Adana Kadın Platformu'ndan gökkuşağı bayrağının engellenmesiyle ilgili suç duyurusu
Adana Kadın Platformu, 8 Mart’ta gökkuşağı bayraklarının ve Boğaziçi pankartlarının engellenmesiyle ilgili suç duyurusunda bulundu.
Adana Kadın Platformu, 8 Mart mitinginde gökkuşağı bayraklarının alana alınmasının engellenmesi ile ilgili suç duyurusunda bulundu. Platform konu ile ilgile yazılı açıklama yaptı.
Yasaklama ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan zihniyetin aynı olduğu ifade edilen açıklamada “Hayatlarımızı birlikte savunmak, özgürlüğümüzü birlikte kazanmak için bir aradayız, buradayız, kararlıyız. Tıpkı 8 Mart’ta olduğu gibi gökkuşağının tüm renkleriyle Adana’da olmaya devam edeceğiz. Gökkuşağı her yerde!” ifadelerine yer verildi.
“EYLEMİN İÇERİĞİ TOPLANANLARIN ÖZGÜR İRADELERİNE BAĞLIDIR”
Adana Emniyeti Güvenlik Şube Müdürlüğü, mitinge olur verildiğini bildirirken toplanma sırasında LGBTİ ve Boğaziçi eylemlerinin temsilini içeren pankart, bayrak, slogan, kıyafet ve türevi hiçbir şeye izin verilmeyeceği söylenmişti. Açıklamada Emniyet Müdürlüğünün herhangi bir toplanmanın içeriğini belirleme ve buna ilişkin bir kısıtlama getirme yetkisinin olmadığı, bunun ancak toplananların özgür iradelerine bağlı olduğu ifade edildi. Görüşmede bunları emniyet görevlilerine ilettiklerini ifade eden Adana Kadım Platformu, “müzakere etmiyoruz, yalnızca bildirimde bulunuyoruz” şeklinde bir cevapla karşılaştıklarını, yazılı bir bildirim yapılması taleplerinin ise karşılanmadığını aktardı.
8 Mart günü ise Adana Emniyeti herhangi bir hukuki gerekçe olmamasına rağmen LGBTİ ve Boğaziçi eylemlerine dair materyalleri miting alanına almadı. Platform yasağı miting esnasında içeri sokabildikleri gökkuşağı bayraklarını sahnede açarak protesto etti. Alana alınmayan materyaller arasında gökkuşağı renklerini barındıran flamalar, pankartlar, dövizler ve kıyafetler ile ‘Rektöre, patrona, kocaya itaat etmiyoruz’ ‘Susmuyoruz, korkmuyoruz, aşağı bakmıyoruz’ yazılı pankart ve dövizler bulunuyor.
“EMNİYET TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ HAKSIZ KISITLAMIŞTIR”
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye ilişkin açıklama yapan İletişim Başkanlığının “Türkiye'nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edildiği” şeklindeki değerlendirmeye tepki gösteren Platform açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“İşte bu homofobik değerlendirme ile 8 Mart mitingimizde bize yaşatılanlar aynı zihniyetin ürünüdür. Bizler bu yasakları, dayatmaları kabul etmediğimizi mitingimizin öncesinde ve miting esnasında da dile getirdik. Alana alınmayan materyallerimizle ilgili olarak Adana Cumhuriyet Başsavcılığına bir suç duyurusunda bulunduk.
Mitingimizde yapılan bu uygulama ile Emniyet Müdürlüğü ve tüm emniyet görevlileri, temel hak ve özgürlüklerimizi haksız ve ölçüsüz olarak kısıtlamış, kamu güçlerini ve görevlerini ayrımcılık yaparak kötüye kullanmışlardır. Bizler bu şekilde hukuka aykırı davranışları ile temel hak ve özgürlüklerimizi elimizden almaya çalışanlarla yargı önünde de hesaplaşacağız.
Devlet eliyle yok sayılmaya, hedef gösterilmeye çalışılan ‘Alışın, buradayız, her yerdeyiz!’ demekten bir an olsun vazgeçmeyenler olarak bir kez daha haykırıyoruz: Gökkuşağının renklerini asla karartamayacaksınız! Hayatlarımızı birlikte savunmak, özgürlüğümüzü birlikte kazanmak için bir aradayız, buradayız, kararlıyız. Tıpkı 8 Mart’ta olduğu gibi gökkuşağının tüm renkleriyle Adana’da olmaya devam edeceğiz. Gökkuşağı her yerde.” (Adana/EVRENSEL)
https://www.evrensel.net/haber/429215/adana-kadin-platformundan-gokkusagi-bayraginin-engellenmesiyle-ilgili-suc-duyurusu
Yaşatmak
Son haftalarda şu iki önemli cümleyi ısrarla kullanıyoruz: “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır”, “Aşı Yaşatır.”
Avcılar Kadın Platformu, 25 Kasım'da Kadıköy'de geçekleştirilecek eyleme çağrı yaptı.
Fatih Sürenkök
Son haftalarda şu iki önemli cümleyi ısrarla kullanıyoruz: “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır”, “Aşı Yaşatır.”
Yaşatmak için yemin etmiş bir mesleğin temsilcisi olarak, bu cümleleri daha da önemsiyoruz. Sadece biz, sağlık çalışanları değil ülkenin başta kadınları olmak üzere, emekçileri, solcuları, sosyal demokratları, LGBTİ mensupları, yani insanı, yani yaşamayı seven herkes bu cümlelerin anlamını önemsiyor ve bunun için mücadele ediyor.
Aylar önce “İstanbul Sözleşmesi” için sokaklara dökülen kadınlarımıza, copla, gazla saldıran iktidar, sorunu kendince çözdü. Meclisin aldığı karar Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile bir anda yok sayıldı. Türkiye tek taraflı olarak sözleşmeden çekildiğini resmi gazeteden duyurdu. İnsan hakları taleplerine karşı bırakın duyarsızlığı, en şiddetli tepkiyi gösteren iktidar, kadınların hakları konusunda da aynı karşıtlığı gösterdi. Kadınlar, AKP hükümetinin gerçek yüzünü, daha net görmeye başladı. Artık sonu yaklaşan hükümet, toplumun tüm değerlerine saldırmaya devam ediyor. Ancak, bu durum sonlarını daha da yaklaştırıyor.
Bir günde birden fazla kadının erkek şiddeti ile hayatını kaybettiği ülkemizde, kadının toplumsal olarak korunmasının devletin asli görevi olması gerekiyor. Bu konuda muhalefet partilerinin de toplumsal muhalefet cephesinde daha sıkı durması beklentimiz.
Yaşamak için şiddet görmemek tek başına yetmiyor bu ülkede. Salgında virüsün bulaşmaması da gerekiyor yaşamak için. Salgının sonlanması için toplumun yüzde 60’ının aşılanması gerekiyor. Önümüzdeki aylarda binlerce insanın ölmemesi sadece aşılanmaya bağlı. Sağlık bakanlığı dünyadaki aşı çalışmalarını ve üretimini doğru takip edip, zamanında aşı bağlantılarını yapsaydı, bugün 151 kişi hayatını kaybetmeyecekti. Aralık başından beri 100 milyon aşının geleceği ve mayıs sonuna kadar toplumun yüzde 60’ının aşılanacağını defalarca duyuran sağlık bakanı ve hükümetin hesap bilmezliği can kaybettiriyor.
Son hafta içinde bile sağlık bakanı ve Cumhurbaşkanı hâlâ mayısta ‘olmazsa’ haziranda aşının gelebileceğini söyledi. Mayısta ‘olmazsa’ ne demek? 30 gün sonrası. Çin’den ithal oyuncak ya da teknolojik ürün beklemiyoruz. Aşı bekliyoruz sayın bakan, sayın Cumhurbaşkanı, AŞI… Yani günde 150 kişinin ölümüne engel olacak AŞI. Bakanın kurduğu cümle ile “bu aşıyı olanların yüzde 93’ünün yaşamını yitirmeyeceğini” bilirken, şimdi bir hesap yapalım, ama bu hesap Devlet Bahçeli ya da sağlık bakanının aşı hesabı gibi olmasın. Gerçek hesap olsun. Bir günde 150 kişi hayatını kaybediyorsa, bir ayda 4 bin 500 kişinin yüzde 93’ü ölmeyecek. Yani 4 bin 185 kişi yaşayacak. Sayın bakan ve AKP hükümeti, sizin beceriksizliğiniz yüzünden her gün 139 kişi yok yere ölüyor.
AŞI YAŞATIR ama AKP hükümeti yüzünden aşı olamıyoruz ve ölüyoruz. Kadın yaşamak ve yaşatmak istiyor ama AKP hükümeti kadına şiddeti önlemiyor. Kadınlarımız ölüyor.Yıllardır hep şu sloganı atmıştık: “AKP Sağlığa zararlıdır.” Ne kadar haklıymışız. Sağlıkla kalın.
https://www.evrensel.net/haber/429212/yasatmak
O barikat yıkılacak elbet
Seslerimiz yankılanıyor. Bu ses biat ettirilmeye çalışılan bir kuşağın dayanışmasının sesi. Özgür yarınlara olan özlemimizin sesi.
Sarya Toprak
Boğaziçi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rektör atadığı AKP’li Melih Bulu ile oluşturduğu kadrosuna yönelik direniş tüm hızıyla devam ederken ülke gündemindeki yerini de koruyor. Ülkenin dört bir yanında kayyum rektörlere karşı demokratik ve özerk üniversite talebiyle tüm yurttaşların isyanı, öfkesi sokaklara taşıyor. Ancak bu öfkeyi bastırabileceğini sanan sıkışmış, tükenmekte olan AKP iktidarı, hâlâ önümüze barikat kurma çabasında.
İKTİDARLAR HEDEF ALDI
Tarih boyu üniversiteler yalnızca eğitim alınan ve verilen bir kurumdan ibaret olmadı. Özgürce bilim üreten, sosyalleşen, politik tartışmaların yapıldığı ortak bir hayatın kurulduğu üniversiteler, yıllar boyunca özerk alanlar olarak kalma gayreti içerisinde oldu. Ancak her dönemin iktidarı üniversitelerin kontrolü altında olmasını istedi. Dolayısıyla toplumu şekillendirmek ve baskı altına almak isteyen iktidarlar ilk olarak hedefine üniversiteler ve gençliği aldı. Buna karşılık üniversitelerden bu baskı iklimine karşı hep en güçlü ses yükseldi. Yükselen bu güç karşısında iktidarlar ise her dönem gerek polisini gerekse faşistini üzerimize gönderdi. Fakat üniversiteliler ve gençlik isyanıyla ayakta.
AKP tüm toplumu kâr hırsıyla, gerici, neoliberal bir kıskaçta sıkıştırarak iktidarını ayakta tutmaya çalışıyor. Gençliğin rengini, taleplerini dikkate almayanlar kampüslerimizde gözaltına alıyor, evlerimizi basıyor, tutuklamalarla sindirmeye çalışıyor. Seçim zamanı dillerinden düşüremedikleri gençler demokratik hakları için mücadele ettiğinde başı ezilmesi gereken yılanlar oluyor. LGBTİ+’ları, gençleri, kadınları hedef gösteren, yaşama hakkını dahi elinden alma çabasıyla hareket eden bir iktidar var karşımızda. Buna karşı aylardır süren direnişimiz gösteriyor ki umut bizi ayakta tutuyor. Mücadelemiz durgun sanılan bir nehrin nasıl da coşkulu aktığını gösteriyor. Şeriatçı azınlık var gücüyle üstümüze gelirken seslerimiz yankılanıyor meydanlarda: “Birbirimizi bırakmayacağız, arkadaşlarımızı serbest bırakın.”
DAYANIŞMANIN SESİ
Bu cümleler öylesine cümleler değil. Biat ettirilmeye çalışılan bir kuşağın dayanışmasının sesi bu. Özgür yarınlara olan özlemimizin sesi… “Kayyum rektör istemiyoruz” diyerek başlayan bu direniş memleketin dört bir yanındaki gençlerin kendi taleplerini dillendirdiği bir direnişe dönüştü. Ne demiştik: “İstifa yok tek başına ya tüm kayyumlar ya tüm kayyumlar”! Biliyoruz, değiştireceğiz. Onlar da biliyor gidecekler. Tek bir arkadaşımızı bile bırakmayacağız ellerine. Bizim birbirimizden, dayanışmamızdan başka kimsemiz yok. Arkadaşlarımızı almak için adliye önlerinde bekleyenleriz, “Arkadaşlarımız serbest bırakılmadan kampüsü terk etmiyoruz”, “arkadaşlarımız yoksa biz de yokuz derse girmiyoruz” diyenleriz. İktidar sahiplerinin anlayamayacağı bir dayanışma bu. Bize ise işaret ettiği bir yer var. Bu korku duvarları aşılıyor, aşılacak. Gelecek bizim, kazanacağız!
DİRENİŞLE YÜRÜYORUZ
LGBTİ+ bayrağıyla yürüdüğü için gözaltına alınan arkadaşlarımıza destek vermek isteyen arkadaşlarımız da geçen günlerde gözaltına alındı. Arkadaşlarımız şimdi serbest ancak haftalardır süren Boğaziçi direnişi nedeniyle tutuklanan, ev hapsinde olan arkadaşlarımız var. Hepsi aklımızda. Onlar cezaevinde bir koğuşta gözlerini açıp orada direnmeye devam ederken onların direnişini de yanımıza katarak mücadele etmeye devam ediyoruz. İktidarın bize yönelik baskısına her geçen gün yeni bir bahane eklese de taleplerimiz net: Arkadaşlarımıza özgürlük, bilim üreten özgür ve demokratik üniversite ve tüm kayyumlara istifa.
https://www.birgun.net/haber/o-barikat-yikilacak-elbet-339233
Şiddet failinden avukata telefon: İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı, çıkabilir miyim?
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin şiddet faillerini cesaretlendirdiğine dikkati çeken Avukat Rabia Özgökçe, “Arkadaşımın, cezaevindeki müvekkili ‘İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı. Ben de eşime şiddet uyguladığım için cezaevindeyim. Şimdi çıkabilir miyim’ diye sordu” dedi.
Türkiye, ilk imzacısı olmakla övündüğü İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bir gece ayrıldı. Avrupa Konseyi tarafından 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaya açılan sözleşme, Türkiye’de 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi. Sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke olan Türkiye, tarihe imza atarak, ayrılan yine ilk ülke oldu.
Sözleşmeden çekilmeyle birlikte kadına yönelik şiddet, cinayet ve LGBTİ+lara yönelik saldırılar da arttı. Feshin ilk haftasında 9 kadın erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirdi.
ŞİDDETTE KARŞI YOL HARİTASI
Tepkiler ülkenin dört bir yanına yayılırken, Van Barosu Kadın Hakları Komisyonu’ndan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Rabia Özgökçe, çekilmeyi değerlendirdi.
Sözleşmeyi ilk fesheden ülkenin Türkiye olduğunu vurgulayan Özgökçe, o dönem sözleşmenin imzalanmasındaki en büyük etkenin Nahide Opuz davası olduğunu anımsattı. Özgökçe, “Opuz kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen bir karardı. ‘Devlet olarak şiddete uğrayan bir kadını korumak zorundasınız’ dedi. Türkiye’de Avrupa üzerindeki bu olumsuz etkiyi silmek için o dönem bir an önce tüm kadın örgütlerine çağrı yaptı. Bir günde yazılan bir sözleşme değildir. Kadın örgütlerinin, uzun yıllar boyunca verdikleri mücadelenin sonucuyla imzalanan bir sözleşmedir. O dönem hazırlanan bu sözleşmeye bütün kadın hakları alanında çalışan aktivistler, hukukçular katkıda bulundu. Bu şekilde ortaya çıkan bir sözleşmedir. Bugün 6284 Sayılı Kanun, TCK (Türk Ceza Kanunu) ve Medeni Kanun kadınların haklarını içerir. Ancak bu kanunlarda devletin, kadına yönelik şiddeti nasıl önleyeceğine dair bir yol haritası yoktur” diye belirtti.
DEVLETİ ZORLAYAN YÜKÜMLÜLÜKLER
6284 Sayılı Kanun’da, 7/24 çalışan bir şiddet hattının kurulması ve 100 bin nüfusu aşan belediyelerde kadın sığınma evinin açılması gibi devletin uyması gereken zorunlulukların yer aldığına işaret eden Özgökçe, “Devlet, İstanbul Sözleşmesi’nden kaynaklı bir bütçe oluşturmak zorundadır gibi yükümlülükler bulunuyordu. Bunlar Türkiye’de maalesef yok” ifadelerini kullandı.
AYRIMCILIK YASAĞI
Sözleşmede şiddetin hiçbir türünün uygulanmaması gerektiğinin aktarıldığını belirten Özgökçe, “Sözleşme de, ‘dili, dini, ırkı, cinsel yönelimi ne olursa olsun ayrımcılık yapma’ der. Aslında bu ayrımcılık yasağıdır. Ayrımcılık yasağı bizim Anayasamızda da var. Anayasa’daki maddeye karşı çıkılmazken, aynı madde İstanbul Sözleşmesi’nde yer aldığı için şu an kıyametler koparılıyor” diye belirtti.
FAİLLERİ CESARETLENDİRİYOR
Sözleşmeden çekilmenin failleri cesaretlendirdiğine dikkati çeken Özgökçe, hemen akabinde 9 kadının öldürüldüğünü, İzmit’te Fırat Kaya isimli erkeğin, işitme engelli bir eşcinsele şiddet uyguladığını anımsattı. Özgökçe, “Bir avukat arkadaşımı, cezaevindeki müvekkili arayarak ‘İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı. Ben de eşime şiddet uyguladığım için cezaevindeyim. Şimdi çıkabilir miyim’ diye soruyor. Ne yazık ki anlayış tamamen budur. Birçok fail cezasız kalacağını düşünüyor” dedi.
İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasını destekleyen kesimin şimdi ise 6284 sayılı yasa ve kadın haklarını koruyan diğer kanunları hedef aldığını ifade eden Özgökçe, şöyle devam etti: “Her dillendirdiklerinde ne yazık ki hayata geçiriyorlar. Bu haklar bir günde alınan haklar değildi. Uzun yıllar kadın mücadelesiyle gelen kazanımlardı. Şimdi bir gecede geri çekilmesi devamında kazandıklarımızı da ne yazık ki tehlikeye koymuş durumda. Yasalar en azından bugün yürürlükte. Bir akşam ya da gecenin ikisinde başka bir yasamızın kaldırılmayacağının bir garantisi yok. Artık hiçbirimiz güvende değiliz.”
YETKİ GASPI
Kadına yönelik şiddetin insan hakları ihlali olduğunun altını çizen Özgökçe, Anayasa’daki 104’üncü maddeyi anımsatarak, temel hak ve ödevlere ilişkin kanunla konulan hakların ve sözleşmelerin yine kanunla kaldırılması gerektiğine dikkat çekti. Özgökçe, “90’ıncı maddeye göre Meclis tarafından imzalanan bir sözleşme yine Meclis tarafından kaldırılması gerekir. Tüm uluslararası sözleşmeler kanunun üstündedir. 104’üncü maddedeki temel hak ve ödevlere ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile tek taraflı olarak geri çekilme olmaz. Hukuken de bu bir fesih değil çekilmedir. Bunu yetki gaspı olarak tanımlıyoruz. Hukuka da aykırı buluyoruz. Tüm bu sebeplerle Danıştay’a dava açtık” ifadelerini kullandı.
SEÇİM VAADİ Mİ?
Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin arttığı bir dönemde sözleşmeden çekilmeyi şaşkınlıkla karşıladıklarını aktaran Özgökçe, “Erken bir seçim hazırlığı olduğunu düşünüyorum. Bir kesime seçim vaadinde bulunmak için kadın hakları ve hayatlarından vazgeçilmesini dehşet verici buluyorum. Türkiye kadına yönelik şiddetle mücadele ederken, ‘mış’ gibi yapma bir özelliği var. Sadece mücadele ediyormuş gibi bir tablo çiziyor. Kadına yönelik şiddette bunu gerçek anlamda bitirmeyi dilde söylüyorlar ama uygulamada ne yazık ki karşılığını görmediğimiz için samimi değiller” diye belirtti.
ZİHNİYETİN YANSIMASI OLUR
AKP Genel Başkan Yardımcısı Fatma Betül Sayan Kaya’nın, fesihle ilgili sarf ettiği “İstanbul Sözleşmesi’nin yerine farklı bir sözleşmenin gelmesi zorunlu olmuştur. Ankara Sözleşmesi hazırlıyoruz” sözlerini hatırlatan Özgökçe, şöyle dedi: “İstanbul Sözleşmesi’nin herhangi bir eksikliği yokken ve kadın üzerinden tartışmalar yürütülmüşken, yapılacak bir Ankara Sözleşmesi olsa olsa şu anki zihniyetin bir yansıması olabilir. İçinde kadının beyanını esas alan ya da LGBTİ+ bireyleri bu kadar hedef gösterip, onları koruyacak hükümlerin yer alacağını açıkçası düşünmüyorum.”
MA / Özlem Yayan
https://ozgurmanset.net/siddet-failinden-avukata-telefon-istanbul-sozlesmesi-kaldirildi-cikabilir-miyim/
Kadınlar polis saldırısına rağmen vazgeçmedi: “Dövizlerimiz, sloganlarımız ve bayraklarımızla eylem alanındayız”
Dün (27 Mart) "İstanbul Sözleşmesi bizimdir" demek için sokağa çıkan kadınlar Kadıköy'de polisin keyfi tutumu karşısında sessiz kalmayınca polis şiddetine maruz kaldı. Polis saldırısı sonucu burnu kırılıp yaralanan kadınlar oldu. Kadınlar yayımladıkları açıklamada tüm saldırılar karşısında dövizleri, sloganları ve bayrakları eylem alanına soktuklarını ifade etti
Kadınlar polis saldırısına rağmen vazgeçmedi: “Dövizlerimiz, sloganlarımız ve bayraklarımızla eylem alanındayız”
Dün (27 Mart) “İstanbul Sözleşmesi bizimdir” demek için sokağa çıkan kadınlar Kadıköy’de polisin keyfi tutumu karşısında sessiz kalmayınca polis şiddetine maruz kaldı. Polis saldırısı sonucu burnu kırılıp yaralanan kadınlar oldu.
Kadınlar yayımladıkları açıklamada tüm saldırılar karşısında dövizleri, sloganları ve bayrakları eylem alanına soktuklarını ifade etti. Yayımlanan açıklamanın tam metni aşağıdaki gibi:
“İstanbul Sözleşmesi bizim”
İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmeye çalışılmasına karşı 27 Mart Cumartesi günü binlerce kadın yine Kadıköy’deydik. Polis önce keyfi bir uygulamayla eylem alanına getirilen LGBTİ+ dövizlerini ve gökkuşağı bayraklarını içeri almayacağını söyledi. Ardından ise yine keyfi olarak ses sisteminin eylem alanına girişine izin vermemesi üzerine, ses sistemi gelmeden eylemin başlamayacağını söyleyerek arama noktasındaki polis barikatının önünde beklemeye başladık. Barikatta beklerken polis müdahalesi başladı. Polisin fiziksel ve sözlü saldırılarına ve tehdidine maruz kaldık. Pek çok arkadaşımız darp raporu aldı. Tüm bu saldırılara ve engellemelere rağmen bütün dövizlerimizi, sloganlarımızı, bayraklarımızı ve ses sistemimizi alana sokmayı başardık.
Kadınların sesini kısmak, İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek için harcanan bu çabalar, sözleşmeyi uygulamak için harcansaydı katledilen binlerce kadın bugün hala aramızda olabilirdi. İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamakla yükümlü olduğu halde uygulamayanlar, şiddeti önlemeyenler, cezasız bırakanlar, eşitliği sağlamayanlar bu cinayetlerin suç ortağıdır. Kadınların önüne konan tüm engellere rağmen yaşama hakkımızın güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden de tek bir hakkımızdan da vazgeçmiyoruz. Biz buradayız. Her yerdeyiz. İsyandayız. Kararın iptali, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması, kadınlar ve LGBTİ+ların hiçbir ayrımcılığa maruz kalmaması için mücadelemizi, isyanımızı her yerde sürdürmeye devam edeceğiz.
Sendika.Org
https://sendika.org/2021/03/kadinlar-polis-saldirisina-ragmen-vazgecmedi-dovizlerimiz-sloganlarimiz-ve-bayraklarimizla-eylem-alanindayiz-613007/
İsveç'ten Türkiye'ye İstanbul Sözleşmesi tepkisi
İsveç'te 11 kadın örgütü ve siyasi parti açıklama yaparak Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini kınadı. Çeşitli örgütler de sözleşmenin önemine dair açıklamalar yaptı.
Murat KUSEYRİ
Stockholm
Kadına yönelik şiddeti durdurmak amacıyla imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesine tepki gösteren İsveç Eşitlik Kurumu Koordinatörü Anna Collins Falk, “Sözleşme politikleştirildi ve haksız eleştilere uğradı” dedi.
İsveç Devlet Televizyonu’na açıklamalar yapan Falk, İstanbul Sözleşmesi’nin insan haklarını savunan güçlü bir sözleşme olduğunu söyledi. Hukuki olarak da sözleşmenin bağlayıcı olduğuna ve sözleşmeye imza atan ülkelerin sorumluluklarını yerine getirip getirmediğini denetleyen mekanizmalarının olduğuna dikkat çekti.
Falk, “Herşeyden önce sözleşme kadına yönelik şiddet ve yakın ilişkilerdeki şiddeti, eşitlik ve yapısal ve güç ilişkilerine bağlı olarak ele alıyor” dedi.
Sözleşmeye yönelik eleştirilerin insan hakları, kadın hakları ve eşitlik çabalarına karşı estirilen soğuk rüzgarların bir parçası olduğu değerlendirmesini yapan Falk, “İstanbul Sözleşmesi’nin politikleştirdiği" eleştirisinde bulundu.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’Nİ TERK ETMEK YANLIŞ BİR YOLDUR
Feminist İnisiyatif adlı parti “İstanbul Sözleşmesini terk etmek gidilen yanlış bir yoldur” başlıklı bir açıklama yaparak Türkiye’nin kadınlara yönelik şiddeti durdurmayı amaçlayan sözleşmeden çekilmesini eleştirdi.
Türkiye’de kadınlara yönelik baskı ve cinayetlerin arttığına ve geçtiğimiz yıl en az 300 kadının öldürüldüğüne dikkat çekilen açıklamanın altında imzası bulunan Feminist İnisiyaf’in Dış Politika Sözcüsü Jaime Gomez Alcaraz, “Erdoğan’ın sözleşmeyi feshetmesini protesto edenleri; demokratik gelişim, kadın hakları, LGBTİ+’lar, Kürtler ve diğer ezilen grupları destekliyor. Biz İsveç Hükümeti’nden Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini engellemesi, Türkiye’deki kadın ve LGBTİ+’ların güvenliklerinin sağlanması için elindeki imkanları kullanmasını istiyoruz” dedi.
Namus ve töre bahanesiyle işlenen cinayetlere karşı mücadele eden “Ne Fahişe Ne Boyun Eğen” adlı örgüt de yazılı bir açıklama yaparak Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesini kınadı. Erdoğan’ın feminizm karşıtı tutumu ve sözleşmeyi feshetmesini protesto etmek için Türkiye’nin pek çok yerleşim biriminde kadınların sokaklara çıktıkları hatırlatılan açıklamada “Türkiye’deki kadın hareketi ve Kürt kadınlarının mücadelesini destekleyenler olarak Türkiye’nin aldığı karardan rahatsızız” denildi.
11 ÖRGÜTTEN ORTAK AÇIKLAMA
Öte yandan 11 kadın ve demokratik kitle örgütü ve parti açıklama yaparak Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini kınadı.
İsveç medyasına gönderilen ortak açıklamada “İstanbul Sözleşmesi geri gelecek! Kadınlardan korkuyorlar ve korkmakta da çok haklılar... Ancak gece yarısı alınan kararlarla kadınlara biat ettirebileceklerini, kadın mücadelesini engelleyebileceklerini düşünüyorsalar müthiş bir şekilde yanıldıklarını bilmeliler...” denildi.
Ayrıca, “Kadınların iradesi gasbedilerek alınan karar, bizim için yok hükmündedir diyoruz ve İstanbul Sözleşmesi’ni geri getirinceye kadar sokaklardan çekilmeyeceğimizin altını bir kez daha çiziyoruz” ifadeleri kullanıldı.
Açıklamanın altında Ne Fahişe Ne Boyun Eğen’in yanı sıra Sara Kadın Birliği, Alevi Kadın Federasyonu, Asuri Kadın Federasyonu, Amara Kürt Kadın Meclisi, Kadın Barış İnisiyatifi, Mezopotamya Halk Kongresi, Mezopotamya Özgürlük Partisi, Mezopotamya Dayanışma Derneği ve Adalet Partisi Sosyalistlerin de imzaları bulunuyor.
https://www.evrensel.net/haber/429258/isvecten-turkiyeye-istanbul-sozlesmesi-tepkisi
SYKP İstanbul, LGBTİ+’lara saldırılara karşı Kadıköy’de üst geçide gökkuşağı bayrağı astı
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) İstanbul, LGBTİ+’lara saldırılara karşı Kadıköy’de üst geçide gökkuşağı bayrağı astı.
Parti, bayrak fotoğraflarını “İktidar LGBTİ+’lara saldırıyor, aktivistleri gözaltına alıp tutukluyor. Boğaziçi öğrencilerinin LGBTİ+ bayrağı taşıdığı için gözaltına alınması bunun göstergesidir. Kadıköy'de LGBTİ+ bayraklarını astık ve yineledik: Susma haykır LGBTİ+'lar vardır!” açıklamasıyla paylaştı.
http://www.gaziantephaberler.com/haber/sykp-istanbul-lgbtilara-saldirilara-karsi-kadikoyde-ust-gecide-gokkusagi-bayragi-asti-haberi-50440.html
Bern ve Basel’de kadınlar ve LGBTİ+lar “İstanbul Sözleşmesinden vaz geçmiyoruz” dedi
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geceyarısı kararnamesiyle Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden imzasını çekme girişimi Türkiye’nin yanı sıra Avrupa’nın ve dünyanın pek çok şehrinde protesto ediliyor.
İsviçre’nin Bern ve Basel şehirlerinde de kadınlar ve LGBTİ+lar biraraya gelecek “İstanbul Sözleşmesi’nden vaz geç geçmişyoruz” dediler.
Bern’de Bern Mizgin Kadın Meclisi’nin çağrısıyla, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Bern Kadın Meclisi, İsviçre Kadın Grevi Bern Kolektifi, İklim Grevi Bern Kadın Kolektifi’nden kadınlar ve LGBTİ+lar Bahnhofplatz alanında bir araya geldi.
Mizgin Kadın Meclisi adına eylemde yapılan açıklamada, “İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmiyoruz; Bizler alınan bu demokrasi dışı kararı kabul etmemekle birlikte erk zihniyetin katliamcı politikalarıyla mücadelemizi sürdüreceğiz” denildi.
Yapılan diğer konuşmaların ardından eylemciler şarkılar söylerek bir süre daha alanda kaldıktan sonra açıkalmalarını sonlandırdılar.
Basel’de İstanbul Sözleşmesi için enternasyonalist dayanışma
Basel’de Ronahi Kadın Meclisi, Tekojin ( Jinén Ciwan en Tekoser) SYKP İsviçre Kadın Meclisi, SKP kadın Meclisi, BASTA (Basel’in Güçlü Alternatifi), PDA (İsviçre Emek Partisi) ve Mor Kızıl Kolektif’ten kadınlar Barfüsserplazt’ta toplandı.
“İstanbul Sözleşmesinden vaz geçmiyoruz” ortak pankartının arkasında Claraplatz’a doğru yürüyüşe geçen kadınlar, şarkılar, sloganlar eşliğinde kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaları protesto ettiler. Basel Kanton Parlamentosunun önünde konuşmalar yapan kadınlar yürüyüşlerini Claraplazt’a kadar sloganlar eşliğinde devam ettirdiler.
https://avrupaforum4.org/bern-ve-baselde-kadinlar-ve-lgbtilar-istanbul-sozlesmesinden-vaz-gecmiyoruz-dedi/
LGBTİ korkusu ne kadar gerçek
“LGBTİ korkusu gerçeğe dayanıyor mu?” Gördüğüm fotoğraf beni buna ikna etmekten çok uzak. Zira, İstanbul Sözleşmesi öncesinde de hatta bütün tarihimiz boyunca da bu ülkede farklı cinsel yönelimi olan kimseler vardı. Bugüne kadar bunlara karşı hiçbir itirazi kayıt düşmeyen, konunun tartışıldığına ya da bir öneri getirildiğine hiç şahit olmadığımız kişilere ne olmuştu da birdenbire ortaya çıkmış ve hangi reel durumdan hareketle sözleşmeyi bunun müsebbibi sayan yaklaşımı benimsemişlerdi?
2011 yılında meclisin tamamının mutabakatıyla alkışlar içinde imzalanan İstanbul Sözleşmesi kamuoyu tarafından da teveccühle karşılanmıştı. Ancak son üç yılda nasıl başladığı belli olmayan bir şekilde, sözleşmeye karşı dozu gittikçe artan itirazların oluşturduğu atmosfer etkili olmuş ve süreç, sözleşmenin feshiyle noktalanmıştır.
Sözleşmeye itiraz edenler, asıl amacın kadına yönelik şiddet olmadığı, ahlaki ve dini değerleri hedef aldığı, toplumu cinsiyetsizleştirme amacına matuf olarak dayatıldığı, LGBTİ+ bireylerin hak ve hukukunu genişletecek gizli bir ajandasının olduğunu ileri sürüyor.
Peki bu konuda sözleşme ne diyor?
İstanbul Sözleşmesi amacını; her türlü şiddete karşı kadınları korumak, şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak şeklinde ifade etmiş, diğer taraftan “mağdur” kimliğine vurgu yapmış, şiddete uğrayan kim olursa olsun korunmasını esas almıştır.
Sözleşmenin 4. maddesi, şiddet ile mücadelede kimseye ayrımcılık yapılmaması gereğine vurgu yapmış; din, dil, ırk, mezhep vb. unsurlarla birlikte toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı şiddeti de kapsamı içine almıştır. Sözleşme farklı cinsel yönelimi olanları içeren başkaca bir maddeye de yer vermemiştir.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin toplumları cinsiyetsizleştirme politikalarının bir parçası olduğunun öne sürülmesine karşın sözleşme 3. maddesinin C bendinde, toplumsal cinsiyet eşitliğini; “Herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler” olarak açıklayarak, cinsiyete değil, sosyolojiye dikkat çekmiştir.
Sözleşmenin hazırlık aşamasından sonuna kadar içinde bulunan, şimdilerde Türkiye’nin Grevio temsilcisi olan Prof. Dr. Aşkın Asan endişeleri giderecek açıklamalarda bulunmuş, sözleşmenin amacının şiddetle sınırlı olduğunu, başka hiçbir amaca hizmet edemeyeceğini, Avrupa Konseyi Sekreteri’nin yaptığı açıklamayı da delil göstererek izah etmiştir. Bu ve benzeri açıklamalara rağmen sözleşmeye yapılan itirazlar sükûn bulmadığı gibi artarak devam etmiştir.
Sözleşme metninin lafzı ve yetkili ağızlardan yapılan bu açıklamalar ışığında konuya yaklaştığımızda topluma pompalanan korkunun önyargılar, yanlış anlamalar ya da fazladan yapılan yorumlardan kaynaklandığı, eğer bunlardan biri değilse bilinçli bir çarpıtma faaliyeti olduğu düşünülebilir.
Endişe gerçekten aile mi?
Tüm bu açıklamalara rağmen aile elden gidiyor korkusunun katalizörü olan isimler tarafından yoğun bir karalama kampanyası gerçekleştirildi. Düzenlenen toplantılar, atılan twitler, hazırlanan raporlar, etkili kurum ve kişilerle yapılan lobi faaliyetleriyle bir taraftan toplum manipüle edilmeye çalışıldı, diğer taraftan da tarihte hiç görülmediği kadar LGBTİ meselesi gündem yapıldı.
Sonunda durum öyle bir hal aldı ki, yaygınlaşmasından korktukları meseleyi en fazla dillendiren, en fazla görünür kılan da yine onlar oldu. Korkuları, korktukları şeyi çağırıyordu artık. Onlar korktukça daha yüksek sesle bağırıyor, bağırdıkça korku nesnelerine daha fazla yaklaşıyorlardı.
Bu kesimdeki “eşcinsellik korkusu”! kadınların hunharca öldürülmesinden daha fazla öne çıkıyor. Her vesileyle “aileyi” korumaktan bahsedenler, ironik bir şekilde şiddet dolayısıyla yıkılan yuvaları görmezden geliyor ve işin sonunda ailenin temel bileşenlerinden biri olan kadını koruyan yasalarla mücadele ediyorlardı.
Buradan bakınca, “aile elden gidiyor” korkusu sahici mi yoksa gelecekte kadınlara hükmedememe endişesinin LGBTİ korku ve kaygısına tahvil edilmiş hali mi diye düşünmeden edemiyor insan.
LGBTİ korkusu gerçeğe dayanıyor mu?
Esasen hiçbir hukuki metin amacı dışında uygulanamaz düsturundan hareketle sözleşmenin de amacıyla kayıtlı olduğunu biliyoruz. Yine de sözleşmeye karşı haklı-haksız bir şekilde duyulan endişelerin giderilmesi için Hırvatistan örneğinde olduğu gibi sözleşmeyi nasıl anladığımız ve iç hukukta bunu nasıl uygulayacağımıza dair bir yorum beyanında bulunmak da sorunumuzu çözen bir yöntem olabilirdi.
Maalesef siyasal erk sesi yüksek çıkan küçük bir grubun baskısıyla tercihini fesih yönünde kullanarak siyasal risk aldı.
Peki, “LGBTİ korkusu gerçeğe dayanıyor mu?” meselesine geri dönecek olursak, gördüğüm fotoğraf beni buna ikna etmekten çok uzak.
Zira, İstanbul Sözleşmesi öncesinde de hatta bütün tarihimiz boyunca da bu ülkede farklı cinsel yönelimi olan kimseler vardı. Üstelik öyle gizli saklı da değillerdi. Kamuya açık ve legal bir şekilde örgütlendikleri dernekler, yazdıkları siteler vardı. Her akşam televizyon kanallarında; bir filmin karesinde, bir eğlence programında, bir yarışmada evlerimize kadar giriyorlardı. Seçimlerde aday olup kapı kapı gezen üstelik cinsel yönelimini saklamadan oy isteyen siyasi adaylar, belediyelerde görev alan meclis üyeleri vardı, hala daha varlar.
Bugüne kadar bunlara karşı hiçbir itirazi kayıt düşmeyen, konunun tartışıldığına ya da bir öneri getirildiğine hiç şahit olmadığımız kişilere ne olmuştu da birdenbire ortaya çıkmış ve hangi reel durumdan hareketle sözleşmeyi bunun müsebbibi sayan yaklaşımı benimsemişlerdi?
Acaba kadınlar üzerindeki egemenlik haklarına halel gelmese, 6284 nolu yasa gereği evden uzaklaştırmalar olmasa, kadının canından daha kıymetli olan “onur”ları kırılmasa da LGBTİ meselesini bu kadar dert edecekler miydi?
Elbette, her bu endişeyi duyanı aynı kefeye koymak mümkün değil. Samimi olarak endişe duyan bir kesimin olduğu da muhakkak. Ancak konuyu bu şekilde ele almak çıkmaz sokaklarda körebe oynamak gibi.
Diğer taraftan cinsel yönelim meselesi, üzerinde ciddiyetle durmayı hak eden bir konu. Çok kapsamlı, reel bir zemin üzerinde, sağduyulu, objektif ve hakkaniyetli bir şekilde meseleyi ele almak, LGBTİ bireyleri hedef gösteren yaklaşımlardan uzak bir strateji geliştirmekte fayda var. LGBTİ aktivizminin ve LGBTİ lobilerinin çocuklarımızı etkilemesine, ele geçirmesine, cinsel kargaşaya sebep olacak şekilde yayın ve eylem yapmasına, çocuklarımızın bu türden bir propagandaya muhatap olmasına itiraz etmek bizlerin en doğal hakkı ve sorumluluğudur.
Ancak meseleyi sözleşme bağlamında ele almak, konuyu çarpıtmak, çözümsüz bırakmak, kendi sorumluluğumuzdan kurtulmak, kolaya kaçmaktır. Üstelik bunu kadınları koruyan ve can güvenliğini esas alan bir metin üzerinden yapmak daha büyük bir garabet örneğidir, sapla samanı birbirine karıştırmak demektir.
Sözleşme bağlamında oluşan tartışmaların, neredeyse pandemiye dönüşmüş olan kadın cinayetlerinin önüne geçmesi bir akıl tutulması değilse, nedir?
Ayla Kerimoğlu, STK gönüllüsü, aktivist, Hazar Derneği Kurucu Başkanı
https://serbestiyet.com/yazarlar/lgbti-korkusu-ne-kadar-gercek-55352/
‘Direnme Durağı’nda buluşalım
Ebru Dinçel
Ne kadar uzun bir haftaydı... Yaşadıklarımız karşısında dehşete düşerken hemen kendimizi toparlayıp refleks göstermeyi becerdik neyse ki!
Bir hafta öncesinden Hdp Kocaeli vekili Ö. Faruk Gergerlioğlu’nun hukuksuzca vekilliği düşürüldü, tüm itirazlara rağmen. Daha vahim olanı, sabaha karşı onlarca polisin Meclis’e gelerek Gergerlioğlu’nu tuvalet terlikleriyle, namaz kılmasına, giyinmesine, maske takmasına izin verilmeden yaka paça dışarı çıkardılar. İnsanlığımızdan utandığımız anlar tarihine kazındı bu görüntüler.
Sonrasında Hdp’ye kapatma davası açıldı. 6 milyon seçmenin oy verdiği bir partiyi kapatmak istiyorlar. ‘Bir dükkan sanki’.
Bizler bu gelişmeleri sindirmeye çalışırken, bir gece yarısı bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, T.C.’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini ilan ediyordu. Uyanık olanlarımız saatlerce sosyal medyada itiraz ettik. Ama karar verilmişti belli ki. ‘Ferman verilmişti.’ Ama bu fermanlarla susmayacağımızı tahmin etmeliydiler ki dağlar, taşlar, sokaklar, alanlar, ekranlar ‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ BİZİMDİR’ diye inledi.
Öfkeli, kararlı, hayatlarına ve haklarına sahip çıkmada ısrarlı kadınlar ve LGBTİ+lar her ilden, her ilçeden, her mahalleden ses verdiler. Sokaklara aktılar. Hatta her akşam 21.00’da balkonlardan ses verdiler. Tüm engelleme çabaları öfkeyi arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
Sözleşme haberinin geldiği hafta sonu Newroz kutlamaları vardı, memleketin dört bir yanında... Pandemiye rağmen İstanbul’dan Amed’e, Denizli’den Cizre’ye, Aydın’dan Ankara’ ya Kürt halkı başta olmak üzere tüm halklar, kitlesel ve coşkulu bir şekilde katılım sağlayarak siyasi iradelerine sahip çıkacakları mesajını çok net verdiler. Kadınlar ve LGBTİ+’lar rengarenk Newroz alanlarında da İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceklerini en yüksek tondan dillendirdiler. Hem el konulmak istenen siyasi iradelerine hem de haklarına sahip çıkan kitlelerin öfkesi, kararlığı ve coşkusu muktedirlerin dikkatinden kaçmamıştır eminim.
Yanılmıyorsam 78 baro ve farklı kesimlerden hukukçular, ‘çekilmenin’ hukuksuz olduğunu deklare ettiler. Kesk’in ve Chp’nin çekilmenin iptali için Danıştay’a başvurduklarını da biliyoruz. Ayrıca Meclis’te kadın vekillerin tepkilerini her fırsatta dile getirmeleri mücadeleye güç verirken, Chp’li kadın vekillerin kürsüye serdikleri mor örtü ‘bıyıklıları’ deliye döndürdü. Mora tahammül edemezler. Tarih boyu kıramadıkları çelik gibi kadın iradesini hatırlatır çünkü onlara!
İstanbul Sözleşmesi uzun zamandır gündemlerindeydi zaten... İzmir’de, Ağustos’ta ‘İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz!’ diyen kadınların işkence ile gözaltına alındığını unutmadık değil mi? Gerekçeleri ise çok bildik; ‘kutsal ailenin korunması ve eşcinselliğe teşvik!’
Sözleşme’nin feshinin ilanını takip eden 20 saatte 6 kadın katledildi. Katledenler, o kutsallığı batasıca ailenin üyeleri! Topluma verilen mesaj katiller ve potansiyel katiller tarafından net olarak alındı; ‘Sana istediğimi yaparım. Bana bir şey olmaz nasıl olsa. Devlet arkamda. Seni koruyacak yasaları kaldırıyorlar nasılsa!’ Erkek adalet sisteminizin uyguladığı cezasızlık sistemi ile ya çok az ceza alan ya da beraat edenlerin varlığı kadın kırımını takdir ve teşvik etmekte iken şimdi hepten katillere yol verdiniz!
Yine geçtiğimiz hafta sosyal medya engelli bir eşcinsele işkence ettiği videoyu paylaşan Fırat Delikanlı adlı mahlukatla sallandı. Ve yine ‘Sosyal medya Adalet Bakanlığı’nın’ yoğun çabası ile tutuklandı. ‘O sırada pudra şekerini fazla kaçırmıştım’ deyip beraat bile edebilir. Göreceğiz. Asıl mesele bu yaşananların 2015’ten beri Onur Yürüyüşlerini yasaklayan, sokağa çıkanlara şiddet uygulayan, her fırsatta yandaşı medya ile birlikte nefret söylemlerinde bulunan, nefret cinayetlerinin önüne geçmemekte ısrar eden, gökkuşağı bayrağını yasaklamaya çalışan ve son olarak LGBTİ+’ların haklarını da gözeten sözleşmeyi fesih etme girişiminde bulunan muktedirlerin tavrının sonucu olduğudur.
Ve İzmir’de karnındaki çocuğu ile katledilen bir çocuk!
Donup kalıyorum, düşününce bu çocukları...
Belli ki kadınlara, çocuklara ve LGBTİ+’lar başta olmak üzere kendinden olmayan her kesime savaş açılmış durumda. Bu zamana kadar büyüterek getirdiğimiz direniş ve dayanışmanın kapsamını olabildiğince genişletmek, yan yana gelebildiğimiz hiçbir noktayı atlamamak, yöntemlerin çeşitliliğini ve etkisini arttıracak tartışmaları yol yürürken de yapmayı ihmal etmemek ilk elden yapmamız gerekenler sanırım. Kimseye dokunmayıp da bin yıl yaşayan iktidar yoktur, unutmayalım. Sıra herkeste. Ortak kümeler vardır, buluşabileceğimiz. Direnme duraklarında birlikte gökkuşağına bakalım. Haydi!
https://www.izgazete.net/direnme-duraginda-bulusalim-makale,2495.html