Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live

Çekya'da hükümetten eşcinsel evliliklere destek

$
0
0
Çekya'da Başbakan Babis, eşcinsel evliliklere izin veren düzenlenmeye destek verdiklerini açıkladı. Ancak düzenlemenin ne zaman meclis onayına sunulacağı henüz belirsiz.



Çekya'da meclis, eşcinsel evliliklerin önünü açacak bir düzenlemeyi gündemine almaya hazırlanıyor. Çekya Başbakanı Andrej Babis, hükümet olarak eşcinsel evliliklere izin verecek yeni yasaya destek vereceklerini açıkladı.

Çekya, 2006 yılından bu yana eşcinsel çiftlere birlikteliklerini kayıt altına alma şansı tanıyor. Eşcinsel çiftlere resmi evlilik hakkı tanınması için 46 hukukçudan oluşan bir ekip, yeni bir yasal çerçeve hazırladı.

Yeni düzenlemenin yasalaşması için 200 sandalyeli parlamentoda çoğunluğun oyunu alması gerekiyor. Anayasal değişiklik içinse 120 milletvekilinin desteği gerekli. Ancak, eşcinsel evliliklerle ilgili oylamanın ne zaman parlamentoya getirileceği netlik kazanmış değil. Bunun nedeni Ekim ayında yapılan parlamento seçimlerinden bu yana Çekya'da hükümet krizinin aşılamamış olması.

Çekya'da seçimleri Babis liderliğindeki merkez partisi ANO kazanmıştı. Ancak Babis'in kurduğu azınlık hükümeti parlamentodan destek almayı başaramadı. Çekya Başbakanı, şu an merkez soldaki Sosyal Demokratlar ve Komünist Parti'nin desteği ile yeni bir kabine kurmak için görüşme yürütüyor.

Çekya'da Mayıs ayında yapılan anketler, halkın yüzde 50'sinin eşcinsel evlilikleri desteklediğini gösteriyor. Bir başka ankete göre 74'ü şu an geçerli olan kayıtlı birliktelik uygulamasını onaylıyor. Avrupa'da aralarında Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık'ın da olduğu 15 ülke eşcinsel evliliklere izin veriyor.

© Deutsche Welle Türkçe

http://www.dw.com/tr/%C3%A7ekyada-h%C3%BCk%C3%BCmetten-e%C5%9Fcinsel-evliliklere-destek/a-44352419

Ege Üniversitesi Hastanesi çalışanları şiddete karşı iş bıraktı

$
0
0
Ege Üniversitesi hekimleri ve sağlık çalışanları, son bir haftada gerçekleşen şiddet olaylarına karşı iş bıraktı.


Son bir haftada yaşanan iki sağlıkta şiddet vakasına karşı Ege Üniversitesi hekimleri ve sağlık çalışanları 2 saatlik iş bırakma eylemi yaptı. Sağlık çalışanları benzer şiddet olaylarının yaşanması durumunda o gün tamamen bir iş bırakacaklarını da belirttiler.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde yakın zamanda yaşanan sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarına karşı İzmir Tabip Odası ve hastanede örgütlü SES İzmir Şubesi iki saatlik iş bırakma eylemi gerçekleştirdi ve basın açıklaması yaptı. İş bırakma eylemine Türk Sağlık Sen Üniversiteler Şubesi de katılarak destek verirken açıklamaya direnişteki Ege Üniversitesi işçiler ve TMMOB yöneticileri de katıldı.

Açıklamada, son bir hafta içinde sadece İzmir’de ikisi Ege Üniversitesi Hastanesi’nde olmak üzere, Torbalı Devlet Hastanesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi ve Karabağlar 3 No’lu Aile Sağlığı Merkezinde 5 sağlıkta şiddet olayı gerçekleştiğinin bilgisi verilirken sağlıkta şiddeti sonlandırmak için yetkililere gerekenin yapılması çağrısı yapıldı.

Ortak basın açıklamasını okuyan İzmir Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Funda Obuz, sağlıkta dönüşüm programının uygulanmaya başladığı son 15 yılda sağlıkta şiddetin artarak devam ettiğinin altını çizerek "Sağlıkta uygulanan neoliberal politikalar sağlık hizmeti veren kurumları bir işletmeye dönüştürmekte, sağlık hizmetinin niteliğini bozmakta, bu da sağlık çalışanlarını hedef haline getirmektedir. Bugün polikliniklerde yüzlerce hasta bakmak zorunda bırakılan, nöbet sonrası izin kullanmadan 36 saat aralıksız çalışan, acil servislerin artan hasta yüküyle baş etmeye çalışan hekimler tükenmişlik yaşıyor. Sistemden kaynaklanan sorunların tek sorumlusu olarak hekimler ve sağlık çalışanları görülüyor" dedi.

'TOPLUMDAKİ ŞİDDETİN BİR YANSIMASI'
Sağlıkta şiddetin toplumda şiddeti besleyen zeminin de bir yansıması olduğunu ifade eden Obuz  şunları söyledi "Şiddet sadece sağlıkta yok kuşkusuz. Kadına, çocuğa, LGBTİ+ bireylere, mültecilere yönelen şiddet, güçlünün zayıfa hükmetme aracı olarak karşımıza çıkıyor. Son zamanlarda şiddetin sokak hayvanlarına kadar uzandığını görüyoruz. Bu, sevgiden uzak nefret dolu bir topluma dönüşmekte olduğumuzun da bir göstergesidir. Toplumsal barış, eşitlik ve adaletin sağlanması, hoşgörü ortamının yaratılması her alanda olduğu gibi sağlıkta da şiddeti önleyecektir. Şiddeti öven, olağanlaştıran, şiddete özendiren, diziler, yayınlar kaldırılmalı, eğitim müfredatları değiştirilmeli, şiddetin bir suç olduğu gösterilmelidir."

Türk Tabipleri Birliği'nin Sağlıkta Şiddet Yasa Tasarısı'nın da uygulanmaya konulmasını isteyen Obuz, "Şiddete uğrayan bütün meslektaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, kamu otoritesine, yasa yapıcılara, hastane yöneticilerine, sağlık çalışanlarını her türlü şiddetten koruma görevlerini bir kez daha hatırlatıyor, Sağlıkta Şiddet Yasa Tasarısı’nın bir an önce yasalaşmasını talep ediyoruz" dedi. (İzmir/EVRENSEL)

Aşk adasının ölü bulunan LGBTİ'si kimdir?

$
0
0
Büyük Britanya güzeli seçilen Sophie Gradon, İngiltere'deki evinde ölü olarak bulundu. Peki Sophie Gradon kimdir?


"AŞK ADASI"NDA YARIŞMIŞTI

Gradon, 2016 yılında ülkenin en çok izlenen programlarından biri olan, bekar erkek ve kadınların bir villada aşkı aradıkları Love Island (Aşk Adası) yarışmasında yer alarak, bütün İngiltere'nin dikkatini çekmişti.

DEPRESYONLA MÜCADELE EDİYORDU
32 yaşındaki güzel, depresyonla mücadele ettiğini aylar önce açıklamıştı. Gradon'ın ölümünde şüpheli bir duruma rastlanmadığı polis yetkilileri tarafından açıklandı. Güzel yıldız geçtiğimiz Eylül ayında Twitter'a, "Merhaba arkadaşlar, sadece ölüler depresyonla mücadele etmiyor. geri döneceğim, söz veriyorum" yazmıştı.

"RUHUMU SATTIM"
Katıldığı yarışma sırasında gardropta cinsel ilişkiye girerek bütün dikkatleri üzerine çeken Gradon, "Ruhumu reality show'a sattım" açıklamasında da bulunmuştu. Gradon yarışmada bir kadına öpüşmüş ve yarışmanın bugüne kadar ki tek biseksüel yarışmacısı olduğu anlaşılmıştı.

https://www.a24.com.tr/ask-adasinin-guzeli-olu-bulundu-sophie-gradon-kimdir-nereli-kac-yasinda-haberi-40129239h.html?h=54

Futbolcu Hermafroditleşince...!?

$
0
0
Cannes'dan ödülle dönen Diamantino Akdeniz'deki göçmen trajedisinden vicdan azabını giderme formüllerine, yatak odalarının kameralarla takibinden offshore hesapların ortaya çıkarılmasına, oradan yeni tapınak statlara varıyor.
Rosalino Levantino


Avrupa Birliği'nin ezmekte olduğu küçük üyelerinden Portekiz'in popülist iktidarı dünya çapındaki futbolcusunu sonuna kadar sömürmeye karar vermiştir.

Klonlama sayesinde millî takımın tümü muhteşem topçunun kopyalarından müteşekkil olacak ve bir zamanlar dünyaya hâkim olan büyük imparatorluğun gücü yedi düvelin gözüne tekrar sokulacaktır.

Kullanılan teknoloji fazlasıyla gelişkin olsa da klonlamanın olası yan etkilerinden biri, kadınlara has bazı özelliklerin meşhur futbolcunun bedeninde gelişme riskidir. Nitekim korkulan olur ve herkesin arzu nesnesi olan erkeksi vücutta göğüsler durdurulamayan bir hızla şişmeye başlar.

Fakat ülkeyi AB'nin kıskacından kurtarıp gezegen çapında söz sahibi olmaya ant içmiş yöneticilerin gözünde bu ufacık ayrıntı pek mühim değildir. Hayatını altüst etmiş olan vakalar silsilesi yüzünden yıldız futbolcunun da mevzuya ayıracak pek vakti yok gibidir...

Cannes Eleştirmenler Haftasının yıldızı olan Diamantino inanılması zor birçok anekdotun sıralandığı, absürtlük derecesi gayet yüksek çağdaş bir fabl adeta.

Bilimsellik kadar, siyasal doğruluk ve senaryo açısından da serbestçe savrulmayı seçmiş yönetmenler Gabriel Abrantes ve Daniel Schmidt envai çeşit provokasyondan geri durmuyor.

Her türlü baskı ve adaletsizlik, savaşlar, açlık veya çevresel felaketler yetmezmiş gibi, daha birçok bela ve dertle boğuşan insanlığın küresel dini haline gelmiş futbolla fimde dalga geçildiği kesin.

Toplumların afyonu her geçen gün daha büyük dozlarla zerk edilirken devasa stadyumların katedral, yıldız futbolcuların çoktan beri tapınılan azizler, hatta tanrılar haline geldiğini kim inkâr edebilir?

Senaryonun gerçeklerle benzerliği filmin başında ihtimal dışı bırakılmış olsa da Diamantino karakterinin Cristiano Ronaldo'dan esinlendiği biliniyor.

Eğlenceli Portekiz yapımında, Akdeniz'deki göçmen trajedisinden vicdan azabını giderme formüllerine, yatak odalarının kameralarla takibinden offshore hesapların ortaya çıkarılmasına, aseksüellikten lezbiyen ilişkiye, geniş bir olaylar örgüsüyle karşı karşıyayız.

Cinsellikte geçişkenlik
Zıpır yönetmenler Gabriel ve Daniel, Diamantino karakterini inanılması zor bir saflığa sahipmiş gibi betimlemişler.

Herhangi bir kadın veya erkekle o ana kadar cinsel ilişkiye girmediğini ifade eden narsist Diamantino tabii ki (birçok ayrıntısına vâkıf olduğumuz) atletik bir vücuda sahiptir ve tahmin edilebileceği gibi, aşırı olmasa da maço bir duruşu vardır.

Fakat en büyük koruyucusu olan babası öldükten sonra canavar ikiz kız kardeşleri (bana Kardashianlar'ı anımsattılar) onu ezmeye ve kontrol altında tutmaya başlar.

İşin kötü tarafı devlet de bu arada, sektörün alametifarikası olan aşırı kazancın offshore hesaplara aktarıldığını düşündüğünden Diamantino'yu yakın takibe almıştır.

Diamantino'nun "süper" yatındaki bir âlem sırasında trajedilerine tesadüfen şahit olduğu Afrikalı göçmenlere acıması ve akabinde bir oğlanı evlat edinmeye karar vermesi, özel hayatına sızmak için biçilmiş kaftandır.

Kadın istihbarat görevlisi lezbiyen Aisha göğüslerini sıkıca bantlayarak erkek rolüne girer, onu Diamantino'ya teslim eden rahibe kılığındaki sevgilisi kameraların kaydettiğini monitörlerden izlemekle mükellef memurdur.

Masumiyet seviyesini gayet yüksek tutmayı başarmış Diamantino'yla çekici muhbir Aisha'nın yakınlaşması olayların çığırından çıkmasına sebep olur, bu arada şaşkın kahramanımızın göğüsleri de durmadan büyümektedir...

Kuir sinema tadında
Bir buçuk saatlik, 2018 yapımı Diamantino'nun içerik ve tarz olarak birçok janrı kabaca kolajlamış bir hali var. Almodovar'ın ilk yıllarındaki agresif enerjiden de, John Waters'ın elinin değdiği eserlerden de etkiler hissediliyor.

Cinsellikteki geçişkenlik, siyasetteki çirkeflik, dünyamızdaki acımasızlık ve daha birçok mevzu fazla derinleştirmeden, ortaya karışık biçimde işlenmiş, genç ve hevesli sinemacılar Gabriel ve Daniel tarafından.

Filmin pop unsurlar taşıdığı kesin, mesajlarını çok basit bir dille aktardığı da. Başroldeki Carloto Cotta geçtiğimiz senelerde Miguel Gomes'in ödüllü Tabu'suyla dikkat çekmişti.

Siyaseten doğruluğu tartışılabilecek, adeta bir parodi oyunculuğuyla perdeye yansıyan Diamantino'nun cehaletine veya aptallığına gülmemiz mi, ağlamamız mı bekleniyor, bilemiyorum.

Kara mizah diliyle değinilmiş göçmen krizinin tümü bir yana, evlat edinilen Afrikalı bir çocuğun tacize uğrama ihtimali kafamıza kakılırken duygusuzlaşmış benliklerimizde bir kıpırdanma oluyor mu?

İddialı mevcudiyetlerini senkronik şekilde yansıtan Anabela ve Margarida Moreira'nın canlandırdığı kötücül ikizler camp severleri layıkıyla tatmin ediyor mu?

Diamantino'nun sahada transa girip top sürdüğü anlarda beliren pembe sis ve pofuduk köpekçiklerin varlığı, futbol camiasındaki eşcinselliği yeterince temsil ediyor mu?

Kıtanın büyük ülkelerinin ezici gücü altında sıkışmış canım Portekiz'in aşağılık kompleksini, AB'yle arasına duvar örerek, milliyetçi, sağcı, popülist liderlere güvenerek aşması mümkün mü?

Rusya'daki Dünya Kupasında LGBTİ futbol taraftarları tehditlere maruz kalıp memlekette gey karşıtlığı bir kez daha tavan yaparken, homofobinin altında yatan sebepleri teşhir etmek işe yarar mı?

Veyahut, kıyamete doğru yuvarlanan bir gezegende bunca enerjisini futbola kanalize etmiş bir medeniyete filmin ayna tutması hakkında "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az" desek yerinde olur mu? (RL/PT)

http://bianet.org/biamag/diger/198437-futbolcu-hermafroditlesince

Sade yaşamayı öğrenin, en zenginden bile mutlu ve lüks bir hayatınız olur

$
0
0
Gelmiş geçmiş en ünlü gece kulübü Studio 54’ün yaratıcısı Ian Schrager, sihirli ellerini bu yaz Bodrum’a dokunduruyor, kendi tabiriyle ‘deneyim tasarımcısı’ olarak girdiği otelcilik işinde son olarak The Edition Bodrum’u yaratıyor. New York’taki ofisinde buluştuk, 54 yıllarını, Kardashian’ları ve Zeki Müren’i andık...


New York’ta 1977-1979 yılları arasında, sadece 18 aylığına açık kalabilen bir gece kulübü tarihe ‘her şeyi değiştiren kulüp’ olarak geçer. Kurucularından Ian Schrager, ‘Amerikan rüyası’nın ta kendisi. Brooklyn’de geçim derdi bitmek bilmeyen bir aileden çıkar, başarma arzusu ve zekâsı onu sıfırdan zirveye taşır. İlk işi, Andy Warhol’dan Liz Taylor’a, Michel Jackson’dan Mick Jagger’a, Woody Allen’a kimi ararsan orada bulabileceğiniz Studio 54’ü açmak olur. Öyle bir kulüp ki, ‘kalp kırpması’ bile dönemi şekillendiren bir sanat işine, bir disko hitine dönüşür. Niles Rodges açılış gecesi içeri alınmaz, eve döner, sinirinden yazdığı şarkı, ‘Freak Out’ dönemin en büyük hitlerinden biri haline gelir misal. Kulüp, kısa sürede Beyaz Saray’ın, FBI’ın bile gündemi olur. “Ruhsatı olmayan bir mekândı. İşletme adına neredeyse hiçbir şey yasal değildi. 70’lerden bahsediyoruz sonuçta...” diye hatırlıyor o dönemi Schrager. Vergi kaçakçılığı nedeniyle 3.5 yıl hapis cezası ve 13 aylık hapis, Schrager’ı hayatta başladığı noktaya geri döndürse de o, tekrar sıfırdan var olmasını bilir. Başta The Edition otelleri olmak üzere son 20 yılda ‘yaratıcılığını’ üstlendiği otel ve mekânlarla, dönüşü her zamanki orijinalliğinde olur...

Studio 54 döneminin yaratıcısı olarak günümüz popüler kültürünü, sanatını, eğlence anlayışını nasıl okuyorsunuz?

- 70’lerde insanlar ürettikleri sayesinde konuşulurdu. Önce çalışır ve üretir, sonra ortaya çıkardı. Artık durum farklı: Önce şöhret oluyorsun, sonra mesleğine karar veriyorsun. Şöhret kültürü, gereğinden daha fazla büyüdü. İyice şişti. Her şöhret, kendi parodisini yaratmaya başladı. Vasata tapmak, insanı fark etmeden uyuşturur. Gittikçe uyuşan toplumlar, taklitlerle yetinmeye başlar. Taklidi hazmetmek kolaydır çünkü. Kafa yorman ve üzerinde çok da düşünmen gerekmez. Kullan-at, bas like’ı geç... Taklit taklidi doğurdu, bu döngü birkaç kez tekrarlandı, taklidin de taklidi derken sonunda Kardashian doğdu. Anlamıyorum ben bu Kardashian’ları. Anlamak da istemiyorum sanırım. Üzerine düşünecek, konuşacak kadar mühim bulmuyorum.

Studio 54 efsanesinin yaratıcısı Ian Schrager

Nostalji zaman kaybıdır
* 70’lerin sihri neydi sizce?

- Topluma belli bir sınıf ya da kültür hâkim değildi. Zenginle orta sınıf arasında böyle bir uçurum yoktu. Kimse ‘hedge fonu’, yatırım vs. nedir bilmezdi. ‘Wall Street tipleri’ henüz doğmamıştı. Her şey bu kadar kapitalleşmemişti. Sahnede yalnızca kreatif kitle vardı. Sanat, müzik, moda, herkes ve her şey iç içeydi. İnsanların kendini kategorize etme derdi de yoktu. Herkesin istediğini giyip çıkardığı ve denediği bir dönemdi. Bu yüzden yaratıcılık had safhadaydı.

* Zamanla değişen ne oldu da 70’lerdeki efsanevi kuşağın gerisi gelmedi?

- Kapitalist düzen ağır bastı. Her şey kapitalleşti ve başrolü para kaptı. Sanatta da, modada da, her yerde... Müzisyeni de yazarı da sanatçıyı da para kazanma telaşı sardı. Para kazanmak için de belli formüller, kurallar, kategoriler vardı. Etiket, yaratıcılığı öldürdü.

* 54’ün bir sırrı var mıydı yoksa her şey biraz tesadüf, biraz ‘doğru zaman/doğru yer’ kuralı mı?

- Studio 54’ü, şehirde bizim kafamızda, gidip dans etmek istediğimiz bir kulüp yok diye açtık.

* Nasıl bir yer arıyordunuz da bulamıyordunuz?

-  Şöhreti, dansçısı, eşcinseli, transı, aklına gelecek her türden insanı bir araya getiren bir kulüp... Öyle de oldu. Sadece VIP’lere yönelik ya da herhangi belli bir kitleye hitap eden bir kulüp yapmak en büyük hatadır.

m Altın dönemini 70’lerde yaşayıp hayatının geri kalanını sermayeden yiyerek, o dönem ürettiğini remiksleyerek ayakta kalan tasarımcı, müzisyen ve yazar çok. Bir yandan size bakıyorum, sürekli ileriye ve yeni olana bakıyorsunuz, işin nostalji kısmında pek takılı kalmıyorsunuz.

- Keşfedilecek ve üretilecek o kadar çok şey var ki nostalji, insan için zaman kaybından başka bir şey değil. Sürekli yeni bir fikir döner kafamda.

* 71 yaşında sizi hâlâ bu kadar yaratıcı, enerjik ve kreatif kılan ne?

- Çok basit: Sokağın kendisi. Sokağa karışırım. Metroda dolaşırım. Sade anlatımın en doğal ve ‘hayattan halini’ ararım. Gözüme takılan detayları, etrafımda konuşulanları not alırım. Gazetede gördüğüm bir kupür, alışveriş yaptığım mağazanın torbası... Yaratıcılık, zenginliğe ya da imkâna bakmaz.

* Uluslararası projeler için de aynı taktik işe yarıyor mu? The Edition Bodrum’a nasıl hazırlandınız misal?

- Lokal deneyimler ve ritüeller yaratarak... Türkiye’de kahvaltı denen, son derece özgün ve zengin, adeta merasim şeklinde gerçekleşen bir ritüel var mesela. Lüks, artık zenginlerin tekelinde değil. Bugün lüks bir kahve deneyimini tanımlayan, ne kadar pahalı bir porselende sunulduğu değil, aşkla, tutkuyla o çekirdeğin harmanlanmasında, öğütülmesinde. Lokal deneyimleri de bu anlayışla yeniden yorumluyoruz.

* “İhtiyacınız olan ve isteyebileceğiniz her şey var” diyorsunuz...

- Evet, konsept bu. Çünkü ‘ihtiyacın kadar’, seni asıl mutlu edecek olan. Gereksiz ihtişam ve abartı çoktan geçerliliğini yitirdi, miadını doldurdu.

Gerçek orijinalite budur!

* The New York Edition’ın içindeki restoran, ‘Clocktower’ın duvarları, şehrin ikon isimlerine saygı duruşu niteliğinde. Bodrum’da bir tür uyarlaması olacak mı bunun?

- Her The Edition’un kendine has bir hikâyesi var. O ‘saygı duruşu’ fotoğraflar, New York’a özel. Bodrum’un farklı bir ruhu ve detayları olacak. Bilmem gereken bir ikon varsa paylaş ama...

* Zeki Müren’i anmamız, fotoğrafını Google’lamamız farz oldu şu an...

- (Schrager’ın iPhone’undan birlikte Zeki Müren fotoğraflarını incelerken...) Gerçek orijinalite budur işte! Muhteşem! 54’ü 54 yapan da o dönem insanlarındaki orijinal olabilme ve kalabilme cesaretiydi.

* Kaç sene geçti son Türkiye seferinizden bugüne?

- İstanbul’a ve Türkiye’ye ilk ve son gidişim bundan 10 yıl önce, sanırım 2006.
O güne kadar dünyanın farklı noktalarında, ‘Doğu-Batı sentezi’ adı altında birçok iş yapmıştım. Fakat İstanbul’u gördüğümde gerçekten anladım ‘Doğu-Batı sentezi’nin ne olduğunu. Gerçek bir harmoni. Bütün seyahat boyunca ağzım açık kaldı. Bir şehir, bir toplum nasıl bu kadar kendine has olabilirdi?

* Sizi en çok şaşırtan detay ne oldu?

- Sultanahmet Camii’ne giriyorsun mesela... Öyle bir aydınlatma, tavandan sarkıtılan lambalar kullanmışlar ki... Mavi-beyaz çiniler o kadar kendine has ki... Kim bilir kaç otel, ev, mekân tasarlarken kullanmışımdır ilham olarak Sultanahmet’te gördüğüm o kareyi... İstanbul’un mistikliği de buradan geliyor. İlham karesi, en ummadık yerlerde karşına çıkabiliyor.

The Edition Bodrum, gelecek hafta açılıyor.

Daha fazlasını istemeye başladığın an, o işi hemen bırak
* Başarının yüzde 80’i doğru yerde doğru zamanda olmaksa yüzde 20’si de ne zaman ayrılacağını bilmektir diyorsunuz. Nereden bileceğiz ayrılmak için doğru zamanın geldiğini?

- Kendini yokla. İstediğine ulaşmana rağmen biraz olsun daha fazlasını istemeye başladığın an, bil ki ayrılma zamanın gelmiş.

* İnsan bu. Sürekli daha fazlasını istemeye programlı...

- Daha fazlasını istemenin sonu yoktur. Çok değil, iki adım sonrası zifiri karanlık. O girdaba bir düştün mü sonra çıkış yolunu da bulamazsın. Daha fazla başarının ve paranın seni daha mutlu edeceğini düşünürsün. Oysa çark tersine dönmeye başlar.

* Daha fazlasını istemeden kendimizi nasıl motive edeceğiz peki?

- Yeni şeyler söylemenin hazzını hissederek. Doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü olması dert değil. Mühim olan yeni durması. Yeni kalabilmek adına ne zaman ayrılacağını iyi bilmelisin.

* İyi bir partiden ne zaman ayrılmalı?

- Gelmesi gereken herkes geldikten, yani kalabalık tam kıvamını bulduktan 20 dakika sonra... Studio 54 yıllarından kalma bir alışkanlık. Geceyi ne zaman bitirmem gerektiğini bilmeseydim bugün burada olamazdım.

Bir odada en çok konuşan ve konuşulandan daima kork

* Çok ihtişamlı bir döneme tanıklık ettiniz ama bugün ‘Sadelik, yeni lüks’ cümlesini tekrar ediyorsunuz her fırsatta. Hiç olmadığı kadar gürültülü bir çağda insan nasıl hayatını sadeleştirebilir?

- Sade yaşamayı bilen, en zenginden bile daha mutlu ve lüks bir yaşam sürer. Lüks bir yaşam için zengin olman gerekmiyor artık. Ne kadar sade, o kadar lüks... O sadeliğe ulaşman için de her seferinde kendini yeniden keşfetmen ve aslında ne istediğini tekrar tanımlaman gerekiyor. Kimliğin de isteklerin de sürekli değişir çünkü. Bu ikisini çok net bir şekilde tanımlayabildiğinde ancak sadeleşebilirsin. İhtiyacın kadar kullanır, tasarlar, konuşur, yaşar, sonra da gözün arkada kalmadan ölürsün.

*Size göre hayatta en büyük başarı ‘sade insan’ olabilmek midir?

- Kesinlikle. Bir odada en çok gürültü çıkaran insan olmaktan korkun. En fazla ilgi çeken, göze batan, konuşan ya da konuşulan aslında bir şeyler saklıyordur. Etrafından değil, kendisinden.

Ian Schrager’dan iki Bodrum sürprizi

1. Dünyanın en ünlü restoranları arasında bulunan El Bulli ve Mugaritz’in Perulu şefi Diego Munoz, The Bodrum Edition için iki özel restoran açıyor: ‘Kitchen at The Bodrum EDITION’ın ruhu; daha çok Akdeniz, sloganı; zindelik ve sağlıklı yaşam. ‘Brava’ysa bir Akdeniz-Asya esintilli Latin Amerika mutfağı.
2. “Diskosuz olmaz” diyor, içeri bir de ‘Discetto’ yerleştiriyor. ‘Mönüsünde’ canlı müzik ve uluslararası DJ’ler var.


Michael Jackson DJ kabininde.
Şarkıcı, model Grace Jones, mekânın müdavimlerindendi.

Diana Ross, hızını alamayıp mikrofonu kapıyor.

http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-cumartesi/sade-yasamayi-ogrenin-en-zenginden-bile-mutlu-ve-luks-bir-hayatiniz-olur-40874688

Hangisi daha devrimci; Tarkan mı, Zeki Müren mi?

$
0
0
İki starın kilometre taşlarını inceledik...


Her ikisi de 20’li yaşlarda müzikle patlama yaptı. Zeki Müren, 20 yaşında 1951’de İstanbul Radyosu’nda ilk konserini verdi ve bir star olduğunu kabul ettirdi. Tarkan da 20’li yaşlarında ‘Kıl Oldum Abi’yi çıkardı ve o da müziğe tam olarak adımlarını attı. Zeki Müren ilk piyasaya çıktığında tam olarak yetişmiş bir sanatçıydı, Tarkan ise yolun başından itibaren kendini iyi eğiterek kariyerini sürdürdü.

Tarkan’ın hayatında Zeki Müren’in ne denli önemli olduğunu Ahde Vefa’daki  şarkı seçiminde de net olara görmekteyiz. Tarkan, Zeki Müren’in bir dönem harika yorumladığı şarkıları albümünün yarıya yakın eserinde yeniden yorumlamış. Örneğin Tarkan’ın da söylediği Olmaz İlaç Sine-i Sad Pareme’yi Zeki Müren’in yanı sıra Türk Sanat Müziği’nin dev sesi Safiye Ayla ve hatta Sezen Aksu da yorumlamıştı. Tarkan’ın bu şarkıları yeniden söylemesi albümün adı gibi büyük bir Ahde Vefa örneğidir.

3’ncü jenerasyon

Tarkan şüphesiz ki bu albümü gerçekleştirirken Türk Sanat Müziği’nin en önemli ve üreten bestecilerine de bir ahde vefa örneği gösteriyor. Örneğin çok önemli şairler, söz yazarları var seslendirdiği şarkılarda, bunlardan biri de Namık Kemal.. Olmaz İlaç Sine-i Sad Pareme’nin bestecisi Hacı Arif Bey, sözleri ise Vatan şairi Namık Kemal’in. Safiye Ayla bu parçayı ilk defa Hacı Arif Bey yorumunu ile söylemişti ve o dönemin en büyük müzik olayı olmuştu. Ardından yıllar sonra Zeki Müren bu eşşiz eseri seslendirdi bu ikinci yorum da çok ses getirdi. Bugün şarkıyı Tarkan söylüyor. Üçüncü jenerasyonun bir vefası bu.

Zeki Müren’in sahne şovları çok öne çıkardı. Seyirciyi de bu şovlarına hazırlardı. Tarkan’ın bu anlamda bir sahne şovu yoktu.

Argoyu severdi

Zeki bey argoyu çok severdi. 1960’ların ortasında Zeki Müren ve arkadaşları Bodrum’daki Bardakçı Koyuna takılırdı. Müren gerek arkadaşlarıyla gerekse de arkadaşlarıyla olan muhabbetlerinde sıkça argo kelimeler kullanırdı. Bu hali onun halkla daha samimi olmasına neden oldu. Argosu da kendine özgü ve naifti.

Tarkan bir dünya markası oldu

Zeki Müren radyoda başladı ve ilk dönemlerinde o çok zor ve ağır musiki parçalarını kusursuz söyledi. Gençti ve bu çok takdir topladı. Bir başka deyişle Zeki Müren işe star mertebesinde başladı. Ama Tarkan bunun tam tersi. Kıl Oldum Abi’den bugünlere geldi ve bir dünya markası oldu. Bunu haketti, dersine hep iyi çalıştı Tarkan, kendini sıfırdan var etti, ama Zeki Müren star olarak doğdu ve öldü..

Müren’in sahne şovları olaydı

Zeki Müren’in sahne şovları çok öne çıkardı. Seyirciyi bu şovlarına hazırladı. Tarkan’ın bu anlamda bir sahne şovu yok, nedeni ise kostümleri Zeki Müren’inkiler gibi şovunun bir parçası değil. Zeki Müren’in güzel sesinin yanısıra kostümleri ve şovu çok önemli olmuştur her daim sahnede. Tarkan ise işin yorumcu tarafında daha büyük bir ağırlık kazanmakta. Zeki Müren tabii ki çok önemli bir yorumcu ama kostüm konusunda kimse Zeki Müren’in seviyesine çıkamaz. Tabii geçtiğimiz yıllarda yitirdiğimiz David Bowie’nin hakkını yemeyelim.. O da Zeki Müren ruhunu taşıyan bir dev isimdi..

Kostümleri ile çok ses getirdi

Zeki Müren’in ilk Maksim’e çıktığı günü hatırlıyorum. Sahne aldı ve ilk şarkısından sonra sahneden ayrılana kadar çıt çıkmadan herkes onu dinledi. İlk yıllarında çok formal giyinirdi sonraları o meşhur kostümleri giymeye başladı ve manşetlerde yine yerini aldı. Unutulmaz bir kostümü vardır apartman topuklu çizmelerle tüllü bir kıyafet giydi ve manşetlere çıktı. Ama bir satır eleştiri dahi yoktu. O bir devrimciydi. Yıllar sonra o apartman topuklu kostümü David Bowie giydi. Hatta bir makyajını Lady Gaga yaptı. İşte Zeki Müren böylesi bir sanatçıydı.

Sanat Güneşimiz hep halktan biriyi oldu

Zeki Müren bütün ihtişamın yanında halkıyla çok bütünleşmiş bir insandı. Yanında sıradan halk vardır her zaman. Tarkan ise daha kendine ait bir birey. Çok fazla etrafında insan yoktur, daha yalın bir hayat sürdürüyor bugün. Tarkan da bu şekilde olarak zaten mega star oldu. Uzun bir süre sonra gördüğü birine gelir sarılır, tüm sıcaklığını verir, tam da Ajda Pekkan gibi... Tarkan sosyal sorumluluk projeleri ve duyarlılıklarında her zaman çok ön planda olan biri. Hasakeyf’e sahip çıkması.. İşte bu da Tarkan’ın ülkesine bir vefası..

Gökkuşağı bayrağının kökeni nereye dayanıyor?

$
0
0
Orlando’daki saldırının ardından, dayanışma amacıyla paylaşılan gökkuşağı renkli LGBTİ bayraklarını her yerde görmeye başladık. Bu bayrağın kökeni nereye dayanıyor peki?

ABD’nin Florida eyaletindeki Orlando’da eşcinsellerin gittiği bir gece kulübüne yapılan saldırı sonrasında yaygın bir şekilde sergilenen gökkuşağı bayrağının 40 yıl öncesine dayanan acıklı bir hikâyesi var.

1970’lerin sonlarında bu amblemi yaratan Amerikalı eşcinsel aktivist Gilbert Baker, ABD’nin bağımsızlığının 200’üncü yılını kutladığı 1976’da bu tasarımın ortaya çıktığını söylüyor.

California eyaletinde cinsel yönelimini açıklayarak belediye meclisine seçilen ilk eşcinsel politikacı Harvey Milk, 1977’de Baker’dan LGBTİ’ler için bir sembol tasarlamasını istemişti.

Baker bayrağın bir güç göstergesi olduğuna inanıyordu. Travesti olarak gösterişli giyinmekten hoşlanan, ancak 1970’lerin gösterişli giysilerine para yetiştiremeyen Baker dikiş makinesine oturup giysilerini kendisi dikiyordu. Bu becerisini daha sonra siyasi pankartlar yapmak için kullanacaktı.

Çizgili ve yıldızlı Amerikan bayrağının sanat alanında kolaylıkla dönüştürülüp kullanılması, basit çizgiler olarak yan yana dikilip bir tek bayrak haline gelmesi onu etkiliyordu.

‘Bizden bir şey’
Savaş sonrasında LGBTİ toplumu, Nazi toplama kamplarında homoseksüellere takılan pembe üçgeni gururla taktıkları bir sembol olarak kullanıyordu. Fakat bu sembol hala Hitler'i ve Nazi soykırımını hatırlatıyordu.

Baker ise “Güzel bir şeye ihtiyacımız var, bizden bir şeye” diyordu.

Gazeteciler ve tarihçiler 1978’te Baker’in gökkuşağı bayrağıyla ortaya çıkmasının tam olarak nasıl gerçekleştiğine dair spekülasyonlarda bulunmaya devam ediyor. Kimileri onun ünlü bir eşcinsel figürü olarak gördüğü Judy Garland’dan etkilendiğini söylüyor. Oz Büyücüsü filmindeki Dorothy rolünden sonra insanlar eşcinsel birinden söz ederken “Dorothy’nin arkadaşı” tabirini kullanmaya başlamıştı. Filmde Garland ‘Over the Rainbow’ (Gökkuşağı Üstünde) şarkısı ile de ün salmıştı.

Bazıları ise canlı parlak renklerin (tıpkı ünlü İngiliz yazar Oscar Wilde’ın cinsel eğilimini ima etmek amacıyla taktığı yeşil karanfil gibi) yüzyıllar boyunca homoseksüelliğin göstergesi olarak kullanıldığını ifade ediyor.

Fakat daimi koleksiyonu arasında sergilenmek üzere ilk LGBTİ bayrağının Modern Sanat Müzesi’ne alınması üzerine geçen yıl verdiği mülakatta Baker, gökkuşağı bayrağının ardında yatan fikrin çok daha basit olduğunu anlatmak için “Doğal bir bayrak, gökyüzünden” demişti.

Tarihte gökkuşağı bayrağı
Tarihte bu bayrağın farklı amaçlarla kullanılmış olması Baker açısından caydırıcı olmamıştı. 15. yüzyıl sonlarından itibaren başlayan bu kullanım daha sonra Alman ilahiyatçı Thomas Münzer’in dinde reform isteyen vaazlarında, ondan sonra da dini ve sosyal aktivistlerin kendi davalarına dikkat çekmek amacıyla kullandıkları bir sembol olmuştu.

16. yüzyıl Alman Köylü Savaşları’nda benzer bir bayrak sosyal değişimin simgesi haline geldi. 18. yüzyılda İngiliz-Amerikan devrimci Thomas Paine denizlerde tarafsız gemilerin tanınması için gökkuşağı bayrağı takmaları önerisini getirmişti.

Daha sonra 19. yüzyılda Sri Lankalı Budistler bu bayrağı inançlarının birleştirici bir amblemi olarak, 31 Ocak’ta Hindistanlılar dini liderleri Meher Baba’yı anma amacıyla, 1961’den bu yana ise uluslararası barış hareketinin simgesi olarak kullandı.

Renklerin anlamı
Baker’ın ilk gökkuşağı bayrağında sekiz renk vardı. Şimdiki bayrakta renk sayısı altı. Her rengin bir sembolik anlamı vardı. İlk bayrakta en üst şeritteki pembe cinselliği, kırmızı yaşamı, turuncu şifayı, sarı güneşi, yeşil doğayı, turkuaz sihiri, çivit rengi sükuneti, mor ise ruhu simgeliyordu.

Eşcinsel aktivist Harvey Milk 1978'de San Francisco Belediyesi'nde öldürüldü.

İlk olarak Haziran 1978’de San Francisco’daki Birleşmiş Milletler binasında sergilenen bu sekiz renkli bayrak 30 gönüllünün eşcinsel derneğinde boyadığı kumaşların şeritler halinde kesilip dikilmesiyle üretilmişti. Harvey Milk de kısa süreliğine de olsa bu bayrağı görmüştü. Birkaç ay sonra 27 Kasım’da Belediye Başkanı George Moscone ile birlikte belediye binasında öldürülecekti.

Bu cinayetlerin ardından LGBTİ onur yürüyüşlerinde ve Milk’i anma etkinliklerinde gökkuşağı bayrağı çok aranır ve kullanılır oldu. Simetri ve renk yaratma güçlüğü gibi bazı pratik nedenlerden dolayı Baker pembe ve turkuaz şeritleri çıkardı.

‘Halkın bağrından kopar’
Eşcinsel hareketinde önemli bir yeri olan 1969 Stonewall isyanlarının 25. yıldönümü etkinlikleri için 1994’te bir mil uzunlukta bir gökkuşağı bayrağı New York sokaklarında sergilendi. O tarihten beri de toplumsal bilinçte kalıcı bir sembol olarak yerini aldı bu bayrak.

Bugün gökkuşağı bayrağı artık her yerde tanınıyor. 12 Haziran’da Ukrayna’da yapılan ilk onur yürüyüşünde de kullanıldı. 24-26 Haziran’da Londra’daki onur yürüyüşünde ilk kez Parlamento binasında da dalgalanacak.

Fakat Orlando saldırısı bu bayrağın sadece kutlamalarda kullanılmadığını bir kez daha hatırlattı. Baker’ın yarattığı bu simge kararlılık ve acı ile dokunmuştu aslında. Kendisi de bunu ifade etmek için belki “Bayraklar halkın bağrından kopar” demişti.

Kelly Grovier

https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/06/160616_vert_cul_gokkusagi_bayragi

Hamam böceği sütü içerek zayıflayan gay!

$
0
0

Gösteri dünyasındaki Barbie bebek modasının erkek versiyonu olan Ken Bebek akımının önde gelen temsilcisi olarak tanınan Rodrigo Alves, kilo vermek için hamam böceği sütü içtiğini açıkladı.
Rodrigo Alves, hamam böceği sütünün yararlarını anlatmayı da şöyle sürdürdü: "Hamam böceği sütü karbonhidrat ve şeker de içermiyor.
Bu yüzden de Los Angeles'ta yaşayan ünlüler arasında çok popüler" diye konuştu. Her ne kadar ilk anda kulağa tuhaf gelse de hamam böceği sütü son yılların yükselen beslenme trendleri arasında ilk sırada yer alıyor.
Hamam böceği sütü, son birkaç yıldır "süper besin" olarak nitelendiriliyor, Aslında tüm hamam böcekleri süt vermiyor.
Sadece genç yaşta doğum yapan tek hamam böceği türü olan diploptera punctate yavrularını beslemek için süt üretiyor."
Milliyet

Balladlarıyla hayata ilham veren bir şair ve müzisyen: Benjamin Clementine

$
0
0
İlk kısa albümü Cornerstone'u 2013 yılında çıkaran Benjamin Clementien'in, 25. İstanbul Caz Festivali kapsamında vereceği ve edebiyatla müziğin tek vücut olup izleyiciyi büyülediği teatral konseri 5 Temmuz Perşembe akşamı gerçekleşecek


Müziğinin çarpıcılığı konusunda otoritelerin adeta söz birliği ettiği yeni nesil deha Benjamin Clementine, aşk, melankoli ve başkaldırının ses bulduğu müthiş baladlarıyla had safhada ilham verici bir sanatçı. Edebiyatla müziği birleştirip izleyicilerine konserleri süresince teatral bir deneyim yaşatan genç nesil sanatçı 5 Temmuz akşamı 25. İstanbul Caz Festivali kapsamında hayranlarıyla buluşuyor.

HAKKINDA NELER DEDİLER:

Söz yazarlığı - “Clementine günümüzün müzikal George Orwell’i” (Ann Powers, NPR)
Müziği - “Anthony Hegarty kadar içten, Aretha Franklin kadar tutkulu, Edith Piaf kadar derin ve Nina Simone kadar hassas” (The Independent)
Etkisi - 2016 yılında kültürü tanımlayan 28 yaratıcı dâhiden biri seçildi (The New York Times)
Tarzı - 2015 yılında Financial Times tarafından “En Şık 50 kişi” arasında seçildi.

ÇOCUKLUĞU
5 kardeşin en küçüğü olarak 1988’de Londra’da doğdu. Dindar babaannesi tarafından büyütüldü. Edebiyata olan ilgisi genç yaşta başladı. Okuldan kaçıp kütüphaneye giderdi. Sözlüklerden ve felsefe kitaplarından az kullanılan çok eski kelimeleri bulup, onları konuşmasına eklemeyi severdi. 11 yaşında abisinin piyanosunu çalmaya başladı. Avukat olmasını isteyen babası müzikle ilgilenmesini yasaklasa da o gizli gizli çalmaya devam etti.

SOKAKLAR VE PARİS
16 yaşında (edebiyat hariç) tüm sınavlarından kalan Benjamin okuldan ayrıldı ve bu dönemde ailesiyle de arası bozuldu. Evden ayrıldı, Londra Camden Town’da sokaklarda psikolojik ve finansal zorluklar içinde yaşadı.

19 yaşında ani bir kararla Paris’e gitti. Montemarte’da 10 kişilik bir bekâr odasında kaldı. Günlerini sokaklarda, trenlerde ve denk geldikçe otellerde ve barlarda müzik yapıp para toplayarak geçirdi. Birkaç yılın ardından kırık bir gitar ve ucuz bir klavye aldıktan sonra ise şarkı sözleri yazıp kendi bestelerini yapmaya başladı. Fransız sanatçıların derin şarkı sözlerinden etkilendi ve şarkılarını başından geçenler hakkında yazmaya karar verdi. 4 sene böyle serseri şekilde yaşadıktan sonra bir müzik menajerinin, ardından 2012’de ünlü bir işadamının dikkatini çekti ve Clementin’in müziğini kaydetmek için bir plak şirketi oluşturdular. Bunun ardından Benjamin Clementine basının ve büyük plak şirketlerinin de ilgisini çekmeye başladı.

ALBÜMLERİ
İlk kısa albümü Cornerstone, Haziran 2013’te çıktı. Aynı sene BBC televizyonunda Jools Holland’ın müzik şovuna çıktı. Bu programda çok beğenildi, aynı programda yer alan Paul McCartney’nin müziğe devam etmesi konusundaki sözleri de Clementine’i cesaretlendirdi. Müzik eleştirmenleri tarafından da çok beğenilen ve ‘2014’ün en ümit vadeden yeni yeteneği’ olarak tanımlanan sanatçının bu dönemde yıldızı parladı ve ünlü mekânlarda sahne almaya ve turlara çıkmaya başladı.

Ocak 2015’te çıkan ilk stüdyo albümü At Least for Now kısa sürede İtalya, Hollanda, İsviçre, Belçika, Lükemburg, Polonya ve Yunanistan’da listelerde üst sıralara yükseldi. İTunes’da ilk ona girdi. Ardından İngiltere’de ise prestijli Mercury Müzik ödülünü kazandı. Albüm “Nina Simone’nin Leonard Cohen şarkılarını söylemesi gibi” cümlesiyle tanımlandı.

Kendisi de okulda zorbalığa maruz kalan Clémentine 2017’de yayınladığı I Tell A Fly albümünü çocukların acılarına adadı. Albümdeki Phantom Of Aleppoville şarkısını da Halep’teki çocuklar için yazdı. Pek çok müzik enstrümanını çalabilen ve spinto tenor olan Clementine’in etkileyici sesi Nina Simone, Rufus Wainwrigth gibi sanatçılara da benzetildi. Kendisini ‘dışavurumcu’ olarak tanımlayan isim; şarkılarında dürüstçe ne düşünüyorsa, ne hissediyorsa onu söylediğini belirtiyor.

Genç nesil isim, birçok müzisyenle de iş birliği yaptı. Gorillaz müzik grubu, 2017 tarihli Hallelujah Money parçası için Benjamin Clémentine ile çalıştı. Sanatçı, Nick Drake’in kült şarkısı River Man’i yorumladı. Daha sonra kendisi gibi şair-şarkıcı olan sanatçıların çoğuyla Paris’te tanışan ve bu isimlerden Charles Aznavour ile You’ve Got To Learn şarkısını kaydeden sanatçı yaptığı işbirlikleriyle kariyerine kariyer kattı.

MODA VE İMAJ
Sahneye genelde simsiyah giyinerek ya da uzun pardösülerle çıkan Benjamin Clementine etkileyici androjen görüntüsü ve uzun boyu ile dikkat çekiyor. 2015 yılında Financial Times tarafından “en şık 50 erkek” arasında seçildi. 2014 yılında Burberry defilesinde canlı olarak 3 şarkı söyleyen Clementine’in "I Won't Complain"şarkısı aynı markanın Steve McQueen tarafında çekilen reklam filmini seslendirdi.

http://www.haberturk.com/balladlariyla-hayata-ilham-veren-bir-sair-ve-muzisyen-benjamin-clementine-2029468

Türk sanatçı Banu Cennetoğlu’nun sergilediği dünyanın konuştuğu ölüm listesi

$
0
0
Bu liste çok konuşuluyor

Dünya basını bu listeyi konuşuyor... Türk sanatçı Banu Cennetoğlu’nun Avrupa’ya ulaşırken hayatını kaybeden mültecilerin isimlerini kaleme aldığı ‘The List’ bu hafta itibarıyla Londra’da sergileniyor


İngiliz The Guardian Gazetesi, Dünya Mülteciler Günü nedeniyle anlamlı bir işe imza attı geçtiğimiz hafta. Türk sanatçı Banu Cennetoğlu ve mülteci hakları için çalışan uluslararası sosyal sorumluluk kuruluşu United for Intercultural Action katkılarıyla bir ek yayınlandı. Ek, “Fortress Europe” yani Avrupa Kalesi’ne girebilmek için hayatını kaybeden mültecilerin tam listesi... Tam 34 bin 361 kişinin ismi yer alıyor. 64 sayfalık bir çalışma... Ekin sonunda Cennetoğlu’nun bir de röportajı var. HT Pazar'dan Deniz Çağlar'ın haberi...

16 yıldır elinde bu listeyle geziyormuş Cennetoğlu. Sürekli güncellediği listeyle ilişkisi 2002’de öğrenim için bulunduğu Amsterdam’da başlamış... Rijksakademie’de fotoğrafçılık okurken, bir proje için sınır kapılarının mimarisine odaklanmış. Bu sırada United for Intercultural Action ile yolları kesişiyor: İlk kez orada görüyor listeyi. 6 bin isim... “Tüm isimleri tek tek okumuştum” diyor. Listedeki isimlerin sayısı bugün sanatçının eklemeleriyle 30 bini aşmış. Sadece resmi olarak açıklanan kişilerin isimlerinin tutulduğu düşünülürse, gerçek rakamın çok daha yüksek olması muhtemel. Mültecilerin isimleriyle birlikte, kökenleri ve ölüm nedenleri de kayıt altında. Ölüm nedenleri sadece Akdeniz’i geçerken kalabalık şişme botların batmasından ötürü değil. Daha denize ulaşamadan yaşanan pek çok acı ölüm vakası var... Kamyonlarda havasız kalanlar, nehirleri geçerken boğulanlar, nöbetçilerce vurulanlar, çaresizlikten edilen intiharlar, tıbbi yardım eksikliği... Tüm bu trajedi listede yer alıyor. Listenin ortaya çıkardığı gerçek ise AB’nin sığınma ve sınır dışı etmeye ilişkin uygulamalarının acımasızlığı... Kısacası Avrupa Kalesi’nin geçilmezliği nedeniyle yok olan hayatlar. Çarpıcı bir de istatistik var: 1993’te raporlanan ölüm sayısı 61 iken 2017’ye gelindiğinde sayı 3915. Listede hayatını kaybeden birçok göçmenin mezarı bile yok.

Cennetoğlu röportajında “Bir sanatçı olarak kaynak bulabildiğim sürece listeyi devam ettireceğim” diyor. Cennetoğlu’nun asıl amacı listeyi daha çok insana görünür kılmak, farkındalık oluşturmak... Listeleri önceleri yazıcıdan bastırıp dağıtmış, banka ATM’lerine, kafelerde masalara bırakmış. Hatta sağladığı ufak bir kaynak sayesinde Amsterdam’da billboard’lar kiralayıp, listeleri oralarda yayınlamış.

Bugün geldiği noktada, aslında bir fotoğraf sanatçısı olan Cennetoğlu’nun çalışması 28 Haziran itibarıyla Londra’da Chisenhale Gallery’de sergilenecek.

DEĞİŞİM ZAMANI

Cennetoğlu’nun basılı malzemenin gücü ve etkisine inancı tam. Bu listenin insanlara hükümetlerin politikaları konusunda bir şeyler yapabilme yetisinde olduklarını hatırlatacağını söylüyor. United, adına konuşan Geer Ates ise bu hareketle politikaların değişmesi için daha geniş bir desteğe ulaşmayı hedeflediklerini belirtiyor, 25 yıldır önüne geçilebilecek bu ölümlerin artık son bulması için...

Liverpool Bienali’nde dağıtılacak

Gazete; 64 sayfalık ekiyle birlikte ücretsiz olarak 28 Haziran – 26 Ağustos tarihleri boyunca Londra’da Chisenhale Gallery’de; 14 Temmuz28 Ekim tarihleri boyunca ise Liverpool Bienali kapsamında dağıtılacak. “The List of Deaths” ayrıca internet üzerinden pdf olarak indirilebiliyor.

Banu Cennetoğlu kimdir ?

1970, Ankara doğumlu Banu Cennetoğlu, fotoğraf, yerleştirme ve basılı malzemeyi kullanan işler üretiyor. Sosyopolitik açıdan ortaya çıkan belirsizlik, bu belirsizliğin görsel kayıt edilebilirliği ve fotoğrafın belgeleme sorunu üzerine çalışıyor. Psikoloji lisansından sonra Paris’te fotoğraf eğitimi aldı. 1996-2002 arasında New York’ta yaşadı. 2002 -2004 yılları arasında Amsterdam Rijksakademie’de misafir sanatçı olarak araştırmalarını sürdürdü. 2006’da İstanbul’a dönen Cennetoğlu, sanatçı kitapları üzerine çalışan BAS inisiyatifini kurdu. 2009’da Ahmet Öğüt ile birlikte 53. Uluslararası Venedik Bienali’nde Türkiye Pavyonu’nda yer aldı. Son dönem sergileri arasında 5. Berlin Bienali, 10. İstanbul Bienali, 1. Atina Bienali, Brave New Worlds/ Walker Art Center, Wherever You Go/San Francisco Art Institute bulunuyor. Sanatçı, çalışmalarını İstanbul’da sürdürüyor.

http://www.haberturk.com/bu-liste-cok-konusuluyor-2028673

Haber Şanlıurfa'dan dalgalanan homofobi: ABD Türkiye'de eşcinsel sapkınları kışkırtarak kaos mu amaçlıyor?

$
0
0

“Eşcinselliğe karşı olanları öylesine çirkin göstereceğiz ki, sıradan bir Amerikalı bile onlardan ayrı durmak isteyecek” İnsanın kanını donduran bu söz; önde gelen eşcinsel sapkınlığın savunucularından, yaklaşık 30 yıl önce, Amerika’ya eşcinselliğin yerleştirilmesi için izlenmesi gereken taktik ve stratejileri anlatan Marshall K. Kirk ile Erastes Pill’e ait. Bu sapkınlara göre ilk gündem maddesi, eşcinseller ve eşcinsellikle ilgili olarak halkın duyarsızlaştırılmasıdır. Bunun için takip edilmesi önerilen yöntem ve aşamalar şunlardır; a- eşcinseller ve eşcinsellik hakkında olabildiğince yüksek sesle ve olabildiğince sık konuşmak. Eşcinsellikle ilgili yeni ortaya çıkan hassasiyetleri uyuşturmanın yolu, pek çok insanın doğal ve destekleyici şekilde konu hakkında konuşmalarını sağlamaktır. Halkın duyarsızlaştırılması ise, eşcinselliğe coşkulu bir ilgiyle bakmak yerine bir ilgisizlik veya kayıtsızlıkla bakmaya yardımcı olur. Böylelikle hemen hemen her davranış, bir süre sonra normal görünmeye başlar. b. Eşcinsellerin agresif meydan okuyucular olarak değil, mağdurlar olarak resmedilmesi; Halkı kazanmak için yapılan herhangi bir kampanyada eşcinseller korunmaya ihtiyacı olan mağdurlar olarak gösterilmelidir, böylece heteroseksüeller koruyucu rolünü üstlenmeye meyilli olacaklardır. c-Koruyuculara haklı bir neden verilmesi; Eşcinselleri toplum kurbanları gibi gösteren ve heteroseksüelleri onların koruyucusu olmaya teşvik eden bir medya kampanyası, kendilerine ait yeni bakış açılarını ileri sürüp açıklayanlar için işi kolaylaştırmak zorundadır. Az sayıdaki heteroseksüel kadın ve daha az sayıdaki heteroseksüel erkek eşcinselliği cesaretle savunmak isteyeceklerdir. Pek çoğu uyartılmış koruyucu dürtüsünü, daha ziyade bir takım hukuk veya adalet ilkesiyle ve toplumda uyumlu ve adil muamele isteğiyle ilişkilendirecektir.

d-Eşcinsellerin hoş gösterilmesi; Bir Eşcinsel Mağdurun, heteroseksüellere sempatik gösterilmesi için, bu kişiyi sıradan bir adam gibi tasvir etmeniz gerekir. Ancak kampanyaya eklenecek ilave bir tema daha girişken ve neşeli olmalıdır: giderek artan ve son zamanlarda eşcinsel erkek ve kadınlara baskı kuran kötü medyayı dengelemek için kampanyanın, eşcinselleri toplumun önemli ve üstün kişileri olarak göstermesi gerekir. e-Mağdur (kurban) duruma düşürenlerin kötü gösterilmesi; Eşcinsel haklarıyla ilgili medya kampanyasının ilerleyen aşamalarında, diğer eşcinsel reklamlar sıradan hale geldikten çok sonra, geri kalan muhaliflere karşı sertleşme zamanı gelecektir. Sözlerini sakınmadan, pervasızca söyleyebilmeleri için açıktan açığa karalanmaları gerekir. f- Fonlama konusunda ısrar edilmesi; bu tipteki her büyük kampanya, aylarca ve hatta yıllarca eşi benzeri görülmemiş harcamalar yapılmasını gerektirecektir, böylece eşsiz bir para toplama kampanyası başlatılacaktır.(1) Bu süreç ve denenen yöntemlerin ABD’de tuttuğu ortada. 26.06.2015’te ABD Yüksek Mahkemesi, eşcinsellerin ülkenin her yerinde evlenme hakkı bulunduğuna 4’e karşı 5 oyla karar vermiş, Eşcinsellerin ABD’deki yaklaşık 20 yıllık mücadelesinin sonucu olan karar, mahkeme önünde bekleyen eşcinsel hakları savunucularını sevince boğmuştu. 50 ABD eyaletinden sadece 37’sinde serbest olan eşcinsel evliliği bu kararla ABD’nin genelinde serbest kalmıştı.(2) Türkiye’de de makalede açıklanan taktik ve stratejilerin uygulanmakta olduğu hatta bunun maalesef bazı diplomatik misyonlarca yürütüldüğü fark edilecektir.

Dün A9 TV Yapımcısı ve yorumcusu Ayşegül Hüma Babuna’nın; ABD Ankara Büyükelçiliğine sözde gökkuşağı renklerinden oluşan LGBT armasının asıldığı bilgi ve görselini içeren paylaşımı dikkatimi çekti. Hatırlarsanız 14.06.2016’da ABD’nin Orlando kentinde eşcinsellerin gittiği gece kulübüne düzenlenen ve 49 kişinin öldüğü saldırı sonrası Ankara’nın ABD Büyükelçiliği’ne ve İstanbul’da ABD Başkonsolosluğu’na Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Trans (LGBT) hareketinin simgesi “gökkuşağı arması” asılmıştı.. Başkonsolos Charles Hunter, “Bu trajedinin kurbanları anısına ve LGBT topluluğu ile dünyada eşitlik ve haysiyet değerlerini savunan herkesle dayanışma içinde gökkuşağı bayrağını asıyoruz” demişti.(3) Bir yıl sonra 21.06.2017’de ABD’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından Amerika’nın Orlando kentinde eşcinsellerin gittiği gece kulübüne düzenlenen ve 49 kişinin öldüğü saldırının yıl dönümünde yine elçilik binasına LGBT arması asılmıştı.(4) ABD’nin eşcinsel sapkınlığı koruyan kollayan geleneği bozulmadı, bu yılda Türkiye’deki diplomatik misyonlarına LGBT arması çekildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakının başarısı ile sonuçlanan 24 Haziran seçimleri ertesine denk gelen görüntüye çeşitli anlamlar yüklendi. Dünyada ve ülkemizde büyük çoğunluk tarafından ahlâksızlık olarak nitelendirilen ve LGBT kısaltması ile bilinen “Lezbiyen Gay Biseksüel ve Transgender” mensupları tarafından seçilerek bayraklaştırılan renkli bezin, devasa ölçülerde Başkent Ankara’daki ABD Büyükelçiliği duvarına asılmasının sebebinin “Orlando katliamının yıldönümü” olduğu anlaşıldı. Hemen bütün ülkelerde “Genel Ahlak kuralları dışında” diye değerlendirilen ve ölçüsüz eylemleri ile çeşitli tepkiler çeken LGBT mensuplarının, ABD’nin Orlando kentinde gittiği bir gece kulübünde 2016 Haziran’ında gerçekleştirilen ve 50 kişinin öldüğü, 53 kişinin yaralandığı saldırının, “Ülke tarihinin en kanlı silahlı saldırısı” olduğu ifade edilmişti. Terör Örgütü IŞİD tarafından üstlenilen saldırıyı gerçekleştiren şahsın ise dünya çapında faaliyet gösteren ABD’li bir özel güvenlik şirketinin mensubu olduğu ortaya çıkmıştı. 110’dan fazla ülkede faaliyet gösteren 620 bin çalışanı bulunan güvenlik şirketinin sözcülüğünü ise bir süre önce ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi olarak atanan David Satterfield, Dışişlerindeki görevi ile birlikte yürütüyordu. Büyükelçilik binasında, bir kaç gündür asılı bulunan dev LGBT bayrağı bir yana, Ankara’ya yeni Amerikan Büyükelçisi olarak atanan Satterfield, henüz göreve başlamadan, hakkındaki spekülasyonlar da bir bir dikkat çekmeye başladı.(5) Araştırmacı yazar Serdar Bozdoğan’a göre ABD istihbarat birimleri Gladyo yapılanmasını (Ahtapotun Kolları–Octopus Arms) perdelemek için gökkuşağı renklerini içeren LGBT armasını kullanıyor. Ankara’daki ABD Büyükelçiliğine asılan LGBT armasındaki yeşil rengin ABD bayrağı ile yan yana gelmesi ise Octopus Arms çatısı altındaki yeşil renk ile temsil edilen gladyo departmanının harekete geçeceği anlamına geliyor. Yeşil renk ile sembolize edilen birim, Türkiye gibi İslam ülkelerinde dini cemaat ve gruplara sızmış örgüt mensuplarının eylem yapması demek.(6)

Bu yıl yapılmayan ama yapılması için ortam hazırlanılmaya çalışılan LGBT Yürüyüşü, düzenli olarak her yıl haziran ayının son günlerinde dünya genelinde gerçekleştiriliyor. LGBT yürüyüşü, LGBTİ bireylerin katılımlarıyla Stonewall ayaklanmasının yıl dönümünde yapılıyor ve LGBTİ bireylere destek verenler tarafından düzenleniyor. Stonewall ayaklanması, 1969’da ABD’nin New York şehrinde Stonewall Inn isimli bir bara polisin yaptığı baskına karşı olarak düzenlenmiş bir ayaklanmadır. 28 Haziran 1970 tarihinde New York ve Los Angeles şehirlerinde bu ayaklanmanın yıldönümünü anan yürüyüşler organize edildi. Bu yürüyüşler zamanla başka ülkelere de yayıldı. Stonewall ayaklanması en başta ABD olmak üzere tüm dünya üzerinde eşcinsel hakları hareketinin başlangıcı oldu. LGBT yürüyüşü Türkiye’de ilk olarak 1993 yılında “Cinsel özgürlük haftası” adı altında kutlanmak istendiğinde İstanbul valiliği bu kutlamaya izin vermediği gibi bu etkinlik için yurtdışından gelenleri sınır dışı etmişti. 2013’te orta doğu ve Avrupa’nın en büyük onur yürüyüşü Türkiye’de gerçekleşmiştir. Geçen sene yani 2017 senesinde ise ramazanın birinci gününe denk gelen yürüyüşe İstanbul valisi engel olmuştu.(7)

Örgütlenme özgürlüğünün suiistimali olan ve Soros Fonlarınca finanse edilen LGBT dernekleri, “sapkınlığın görünür olması ve provokasyon” amacıyla yürüyüş düzenliyor. İngilizlerin dünya çapında Eşcinsellik sapkınlığın koruyuculuğuna soyundukları biliniyor. Birleşik Krallık diğer ülkelerin özellikle Asya ülkelerine meşhur eşcinsellerini göndererek, sözde eşcinsellik haklarının savunuculuğunu üstleniyor. Bu çerçevede dünyaca ünlü sanatçı Elton John, Moskova ziyareti sırasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşerek Rusya’daki eşcinsel hakları konuşmak niyetinde olduğunu açıklamıştı. İngilizler eşcinsellik üzerinden Türkiye’de de faal. İnsan kaynaklarını, LGBT kıtalarından devşiriyorlar. İngiltere Başkonsolosu Leigh Turner, Haziran 2014’te İstanbul’da da düzenlenen Onur Yürüyüşleri ve LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) mücadelesine destek veren bir yazı kaleme almış, Birleşik Krallık’ın eşcinsellerin yanında olduğunu belirtmişti. İngilizlerden neyim eksik diye düşünen ABD İstanbul Konsolosu Charles Hunter’de, “Eşcinselim ve LGBTİ’nin onur haftasında ben de varım” açıklamasında bulunmuştu. Rakamlar resmi olarak bilinmese de Türkiye’ye yılda yaklaşık 300 bin LGBT turistin geldiği tahmin ediliyor. Lezbiyen ve gay turizm pazarı konusunda araştırmaları ile tanınan Spartacus şirketinin araştırmasına göre Türkiye; gay turizmi olarak adlandırılan gay, lezbiyen, biseksüel ve transgender bireylere yönelik turizm konusunda 138 ülke arasında 90’ncı sırada. Anlaşılan amaçları Türkiye’nin ahlaki genleri ile oynamak.

ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter, Türk genci Ramadan Çaysever ile evlenmiş, düğünleri eşcinsel evliliğe izin verilen ABD Wisconsin’de yapılmıştı. ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter ile Ramadan Çaysever adlı Türk gencinin Kırım Kilisesi’ndeki bir törende tanıştıkları, Çaysever’in, Hunter’in Arnavutköy’deki rezidansına taşındığı belirtilmişti. Hunter’ın resmi davetlere bile Çaysever ile birlikte katıldığı ortaya çıkmıştı. Hunter’ın evliliği ABD Dışişleri Bakanlığı’nın onayı ile gerçekleşmiş, Ramadan Çaysever ile evleneceğini yakınlarına Şükran Günü yemeğinde açıklamıştı. Charles F. Hunter, 1990’dan bu yana mensubu olduğu ABD Dışişleri Bakanlığı’nda “Kıdemli müşavir” unvanına sahip olan bir diplomat. Türkçe dil eğitiminin ardından, Eylül 2013’te ABD’nin İstanbul Başkonsolosu olarak Türkiye’deki görevine başladı. Hunter, yakın dönemde Irak’ta ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği Basın ve Kültür Konsolosu (2011-12) ve Suriye Şam Büyükelçiliği Başmüsteşarı ve Maslahatgüzarı (2009-11) olarak görev yaptı. Hunter; Türkçe, Arapça ve Fransızca konuşuyor. Appleton-Wisconsin doğumlu olan Hunter, Lawrence Üniversitesi’nden (Fransızca) lisans derecesi ile Stanford Üniversitesi’nden master ve doktora (Fransızca ve Beşeri Bilimler) derecelerine sahip. Özel ilgi alanları arasında; müzik (özellikle acapella), okuma, yemek pişirme, mimari, Türk ve Ortadoğu tarihi bulunuyor. 03.07.2015’te Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluş yıl dönümü nedeniyle İstanbul’da düzenlenen davette bir ilk yaşanmış, İstinye’deki davette, konukları karşılayanlar arasında yaptıkları evlilik ile çok konuşulan başkonsolos ve eşi de yer almıştı. Amerika’da “Gay evliliğin” serbest olduğu bir eyalette resmen evlenen ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter ve Türk eşi Ramadan Çaysever, misafirlerini kapıda karşılamıştı.(8) Yeni Büyükelçi daha gelmeden LGBT seviciliğini armalarını asarak ilan ettiyse ona da mim koymak gerekebilir!

Ömür Çelikdönmez

https://www.haber-sanliurfa.com/yazarlar/omur-celikdonmez/abd-turkiyede-escinsel-sapkinlari-kiskirtarak-kaos-mu-amacliyor/29567/

Selin Ciğerci'den kalça gösterisi!

$
0
0



Cinsiyet değiştirme ameliyatıyla kadın olan sosyal medya fenomeni Selin Ciğerci, düzgün fiziğiyle görenleri hayran bıraktı. Ciğerci'nin mayolu fotoğrafları kısa sürede sosyal medyada yayıldı.
Sosyal medya fenomeni Selin Ciğerci, futbolcu sevgilisi Gökhan Çıra ile tatile çıktı. Ünlü çift sezonun yorgunluğunu atmak için gittikleri Çeşme'de objektiflere yansıdı.
Instagram'da yaklaşık 800 bin takipçisi bulunan ve Türkiye'nin Shakira'sı olarak görülen Selin Ciğerci, futbolcu sevgilisiyle Çeşme beach'lerinde keyif yapıyor. Magazin muhabirlerinin habersizce görüntülediği Selin Ciğerci, düzgün fiziği, güzel ve bakımlı vücuduyla dikkat çekti.
DJ performanslarıyla tanınan Ciğerci, yakın arkadaşı Ebru Polat'ın sözlerini yazdığı şarkıya müzik hayatına girdi. İkili "Beş Karat" isimli şarkılarıyla şimdiden yaz aylarına damga vurdu.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yalcin-tosun-ve-nail-uyarin-oykuleri-m-emin-degerin-olum-47945yy.htm

Denizli AGD’den ahlaksız etkinliklere tepki

$
0
0
Anadolu Gençlik Derneği LGBTİ’nin kentte düzenlediği “onur haftası” adı altındaki etkinliğe tepki gösteren bir açıklama yaptı.


Anadolu Gençlik Derneği Denizli Şubesi Tanıtım ve Medya Komisyon Başkanı Ekrem Çetin, “Hastalığa kapılmış sapkınlar” olarak nitelendirdiği LGBTİ’nin kentte düzenlediği “onur haftası” adı altındaki etkinliğe tepki göstererek, “Bu sapkınlar, 30 Haziran 1 Temmuz tarihleri arasında Denizli’de düzenleyecekleri faaliyetlerle yine ahlaksızlık kusmaya hazırlanıyor.” dedi.

Allah’ın sapıklığa düşmüş, zulme yönelmiş toplumları geçmişte helak ettiğini hatırlatan Çetin, toplumları helaka götüren sapık şeylerden birisinin de modern dünyanın tabiri ile eşcinselliktir olduğunu söyledi.

Çetin, “Bu kötü fiili işleyen toplumu ikaz etmek için Allah, Lut (a.s)’ı Peygamber olarak göndermiştir. Bu kavim bütün uyarı ve ikazlara rağmen bu kötü fiili işlediği için Allah tarafından helak edilmiştir. Günümüzde de, AB bu fiili medeniyet değeri saymakta ve yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede bu eşcinselliği yaygınlaştırmaktadır. Kiliseler erkekle erkeğin nikahını kıyma yarışı yapmakta ve bu fiili bütün İslam coğrafyasında yaygın bir fiil olarak yerleşmesi için mücadele vermektedir.” dedi.

“Bu bir hastalıktır ve tedavi edilmesinin önü açılmalıdır”

Allah’ın her dinde lanetine uğramış bu ahlaksızlığın doğru veya haklı görülmesinin mümkün olmadığını belirten Çetin, “Unutulmamalıdır ki insanlar, kendi doğrularını Allah’a isnat ederek haklılığını teyit ettirme makamında değildir. Bilakis alemleri ve içindekileri yaratan Rabbin emir ve buyruklarını, kulun kendisine düstur edinmesi gerekiyor. Bu bir hastalıktır ve tedavi edilmesinin önü açılmalıdır.” ifadelerini kullandı.

“Diyanet İşleri Başkanlığı insanlarımızı doğru şekilde aydınlatmalıdır”

“Güzel şehrimiz Denizli bizlere Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin, Servergazi ve Merkez Efendi Hazretlerinin emanetidir.” diyen Çetin, sözlerini şöyle bitirdi:

“Bu emanete en iyi şekilde sahip çıkılması gerekir. Şehrimizdeki ahlaksızlıklara müsaade edilmemeli, ahlaklı bir toplum, temiz bir nesil için çalışılmalıdır. Bu konuda dinimizin yetkili makamı Diyanet İşleri Başkanlığı insanlarımızı doğru şekilde aydınlatmalıdır. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemizde AB uyum yasaları çerçevesinde ahlaksızlığın ülkemizde yayılmasına müsaade edilmemelidir. (İLKHA)

https://ilkha.com/haber/78575/denizli-agdden-ahlaksiz-etkinliklere-tepki

Yumurta zannettikleri kapları korumak için insanlara saldıran eşcinsel kuğular 'ta

$
0
0
Avusturya'da, yumurtaları sandıkları plastik kapları korumak için göle giren insanlara ve yoldan geçenlere saldıran bir çift erkek kuğu, buradan alınarak geçici olarak bir barınağa götürüldü.

Ülkenin en çok okunan gazetesi Krone de dahil olmak üzere, Avusturya basını, bebekleri gibi korudukları plastik kapların yer aldığı yuvalarına yaklaşanları gagalayan bir çift eşcinsel kuğunun haberlerine sayfalarında yer ayırdı.
Haberlerde, Avusturya'nın güneydoğusunda yer alan Grundlsee köyündeki gölde yuvaları olan bir çift erkek kuğunun, suya yüzmek için giren ya da yoldan geçen insanlara saldırdığı, hatta 'kurbanlardan' birinin vücudunda 10 santimetrelik bir kesik oluştuğu ifade ediliyor.

​Kuğuların, diğer hayvan türlerinde de görüldüğü gibi, yumurtalarına yabancıları yaklaştırmamak istemesi, nadiren rastlanılan bir şey değil. Fakat Grundlsee köyündeki gölde yaşayan bu kuğu ailesinin korumaya çalıştıklarının gerçek yumurtalar değil, yumurta sandıkları plastik kaplar olduğu belirtiliyor.

Nitekim Grundlsee köyünün belediye başkanı Franz Steinegger, kuğuların insanlara saldırdığına ilişkin aldığı şikayetler yüzünden bu su kuşlarının uyutulmasını düşünmüş fakat sonra hayvanların bir barınağa götürülesinin daha iyi bir fikir olduğuna karar vermiş.

"Oyalanmaya vakit yoktu, hemen harekete geçmemiz gerekiyordu. Ancak kuğuların öldürülmesine yüreğim el vermiyordu" ifadelerini kullanan Steinegger, bu nedenle kuğuların geçici olarak bir barınağa yerleştirilmelerini sağlamış.

​Barınağın sahibi Alexander Groder ise bir süre bakımlarıyla ilgileneceği korumacı kuğulara ilişkin olarak, "Muhtemelen, çift olan iki erkek kuğu vakasıyla karşı karşıyayız" diyor.

Kuğu çiftin, barınaktaki sürelerini doldurmaları ardından daha geniş alana sahip olacakları bir göle yerleştirilmesi bekleniyor. Su kuşlarının, yumurtalarıymış gibi koruduğu plastik kaplardan oluşan yuvalarının, kendileriyle yeni göllerine taşınıp taşınmayacağıysa bilinmiyor.

https://tr.sputniknews.com/yasam/201806271034037177-yumurtalari-sandiklari-kaplari-korumak-icin-insanlara-saldiran-escinsel-kugular-tasiniyor/

ABD’de dengeleri değiştirecek gelişme

$
0
0
ABD Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Anthony Kennedy, Başkan Donald Trump’a yazdığı mektupla 31 Temmuz itibarıyla emekliye ayrılacağını duyurdu. 81 yaşındaki Kennedy’nin bu kararı, dokuz üyeli Yüksek Mahkeme’de tüm dengeleri değiştirecek.


Kennedy’nin yerine daha genç ve katı muhafazakar bir yargıç ataması beklenen Trump, daha önce Yargıç Neil Gorsuch’u Yüksek Mahkeme için görevlendirmişti. Trump’ın atayacağı diğer isim de Senato’da kabul görürse, Yüksek Mahkeme’de beş ateşli muhafazakâr yargıç olacak.

Trump’ın “harika bir hakim” olarak değerlendirdiği Kennedy, de muhafazakâr eğilimliydi fakat eşcinsel evlilik, kürtaja erişim ve pozitif ayrımcılık gibi 4’e karşı 5 oyla yasalaşan kritik konularda verdiği lehteki kararlarıyla tanınıyordu.

Ronald Reagan döneminde, 1988’de, göreve gelen Kennedy’nin en önemli mirası ise ABD’de eşcinsel evliliklerin önünü aşan Yüksek Mahkeme kararında verdiği lehteki oy olarak görülüyor.

2015’te 4’e karşı 5 oyla verilen kararı yazan Kennedy, evliliğin Anayasal bir hak olduğunu vurgulamış, “Hiçbir birliktelik evlilikten daha derin değildir” demişti.

http://www.karar.com/dunya-haberleri/abdde-dengeleri-degistirecek-gelisme-895808

Soros'un fonladığı, İngilizlerin kolladığı LGBT sapkınlarını kışkırtarak ABD Türkiye'de kaos mu hedefliyor!

$
0
0
“Eşcinselliğe karşı olanları öylesine çirkin göstereceğiz ki, sıradan bir Amerikalı bile onlardan ayrı durmak isteyecek”İnsanın kanını donduran bu söz; eşcinsel sapkınlığın önde gelen savunucularından, yaklaşık 30 yıl önce, Amerika’ya eşcinselliğin yerleştirilmesi için izlenmesi gereken taktik ve stratejileri anlatan Marshall K. Kirk ile Erastes Pill’e ait.

Bu sapkınlara göre ilk gündem maddesi, eşcinseller ve eşcinsellikle ilgili olarak halkın duyarsızlaştırılmasıdır.

Bunun için takip edilmesi önerilen yöntem ve aşamalar şunlardır;

a - Eşcinseller ve eşcinsellik hakkında olabildiğince yüksek sesle ve olabildiğince sık konuşmak.

Eşcinsellikle ilgili yeni ortaya çıkan hassasiyetleri uyuşturmanın yolu, pek çok insanın doğal ve destekleyici şekilde konu hakkında konuşmalarını sağlamaktır.

Halkın duyarsızlaştırılması ise, eşcinselliğe coşkulu bir ilgiyle bakmak yerine bir ilgisizlik veya kayıtsızlıkla bakmaya yardımcı olur.

Böylelikle hemen hemen her davranış, bir süre sonra normal görünmeye başlar.

b - Eşcinsellerin agresif meydan okuyucular olarak değil, mağdurlar olarak resmedilmesi;

Halkı kazanmak için yapılan herhangi bir kampanyada eşcinseller korunmaya ihtiyacı olan mağdurlar olarak gösterilmelidir, böylece heteroseksüeller koruyucu rolünü üstlenmeye meyilli olacaklardır.

c - Koruyuculara haklı bir neden verilmesi;

Eşcinselleri toplum kurbanları gibi gösteren ve heteroseksüelleri onların koruyucusu olmaya teşvik eden bir medya kampanyası, kendilerine ait yeni bakış açılarını ileri sürüp açıklayanlar için işi kolaylaştırmak zorundadır.

Az sayıdaki heteroseksüel kadın ve daha az sayıdaki heteroseksüel erkek, eşcinselliği cesaretle savunmak isteyeceklerdir.

Pek çoğu uyartılmış koruyucu dürtüsünü,  daha ziyade bir takım hukuk veya adalet ilkesiyle ve toplumda uyumlu ve adil muamele isteğiyle ilişkilendirecektir.

d - Eşcinsellerin hoş gösterilmesi;

Bir eşcinsel Mağdurun, heteroseksüellere sempatik gösterilmesi için, bu kişiyi sıradan bir adam gibi tasvir etmeniz gerekir.

Ancak kampanyaya eklenecek ilave bir tema daha girişken ve neşeli olmalıdır:

Giderek artan ve son zamanlarda eşcinsel erkek ve kadınlara baskı kuran kötü medyayı dengelemek için kampanyanın,  eşcinselleri toplumun önemli ve üstün kişileri olarak göstermesi gerekir.

e - Mağdur (kurban) duruma düşürenlerin kötü gösterilmesi;

Eşcinsel haklarıyla ilgili medya kampanyasının ilerleyen aşamalarında, diğer eşcinsel reklamlar sıradan hale geldikten çok sonra, geri kalan muhaliflere karşı sertleşme zamanı gelecektir.

Sözlerini sakınmadan, pervasızca söyleyebilmeleri için açıktan açığa karalanmaları gerekir.

f - Fonlama konusunda ısrar edilmesi;

bu tipteki her büyük kampanya, aylarca ve hatta yıllarca eşi benzeri görülmemiş harcamalar yapılmasını gerektirecektir, böylece eşsiz bir para toplama kampanyası başlatılacaktır. (1)

Bu süreç ve denenen yöntemlerin ABD’de tuttuğu ortada.

26 Haziran 2015’te ABD Yüksek Mahkemesi, eşcinsellerin ülkenin her yerinde evlenme hakkı bulunduğuna 4’e karşı 5 oyla kararvermiş, eşcinsellerin ABD’deki yaklaşık 20 yıllık mücadelesinin sonucu olan karar, mahkeme önünde bekleyen eşcinsel hakları savunucularını sevince boğmuştu.

50 ABD eyaletinden sadece 37’sinde serbest olan eşcinsel evliliği bu kararla ABD’nin genelinde serbest kalmıştı. (2)

Türkiye’de de makalede açıklanan taktik ve stratejilerin uygulanmakta olduğu, hatta bunun maalesef bazı diplomatik misyonlarca yürütüldüğü fark edilecektir.

Dün A9 TV Yapımcısı ve yorumcusu Ayşegül Hüma Babuna’nın; ABD Ankara Büyükelçiliğine sözde gökkuşağı renklerinden oluşan LGBT armasının asıldığı bilgi ve görselini içeren paylaşımı dikkatimi çekti.

Hatırlarsanız 14 Haziran 2016’da ABD’nin Orlando kentinde eşcinsellerin gittiği gece kulübüne düzenlenen ve 49 kişinin öldüğü saldırı sonrası Ankara’nın ABD Büyükelçiliği’ne ve İstanbul’da ABD Başkonsolosluğu’na Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Trans (LGBT) hareketinin simgesi “gökkuşağı arması” asılmıştı..

Başkonsolos Charles Hunter, “Bu trajedinin kurbanları anısına ve LGBT topluluğu ile dünyada eşitlik ve haysiyet değerlerini savunan herkesle dayanışma içinde gökkuşağı bayrağını asıyoruz” demişti. (3)

Bir yıl sonra 21 Haziran 2017’de ABD’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından Amerika’nın Orlando kentinde eşcinsellerin gittiği gece kulübüne düzenlenen ve 49 kişinin öldüğü saldırının yıl dönümünde yine elçilik binasına LGBT arması asılmıştı. (4)

SAPKINLIĞI KORUYAN GELENEK BU YIL DA BOZULMADI...

ABD’nin eşcinsel sapkınlığı koruyan kollayan geleneği bozulmadı, bu yıl da Türkiye’deki diplomatik misyonlarına LGBT arması çekildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakının başarısı ile sonuçlanan 24 Haziran seçimleri ertesine denk gelen görüntüye çeşitli anlamlar yüklendi.

Dünyada ve ülkemizde büyük çoğunluk tarafından ahlâksızlık olarak nitelendirilen ve LGBT kısaltması ile bilinen “Lezbiyen Gay Biseksüel ve Transgender” mensupları tarafından seçilerek bayraklaştırılan renkli bezin, devasa ölçülerde Başkent Ankara’daki ABD Büyükelçiliği duvarına asılmasının sebebinin “Orlando katliamının yıldönümü” olduğu anlaşıldı.

Hemen bütün ülkelerde “Genel Ahlak kuralları dışında” diye değerlendirilen ve ölçüsüz eylemleri ile çeşitli tepkiler çeken LGBT mensuplarının, ABD’nin Orlando kentinde gittiği bir gece kulübünde 2016 Haziran’ında gerçekleştirilen ve 50 kişinin öldüğü, 53 kişinin yaralandığı saldırının, “Ülke tarihinin en kanlı silahlı saldırısı” olduğu ifade edilmişti.

Terör Örgütü IŞİD tarafından üstlenilen saldırıyı gerçekleştiren şahsın ise dünya çapında faaliyet gösteren ABD’li bir özel güvenlik şirketinin mensubu olduğu ortaya çıkmıştı.

110’dan fazla ülkede faaliyet gösteren 620 bin çalışanı bulunan güvenlik şirketinin sözcülüğünü ise bir süre önce ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi olarak atanan David Satterfield, Dışişlerindeki görevi ile birlikte yürütüyordu.

Büyükelçilik binasında, bir kaç gündür asılı bulunan dev LGBT bayrağı bir yana, Ankara’ya yeni Amerikan Büyükelçisi olarak atanan Satterfield, henüz göreve başlamadan, hakkındaki spekülasyonlar da bir bir dikkat çekmeye başladı. (5)

Araştırmacı yazar Serdar Bozdoğan’a göre ABD istihbaratbirimleri Gladyo yapılanmasını (Ahtapotun Kolları–Octopus Arms) perdelemek için gökkuşağı renklerini içeren LGBTarmasını kullanıyor.

Ankara’daki ABD Büyükelçiliğine asılan LGBT armasındaki yeşil rengin ABD bayrağı ile yan yana gelmesi ise Octopus Arms çatısı altındaki yeşil renk ile temsil edilen gladyo departmanının harekete geçeceği anlamına geliyor.

Yeşil renk ile sembolize edilen birim, Türkiye gibi İslam ülkelerinde dini cemaat ve gruplara sızmış örgüt mensuplarının eylem yapması demek. (6)

- Türkiye’deki “O biçim” yürüyüşlere, CHP ve HDP’li milletvekilleri de ellerinde tuttukları çeşitli “şey”lerler ön saflarda bizzat katılarak açıkça destek veriyor…-

Bu yıl yapılmayan ama yapılması için ortam hazırlanılmaya çalışılan LGBT Yürüyüşü, düzenli olarak her yıl Haziran ayının son günlerinde dünya genelinde gerçekleştiriliyor.

AMERİKA'DA BAŞLAYAN AYAKLANMANIN YIL DÖNÜMÜNDE...

LGBT yürüyüşü, LGBTİ bireylerin katılımlarıyla Stonewall ayaklanmasının yıl dönümünde yapılıyor ve LGBTİ bireylere destek verenler tarafından düzenleniyor.

Stonewall ayaklanması, 1969’da ABD’nin New York şehrinde Stonewall Inn isimli bir bara polisin yaptığı baskına karşı olarak düzenlenmiş bir ayaklanmadır.

28 Haziran 1970 tarihinde New York ve Los Angeles şehirlerinde gerçekleşen bu ayaklanmanın yıldönümünde anan yürüyüşler organize edildi.

Bu yürüyüşler zamanla başka ülkelere de yayıldı.

Stonewall ayaklanması en başta ABD olmak üzere tüm dünya üzerinde "eşcinsel hakları" hareketinin başlangıcı oldu.

LGBT yürüyüşü Türkiye’de ilk olarak 1993 yılında “Cinsel özgürlük haftası” adı altında kutlanmak istendiğinde İstanbul valiliği bu kutlamaya izin vermediği gibi bu etkinlik için yurtdışından gelenleri sınır dışı etmişti.

2013’te orta doğu ve Avrupa’nın en büyük onur yürüyüşü Türkiye’de gerçekleşmiştir.

Geçen sene yani 2017 senesinde ise Ramazan ayının birinci gününe denk gelen yürüyüşe, İstanbul valisi engel olmuştu. (7)

SOROS FONLARI DESTEKLİYOR… İNGİLİZLER KORUYOR...

Örgütlenme özgürlüğünün suiistimali olan ve Soros Fonları tarafından  finanse edilen LGBT dernekleri, “sapkınlığın görünür olması ve provokasyon” amacıyla yürüyüş düzenliyor.

İngilizlerin dünya çapında eşcinsellik sapkınlığının koruyuculuğuna soyundukları biliniyor.

Birleşik Krallık, diğer ülkelere, özellikle Asya ülkelerine meşhur eşcinsellerini göndererek, sözde eşcinsellik haklarının savunuculuğunu üstleniyor.

Bu çerçevede dünyaca ünlü sanatçı Elton John, Moskova ziyareti sırasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşerek Rusya’daki eşcinsel haklarını konuşmak niyetinde olduğunu açıklamıştı.

İngilizler, eşcinsellik üzerinden Türkiye’de de faal.

İnsan kaynaklarını, LGBT kıtalarından devşiriyorlar.

İngiltere Başkonsolosu Leigh Turner, Haziran 2014’te İstanbul’da da düzenlenen "Onur Yürüyüşleri" ve LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel, trans) mücadelesine destek veren bir yazı kaleme almış, Birleşik Krallık’ın eşcinsellerin yanında olduğunu belirtmişti.

"İngilizlerden neyim eksik" diye düşünen ABD İstanbul Konsolosu Charles Hunter’de, “Eşcinselim ve LGBTİ’nin onur haftasında ben de varım” açıklamasında bulunmuştu.

Rakamlar resmi olarak bilinmese de Türkiye’ye yılda yaklaşık 300 bin LGBT turistin geldiği tahmin ediliyor.

Lezbiyen ve gay turizm pazarı konusunda araştırmaları ile tanınan Spartacus şirketinin araştırmasına göre, Türkiye; gay turizmi olarak adlandırılan gay, lezbiyen, biseksüel ve transgender bireylere yönelik turizm konusunda 138 ülke arasında 90’ncı sırada.

Anlaşılan amaçları Türkiye’nin ahlaki genleri ile oynamak.

ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter, Türk genci Ramadan Çaysever ile evlenmiş, düğünleri eşcinsel evliliğe izin verilen ABD Wisconsin’de yapılmıştı.

ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter ile Ramadan Çaysever adlı Türk gencinin Kırım Kilisesi’ndeki bir törende tanıştıkları, Çaysever’in, Hunter’in Arnavutköy’deki rezidansına taşındığı belirtilmişti.

Hunter’ın resmi davetlere bile Çaysever ile birlikte katıldığı ortaya çıkmıştı.

Hunter’ın evliliği, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın onayı ilegerçekleşmiş, Ramadan Çaysever ile evleneceğini yakınlarına Şükran Günü yemeğinde açıklamıştı.

Charles F. Hunter, 1990’dan bu yana mensubu olduğu ABD Dışişleri Bakanlığı’nda “Kıdemli müşavir” unvanına sahip olan bir diplomat.

Türkçe dil eğitiminin ardından, Eylül 2013’te ABD’nin İstanbul Başkonsolosu olarak Türkiye’deki görevine başladı.

Hunter, yakın dönemde Irak’ta ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği Basın ve Kültür Konsolosu (2011-12) ve Suriye, ŞamBüyükelçiliği Başmüsteşarı ve Maslahatgüzarı (2009-11) olarak görev yaptı.

Hunter; Türkçe, Arapça ve Fransızca konuşuyor.

Appleton-Wisconsin doğumlu olan Hunter, Lawrence Üniversitesi’nden (Fransızca) lisans derecesi ile Stanford Üniversitesi’nden master ve doktora (Fransızca ve Beşeri Bilimler) derecelerine sahip.

Özel ilgi alanları arasında; müzik (özellikle acapella), okuma, yemek pişirme, mimari, Türk ve Ortadoğu tarihi bulunuyor.

03 Temmuz 2015’te Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluş yıl dönümü nedeniyle İstanbul’da düzenlenen davette bir ilk yaşanmış, İstinye’deki davette, konukları karşılayanlar arasında yaptıkları evlilik ile çok konuşulan "başkonsolos ve eşi" de yer almıştı.

Amerika’da “Gay evliliğin” serbest olduğu bir eyalette resmen evlenen ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter ve Türk eşi Ramadan Çaysever, misafirlerini kapıda karşılamıştı. (8)

Yeni Büyükelçi daha gelmeden LGBT seviciliğini, armalarını asarak ilan ettiyse ona da mim koymak gerekebilir!

Bakınız:
1- Marshall K. Kirk – Erastes Pill/Savaşan Barış: Heteroseksüel Amerika’nın Revizyonu/ http://www.aileakademisi.org/sites/default/files/savasan_baris_heteroseksuel_amerikanin_revizyonu.pdf
2- https://tr.sputniknews.com/abd/201506261016223294/
3- https://www.ntv.com.tr/turkiye/abd-baskonsolosluguna-lgbt-bayragi,3Qg934UYpkWESNZsedj5wQ
4- http://www.hurriyet.com.tr/gundem/abd-ankara-buyukelciligine-lgbt-bayragi-asildi-40497298
5- http://www.dikgazete.com/ozel-haber/25-haziran-da-ankaraabd-buyukelciliginde-dev-lgbt-bayragi-h356265.html
6- https://www.dustopya.com/lgbt-yuruyusu.html
7- http://kafkassam.com/ahtapotun-kollari-octopus-arms.html
8- http://kafkassam.com/abd-ingiltere-ve-israil-neden-turkiyeye-escinsel-diplomat-gonderiyor.html

Ömür Çelikdönmez

http://www.dikgazete.com/soros-un-fonladigi-ingilizlerin-kolladigilgbt-sapkinlarinikiskirtarakabd-turkiye-de-kaos-mu-hedefliyor-makale,714.html

Onur" (Pride) Filmine Valilik Yasağı

$
0
0
Ankara Valiliği, Komünist LGBT (Lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüel) organizesinde "Onur" (Pride) isimli film gösterisi adı altında bu akşam düzenlenecek etkinliği yasakladı.


Ankara Valiliği, Komünist LGBT (Lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüel) organizesinde "Onur" (Pride) isimli film gösterisi adı altında bu akşam düzenlenecek etkinliği yasakladı.

Valilikten yapılan yazılı açıklamada, çeşitli sosyal medya ve birtakım yazılı ve görsel medya organlarından, Komünist LGBT organizesinde, bu akşam saat 19.30'da Çankaya ilçesinde bulunan Nazım Hikmet Kültür Merkez'inde "Onur" (Pride) isimli film gösterisi yapılacağı şeklinde bilgiler elde edildiği belirtildi.

Etkinliğin halkı sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edeceği, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkabileceği ifade edilen açıklamada, provokasyon tehlikesine dikkat çekildi.

Açıklamada, "Çankaya ilçesi Nazım Hikmet Kültür Merkez'inde düzenlenmek istenen söz konusu film gösterimi organizasyonu Valiliğimizce yasaklanmıştır." ifadelerine yer verildi.

https://www.haberler.com/onur-pride-filmine-valilik-yasagi-10997943-haberi/

Ankara Valiliği'nden yasaklanan filme ilişkin açıklama

$
0
0
Ankara Valiliği, Komünist LGBT organizesinde gerçekleştirilecek olan “Onur” (Pride) isimli film gösteriminin bazı kesimler tarafından tepki gösterilebileceği ve provokasyonlara neden olabileceği değerlendirilerek yasaklandığını açıkladı


Ankara Valiliği, Komünist LGBT organizesinde gerçekleştirilecek olan “Onur” (Pride) isimli filmin yasaklanamsına ilişkin açıklama yaptı.

Ankara Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamada, “Çeşitli sosyal medya ve birtakım yazılı ve görsel medya organlarından Komünist LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüel) organizesinde 28.06.2018 günü saat 19.30’da Çankaya ilçesinde bulunan Nazım Hikmet Kültür Merkez’inde 'Onur' (Pride) isimli film gösterisi yapılacağı bilgisi elde edilmiştir.

Söz konusu paylaşımlarla halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edeceği, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkabileceği; ayrıca terör örgütlerinin karşıt görüşlü gruplara yönelik eylem arayışı içerisinde olduğu yönündeki istihbari bilgiler göz önünde bulundurulduğunda yapılmak istenen organizasyona katılacak olan grup ve şahıslara yönelik olarak birtakım toplumsal duyarlılıklar nedeniyle de bazı kesimler tarafından tepki gösterilebileceği ve provokasyonlara neden olabileceği değerlendirilmektedir.

Bu nedenlerle 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla gerekli tedbirlerin alınması kapsamında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesine ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/f maddesi hükümleri doğrultusunda 28.06.2018 tarihinden itibaren ilimiz genelinde ve Çankaya ilçesi Nazım Hikmet Kültür Merkez’inde düzenlenmek istenen söz konusu film gösterimi organizasyonu Valiliğimizce yasaklanmıştır” denildi.

2014 yapımı film Haziran 2015'te vizyona girmişti. Filim eşcinsel grupların etkinlikleri konu edinmekte.

Thatcher yönetimi, 1984 yılında maden ocaklarını kapatma kararı alır. Binlerce maden işçisi artık işsizdir. Bu gelişmenin üzerine ülkede geniş çaplı bir madenci grevi başlar. “Onur” filmi bu dönemi, Londra’nın lezbiyen ve gey gençlerinin gözünden anlatmaya başlıyor.

http://www.haberturk.com/ankara-valiligi-nden-yasaklanan-filme-iliskin-aciklama-2036560

Kocanız gay olabilir; internette izi var!

$
0
0
Dikkat et, internette iz bırakıyorsun

İSVEÇ bilim adamlarının yaptığı araştırma Türk insanı için pek de geçerli olmayabilir. Ya da Avustralya’da yapılan bir araştırma, Hindistan’da yaşayan birinin gerçekliği değildir. Peki tüm dünyanın eğilimlerini nasıl anlayabiliriz? Tabii ki internet üzerinden...


Veri bilimcisi Seth Stephens Davidowitz’in ‘Bana Yalan Söylediler, İnternet ve Gerçek Yüzümüz’ adlı kitabını okuyorum. Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan, Ferit Burak Aydar’ın su gibi bir dille çevirdiği bu kitap, insanlara dair kalıplaşmış düşüncelerimizin ne ölçüde hatalı olduğunu ortaya koyuyor.

İnsanlar, anketörlere, doktorlara, ailelerine, sevgililerine ve hatta kendilerine bile yalan söyler. Oysaki internet üzerinde yaptığı aramalardan kişinin tüm gerçekliğine ulaşmak mümkün.

KİMSE SANDIĞIMIZ KİŞİ DEĞİL

Very bilimci Davidowitz insanların internette bilgi ararken arkalarında bıraktıkları izlerin peşine düşmüş. İnsanların, klavyelerinin mahremiyetinde en tuhaf şeyleri itiraf ettiklerini fark etmiş ve kitabında kimi zaman şaşırtıcı kimi zaman da sarsıcı bilgilere yer vermiş.

“Arama verilerinin ortaya çıkardığı dünya ile kamuoyu yoklamalarından hareket eden akademisyenlerin ve gazetecilerin yaşadığımızı düşündükleri dünya çok farklıydı” diyen ve interneti, ‘çağımızın mikroskobu ya da teleskobu’ diye tanımlayan Davidowitz’in araştırmalarından anladım ki, kimse sandığımız kişi değil hatta kendimiz bile...

**********

MEKSİKA ERKEĞİNİ BAŞIMIZDA TAŞIYALIM
KÜLTÜREL farklılıklarla ilgili, kitapta yer alan şu bilgi çok ilginç değil mi: Erkekler eşlerinin hamile olduklarını öğrendiklerinde internette birbirinden çok farklı aramalar yapıyor.

Örneğin Meksika’da en çok aranan söz “Hamile eşime sevgi sözleri” ve “Hamile eşime şiirler”. ABD’de ise en çok aranan “Karım hamile, şimdi ne olacak?” ve “Karım hamile ne yapmalıyım?” Kitapta Türkiye’nin verileri de yer alsa ortaya ne çıkardı acaba? Büyük ihtimalle: “Hamile eşe yalan söyleme”, “Yakalanmadan aldatma taktikleri”.

Şu bilgiden sonra, Meksika’nın erkekleri, başımızın üzerinde...

**********

EN BÜYÜK YALANLAR SOSYAL MEDYADA
ZATEN herkesin bu kadar mutlu olmadığını-olamayacağını biliyorduk da Davidowitz’in verileri bu bilgiyi perçinledi. Evet, her birimiz sosyal medyada hayatlarımız hakkında yalan söylüyoruz. Her birimizin mutlu olmaktan çok artık sadece mutlu görünmeye ihtiyacı var.

Kocasıyla ‘dillere destan aşklarını’ sosyal medyada paylaşan kadınların kocalarından şüphelenme oranlarının çok daha yüksek olduğunu biliyor musunuz? En çok da kocalarının gay olup olmadığından... (Hemen celallenmeyin, bu araştırma ABD’de.) İnternet üzerinde en yaygın arama “Kocam gay mi?”, ardından “Kocam beni aldatıyor mu?” ve sonra “Kocam alkolik mi?” ve onu takip eden “Kocam bunalımda mı?”...

Sosyal medyadaki paylaşımlarımızı ‘arkadaşlarıma hayatımın ne kadar güzel olduğunu gösterip böbürleneyim serumu’ olarak tanımlayan Davidowitz’in şu tespiti de çok yerinde: ‘Facebook dünyasında ortalama bir yetişkinin mutlu bir evliliği vardır. Tatilini Karayipler’de yapar ve Atlantic okur. Gerçek dünyadaysa, pek çok insana kızgındır. Süpermerketlerde kasa kuyruklarında bekler, National Enquirer’a göz gezdirir, eşinin aramalarını duymaz ve zaten aylardır da sevişmemişlerdir.”

http://www.haberturk.com/yazarlar/ipek-durkal/2035147-dikkat-et-internette-iz-birakiyorsun

Eşcinsellere baskı kabul edilemez!

$
0
0
Adalet Nöbeti 65. kez: OHAL’e son

Cumhuriyet davası için avukatların başlattığı Adalet Nöbeti, dün 65. kez tutuldu. Nöbette konuşan DİSK Basın-İş Başkanı Faruk Eren, “İçeride siyasi davalardan yargılanan öğrenci, gazeteci ve avukatlar var. Tehditler sürüyor ancak boyun eğmeyeceğiz. OHAL kaldırılsın, siyasi davalar düşsün” diye konuştu.


Tüm haksız tutukluluklara karşı her hafta devam eden Adalet Nöbeti’nin 65’incisi gerçekleştirildi. Nöbetin ardından yapılan açıklamada, OHAL’in kaldırılması talep edildi.

DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren, kasvetli günler geçirildiğini belirterek “İçerde siyasi davalardan yargılanan öğrenci, gazeteci ve avukatlar var, bu konuda çokta umutlu değiliz. Bizler bu süreçte tehdit edildik, bir siyasi parti lideri tehdit ettikten sonra gazetecilerin isimlerini yayımladı. Ancak tehditlere boyun eğmeyeceğiz. OHAL kalksın, gerçi kaldırılsa da OHAL yerine benzer şeyler ikame edecekler. Siyasi davalar düşsün” diye konuştu. Avukat Emel Ataktürk ise yaşadıkları topraklarda yüzleşilmeyen hak ihlalleri olduğunu dile getirerek yaşanan büyük acıların olduğunu söyledi. Yargının işlevsiz kaldığına değinen Ataktürk, şöyle devam etti: “Bireylerin veya toplulukların hak ve özgürlüklerine hukuk dışı ve keyfi gerekçelerle dokunulmasına karşı çıkıyoruz. Bu hafta LGBTİ+ bireylerin onur haftası. Gücünüz yettiğince ihlal mağduru lezbiyen, biseksüel, trans, interseks + bireylerin yanındayız. Engellenme, kapatılma, kayyım atanması ve benzeri baskılara maruz kalmadan özgürce faaliyetlerine devam etmenin başta barolar olmak üzere tüm hukuk ve insan hakları kurumları, medya organları, sendikalar ve derneklerin hakkı olduğunu, bu kurumlara yapılan baskıları kabul edilemez bulduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyoruz.” Avukat Bahri Bayram Belen de “Gazeteciler ve avukatlar toplumu aydınlattığı için yargılandılar. Biz avukatlar ve gazeteciler umudu çoğaltmaya çalışıyoruz. Bizler hukukçular ve gazeteciler hiçbir zaman iktidar olmadık, böyle bir çabaya da girmedik.Tarihin çarkını çevirmeye kimsenin gücü yetmez. Bugün yaşanılan hukuksal sorunlarda geçecektir” dedi.

Cumhuriyet davası için avukatların başlattığı Adalet Nöbeti , dün 65. kez tutuldu. Nöbette konuşan DİSK Basın-İş Başkanı Faruk Eren, “İçeride siyasi davalardan yargılanan öğrenci, gazeteci ve avukatlar var. Tehditler sürüyor ancak boyun eğmeyeceğiz. OHAL kaldırılsın, siyasi davalar düşsün” diye konuştu. Avukat Bahri Belen de “Biz avukatlar ve gazeteciler umudu çoğaltmaya çalışıyoruz. Bugün yaşanan hukuksal sorunlar da geçecektir” dedi.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1012276/Adalet_Nobeti_65._kez__OHAL_e_son.html
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live


<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>