilerden azade mi yaşanmaktadır?

Ve dahası; (eşcinsel) aşıklar, kendi aşklarının ateşinin harlanması için kendilerine aşık olan başka (heteroseksüel) kişileri harcama haklarına sahip midirler?

Sözün sonu
Herkesin adıyla çağrılacağı bir dünyada aşkı yaşamak umuduyla... (OE/ÇT)

Osman Elbek

http://bianet.org/biamag/yasam/195030-beni-adinla-cagir

Alperen Ocakları Genel Başkan Vekiline LGBTİ’leri aşağılama davasında adli para cezası

$
0
0
İstanbul’da LGBTİ’lerin (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) düzenlediği yürüyüş öncesi yaptığı basın açıklaması nedeniyle yargılanan Alperen Ocakları Genel Başkan Vekili Kürşat Mican,"halkın bir kesimini cinsiyet farklılığına dayanarak aşağılama" suçundan 4 bin lira adli para cezasına çarptırıldı.


Alperen Ocakları Genel Başkan Vekili Kürşat Mican’ın İstanbul’da geçen yıl LGBTİ üyelerinin “Onur Yürüyüşü” öncesi yaptığı açıklama ile "halkın bir kesimini sosyal sınıf, din, mezhep, cinsiyet, bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılama" suçunu işlediği gerekçesiyle 1 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanmasına devam edildi.

Anadolu 44’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya tutuksuz sanık Kürşat Mican katılırken, taraf avukatları da salonda hazır bulundu.

Duruşmada son sözü sorulan sanık Kürşat Mican, "Türkiye Cumhuriyeti halkının yüzde 99’u Müslüman’dır” diyerek, “ Devlet halkının dini değerlerini korumak zorundadır. Benim halkı kin ve nefrete yönelik tahrik ettiğime dair ifadeler var. Bunları kesinlikle kabul etmiyorum. Ben ve kurumum her zaman farklılıklarımızı zenginlik olarak düşünüyoruz. Biz bu yürüyüşün yapılmaması için çağrı yaptık. Beraatimi talep ediyorum” şeklinde konuştu.

Bunun üzerine Mican’ın avukatı söz alarak müvekkilinin beraatini istedi.

Kararını açıklayan mahkeme, sanık Kürşat Mican’ı "halkın bir kesimini cinsiyet farklılığına dayanarak aşağılama" suçundan 6 ay 20 gün hapis cezasına çarptırdı. Ardından sanığın kişiliği, sosyal ve ekonomik durumunu ve yargılama sürecindeki davranışlarını dikkate alan mahkeme, hapis cezasını adli para cezasına çevirdi. Mahkeme, Mican’ın 4bin lira adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmetti.

Duruşma sonrasında basına açıklama yapan Alperen Ocakları Genel Başkan Vekili Kürşat Mican, “Bir yıldan beri mahkeme sürecimiz devam etmekteydi. Tabiki bu süreç devam ediyor. Yargıtay aşaması var. Yargıtay’a dilekçe göndereceğiz. Bu mahkemenin beraatle sonuçlamasını istiyoruz. Bizim burada kişilere gruplara karşı fiili saldırımız asla söz konusu olamaz” şeklinde konuştu.

Olayın Geçmişi

İstanbul’da geçen yıl eşcinsellerin Onur Yürüyüşü öncesi “Direkt yürüyüşü engelleyeceğiz. Olacakların sorumlusu biz değiliz” şeklinde açıklama yapan Alperen Ocakları İl Başkanı Kürşat Mican hakkında “halkın bir kesimini sosyal sınıf, din, mezhep, cinsiyet, bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılama” suçundan altı aydan bir yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı.

Lucky Blue


Eşcinsellik Üzerine

$
0
0
Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren toplumsal algının zenginleşmesi ve özgürlükçü düşünce yapısının yaşam tarzına bir serbesti kazandırmasıyla, günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde bir “yönelim” olarak görülen eşcinsellik tarih boyunca tartışılmış ve çoğunlukla ahlaksızlık, suç ve günah olarak kabul edilmiştir. Adler de, çoğu meslektaşının aksine, eşcinselliğin doğumsal değil, edinsel olduğu tezini geliştirmiştir. Eşcinselliğin büyük ölçekli bir cesaret kaybından, yani yaşamda oynanacak cinsellik rolüne yeterince hazırlanılmadığından kaynaklandığını ve ilgili kişinin toplum içindeki “diğer” insanlardan biriymiş gibi eğitilmesindeki hatanın sonucunda ortaya çıktığını ileri sürmüştür. Adler, ayrıca, cinsel sapıklık olarak gördüğü sadizm, mazoşizm, fetişizm ve eksibisyonizm konularını da tarihleriyle birlikte ele almış ve bu “sapıklıkları” tedavi edilmesi gereken birer anomali olarak değerlendirmiştir. (Tanıtım Bülteninden)

Hamur Tipi : 2. Hamur
Ebat : 14x21

İlk Baskı Yılı : 2017
Baskı Sayısı : 1. Basım
Sayfa Sayısı : 152
Medya Cinsi : Ciltsiz
Orijinal Dili : Almanca
Orijinal Adı : Das Problem der Homosexualität

"Kadınlar ilişki esnasında Türk oyuncuları düşünürse eşcinsel bebekleri olur!"

$
0
0
Özbek imamdan şaşırtan sözler...


Özbekistanlı imam Rahmatulloh Saifutdinov yaptığı şaşırtıcı bir açıklamayla ülkenin gündemine oturdu. İmama göre çiftlerin ilişki yaşarken başkalarını düşünmesi eşcinsel bebeklerin doğmasına sebep oluyor.  Dünya  10.03.2018 16:11
"Kadınlar ilişki esnasında Türk oyuncuları düşünürse eşcinsel bebekleri olur!"
  
İmam Rahmatulloh Saifutdinov 2 Mart cuma günü verdiği vaazda kocasıyla cinsel ilişkiye girerken yabancılar hakkında düşünen kadınların eşcinsel bebekler ürettiğini söyledi.

"TÜRK OYUNCULARI DÜŞÜNÜYORLAR"
Saifutdinov şu ifadeleri kullandı:

“Kadınlar, ilişki sırasında yakışıklı Türk dizi oyuncularını düşünüyorlar. Sosyal medyada kadınlardan çok fazla bu tarz gönderi var. İlişkiye sanki 3 kişi giriyormuş gibi.

Erkekler de karılarıyla cinsel birleşme yaşarken yabancı kadınları düşünmemeli çünkü bu lezbiyen bir çocuğun doğmasına sebep olabilir.”

http://www.superhaber.tv/kadinlar-iliski-esnasinda-turk-oyunculari-dusunurse-escinsel-bebekleri-olur-115268-haber

Yönetmen Guadagnino ile queer sinema örneği ‘Beni Adınla Çağır’ üzerine

$
0
0
Yönetmen Luca Guadagnino’nun yazar Andre Aciman’ın kitabından uyarladığı ‘Beni Adınla Çağır’ filmi, nostaljik melankoliyi güçlü bir şekilde yansıtarak, eşcinsel aşkı konu edinen diğer örneklerinden sıyrılıyor. Filmin kendisi için hayat hakkında çarpıcı bulduğu bir şeye değindiğini söyleyen Guadagnino, şöyle diyor: “Daha iyi bir insan olabilirsiniz ve kendinizi, kendi sınırlarınızda hapsetmek yerine yeni insanlarla köprü kurabilir, onlarla tanışabilirsiniz.”

Çeviri-Derleme: Tolga Er

Amerikan sinemasında eşcinsel erkekler hakkındaki filmler genelde sert kategorilerde yer alarak öne çıktı: Kişisel mücadeleler, AIDS’in getirdiği yıkım, hak mücadeleleri ve fazlasıyla fantastik yapımlar. Bu, söz konusu filmlerin harika olmadığı veya eşcinsel olmanın gerçekliğini yansıtmadığı anlamına gelmiyor. Harikalar ve gerçeği yansıtıyorlar. Ancak yönetmen Luca Guadagnino’nun Beni Adınla Çağır filmi, “Kaygısız eşcinsel bir erkeği büyük ekranda izlemek nasıl olurdu?” sorusuna yanıt veriyor.

Rafadan yumurtanın olması beklenirken gazete okunacak zaman bulunuyor; göl yakınlarında vakit geçiriliyor, kart oyunları oynanıyor. Burada ayakkabı giymek isteğe bağlı, mayolar gardrobun vazgeçilmezi, şekelerlemeler ise bir tür yaşam tarzı.

Yazar Andre Aciman’ın 2007 yılında kaleme aldığı kitabından uyarlanan film, işte bütün bu durgunluğun içerisinde geçen bir aşkı ve anının ile tutkunun çarpıştığı yere götüren bir yolculuğu konu ediniyor.

Müzikte ve kızlarla flört etmekte yetenekli olan 17 yaşındaki Elio Perlman (Timothée Chalamet), on yedinci yüz yıldan kalma bir villada ailesiyle kalıyor. Oliver (Armie Hammer) ise Elio’nun profesör olan babasına çalışmalarında yardım etmek üzere stajyer olarak geliyor. Elio ilk başta 24 yaşındaki yakışıklı, büyüleyici Oliver’den haz etmiyor. Ancak daha sonra yavaşça, şiddetle, geri dönüşü olmaksızın bir çekim başlıyor. Oliver, fiziksel olanın ötesinde bir bağlılık arayışını şöyle dile getiriyor:” Beni adınla çağır, ben de seni adımla çağırayım.”

Guadagnino imzalı Beni Adınla Çağır; elbette Brokeback Dağı, Carol ve Oscar ödüllü Ay Işığı ile kıyaslanacaktır. Ancak bu şaheser, diğer filmlerin çok daha ötesine gidiyor.

Elio’nun babasının incelediği sanat için “Bu heykellerin bedenleri düz değil; hepsi kıvrımlı, sanki sizi kendilerini arzumalaya kışkırtırmışçasına” demesi gibi, Beni Adınla Çağır filmi de izleyici aynı şekilde kışkırtıyor.

Aşağıda okuyacağınız söyleşide ise yönetmen Luca Guadagnino, Beni Adınla Çağır’ın kendisi için ne ifade ettiğine değiniyor ve oyuncular Armie Hammer ile Timothée Chalamet seçimine dair konuşuyor.


Luca Guadagnino
Filmin böyle bir etki yaratmasından ötürü şaşkın mısınız?
Filmi, 2016 yılında, İtalya’nın kuzeyindeki Cremona’da küçük bir aile kaçamağı sırasında çektik. Bu filmi dünyaya gururla sunduk, ancak neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Bu; aile, şefkat, diğerinin ötekiliğinin sizi değiştirmesinden ötürü daha iyi insanlar olmanın ve bilginin paylaşımıyla ilgili bir film. Böyle bir anlatının seyirci ve eleştiriler tarafından benimsenmiş olması oldukça iç açıcı.

İnsanların birbirini görmezden geldiği bir dönemde bilgi ve duygu paylaşımı alaka kurulabilir bir tema gibi görünüyor.
Tembelce bir şekilde zıtlaşmayı, öfkelenmeyi ve duygularımızla bağlantı kurmamayı seçtiğimiz bireyciliğin deliğine akılsızca düşüyoruz; çünkü içine çekildiğimiz teknolojide bu bize daha uygun düşüyor. Beni Adınla Çağır, hayat hakkında çarpıcı bulduğum bir şeye değiniyor: Daha iyi bir insan olabilirsiniz ve kendinizi, kendi sınırlarınızda hapsetmek yerine yeni insanlarla köprü kurabilir, onlarla tanışabilirsiniz.

Film büyüdüğünüz yerde çekildi ve aynı zamanda çocukluğunuzu geçirdiğiniz dönemde geçiyor. Beni Adınla Çağır, sizin gençliğinizden neleri uyandırıyor?
Elio’nun kitaptaki halinden iki yaş daha gençtim. Ancak çocukluğumu, ergenliğimi, yönetmen olmaya nasıl başladığımı çok net hatırlıyorum; çünkü odanın uzak bir köşesine gider, partilerde dans eden insanları incelerdim. Kitaplar okur, aklımda hikayeler kurardım ve cinselliğinden haberdar olmak üzere olacak olan genç bir erkek olmaya başlamıştım. Elio’nun aksine, ben (bu konuda) konuşmaya cesaret etmiştim.

Armie Hammer ve Timothée Chalamet arasında böylesine bir kimya ortaya çıkarabileceğinizi nasıl bildiniz?
Sosyal Ağ filmini izlediğimden beri Armie’nin büyük bir hayranıyım. Onunla on yıl önce tanıştım ve ona aşık oldum diyebilirim. Kariyeri boyunca takip ettim ve elimde ona önerebileceğim bir şey olduğunda teklif ettim. “Tamam. Yapacağım” dediği için şanslıyım. Timothée’ye gelirsek; bu genç ve heyecanlı çocukla dört yıl önce New York’ta tanıştım. 17’sindeydi ve o zamandan Elio’nun cılız, gergin görüntüsüne sahipti. Timothée oldukça hırslı genç bir erkek; gerçekten ne yaptığını biliyor. Ancak aynı zamanda saf. O yüzden bu karışım kendinden geçirici bir etkiye sahipti ve rolü için mükemmeldi.

Filmin devamının çekileceğini duyduğumda şaşırdım. Hikaye kendi kendini tamamlıyordu. Şimdiki planlarınız neler?
Bu karakterler oldukça şahane ve onlara ne olduğunu bilmek istiyorum. Kitabın son 40 sayfası Oliver ve Elio’nun yirmi yılını anlatıyor. Michael Apted’in Up filmini ve Tuffault’un Antoine Doinel’e adadığı filmleri düşünmeye başladım. Sonrasında ise şöyle dedim: ‘Belki bu, devamının çekilmesine ilişkin bir soru değildir; filmdeki karakterlerin kronolojisini çıkarmaktır’. Bu karakterlerin, bu oyuncuların bedeninde büyüdüğünü görmek harika olacaktır.

Fenerbahçe'nin Yıldızı Roman Neustadter: Eğer bir erkek başka bir erkeği seviyorsa bu, onların bilecği iş!

$
0
0
Fenerbahçe'nin Yıldızı Roman Neustadter, Eşcinsellik Hakkında Konuştu

Fenerbahçe'nın tecrübeli stoperi Roman Neustadter, Rus basınına eşcinsellikle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu: Herkes istediğini sevebilir.


Fenerbahçe'nin 2016 yazında Schalke 04'ten bedelsiz olarak kadrosuna kattığı Roman Neustadter, Rus basınına çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Özellikle Rusya'da çokça tartışılan eşcinsellik konusu üzerine eğilen deneyimli stoper, bu konuda flaş ifadeler kullandı.

"HERKES İSTEDİĞİNİ SEVEBİLİR"

Rusya'nın 2018 Dünya Kupası kadrosunda yer alması beklenen Sarı Lacivertli yıldız, "Herkes istediğini sevebilir. Bunu kabul etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Eğer bir erkek başka bir erkeği seviyorsa bu, onların bileceği iş." ifadelerini kullandı.

Neustadter, yorumlarına şu şekilde devam etti: "Bu kimseyi acıtmamalı. Sadece kabul edin ve karınızla kendi hayatınızı yaşayın. Bugünün yaşam tarzı bu. Bunu değiştiremez ve buna direnemeyiz. Hepimiz eşitiz."

http://www.sanalbasin.com/fbahcenin-yildizi-neustadterden-escinsellik-hakkinda-carpici-sozler-24032459

'Transeksüel olduğum için ölümle tehdit edildim'

$
0
0
Türk televizyonlarının en eski trans oyuncularından biri Denise Türkan… Türkiye’de Levent Kırca’nın yaratıcısı olduğu “Olacak O Kadar”ın kadrosunda uzun yıllar yer aldı, çeşitli tiyatro oyunlarında boy gösterdi ve unutulmaz sahne şovlarına imza attı…


Ancak cinsel kimliğinden dolayı Türkiye’de yaşadığı bazı problemler onu ülkesinden ayrılmak zorunda bıraktı... Türkiye’de çalıştığı dönemde bir polisin sözlü şiddetine uğradı, çalıştığı gece kulübünde ölümle tehdit edildi… 7 yıldır New York’ta yaşayan Türkan, önemli bir başarıya imza atarak dünyaca ünlü Broadway Müzikalleri seçmelerinde onlarca kişinin arasından sıyrılarak dereceye girdi ve güzel işlere imza attı. Son olarak ise önümüzdeki günlerde 6. sezonu yayınlanacak olan Netflix’in orijinal dizisi “Orange is the Black”in kadrosunda yer almasıyla da adından sıkça söz ettirdi.

Denise Türkan’la Türkiye’de yaşadığı zorlukları, New York’a uzanan yolculuğunu, Broadway sürecini ve “Orange is the New Black” dizisindeki rolünü konuştuk…

*Netflix’in orijinal dizisi “Orange is the New Black’teki tek Türk transseksüel oyuncusunuz. Dizinin 6. sezonu da önümüzdeki günlerde yayında olacak. Nasıl bir deneyimdi?

-“Orange is the New Black” güzel bir projeydi. Burada çalıştığım oyunculuk ajansı sayesinde o projeye dahil oldum. Dizide konuk oyuncuydum.

*Nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?

-Dizi bir hapishanede geçiyor ve o hapishanede başka bir koğuş açıyorlar. Başrol oyuncularının bir kısmı da o koğuşa transfer ediliyor. Ben de o koğuşun sakinlerden biriyim.


Primetime Emmy Ödülleri’nde 12 adaylığı bulunan komedi dram türündeki Orange Is the New Black, hapishane temalı yabancı bir dizi. Jenji Kohan tarafından yaratılan dizi hapishane temalı olarak devam etmektedir.Yazar Piper Kerman’ın hapishanede kendi başından geçenlerden esinlenerek yazdığı kitap, Orange Is the New Black: My Year in a Women’s Prison'dan televizyona uyarlanmıştır.

*Nasıl bir set ortamınız vardı?

-Aslında yine kayıtlı olduğum cast ajansı sayesinde burada yayınlanan “Law&Order” ve “Elemantary” dizilerinde de konuk oyuncu olarak yer almıştım. Daha sonra o ajans bana “Orange is the New Black” için transseksüel oyuncu aradıklarını ve özel bir cast olacağını söyledi.  Görüştük, anlaştık… Muhteşem bir set ortamı vardı ve son derece profesyoneldi.

“SİZE SANATÇI OLDUĞUNUZU HİSSETTİRİYORLAR”

*Türkiye ile karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar vardı sette?

-Aşırı farklılıklar var diyemeyeceğim ama davranışsal olarak çok profesyoneller. Yani sanatçı olduğunuzu hissettiriyorlar size. Her şeyden önce kurmuş oldukları hapishane sistemi çok profesyoneldi. Çok büyük bir alana kurulmuş, A’dan Z’ye her şey düşünülmüştü ve “Vay be ne kadar güzel bir işte çalışıyorum” hissini yaşatıyorlardı size. Onun o manevi hazzı çok önemliydi. Çalışma saatleri olarak da aşırı yormuyorlardı.

“NEW YORK’TA ÇALIŞMA KOŞULLARI DAHA İNSANCIL”

*Türkiye’deki gibi uzun uzun çalışma saatleri yok o halde. Burada oyuncular neredeyse setlerde yaşıyorlar…

-Çünkü Türkiye’de 2 saatlik bölüm yayınlıyorlar. Burada ise 45-50 dakika olarak yayınladıkları için her bölümü, çalışma koşulları da daha insancıl oluyor haliyle.

*Siz ne kadar süre geçirdiniz sette?

-İlk set günümde 6 saat kaldım. İkinci gidişimde de 3 saat geçirdim. Öyle saatlerce de sette beklemiyorsunuz. 1 saat hazırlık süreci geçiriyorsunuz ve direkt olarak alıyorlar sahnenize sizi. Sonra da yolluyorlar. Boş boş oturtmuyorlar.

*Kaç yıldır New York’ta yaşıyorsunuz?

-7 yıl oldu.

“NEW YORK HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR ŞEHİR DEĞİL”

*Yedi yıl içerisinde ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Çok kolay bir süreç olmamıştır muhtemelen…

-Aslında buraya dil öğrenmek için gelmiştim. Biraz İngilizcem vardı okuldan dolayı ama buraya geldiğimde gördüm ki okullarda öğrendiğimiz İngilizce hiçbir şeymiş. Yeniden dil eğitimi almaya başladım. O nedenle birkaç yıl hem dil konusunda hem de adapte olmak konusunda çok zorluk çektim. Çünkü New York çok zor bir şehir. Herkesin yapabileceği bir yer değil. Sabırlı olmanız gerekiyor.

*Yaşam şartları nasıl?

-Çok pahalı. İnsanlar “Yurt dışına gitti hayatı kurtuldu” diyorlar ama hiç öyle değil. Burada gerçekten bir emek veriyorsunuz. Amaçlarınız ve hedefleriniz varsa o doğrultuda çalışmak zorundasınız. Bir taraftan da göçmen olduğunuz için problemler çıkıyor sürekli. Mesela burada ev tutmak hiç kolay değil. Mutlaka ilk etapta birisinin odasını kiralamak zorundasınız.

*Maddi açıdan mı?

-Paranız olsa bile kolay değil. 1 seneliğini peşin veriyorum deseniz bile çok zor. Çünkü sizin özgeçmişine bakıyorlar. Burada kredi geçmişi denilen bir uygulama var ve garantör istiyorlar.

“NEW YORK’TAKİ TÜRKLER HÂLÂ TÜRKİYE’DEKİ KAFAYI ATAMAMIŞLAR”

*En çok zorlandığınız ya da sizi üzen konu neydi?

-Aslında burada bir transseksüel olarak iş bulmanız çok zor değil. Bir restoran, kafeterya, mağaza veya herhangi bir yerde çalışabilirsiniz. Yasal olarak da böyle bir hakkınız var. Ancak ilk yıllarda çalışma izniniz olmadığı için böyle bir yer bulmak çok zor. Doğal olarak Türklerle çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Fakat buradaki Türklerin geneli hâlâ Türkiye’deki kafayı atamamışlar. Bırakın bir transseksüelle çalışmayı, arkadaş bile olmuyorlar. Her şeyden önce New York gibi bir yerde size bunu hissettirmeleri çok kötü.


*Nasıl iş buldunuz ?

-Şanslı biri olduğumu düşünüyorum. Buraya ilk geldiğimde bir Türk radyosu buldum. Türkiye’de de radyoculuk geçmişim olduğu için gidip görüştüm. Bir deneme sonrası haftada 3 gün radyoda program yapmaya başladım. Oradan biraz para kazandım. Biraz da birikmiş param vardı. New York’taki ilk aylarımı bu sayede biraz düzene koydum. Ardından o radyo sayesinde yeni insanlar tanıdım. Ben sadece oyunculuk yapmıyorum. Aynı zamanda şarkı da söylüyorum. Buradaki Türk gecelerine yavaş yavaş girmeye başladım ve insanlar beni tanımaya başladılar. Tabii bu sürekli olmadı. Bunun problemini de hâlâ yaşıyoruz.

*Ne gibi problemlerle karşılaşıyorsunuz?

-Çünkü buradaki Türklerin eğlence anlayışı biraz farklı. Eller havaya, arabesk veya halay seviyorlar. Kimsenin eğlence anlayışını küçümsemiyorum elbette. Ancak benim öyle bir tarzım olmadığı için onların içinde pek barınamadım.

*Nasıl bir tarzınız var?

-Biraz “Huysuz Virjin” gibi. Hem oyunculuğumu kullanıyorum, hem de şarkı söylüyorum . Aslında çok eğlenceli ve değişik bir program. Ama değişimi çok kolay kabullenemiyorlar demek ki. Çünkü sonrasında Türkler tarafından çok fazla bir talep olmadı.

*Üzücü bir durum olmuş… Bir de “Broadway Müzikalleri” konusu var tabii. Şanslı olmanızın yanında yetenekli de birisiniz ki dünyaca ünlü “Broadway Müzikalleri”ne seçildiniz ve oradaki oyunlarda yer aldınız. Bu süreç nasıl başladı?

-Biraz hırslıyım galiba. New York’ta, Türkiye’de çok sevdiğim halde yapamadığım oyunculuğu yapmak için bulunuyordum.  Öte yandan ben transseksüelliğe geçiş sürecimi tamamladıktan sonra oyunculuğa başlamadım. 17- 18 yaşlarımdan itibaren birçok tiyatro, sinema ve reklam filmlerinde rol aldım. Yine rahmetli Levent Kırca’yla 2002’den 2006’ya kadar olan “Olacak O Kadar” sezonlarında beraber çalıştık. Sonrasında yine Levent Kırca’nın yapmış olduğu birkaç tiyatro oyununda oynadım. “Olacak O Kadar” bitince de oyunculuk yapabileceğim alan bulamadım kendime. Televizyon ya da tiyatro olarak gittiğim yerler oldu ama insanlardan sağlıklı geri dönüş alamadım. Mesela burada “Sadece transseksüeli oynayacaksın” demiyorlar. Her rolü oynayabiliyorsunuz. Örneğin geçtiğimiz haftalarda bir Audition çekimi yaptım. Lezbiyen rolüydü ve birkaç gün önce filme kabul edildiğimi söylediler. Ağustos ayında da Los Angeles’a gidiyorum bu film için.

“İLK HOLLYWOOD FİLMİM “DEATH AND BOWLİNG” OLACAK”

*Filmin adı nedir?

-Lyle Kash’ın yöneteceği “Death and Bowling”… Bu benim ilk Hollywood filmim olacak ve “Arnie” isimli lezbiyen bir karakteri canlandıracağım.

*Merakla bekliyoruz… Broadway süreci nasıl başladı peki?

-Burada bir sürü Audition’lar oluyorlar. Mesela burada oyunculukla ilgili web siteleri var. Oyunculukla ilgilenen insanlar bu web siteleri üzerinden Audition’ları takip ediyorlar. Bu işler için kullanılan bir sürü stüdyo da var. Bu stüdyolarda hem küçük küçük provalar yapılıyor, hem de yapımcılar buraları kiralayarak Audition’lar yapıyorlar. Şarkı yada 1 dakikalık monolog hazırlamamız isteniyor. Siz de hazırladığınız metin ya da şarkıyla gidiyorsunuz ve kendinizi gösteriyorsunuz. Beğenirlerse tekrar çağırıyorlar. Yani Türkiye’deki gibi “Denise’cim şöyle bir film var, sen gel bu filmde oyna” gibi değil yani… Ben de birazcık gözümü kararttım ve Audition’larına gittim. Geçen sene 4 farklı tiyatro oyunu yaptım.


“BROADWAY’E SEÇİLECEĞİMİ HİÇ BEKLEMİYORDUM”

*Broadway’de mi?

-Bir tanesi Broadway’di. Tabii hiç beklemiyordum beni seçeceklerini.

*Neden?

-Çünkü Audition’a gittiğimde çok profesyonel olduklarını gördüm. Bir hafta sonra sözleşme yapmak için çağırdıklarında şok olmuştum. Sözleşmemizi yaptık, provalar başladı. Tabii şarkı da söylüyoruz Broadway olduğu için. Sonra bir Broadway şovunun nasıl oluştuğunu ve pazarlandığını gördüm. Oyun 2 ay boyunca kapalı gişe oynadı. Her gece sürekli kapalı gişe oynadık. Burada bir oyuna girdiğim zaman, sadece ‘seçildim, oynuyorum’ gözüyle bakmıyorum. Orayı bir okul olarak da görüyorum. Türkiye’de bilmediğim bir sürü oyunculuk tekniği var burada.


*Türkiye’de sizi inciten olaylar yaşadınız mı? Kırgınlıklarınız var mı?

-Levent Kırca’dan sonra başka kapıları da çaldım. Çünkü başka bir iş yapmadım, hep sahnedeydim. Dolayısıyla hayatımı nasıl idame ettirebilirim diye düşünürken bana bir gece kulübünden teklif geldi. Orada çalışmayı da çok istiyordum. Çünkü Levent Kırca da artık bir şey yapmamaya karar verdiği için ‘eyvah’ dediğim bir dönemdi. Benim tek gelir kaynağım oyunculuktu. Başka kapıları zorlamaya başladığım dönemde çok iyi bilinen bir oyunculuk ajansına gittim. Ama beni kabul etmediler…

"LEVENT KIRCA BENİM İKİNCİ BABAMDI"

*Hangi ajanstı?

-Tümay Özokur… Hatta çok kırıcı bir cevapla reddetti. Türkiye’de böyle insanların olduğuna inanamıyorum. O nedenle Levent Kırca’nın yeri çok ayrıdır bende. Toprağı bol olsun, ikinci babamdı…

“TÜMAY ÖZOKUR TRANSSEKSÜEL OLDUĞUM İÇİN BENİMLE ÇALIŞMAK İSTEMEDİ”

*Neden kabul etmedi, nasıl bir cevap verdi?

-“Ben bir transseksüelle çalışmak istemiyorum. Zaten Denise çok güzel değil” demiş… Benim yeteneğimi biliyor muydu acaba? Beni piyasaya karşı küstürdüler. Zaten Türkiye’de de bir önyargı var biliyorsunuz. Bazı insanlar için ‘Aslında o öyle düşünmez, çok çağdaş’ desek de özünde onlar da aynı düşüncedeler… Bu olaydan sonra başka kapıları zorlamaya da korktum. Kendi imkânlarımla bir şey yapmaya çalıştım ama tiyatro sizi ne kadar geçindirebilir ki… Türkiye’de insanlar tiyatroya ünlü görmek için gidiyorlar. Dolayısıyla hayatımı idame ettirmek için o gece kulübünde işe başladım. “Huysuz Virjin” gibi sahne şovları yaptım.

*Orada herhangi bir olumsuzluk yaşadınız mı?

-Başta şov ekibi “Biz bir transseksüelle sahneye çıkmayız” dediler. Sonrasında beni tanıdıkça sevdiler ve ben onların şovlarına dahil oldum. 5 yıl boyunca da o gece kulübünde çalıştım.

*Yıl kaçtı bu arada?

-2006’da başladım. 2011 yılına kadar da devam etti. Sonrasında da New York’a gittim zaten…

*Sonra birden bire yurt dışına gidip eğitim almaya mı karar verdiniz? Ani bir karar mı oldu?

-Aslında ben hayatımın hiçbir döneminde yurt dışına gidip yaşamayı düşünmemiştim. Ama Türkiye’de hem oyunculuk hem de sahne anlamında yaşadığım zorluklar beni bu düşünceye yöneltti. Açıkçası New York’ta uzun süre yaşamak gibi bir planım da hâlâ yok. Sadece başka bir dünyayı görmek istedim. Türkiye’de çalıştığım son sene yaşadığım bir takım olaylar da tuzu biberi olmuştu bu gidişin. Ben bir transseksüelim ve bir hayatım var. Ama yaptığım işten ve bulunduğum çevreden ötürü düzgün bir hayatım olduğunu düşünüyorum. Bu diğerlerinin hayatı düzgün değil anlamına gelmiyor elbette. Yolda bir polisin beni çevirip hakaret etmesi beni fazlasıyla üzüyor. Çok duygusal biriyim. Her şeyden önce ben bir insanım… Bu yaşadıklarımı hep içime atıyordum.


“POLİS BENİ “EVE GİR” DİYEREK AZARLADI”

*Polis size transseksüel olduğunuz için hakaret mi etti? Nasıl oldu bu olay, detaylarını anlatır mısınız?

-O dönem Beşiktaş’ta yaşıyordum ve herkes beni tanır, çok da saygılı davranırlardı. Bir gün çalıştığım gece kulübüne gitmek için akşamüstü evden çıktım, kapının önünde taksi bekliyorum. İki tane Yunus polisi çıktı ve “Eve gir” diyerek beni azarladılar. “İşe gidiyorum” diyorum ama anlatamıyorum bir türlü. Onlar başka bir iş zannediyorlar herhalde… İçeri girdim ve makyajım bozuluncaya kadar ağladım.

*Çok incitici bir durum bu… Utanç verici.

-Hem de nasıl… Sadece bu değil ki… Yine bir akşam çalıştığım gece kulübündeyim. Oraya böyle mafya görünümlü insanlar da gelirdi. Sahneden indim ve doğal olarak geçmem gereken bir yol var. Ayağımda da çok yüksek topuklu ayakkabılar… Rahat geçebilmek için bir adamın omuzuna dokunarak “Afedersiniz” dedim. Aman dokunmaz olaydım. Adam beni yakamdan tutarak ayağımdaki koca topuklu ayakkabılarla kapıya sürükledi ve “Sen bana nasıl dokunursun” diye bağırdı. Meğer adam mafyaymış.

“ÇALIŞTIĞIM GECE KULÜBÜNDE TRANSSEKSÜEL OLDUĞUM İÇİN TARTAKLANDIM, ÖLÜMLE TEHDİT EDİLDİM”

*Tehdit etti mi?

-Etmez mi… Tartaklayarak “Seni vurayım mı burada” dedi. O kadar üzücü bir durum ki… Orada sanki sanatçı değil de başka bir şeymişsin gibi muamele görüyorsun. Herkes bizi sevmek zorunda değil elbette. Ama saygı duymak zorunda.

*Size yardım etmediler mi?

-Güvenlikler, müdürler dahil hiç kimse yaklaşmadı. Adam beni orada öldürebilirdi biliyor musun…

*Çok üzücü gerçekten…

-O kadar zoruma gitti ki. Sonra da gitmeye karar verdim Türkiye’den. Altı ay tanıdım kendime. Yapabilirsem yaparım, yapamazsam da “Allah büyüktür” dedim. Ama Allah’a şükürler olsun başardım.

*Şu an mutlusunuz anladığım kadarıyla…

-Mutluyum elbette ama ülkemi çok özlüyorum. Burada bir şeyler yapmaktansa Türkiye’de yapmayı tercih ederdim. Kendi insanım ve kendi kültürüm için bir şeyler üretmek isterdim. Tabii bazı şeyler değişmeye de başladı artık. En azından daha bir görünür olmaya başladık.

“TÜRKİYE’DE YAVAŞ YAVAŞ GÖRÜNÜR OLMAYA BAŞLADIK”

*Türkiye’de böyle bir değişim olduğunu mu gözlemliyorsunuz?

-Türkiye’de şu an transseksüel olarak oyunculuk yapan iki tane arkadaşım var. Biri Ayta Sözeri, diğeri ise Seyhan Arman… Her ikisi de güzel işler yapıyorlar. Türklere transseksüellerin oyunculuk da yapabileceğini gösteriyorlar. O nedenle ben de Türkiye’de oyunculuk yapabilmeyi bu açıdan isterdim. Ama hâlâ televizyonda yer bulamıyoruz bizler. Herhalde yasak var. Çok aşağılayıcı bir şey bu. Ama New York’ta insanlar seni asla cinsel kimliğinden dolayı yargılamıyorlar. Çalıştığın alanda başarılıysan yükselme imkânın oluyor. Bir kere eğitim hakkınız var. Türkiye’de mümkün değil bir transseksüelin üniversiteye gitmesi. Asla almazlar. Ancak burada gerçek anlamda rahat rahat yaşayabiliyorsunuz.

“TÜRKİYE’DEKİ PROJELERDE DE YER ALMAK İSTİYORUM”

*Peki Türkiye’deki projelerde de yer almak gibi bir planınız var mı?

-Artık yavaş yavaş Türkiye ayağına da ağırlık vereceğim. İyi bir menajer ya da iyi bir oyunculuk ajansı bakıyorum şu anda. Aslında birkaç kişiye yazdım Türkiye’den ama dönüş almadım. Burada büyük işler yaptığımı düşünüyorum ama onlar pek ciddiye almıyorlar sanırım. O nedenle Türkiye’den beni temsil eden bir menajer ya da bir oyunculuk ajansı olursa tabii ki orada bir şeyler yapmam da daha kolay olabilir.

*Temelli dönmeyi düşünüyor musunuz?

-Bilmiyorum… Ama gelip yılın bir bölümünü orada bir bölümü de New York’ta geçirebilirim.  İş anlamında Türkiye’de olmayı çok istiyorum çünkü.

*Orada olmaktan dolayı mutlu olduğunuzu belirttiniz ama zaman zaman “Keşke gelmeseydim” dediğiniz de oldu mu?

-Açıkçası oldu…

*Buna neler sebep oldu?

-Bir kere kültür farklılığı çok önemli. Mesela komedyenim ve bir şaka yapmak istiyorum; benim yaptığım şakayı onlar anlamıyor, onların yaptığı şaka da bana komik gelmiyor. Komedyenliğimden şüphe duymaya başladığım zamanlar oldu. Ancak New York’ta bin bir çeşit millet yaşıyor. Hiç kimse burada gerçek Amerikalı değil. Bir sürü göçmen var. O anlamda bazen kolaylık olabiliyor. Öte yandan ben oğlak burcu olduğum için biraz işkoliğim ve gerçekten işimi çok seviyorum. Bir dönem burada sahne anlamında hiçbir iş yapamamak beni demoralize etti.

*Kaç yaşındasınız?

-44 yaşındayım.

*İstanbullu musunuz?

-Babam Üsküdar doğumlu ama dedelerim Erzincan’dan gelmişler.

*Akrabalarınızla görüşüyor musunuz, aile ilişkileriniz nasıl?

-Görüşüyorum. Babam 5 yıl önce vefat etti. Annem hayatta ve İstanbul’da yaşıyor. Bir erkek, bir de kız kardeşim var. Aile bağlarım da gayet iyi. O açıdan da biraz şanslıyım sanırım.

“AİLEMİN DESTEĞİ BANA GÜÇ VERDİ”

*Transseksüelliğe geçiş sürecinde size destek oldular mı?

-Aslında olmadılar… Çok çekindiğim ve korktuğum için 1998 yılında evden kaçtım. 1-2 yıl içinde de cinsel gelişimimi tamamladım. Ama 1 yıl sonra ailem bir şekilde bana ulaştı ve benim onlar için önemli olduğumu söylediler. Tabii ki ‘seni destekliyoruz iyi transseksüel oldun’ demediler ama yanımda olduklarını hissettim. Hayatımdaki başarılarımı biraz da buna borçluyum.

*Görüşmediğiniz akrabalarınız var mı?

-Var elbette. Hâlâ beni istemeyen ve kabullenmeyen akrabalarım var. Çünkü bir sanatçı olarak da çok fazla göz önündeyim. Gizliden gizliye beni takip ettiklerini biliyorum ama görüşmek istemiyorlar. Ben de onlara saygı duyuyorum. “Her şerde bir hayır var” derler ya, babamın cenazesinde yıllardır görüşmediğim akrabalarımla görüştüm. Şimdi tekrar kuzenlerimle ve bazı akrabalarımla yeniden görüşmeye başladım.

*Peki Türkiye’deki yapımları yakından takip etme imkanınız oluyor mu?

-Elbette bakıyorum Türkiye’de neler yapılıyor diye. Açıkçası sinema filmlerini çok fazla takip edemiyorum. Mesela “Ayla” filmini izlemeyi çok istedim ama hâlâ bulamadım filmi nasıl izleyeceğimi… Dizileri izlemek biraz daha kolay. İnternetten izleyebiliyorsunuz.


“TİYATRO SAHNESİNİN TOZUNU YUTMAYAN OYUNCUYUM DEMESİN”

*Hangi dizileri izliyorsunuz?

-“Ufak Tefek Cinayetler”i  sıkı takip ediyorum. Aslıhan Gürbüz, Tülin Özen ve Mert Fırat’ın oyunculuğunu çok seviyorum. Yine Çağan Irmak’ın yeni dizisi “Gülizar”ı severek izliyorum. Çünkü ben bir Farah Zeynep Abdullah hayranıyım. Farah Zeynep Abdullah ve Aras Bulut İynemli ile aynı projede yer almayı çok isterdim. Yönetmenlerden de Çağan Irmak ve Ferzan Özpetek’le çalışmak isterdim.

Oyunculukla ilgili şunu da özellikle belirtmek istiyorum; bana göre kişi eğer tiyatro oyunculuğu yapmıyorsa veya yapmamışsa ve sadece kamera önü oyunculuğu yapıyorsa , ben o kimseyi oyuncu olarak adlandıramıyorum. Yani dizilerde sinemada herkes oynuyor, illa oyuncu olmasına gerek yok. Ama tiyatro bu işin kalesi. Sahnede canlı olarak oynamak her babayiğidin harcı değil ve eğer geçmişinde tiyatro oyunculuğu yoksa, hiç boşuna oyuncuyum demesin. Dizilerde ya da sosyal medya sayesinde ünlü olmak çok kolay. Türkiye’de Kerimcan Durmaz da şöhret… Ya da yıllarımı sahneye verdiğim halde Selin Ciğerci benden daha ünlü. Ne yapıyorlar, ne üretiyorlar ya da topluma ne veriyorlar? Hiçbir şey!

http://www.medyatava.net/haber/transseksuel-oldugum-icin-olumle-tehdit-edildim_154784

Bruno Endler

"Türk dizileri homoseksüelliğe yol açıyor" diyen Özbek imam tehditler savurdu!

$
0
0
9 Mart tarihindeki cuma vaazında Türk dizilerini suçlayan Özbek imam, bu açıklamalarını yayınlayan Ozodlik Radyosu'na tehditler savurdu.


Hatırlanacağı üzere Özbekistan'ın başkenti Taşkent'in Yunusabad merkez ilçesinde bulunan Mirza Yusuf Camii'nin imamı Rahmatulla Sayfuddinov Türk dizileri hakkında homoseksüellik suçlamasında bulunmuştu. İmam Sayfuddinov'un hedefinde bu sefer açıklamalarını yayınlayan basın kuruluşları vardı.

İmam Sayfuddinov geçtiğimiz hafta Türk dizilerindeki erkekleri hayal eden kadınların çocuklarının eşcinsel olacağını iddia etmişti. İmam 9 Mart cuma vaazında, bu açıklamalarını yayınlayan Ozodlik Radyosu'na tehditler savurdu. Ozodlik Radyosu'nu "Münafıkları Radyosu" olarak niteleyen İmam Sayfuddinov bu radyonun cenazesini kaldıracağını belirterek tehdit etti.

İmam Sayfuddinov kendisinin psiko-genetik uzmanı olduğunu belirterek iddialarının ilmi dayanağı olduğunu belirtti. Ayrıca: "Türk aktörlere aşık Özbek annelerden eşcinseller doğar" başlıklı habere itiraz ederek, "Ben Özbek anaları demedim. Dünyadaki tüm kadınları kastederek dünyanın ahvalini belirttim. Bu ilmi bir gerçektir. Ozodlik'takilere göre bu ilmi mantığa uymamaktadır. Tabii onlar Allah'ın yarattığı insanın maymundan geldiğine inanıyor. İlmi mantığı nerden bilsin o maymun evlatları!" dedi.

Kendisinin psiko-genetik uzmanı olduğunu vurgulayarak: "Psikogenetik yeni bir ilm. Ben bu alanda mütehassıs biriyim. Ben bu ilmi öğrenip tetkik ve tahkik edip halkımızın, milletimizin, vatanımızın, geleceği için sözler sarfediyorum" dedi. Öte yandan Ozodlik servisi de bu tehditler karşısında yargıya başvuracaklarını duyurdu.

Rahmatulla Sayfuddinov geçen Cuma günündeki (2 Mart) vaazında, "Dünyada hem erkeklerde hem de kadınlarda bir homoseksüellik furyası var. Ayrıca cinsel münasebet sırasında bir erkeğin ve bir kadının başka bir erkek ve kadını hayal etmesi de özendiriliyor. Bugün (Özbekistan'da) halizhazırda hayal ediliyor. Misal kızlar Türk dizilerindeki yakışıklı erkekleri hayal ediyorlar. "Düşümde falanca Türk aktörü gördüm" diyenler toplumumuzda var. Resimlerini bulunduruyorlar. Cinsel münasebet sırasında başka bir erkeği veya kadını düşünenlerin çocukları homoseksüel olur. O münasebette iki değil üç kişi var olduğu sayılır." ifadelerinde bulunmuştu.

QHA

http://qha.com.ua/tr/turk-dunyasi/turk-dizileri-escinsellik-yayiyor-diyen-ozbek-imamdan-tehditler/167531/

Eşcinsel yönetmen Kemal Uzun cinayetinin zanlısı Osman Akti: Bana tacizde bulundu!

$
0
0
Katilden mektup var

BİR süre önce gerçekleşen yönetmen Kemal Uzun cinayetinin zanlısı Osman Akti hâlâ Maltepe Kapalı Cezaevi’nde yatıyor. Önceki gün kendi deyimiyle “Türk halkının bu cinayetle ilgili aydınlatılması” için bana bir mektup gönderdi. Tabii asıl amacı savunmasına medya desteği bulup hafifletici ceza almak.

Mektubunu bana göndermesinin nedenini, “Türkiye halkına gerçekleri yazmandır” diye açıklıyor. Haberi okur okumaz bunun bir eşcinsel cinayeti olduğunu yazmıştım.

Akti’nin anlattıkları da benzer eşcinsel cinayetlerinden farklı değil. Varoşlarda yaşarken ünlü olma hayaline kapılıyor, oyunculuk ajansına katılıyor. Kemal Uzun’un yönettiği dizide bir polis memurunu oynayacağını öğrenince de heyecanla sete gidiyor.

“Set başlamadan birkaç dakika önce şapkalı ve gözlüklü bir şahıs bana merhaba deyip yanıma geldi, sohbet esnasında beni daha önce de bu sette gördüğünü söyledi ve hal hatırımı sordu” diye yazıyor. “O adamın yönetmen koltuğuna oturduğunu gördüğümde hem şaşırdım hem de sevindim. Set boyunca üç kere yanıma gelerek benimle konuştu. Setten sonra telefon numaramı istedi, yönlendireceği bir şeyler olursa arayacakmış, diye bu duruma çok sevinerek eve gittim.”

Daha sonra bir hafta boyunca mesajlaşmışlar; genç erkek hayallerinden bahsetmiş, Kemal Uzun ona yardımcı olacağını ama buluşmaları gerektiğini söylemiş.

AYIP OLMASIN VİSKİSİ

Mecidiyeköy’de buluşup Şile’deki yazlığa gitmişler. “Viski ısmarladı, biz de içtik tabii” diye yazıyor. “Şile’yi gezdirdi filan tekrar eve geldik, yine ısrarla viski içirip konuşturuyordu beni. Sonra beni eve bırakmasını istedim, ama bana önce ‘Bir balık yiyelim, sonra gidelim’ dedi. Ben de kabul ettim. Restoranda bu sefer rakı içmemi ısrar etti, mecbur kabul ettim yanlış anlamasın diye. Ayağa kalkıp lavaboya gittiğimde ayakta durmakta güçlük çekiyordum. Tekrar beni eve bırakmasını istedim, ama bu sefer de eve gidip biraz dinlenmemiz gerektiğini söyledi, çünkü araba kullanamayacakmış. Eve gittiğimizde bu sefer de kendisi viski içirdi ve ben orada sızdım.”

Mektubun devamında hakikati sadece iki kişinin bilebileceği ayrıntılar yer alıyor. Taraflardan biri hayatta olmadığı için de Osman Akti’nin ne kadar doğru söylediğini kestirmek zor. Ama iddiasına göre Kemal Uzun onunla öpüşmeye çalışmış, “kimsenin aklına bile gelmeyecek tacizde” bulunmuş.


***********

YÖNETMENİN YATAĞI

OSMAN Akti’nin yazdıkları bugüne kadar gay cinayetleri işleyen gençlerin mahkeme önündeki savunmalarından farksız değil: “Benimle birlikte olmak istedi, ben de kendimi korumak için öldürdüm.” Bile bile eşcinsellerle birlikte olup çeşitli anlaşmazlıklardan (para talebi ya da cinsel rollerin değişimi) sonra travma geçirip öldüren gençlerin ellerini kollarını sallayarak dışarı çıktığını biliyorum.

O yüzden de her benzer savunmaya kuşkuyla yaklaşıyorum.

ŞÖHRET MERAKI

Osman Akti kendisine “Cenk” diyen, 262 kişinin takip ettiği Instagram hesabının sonuna “official” (resmi) kelimesini bile ekleyecek kadar şöhrete düşkün bir genç. Çocuk değil, aklı başında bir yetişkin.

“Ayıp olmasın” diye viskileri içmesi onun seçimiydi, Mecidiyeköy’den arabaya binip Şile’ye gitmesi de. Ortada başlangıçta bir rıza olduğu kaçınılmaz; işler neden sonrada bozuldu orası muamma ve yargı ortaya çıkaracak.

Belki gerçekten dediği gibi bir taciz var ama kendi anlattığına göre buluşmalarından epey sonra, karşılıklı gönüllü geçirilen bir günün sonunda yaşanmış gerçekten olduysa.

Öte yandan, tıpkı Hollywood’daki #metoo hareketinin hepimizi uyandırdığı gibi star yaratma sisteminin çarpıklığının eşcinsel dünyasında da olduğu kuşkusuz. Ünlü olmak için gözü dönen gençler her şeyi yapabiliyor, gücü elinde tutanlar da bundan faydalanıyor. Yönetmen, tiyatro sahibi, senarist gibi figürlerin bu gençler üzerinde iktidarı çok fazla, manipülasyon kabiliyetleri de. Çoğu zaman bedenler kullanılıp atılıyor.

ÇARPIK SİSTEM

“X-Men” filminin yönetmeni Bryan Singer birlikte olduğu bir gence rol verip sıkılınca bütün kariyerini bitirdi mesela.

Bu çarpık sistemin savunucuları (çoğu zaman da eski kuşak mensupları) eşcinsel ilişkisinin dinamiklerinin hetero-normatif standartlardan farklı olduğunu iddia ediyor. Çokeşlilik, yaş farkı, hatta sınıf farkı gibi dinamikler farklı işliyor eşcinseller arasında. (Murathan Mungan’ın “Erkekler İçin Divan”ı tam da buna dair şiirlerle dolu.)

Yaşı geçmiş eşcinsel bir yönetmenin genç bir oyuncu adayıyla birlikte olmak istemesi “normal” karşılanmalı bu açıdan. Kuşkusuz biraz çağdışı, günümüz duyarlılıklarından nasibini almamış bir düşünce tarzı. Ama böylesi hiçbir “kandırılma” cinayet için hafifletici neden değil.

Oray Eğin - Habertürk

http://www.haberturk.com/yazarlar/oray-egin/1873611-katilden-mektup-var

Eşcinsellik hastalık diyen doktır, tedavi etmeye çalıştığı eşcnsellerle ilişkiye girdi!

$
0
0
Eşcinselliği “tedavi etmek için” hastalarıyla ilişkiye girdi

Kanada'da 72 yaşındaki bir psikoloğun, eşcinsel hastalarını "tedavi etmek" iddiasıyla kendileriyle ilişkiye girdiği ortaya çıktı. Doktorun, soruşturma sonucunda lisansını kaybedeceği ifade ediliyor.

Kanada’nın Toronto şehrinde psikolog Melvyn Iscove’un (72) eşcinsel hastalarıyla ilişkiye girdiği ortaya çıktı. Iscove hakkındaki iddialar 2000’li yılların başına kadar gidiyor. Doktor ise bu iddiaları reddediyor.

Doktorun soruşturmasını yürüten komite tarafından yapılan açıklamada, konuyla ilgili görüşülen hastaların ilişkiye girmeyi terapinin bir parçası sandığına vurgu yapıldı.

Doktorun suçlu bulunması halinde, mesleki lisansı elinden alınacak.

https://www.sozcu.com.tr/2018/dunya/escinselligi-tedavi-etmek-icin-hastalariyla-iliskiye-girdi-2282537/

LGBTİ Derneği Sözcüsü'ne saldırı

$
0
0
AKP Türkiyesi’nde ayrımcılık ve nefret politikalarına maruz kalan LGBTİ bireyler, bununla birlikte sıkça fiziki saldırılara uğruyor.

LGBTİ Derneği Sözcüsü Kıvılcım Arat, sosyal medya hesabından dün sabah saldırıya uğradığını duyurdu. Saldırıda yaralanan Arat açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“31. yaş gününü görmüş biri olarak, birçok trans arkadaşıma göre şanslı olduğumu düşünmemin üzerinden 3 gün geçmeden dün sabah öldürülmekten son anda sıyrıldım. Boğazımı kesmeye çalıştığı neşterden ısırarak kurtulmuşken, aynı neşter sırtıma geldi. Yediğim yumruk darbesi sendeletti ama çabuk toparlayabildim. İkinci kez salladığı neşteri sol elimle engellemeye çalışırken derin bir kesik aldım. El kesiği baya açık olurmuş ve görünen et mide bulandırırmış. Mide bulantısı eşliğinde gelen baş dönmesi devam etseydi bugün belki aranızda olamayacaktım. Neyse ki çekilecek çilemiz varmış diyorum. El ve sırttaki kesiye atılan dikiş, gasp edilen telefonum ve biriken 400 lira paramı kaybederek sıyrılabildim. Nasıl mıyım? Gayet iyiyim ve olmadığı kadar güçlü.Yaşadığım bu olay bir kez daha anımsattı; hayat çok kısa ve ne zaman sonlanacağı belli değil.

Bu karanlığın içinde her birinizin yüreği ilişkilendiğiniz her bir insana yaşam kaynağı oluyor. Sımsıkı sarılın, öpüp, koklayın birbirinizi. Yoksa bu karanlık daha çok insan yutacak.

İyiki varsınız dostlar, İyiki varsınız. Varlığınız daim olsun. Bu vesile ile İstanbul ve Ankara’da katledilen trans kardeşlerimden özür dilerim. Daha yaşanılır bir alan yaratamadığımdan. Yolunuz ışıklı olsun.”

http://ilerihaber.org/icerik/lgbti-dernegi-sozcusune-saldiri-82928.html

Engin Akyürek ve Çağan Irmak bir arada!

$
0
0
Yönetmenliğini Çağan Irmak'ın üstlendiği, başrollerini Şerif Sezer, Engin Akyürek ile Hilal Altınbilek'in paylaştığı 'Çocuklar Sana Emanet' filminin basın toplantısı Gümüşsuyu'ndaki Opera Otel'de yapıldı.




3 fidyeci kaçırdıkları 18 yaşındaki erkeği tecavüz etti

$
0
0
Fidyeci sapık!

Fidye için kaçırdığı Pakistanlı gence tecavüz eden sapık ve suç ortakları, polisin operasyonuyla yakalandı.


İstanbul Asayiş Şube Müdürlüğü’ne bağlı Rehine Müzakere ve Kurtarma ekiplerini harekete geçiren olay 22 Şubat’ta Esenler’de yaşandı. İddialara göre, 18 yaşındaki Ş.E. isimli Pakistanlı genç yolda yürüdüğü esnada kaçırıldı. Gencin Suudi Arabistan’da çalışan ağabeyini arayan şüpheliler 50 bin dolar fidye istedi. Pakistanlı gencin ailesi fidye parasının bir kısmını gönderdi ama gencin serbest bırakılmaması üzerine Türkiye’deki akrabaları aracılığıyla polise başvurdu. Gencin rehin tutulduğu yeri tespit eden polis operasyon düzenledi. Pakistanlı genç kurtarılırken aralarında iki ev arkadaşının da bulunduğu üç kişi gözaltına alındı. Kaçırılan gence şüphelilerin cinsel istismarda bulundukları da tespit edildi. Öte yandan operasyonla ilgili Pakistan polisinden, İstanbul polisine teşekkür mesajı geldi. Ş.E.’nin bir akrabası olduğu öğrenilen rütbeli bir Pakistan polisinin attığı mesajda “Ülkemin kayıp bir vatandaşını kurtarmak adına gösterdiğiniz çaba ve uğraş için, bana gösterdiğiniz sabır ve saygı için, elinizden gelen yardımı esirgemediğiniz için, aynı ülkeden olmasak da beni de kendiniz gibi görüp kapılarınızı açtığınız için çok teşekkür ederim.

Mehmet Ali DEMİR - Vatan

http://www.gazetevatan.com/fidyeci-sapik--1150424-yasam/
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live


<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>