Quantcast
Channel: Gay Haber
Viewing all 15059 articles
Browse latest View live

"Git, yap, kurtul"dan pembe tezkereye

$
0
0

Murat’ın hikayesi…

"Git, yap, kurtul"dan pembe tezkereye

Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber

Pembe Tezkere ve LGBTİ+ bireylerin askerlikle ilgili yaşadığı sorunlar üzerine daha önce Demokrat Haber’de dosya, röportaj ve makalelerim yayınlanmıştı.

“Ercan Bey merhaba. LGBTİ ve askerlikle ilgili yazılarınızı okudum. Şu anda bu konuda çok sıkışmış ve yalnız durumdayım. Gerçekten rahatsız etmek istemem ama bu hafta işlemlerimi yaptırmam gerekiyor ve zaman çok kısıtlı. Beni yönlendirebilirseniz veya konuşabilirsek çok sevinirim” diye bir mesaj aldım.

Murat ile tanışmamız böyle başladı. Bu kaçıncısı bilmiyorum, Türkiye’deki zorunlu askerlik sistemi devam ettikçe böylesi tanışmalar da devam edecek. Durmaksızın devam eden bir şiddet hali. Bu şiddeti yaşayanın dışında da kimsenin umurunda değil. Böylesi bir sürece girenler genelde kendi başlarına ve yapayalnız kalıyorlar. Çoğu zaman en yakınlarındaki aile bireyleri, arkadaşları ve hatta hayatlarındaki kişiler bile; ”devlet ile uğraşılmaz, git yap kurtul” diyor.

“Git, yap, kurtul” ile olamayacağını bir tek bu sürecin içine girenler biliyor. Yukarıdaki satırları Murat bana 11 Şubat 2021 tarihinde yazdı, kendisi ile bir yolcuğumuz başladı. Tam onun hikayesini yazmaya başlarken bu sabah instagram hesabım üzerinden aynı durumdaki B. ulaştı bana. Onunla da yeni bir yolculuğa gireceğiz.

İşte Murat’ın hikayesi…

***

Merhaba Murat, öncelikle kendini biraz anlatmak ister misin? Bu arada Türkiye’de yaşıyor olman, aile ve sosyal çevre baskılarından dolayı yaşadıkların dışında kişi ve yer bilgilerini istediğin gibi düzenleyebileceğimizi söylemek istiyorum.

Tekrardan çok teşekkür ederim. Geriye dönüp size attığım mesajı tekrar okuyunca hem o günlerin buhranını hatırlayıp hüzünlendim, hem de süreci tamamlayabilmiş olduğum için buruk bir sevinç hissettim. Madem bu mesajla konuşmaya başlıyoruz, o halde mesajı attığım sabahın gecesinden anlatmaya başlayayım.

İki ay kadar öncesinde tecilim bitmiş, artık bir an önce şubeye gidip işlemlerimi tamamlamam gerekiyordu. Tecilsiz çalışmak yasak olduğu için işimden istifa etmiştim ve huzursuz şekilde ne yapacağımı bilmeden beklemeye başladım. Çevremdeki herkes "artık git, daha neyi bekliyorsun" diye soruyordu, ama bu soruların cevabını ben de bilmiyordum. Bir hafta sonra, iki hafta sonra... diye diye o mesajı yazdığım güne kadar erteleyip durdum.

Öncesindeki gece yine uyuyamamıştım. Nefes almakta bile zorlanıyordum, sanırım panik atak geçiriyordum. Yaşadığım stres korkunçtu. Dua ediyordum, kafamı dağıtmak için bir şeyler izlemeye çalışıyordum ama korku bir an olsun geçmiyordu. Daha önce de "pembe tezkere" ile ilgili amatör araştırmalarım olmuştu ama internette okuduğum çoğu yazı ya yalan yanlış ya da yirmi yıl öncesine ait deneyimlere, kulaktan dolma haberlere dayalıymış. Bunu yazı dizinizi okuyunca anlamaya başladım. Sabaha karşı telefonu elime alıp durumumla ilgili bulabildiğim her şeyi okumaya başladım ve sizin röportajlarınızı gördüm. Röportajlarda bulunan arkadaşların anlattıkları benim duyduğum-okuduğum şeylerden çok farklıydı. Aylar süren sıkıntılardan sonra ilk defa bir umut olabileceğini hissettim ve o gecenin sabahında cevaplamanız umuduyla o mesajı attım.

Sürecin başında tamamen yalnız olduğunuzu söylüyorsunuz…

Evet sizden gelen cevaba kadar tamamen yalnızdım. Cevap kısa sürede geldi, durumumu konuştuk. İki gün sonra benimle aynı şehirde yaşayan bir LGBTİ aktivistiyle iletişim kurup görüşmemi sağladınız. Kendisiyle günler boyunca saatlerce tüm sıkıntılarımı ayrıntılarıyla konuştuk. Derneklerle iletişim kurmamı sağladı. Bu raporu almış bir arkadaşıyla beni görüştürdü. Bu süreçte hem sizin hem onun bana verdiği destek çok değerli.

Kendi sosyal ortamında, arkadaş çevrende bu süreçleri yaşayan LGBTİ+ bireyi yok muydu?

Anlatacağım. Benim çok az eşcinsel arkadaşım var; aslında biraz içe kapanık biriyim. Birkaç tanesine rapor mevzusunu açtım. Biri çok eski, her derdine koştuğum ailesinden önce arkasında durduğum biri. "Ben yaptım, sen neden yapamayacakmışsın. Biz gay olabiliriz ama senin bu yola girmen, (bana destek olan aktivist arkadaşı kastederek) öyle insanlarla yakınlaşman ahlaksızlık!" dedi. Hakkında hiçbir şey bilmeden hatta adını bile bilmeden, korkunç bir önyargıyla.

Anladığım kadarı ile bu topraklardaki insanlar bir şekilde ahlak otoritesi kesiliyor. Onca nefret ve şiddete rağmen LGBTİ+ bireylerin de bu şekilde ahlak dersleri vermeye soyunması anlaşılır gibi değil, ama bunu da konuşmak iyi. Biz vicdani retçi ve anti militaristlerin bu alanda uzun yıllardır söylediklerimiz oldu. Sorunun temelinde heteronormatif/eril militer sistemin toplumsal mühendislik çalışması var elbette. Militarizm bu toplumda eğitim sisteminin her aşamasında, “aile terbiyesi”nde, sokaklardaki hayatın içinde her şekilde insanın üzerine boca ediliyor.

Çok haklısın, benim arkadaşım ki; benim bir eşcinsel olarak orada yaşayacağım travmaları çok iyi biliyordu ama bunun altında ezilmem ona göre en doğru ve ahlaklı olandı. İkinci şoku yine en yakın arkadaşlarımdan olan, yıllarca hayatımı paylaştığım eski erkek arkadaşımda yaşadım. Çekine çekine bu sürece girmek istediğimi söyledim. Sonrasında duyduklarım hakaretler, küfürler, mantıksız sebeplerdi. O sırada bir parktaydık; durmadan bağırıyordu. Susturamayınca arkamı dönüp ağlaya ağlaya eve gittim.

Zor bir süreç olmuş, ancak kararlıydınız ve sürece başladınız.

Çok zor oldu ama sevdiğim insanlardan gördüğüm nefret dirence dönüşmeye başladı, öyle olmak zorundaydı. Nihayet kafamı kaldırıp işlemlere başladım. Önce online yoklama yaptım, sonrasında aile hekimine gidip psikiyatriye sevkimi aldım. Ertesi gün hastane sürecim başladı. Bu süreç ortalama 3-4 hafta sürdü. Aslında bir haftada da bitebilirdi ama benim bir sağlık sorunum ve kullandığım anti depresanlar yüzünden yapılan ekstra incelemeler sürecin uzamasına neden oldu.

Sürecin başından itibaren muhatap oldukların seni nasıl karşıladılar?

Tabii bir imza veya rapor için günlerce git gel yapmam ve benimle ilgilenenlerin "topu birbirine atmaları" sebebiyle sürecim daha da uzamış oldu. İnsan doktorların karşısına çıkmadan önce düşünüyor, “acaba bana ne sorarlar nasıl davranırlar?” diye. Aralarında çok vicdani, anlayışlı yaklaşan da oldu; azarlamaya kalkan, tiksinerek bakan da oldu. Sürece girecek arkadaşlara tavsiyem karşıdan mutlak bir homofobi veya empati beklemesinler. Bu yaklaşımlar tamamen kişisel ve iki olasılıkla da karşılaşabilirler. Şimdi anlıyorum ki, aslında bu çok da önemli değil. Önemli olan tek şey emin olmak, kararlı olmak. Bu süreçte beklemek tabii ki çok zor ama bir eşcinsel için tek bir sonuç var. Bu sonuca kadar sadece prosedürler uygulanıyor. Burada kimse kendi kişisel görüşleriyle veya değerleriyle karar verme yetkisine sahip değil. Bir eşcinsel için verilmesi gereken karar nihayetinde yerine getiriliyor.

Sürecini tamamlayarak pembe tezkereyi aldın, yaşadıklarından hareketle neler söylemek istersin?

Ben de bu süreci tamamlayıp raporumu aldım. Ayrıntılarıyla anlatsam belki saatler sürer ama kısaca kendim için önemli birkaç not aldım, bunları sayabilirim. Mesela kendi sınırları içinde beni seven "özellikle eşcinsel" yakınlarımın bu süreçte beni terk etmesi, aksine eşcinsel haklarını savunduğu için ahlaksızlıkla suçladıkları birinin (ki beni kısa süre önce tanımasına rağmen hastaneden şubeye kadar neredeyse her gün benimle gelip yanımda olmuştur) ve öcü gibi gördükleri LGBTİ derneklerinin desteğini bir utanç, ahlaksızlık saymaları.

Bir eşcinselin başkasının eşcinselliğini ahlaksız görmesi veya "ne kadar eşcinsel" olması gerektiğinin sınırını belirlemeye çalışması korkunç. Mesela hastane çalışanlarının raporlarımı gördüğünde birbirlerine kaş göz yapıp gülmeleri de çok saçmaydı; ama süreç bittiğinde rahatlamış, başarmış olmak güzeldi ve eminim ki o zaman benim gülümsemem onlardan çok daha tatlıydı. Mesela konuşmaya, yardım istemeye, yüksek sesle "ben buyum" demeye başlamak da çok önemliydi.

Anladım ki haksızlık karşısında susmak, gizlemek karşılaştığım bir ömürlük nefretin kardeşiymiş. Böyle bir kurguya doğduğum için çok kırgınım, üzgünüm. Her şey çok daha vicdani olabilirdi; bu kadar korkuya, nefrete, yalnızlığa mahkum edilmeyebilirdik. Yine de hayat devam ediyor. Son olarak benim durumumda bulunan arkadaşlara seslenmek isterim. Korkmayın, utanmayın, yardım istemekten çekinmeyin. Yardım etmekten de geri durmayın. Dernekleri arayın, doğru bilgiler edinin. İnternetteki çoğu yazı yanlış; bunlar sizi yanıltmasın.

Son sözlerin neler olabilir?

Yalnızlığı, umutsuzluğu kabullenmeyin. Umarım sözlerim benimle benzer sıkıntıları yaşayan arkadaşlara fayda sağlamıştır. Teşekkür ederim…

***

Bu arada sürecini yeni tamamlayan M. ile B.’nin tanışmasına da vesile oldum, iyi bir dayanışma içinde olduklarını şimdiden söyleyebilirim.

Sistemin nefessiz bıraktığı, sosyal/arkadaş çevresinin sistem refleksi ile üzerlerine gittiği, ailelerin hemen hemen hiçbir zaman yanlarında olmadığı bu cesur ve güzel insanları yürekten kutluyorum.

İyi ki varsınız!

https://www.demokrathaber.org/roportajlar/git-yap-kurtuldan-pembe-tezkereye-h142673.html


İstanbul Sözleşmesi, gericilik ve ‘solculuk’

$
0
0

İstanbul Sözleşmesine karşı olan kesimlerin ileri sürdükleri başlıca iddialardan biri bu sözleşmenin “eşcinselliği özendirici” ve “meşrulaştırıcı” içerik taşıdığı şeklindedir.

Oysa Sözleşmede “eşcinsellik” terimi hiç geçmediği gibi bununla ilişkilendirilebilecek “cinsel yönelim” terimi bile sadece bir kez kullanılmaktadır. Sözleşmenin 4. Maddesinin 3. Paragrafı, şiddet mağduru kadınların haklarının korunmasında ve buna ilişkin düzenlemelerde nelere göre ayrımcılık yapılamayacağını belirtirken on dokuz durumdan söz etmektedir (yaş, medeni durum, engellilik, siyasi görüş, toplumsal ve ulusal köken, mültecilik, vb.) ve “cinsel yönelim” terimi de burada geçmektedir.

Kısacası denmektedir ki şiddet mağduru kadınların haklarının korunmasında, kadının diğer özelliklerinin yanı sıra cinsel yönelimi de bir ayrım nedeni olamaz…

Hepsi bu kadardır.

***

“Eşcinselliğin meşrulaştırılması” tevatürü bir kenara bırakılırsa İstanbul Sözleşmesi (tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlara Karşı Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi) kadınlara yönelik şiddetin biçimlerini tanımlamaktadır. Bunların arasında “zorla evlendirme”, “psikolojik şiddet”, “ısrarlı takip”, “fiziksel şiddet”, “tecavüz dahil cinsel şiddet”, “kadın sünneti”, “zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma” ve “cinsel taciz” yer almaktadır (Madde 32-Madde 40).

“Eşcinsellik” umacısının arkasına sığınmaya çalışan gerici kesimlerin asıl hassasiyeti Sözleşmenin 42. Maddesiyle ilgilidir. Bu maddede kadınlara yönelik şiddet fiilleri söz konusu olduğunda kültürün, adetlerin, dinin, geleneğin ya da namusla ilgili mülahazaların fiili mazur gösterici gerekçeler olarak kabul edilemeyeceği belirtilmektedir. Özellikle vurgulanan nokta ise, mağdurun “kültürel, dinsel, toplumsal ya da geleneksel normların dışına çıkmış olmasının” bir mazeret olarak kabul edilemeyeceğidir.

İşte, Sözleşme eşcinselliği böyle özendirmekte ve meşrulaştırmaktadır…

***

İstanbul Sözleşmesine yönelik bir başka reddiye ise bu sözleşmenin Türkiye’nin egemenlik haklarına başka ortaklar getireceği, ülkenin başına yabancı komiserler dikeceği iddiasından kaynaklanmaktadır.

Türkiye bugüne dek çok sayıda uluslararası sözleşmeye taraf olmuştur ve halen bu sözleşmelere Taraf Devlet durumundadır. Bu sözleşmelerin hepsinde, herhangi bir Taraf Devletin, kabul ettiği sözleşmeye ne ölçüde uyduğuna ilişkin izleme mekanizmaları öngörülmektedir. Bu mekanizmaları işleten organlar, izleme çalışmaları sonucunda ilgili devletlere “tavsiyelerde” bulunabilmektedir.

İstanbul Sözleşmesiyle ilgili iddialar (egemenlik haklarından feragat, komiserlik, vb.) doğru ise Türkiye’nin şu anda taraf olduğu, örneğin Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) bağlantılı tüm sözleşmelerden çıkması gerekir. Bu durumda, uluslararası sözleşme hukuku açısından aşağı yukarı aynı özellikleri taşıyan daha önceki sözleşmelere laf edilmezken İstanbul Sözleşmesi konusunda kıyamet koparılmasını anlamak mümkün değildir.

Burada gericilerden değil kimi “sol” kesimlerden söz ediyoruz.

***

Yeri gelmişken, uluslararası sözleşmelere taraf olarak kendi egemenlik haklarına şirk koşanlar arasında bir dönemin sosyalist ülkelerinin de yer aldığını hatırlatalım. Örneğin ILO’nun 1973 tarihli çocuk işçiliğinin önlenmesi boyutuna da sahip 138 sayılı sözleşmesine (İstihdama Kabulde Asgari Yaş Sözleşmesi) taraf olan devletler arasında Küba (1975) ve SSCB (1979) de yer almaktadır. Çin ise bu sözleşmeye 1999 yılında taraf olmuştur.

Lafı fazla uzatmaya gerek yok: Gündemde olan İstanbul Sözleşmesiyle ilgili çok basit bir kriter önereceğiz.

Şu anda Türkiye’nin sosyalist bir ülke olduğunu düşünün. Kuruluşun hangi evresinden geçildiğinin önemi yoktur; ülkede sosyalist bir yönetim vardır. Ardından, İstanbul Sözleşmesinin hükümlerini tek tek inceleyin ve kendinize şu soruyu sorun: Bu sözleşmenin içeriği, sosyalizmin hangi temel ilkelerine ters düşüyor, sözleşmenin hangi hükümleri benim sosyalist ülkemin elini kolunu bağlıyor, yapması gerekenleri yaptırmıyor, yapmaması gerekenleri yaptırıyor?

Bu kritere göre sözleşmede sosyalizme ters bir yan, sosyalizm adına yapılacakları engelleyen, yapılmaması gerekenleri zorlayan, vb. bir hüküm bulamıyorsanız da fazla üstelemeyin.

Metin Çulhaoğlu

https://ilerihaber.org/yazar/istanbul-sozlesmesi-gericilik-ve-solculuk-124613.html

CHP ve DEVA'lı kadınlardan Danıştay’a İstanbul Sözleşmesi başvurusu

$
0
0

CHP ve DEVA Partisi’nden kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin iptali için Danıştay’a başvuru yaptı.

Diyorlar ki sözleşme eşcinselliği teşvik ediyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı Avukat Özlem Zengin’in de söylediği gibi; sözleşmede eşcinselliği teşvik eden hiçbir madde yoktur. Şunu net olarak belirtmeliyim ki; Sözleşme mağdurun haklarını herhangi bir ayrım gözetmeksizin güvence altına almaktadır. LGBTi+ bireyler dahil, herkesin insan haklarına sahip çıkar.

https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/241530-chp-ve-deva-li-kadinlardan-danistay-a-istanbul-sozlesmesi-basvurusu

Shakuntala Devi’nin Kocası Gay miydi?

$
0
0

Shakuntala Devi, 1960 yılında Paritosh ile evlendi. IAS görevlisi, eski kişinin cinsel tercihleri ??gün ışığına çıkana kadar 'insan bilgisayarı' ile iyi bir evlilik yaşadı. Paritosh'un eşcinsel olduğu ortaya çıktı. Shakuntala Devi, vahyin hayatını alt üst etmesine izin vermek yerine konuyu anlamaya çalıştı.

Özellikle, Hindistan o zamanlar çok farklıydı ve eşcinsellik bir tabuydu. Yakın zamanda 2018'de suç olmaktan çıkarıldı. Shakuntala Devi, eşcinselliği anlamak amacıyla, Hindistan'daki ve yurtdışındaki yakın eşcinseller ve eşcinsel çiftler olan topluluk üyeleriyle konuşmaya başladı. Shakuntala Devi 1977'de yaşam tarzının suç olmaktan çıkarılması çağrısında bulunduğu 'Eşcinseller Dünyası'nda araştırmayı bir araya getirdi. Ne yazık ki, bu evliliklerini kurtarmak için yeterli değildi ve çift 1979'da boşandı.

Birlikte bir kızları vardı, Anupama Banerji ve Shakuntala Devi bekar bir annenin hayatını kucakladı. Anupama, Shakuntala Devi'nin onu mümkün olan en iyi şekilde yetiştirdiğini iddia ediyor.

Shakuntala Devi’nin Kocasına Ne Oldu?

Paritosh, 1938'de Kalküta'da bir Brahman ailesinde doğdu. Ebeveynleri veya kardeşleri hakkında çok az şey biliniyor, ancak UPSC (Indian Civil Services) sınavını tek seferde geçtiğini biliyoruz, bu da küçük bir başarı değil, çünkü kırılması en zor testlerden biri. Paritosh 50 yıl boyunca millete hizmet etmeye devam etti.

Yoksul insanların kalkınması için çabalayarak Batı Bengal içinde ve çevresinde çalıştı. Şu an nerede olduğu hakkında pek bir şey bilinmese de Banerji'nin 82 yaşında olması gerekiyor. Açıkçası, artık aktif bir IAS görevlisi değil ve görevinden emekli oldu. Cinsel tercihleriyle ilgili haberlerin yaşamı veya kariyeri üzerinde önemli bir etkisinin olup olmadığı bilinmemektedir. Shakuntala Devi'den sonraki gelecekteki ilişkileri hakkında herhangi bir hikaye de kıt.

Paritosh ve Shakuntala'nın olması amaçlanmasa da, dokunulacak nokta Shakuntala Devi’nin alternatif bir yaşam tarzını bütünüyle anlamaya istekli olmasıdır. Kapsamlı bir LGBT müttefiki olan ilk Kızılderililerden biriydi. Evlilikleri uzun sürmemiş olabilir, ancak kitap, paylaştıkları bağın bir kanıtı olur. Bazı yönlerden Paritosh Banerji, Shakuntala Devi'nin hayatını sonsuza dek değiştirmeyi başardı.

https://tr.thetwilightmovie.com/was-shakuntala-devi-s-husband-gay

Lezbiyen anneden eşcinsel dayıya (Homofobi)

$
0
0

Müslüman çocukları asimile etme kampanyası Türk aileleri yaralıyor. Gençlik dairesi, iki yaşındaki çocuğu lezbiyen anneden alıp eşcinsel dayıya vererek yeni bir skandala daha imza attı

Gençlik Dairesi skandalında bu kez canı yanan Duisburg kentinde yaşayan Erkan Bayyiğit (42) oldu. 2019'da birliktelik yaşadığı Alman kız arkadaşının hamile olduğunu kendisinden gizlediğini ve oğlunun doğumundan altı ay sonra haberi olduğunu ifade etti. Ayrıldıktan sonra oğlunun annesinin lezbiyen olduğunu da öğrenen Bayyiğit, "DNA testinde baba olduğum ortaya çıktı. O sırada gençlik dairesi çocuğu almış" dedi.

AYDA 40 DAKİKALIK GÖRÜŞ İZNİ

DAİRENİN, annenin durumunu göz önünde bulundurup çocuğa bakamayacağına kanaat getirdiğini söyleyen Bayyiğit, "Oğlumun varlığından haberdar olur olmaz velayetini alabilmek için hukuki mücadele başlattım. Mücadelem sürerken çocuğumu eşcinsel dayısına verdiler. Dava açtım, ancak Frankfurt Bölge Mahkemesi çocuğun eşcinsel dayısında kalmasına hükmetti. Bana da ayda 40 dakika görme izni verdi" diye konuştu.

'BU YANLIŞTAN DÖNÜLECEK'

ERKAN Bayyiğit'in avukatı Yalçın Tekinoğlu, mahkemenin gençlik dairesi yetkililerinin beyanlarını esas aldığını belirterek, "Mahkeme, 'Şu an çocuğun baba bildiği iki kişi var; dayısı ve onun sevgilisi. Gerçek babası da devreye girerse üç baba olur ve kafası karışabilir' diyor. Biz de bu kararı ancak uzmanlardan oluşan bir hekim kurulunun verebileceğini ifade ettik. Çocuğun babasına alışması için daha fazla görüş izni sağlanmalı. Kararı üst mahkemeye taşıyoruz. Sonuna kadar gideceğiz" ifadelerini kullandı.

https://www.sabah.com.tr/avrupa/2021/03/30/lezbiyen-anneden-escinsel-dayiya

Pimi çekilmiş bombaya dönüşen ‘maneviyat’

$
0
0

Gazetede bir fotoğraf. Sivas’ta çekilmiş. Ellerini açmış dua eden adamlar görülüyor.

İnternette bir video. Meydanda yere naylon serilmiş, birbirine yanaşmış koyunlar, koçlar titriyor. Etraflarını çeviren erkek grubu heyecanlı bir bekleyiş içinde.

Sivas’ta bir dernek, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığı için “şükür kurbanı” kesmiş...

8 hayvan katledilmiş.

Bir adam uzatılan mikrofona, elinde tuttuğu kâğıtta yazılı olan açıklamayı okuyor: 

“Bugün İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının bizlerde uyandırdığı memnuniyet ve heyecanı sizlerle paylaşmak üzere toplanmış bulunmaktayız.

Kadını korumak iddiası ile ortaya çıkan bu sözleşme yürürlüğe girdiği günden bu yana kadın cinayetleri her geçen gün artmış, ailelerde iç huzur kalmamış, gay, lezbiyen ve ismini dahi anmaktan hayâ edeceğimiz çeşitli sapkınlıklar toplumumuza nüfuz etmiştir. Bizler, kadınlarımızı korumak için Batı’nın sefih kanunlarına muhtaç değiliz. Kadınların öldürülmelerini bırakın, cenneti anaların ayakları altında gören bir medeniyetin evlatlarıyız. 

Huzursuzlukların temelinde maneviyatsızlık ve milli değerlerden uzaklaşma yatmaktadır. İstanbul Sözleşmesi, Siyonizmin tüm dünyada dayattığı kadını koruduğu iddiasıyla ortaya çıkan ama neticede toplumsal cinsiyet eşitliği gibi tanımlamalarla fıtrata aykırı bir söylemi içinde barındıran, son kalemiz olan ailemizi tahrip eden pimi çekilmiş bir bombadır.” 

Sonrasında hayvanların boğazları kesilerek canları alınıyor. 

ŞİDDET, VAHŞET, DEHŞET

Bu olay, başlı başına şiddettir. Kadınları şiddetten korumak için imzalanan uluslararası sözleşmeden çıkılmasını can alarak kutlamak, masum hayvanları meydanda sergilemek katıksız şiddettir. Hayvanlara bu dehşeti yaşatanlar, insanlar için de bir başka dehşetin fitilini ateşliyor. 

Yapılan açıklama LGBTİ+ bireylere karşı açık bir nefret suçudur. İnsanların biyolojik ya da farklı nedenlerle sahip olduğu cinsel yönelimi “sapkınlık” olarak duyurmak suçtur! Bunun sonucunda ortaya çıkabilecek şiddetin tetikleyicisidir. 

Daha geçen hafta Kocaeli’nde işitme engelli bir vatandaşı “eşcinsel” diyerek öldüresiye döven barbarın haberleriyle doluydu medya. Savcılar, LGBTİ+ bireylere yönelik nefret suçlarına karşı gerekeni yapmazsa, bu tür olaylar yayılır.

Maneviyatı, milli değeri ağızlarından düşürmeyenler, her fırsatta Osmanlı tarihine övgüler düzenler, o dönemde saraylarda yaşananları bilmiyor olamaz, değil mi?

Bilmiyorlarsa, Rıza Zelyut’un “Osmanlı’da Oğlancılık” adlı kitabını okumalarını öneririm. Acemi oğlanlar, iç oğlanları, hamam oğlanları, tavşan oğlanlar, oğlancılığın çeşitleri, oğlancıların mekânları ve daha fazlası bu kitapta yer alıyor. “Yerli ve milli” söylemini benimseyenlerin kendi tarihini de iyi bilmesi gerekir, değil mi?

TARİHTEN DERS ALIN!

Toplumdaki huzursuzluğun nedeni, “milli değerler” gerekçe gösterilerek sürekli belli grupların hedef yapılması, bu yüzden şiddet uygulanması ve can alınmasıdır. 

Huzur istiyorsanız, gerçekten maneviyata önem veriyorsanız, bırakın yetişkin iki insan arasında karşılıklı rızaya dayanan cinsel ilişki ile uğraşmayı da son 20 yıldır AKP iktidarının siyasete yerleştirdiği rüşvetçi, yalancı, dolandırıcı, madde bağımlısı insan profiliyle, Ayvatoğlu gibilerle uğraşın. 

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin fıtrata aykırı olduğuna kim karar veriyor? Kendi inançlarını topluma dayatan yobazlar mı? İstedikleri kadar reddetsinler; 21. yüzyılda, yaşadığımız iletişim çağında ne bu kavramın önünü tıkamaya ne de bilimi susturmaya güçleri yeter.  

Bilimin ve eşitliğin karşısına dini koymak, akıl işi değildir. Tarih bunun acıları ile doludur. 

Sivas’taki gibi hedef göstermeler, üzerine benzin dökülmüş saman balyasına çakılan ateştir. Üstelik bu kentin tarihinde hiçbirimizin aklından çıkmayan o korkunç katliam varken, bunlara göz yummak, şiddet sarmalına açık davetiyedir. 

Pimi çekilmiş bombaya dönüşen, hedef gösteren “maneviyat” söylemidir.

Toplumsal barışı dinamitleyen asıl neden budur. 

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zulal-kalkandelen/pimi-cekilmis-bombaya-donusen-maneviyat-1824183

BOĞAZİÇİ SERGİ DAVASININ ARDINDAN/PODCAST

$
0
0

"Garip ve kaotik" bir film gibi: "LGBTİ'yi örgüt sanıyorlardı"

Boğaziçi Üniversitesi'ne atanan rektörü protestonun bir parçası olarak düzenlenen sergi nedeniyle tutuklanan ve haklarında açılan davanın ilk duruşmasında serbest bırakılan öğrenciler Doğu ve Selahattin, bianet'e geçen iki ayda yaşadıklarını anlattı.

Boğaziçi Üniversitesi'ne 2 Ocak'ta rektör olarak atanan Melih Bulu'ya yönelik protestolar birinci ayına yaklaşmışken Güney Kampüs'te öğrencilerin düzenlediği bir resim sergisi 29 Ocak'ta Türkiye'nin gündemi oldu. 

Sergide yer alan bir resimde Kabe fotoğrafı, LGBTİ+ toplumunu temsil eden bayraklar ve Şahmeran figürü bir arada kullanılıyordu. Bu resim, tıpkı sergideki diğer resimler gibi, anonimdi. 

Boğaziçi Üniversitesi İslam Araştırmaları Kulübü (BİSAK), 29 Ocak'ta söz konusu resmi "ahlaksızlık" olarak niteledi. Bunun üzerine Yeni Şafak, BİSAK'ın açıklamasıyla serginin düzenlendiği meydanda çekilmiş bir videoyu paylaşıp "resmin yere serildiğini" yazdı.

Ardından Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu konuyla ilgili tweet attı. Bulu da konu hakkında bir paylaşım yaptı, ancak tepkiler üzerine tweetini sildi.

Bununla beraber polisçe "aranıp" karakola çağrılan ya da gözaltına alınan yedi öğrenciden ikisi 30 Ocak'ta tutuklandı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yaklaşık bir ay sonra hazırlanan iddianamede de yedi öğrenci hakkında "halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme" suçlamasıyla 1'er yıldan 3'er yıla kadar hapis istendi.

Boğaziçililer, davanın ilk duruşmasının yapıldığı 17 Mart'ta Çağlayan Adliyesi'nde hâkim karşısındaydı. Duruşmada öğrencilere sorulan şeyler aynıydı: "Resmi oraya sen mi astın? LGBTİ üyesi misin?"

Boğaziçi öğrencileri gökkuşağı bayrağı taşıdıkları gerekçesiyle kampüsten gözaltına alınırken, yani sergiyle başlayan bu süreç gökkuşağı bayrağının fiilen yasaklanmasıyla sürerken, sergi davasının ilk duruşmasında serbest bırakılan öğrenciler Doğu ve Selahattin geçen iki ayda yaşadıklarını bianet'e anlattı.

"Kimse dinlemiyordu"

Önce 29 Ocak'a ve öncesine dönelim. Okulda sergi açmaya nasıl karar verdiniz ve o gün ne yaşandı kampüste?

Doğu: Rektör atandığında polis çok sert müdahale etti. Plastik mermiler, TOMA'dan su, biber gazı filan oldu. Biz de dedik ki "Böyle saçma bir şekilde ilerlemesi çok zor. Sergi yapalım, insanlar söylemek istediği her şeyi söylesin." Bildiri okunuyordu ama bildiriyi kimse okumuyordu, "Boğaziçi'nden bildiri okumuşlar" denilip geçiliyordu.

Kimse söylemek istediklerimizi dinlemiyordu. Biz ne söylersek söyleyelim yandaş medya çarpıtıyordu. Ya da önü başı kesildiği için söylediklerimiz dinlense bile yanlış bir şekilde dinleniyordu. Resimde böyle bir şey yapamazlar dedik ama onu da yaptılar.

Önce haber sonra karar 

Selahattin: Tutuklamadan birkaç saat önce soruşturma açıldığını öğrenmiştik. Sonra okuldan çıktığımızda Sena ve Hazar'ı orada gözaltına aldılar. Sonra ben eve gittim, kendimin arandığını da birkaç saat sonra öğrendim. Sadece ifade vermek için taksiyle karakola gittim. Gittiğimde Doğu, Hazar, Sena, Rümeysa oradaydı. İfade verir dağılırız diye düşünüyorduk. Uzun saatler bekletildik. Sırayla birkaç asılsız tutanak imzalatmaya filan çalıştılar. Sonra bir şekilde güvenlik görevlileri ortaya çıktı. Teşhis yapıldı. Savcıya gittik. Savcı daha cevap vermemişken tutukluluğa sevk edildiğimizi haberden öğrendik, sonra mahkeme açıkladı.

"LGBTİ'yi örgüt sanıyorlardı"

Yeni Şafak'ın haberi ya da siyasi partilerin açıklamaları, size yönelik tutumu nasıl etkiledi karakolda ve cezaevinde?

Doğu: Biz karakoldayken bir tane komiser bizimle LGBTİ+ ve kadın hakları tartışması yapıyordu. "Kadınların sayısal şeyi çok fazla değildir, eşit olması beklenmez" gibi sürreal bir tartışma dönüyordu. Ben o sırada yandaki kadın komisere bakıyordum, onun da gözleri açılmıştı. Arkadaşlarla anlatmaya çalışıyorduk. LGBTİ'yi başta örgüt sanıyorlardı, o da bayağı garipti.

Metris'te ilk girdiğimizde bize sözlü saldırılar oldu. Ama münferit bir olaydı, bütün gardiyanlar değildi. Sonra biz şikâyette bulunduk. Müdür, özellikle gelip bizden özür diledi. Ondan sonra iyi davranmaya başladılar.

Bize "Her yere rektör atanıyor zaten" diyen gardiyanlar vardı. İki üç dakika koşunca herkes bize hak veriyordu zaten. Sorunumuz da bu, kimse dinlemiyor. MHP-AKP "Bunlar istediği gibi protesto yapabilir" gibi bir açıklama yapmıştı. Ediyoruz da niye ediyoruz? Bizi dinleyin diye ediyoruz. Dinlemeyince bir anlamı olmuyor.

Floresan lambadan fazlası: Gökyüzü

Cezaevi koşulları nasıldı?

Selahattin: Doğu ile ikimiz yan yana hücrelerdeydik. Ama penceremiz vardı ve pencereden gökyüzünü görebiliyorduk. Öyle sadece floresan lambayla etrafı görebildiğimiz bir yer değildi. Birbirimize sesimiz gidiyordu, odadan çok çıkamıyorduk ama az çok haberleşiyorduk.

Doğu: Orada şeriatçısı da vardı, dolandırıcısı da, uyuşturucu satıcısı da... Onlarla yatıp kalktık. Bize helal olsun gençler filan diyorlardı. Onlarla da çok garip şeyler yaptık. Özellikle fiziğe çok ilgileri vardı; kuarkları soruyorlardı, Big Bang'i soruyorlardı. Oralar da çok sürrealdi yani

"Başlarda yalnız hissettik"

Nasıl hissettiniz kendinizi bunlar olurken? Mesela dışarıdan gelen haberler nasıl etkiliyordu ruh halinizi?

BOĞAZİÇİ SERGİ DAVASININ ARDINDAN/PODCAST

Doğu: İlk hafta geçtikten sonra radyo aldık. Genelde öyle haberimiz oluyordu dışarıdaki olaylardan. İlk başlarda çok yalnız hissettik. Öğrenci arkadaşlarımız hep yanımızdaydı. Ama özellikle başta siyasi partilerin açıklamaları çok korkunçtu. Orada bir yalnız hissettik. Muhalif partiler bile, laikliği savunan partiler bile, "dinimiz" deyip şey yapıyorlardı. Bizle alakalı değil ama şöyle düşünmüştüm orada: Laikliğin, temel ilkeleri olduğunu söylüyorlar ama Hristiyan, Musevi, ateist vatandaşlar da bu ülkenin bir parçası. Kişisel bir açıklama yapabilirsin ama partiden "dinimiz" diye bir açıklama çok korkutucuydu. Ama sonra galiba düzeltildi onlar.

Selahattin: Ne kadar tutulacağımızı bilememek bizi endişelendiriyordu. İlk günlerde aklımızda kendimizi ikna etmemiz gerekiyordu "Çok durmayız" diyerek. Orada tecritte 36 gün kamış biri vardı, "36 gün nasıl kalıyorlar?" diye düşünmüştüm. Ama ilk günler geçince vaktin geçtiğini filan anladık. Avukatlarla da konuşunca "Tüm olay hukuksuz, sizi tutabilecekleri bir şey yok" diye bizi ikna etmelerinden sonra sadece sıkıldık. Karamsar bir durum içinde değildik. Hapishanede olmak iyiydi diyemeyeceğim ama yakında çıkacağımızdan neredeyse emindik. Tabii tutuklanmayacağımızdan da emindik ama böyle şeyler olabiliyor.

Garip ve kaotik bir film gibi

Hâkim, duruşmada her birinize "LGBTİ üyesi misin?" diye sordu. Bu soru ne düşündürdü size?

Selahattin: Bu soruyu mahkemeden önce de birçok kere cevaplamak zorunda kaldık. Hatta mahkeme bittikten sonra da jandarma gardiyanla durumu konuşuyorduk. Bunu sorduklarında bir cevap veresim geliyor. Ama aslında olay benim üye olmam ya da olmamam değil ya! Sanki ağzımızdan "Evet, üyeyim" cevabını almaya çalışıyorlar. O zaman suçlusun. Ya da "Hayır, üye değilim." O zaman sen değil, üye olanlar suçlu. Üye olmak da neyse? Yani garip. Cevaplamak da biraz garip. "Bunu neden soruyorsun? Bu mantıklı bir soru değil" desen hâkim soruyor!

Doğu: Hâkim sorduğunda başta "Kulübe üye misin?" gibi anladım. Çünkü "Müslümanlığa üye misin?" gibi bir soruydu yani. Diğer türlü olduğunu düşünemedim bile. Ama sonradan herkese sorunca anladım ki öyle soruyormuş. Garipti. İçinde olmasak çok değişik bir deneyimdi. İçinde olunca da tabii değişikti ama kaotikliğini de yaşadık. Dışarıdan baksak ve kimsenin başına gelmese çok zevkli bir film gibi aslında.

"Fikirlerimiz değişmedi"

Rektörü protesto etmekten vazgeçtiniz mi?

Selahattin: Bizim fikirlerimiz değişmedi. Bir yandan da ne kadar büyük bir olay olur da artık kendimi (hapiste) düşünürüm diye de sorguladım. Bizim tutuklanmamız Doğu ve bana bir kötülük yapmış değil, hatta birçok insanla tanıştık. Biz olumlu şeyler olarak bakıyoruz. Genel olarak insanların bir şeyleri protesto ettiler diye tutuklanması kötü bir şey. Onu da biz sadece tecrübe etmedik. Bu hepimize verilen bir ceza gibi bir şey. Birkaç gün dinlenip okula, hatta İstanbul Teknik Üniversitesi'ne (İTÜ) dönüp devam etmek istiyorum.

Talebiniz nedir sizin?

Doğu: Ben okula girdiğimde fizik kontenjanı 30 kişiydi. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) sürekli kontenjan artırıyor ve şu an iki katına çıktı neredeyse. O yüzden biz laboratuvar derslerini her hafta yaparken iki haftada bire düştü. Yani eğitim kalitesinin düştüğü tartışılmaz bir gerçek. Bunun sorumlusu YÖK. YÖK de darbeyle geldi zaten. Darbe anayasasına karşı bir hükümet varken, her an bunu söylüyorlarken YÖK'ün hâlâ olmasını da algılayamıyoruz. Aynı zamanda demokrasi bayramları kutluyoruz ama rektörümüzü bile kendimiz seçemiyoruz.

Ki zaten ülkede demokrasi var mı, yok mu? Başbakan seçiliyor, o istifa edince yerine insanların seçmediği biri getiriliyor. Aynı şekilde İstanbul ve Ankara'da da aynısı oluyor. Ki bunlar, hükümetin kendi seçilmiş kişileri. Biz sözde değil, gerçek bir demokrasi istiyoruz genel olarak.

(DŞ)

https://m.bianet.org/bianet/egitim/241421-garip-ve-kaotik-bir-film-gibi-lgbti-yi-orgut-saniyorlardi

İstanbul Sözleşmesi gündemi

$
0
0

Adana Kadın Platformu'ndan gökkuşağı bayrağının engellenmesiyle ilgili suç duyurusu

Adana Kadın Platformu, 8 Mart’ta gökkuşağı bayraklarının ve Boğaziçi pankartlarının engellenmesiyle ilgili suç duyurusunda bulundu.

Adana Kadın Platformu, 8 Mart mitinginde gökkuşağı bayraklarının alana alınmasının engellenmesi ile ilgili suç duyurusunda bulundu. Platform konu ile ilgile yazılı açıklama yaptı.

Yasaklama ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan zihniyetin aynı olduğu ifade edilen açıklamada “Hayatlarımızı birlikte savunmak, özgürlüğümüzü birlikte kazanmak için bir aradayız, buradayız, kararlıyız. Tıpkı 8 Mart’ta olduğu gibi gökkuşağının tüm renkleriyle Adana’da olmaya devam edeceğiz. Gökkuşağı her yerde!” ifadelerine yer verildi.

“EYLEMİN İÇERİĞİ TOPLANANLARIN ÖZGÜR İRADELERİNE BAĞLIDIR”

Adana Emniyeti Güvenlik Şube Müdürlüğü, mitinge olur verildiğini bildirirken toplanma sırasında LGBTİ ve Boğaziçi eylemlerinin temsilini içeren pankart, bayrak, slogan, kıyafet ve türevi hiçbir şeye izin verilmeyeceği söylenmişti. Açıklamada Emniyet Müdürlüğünün herhangi bir toplanmanın içeriğini belirleme ve buna ilişkin bir kısıtlama getirme yetkisinin olmadığı, bunun ancak toplananların özgür iradelerine bağlı olduğu ifade edildi. Görüşmede bunları emniyet görevlilerine ilettiklerini ifade eden Adana Kadım Platformu, “müzakere etmiyoruz, yalnızca bildirimde bulunuyoruz” şeklinde bir cevapla karşılaştıklarını, yazılı bir bildirim yapılması taleplerinin ise karşılanmadığını aktardı.

8 Mart günü ise Adana Emniyeti herhangi bir hukuki gerekçe olmamasına rağmen LGBTİ ve Boğaziçi eylemlerine dair materyalleri miting alanına almadı. Platform yasağı miting esnasında içeri sokabildikleri gökkuşağı bayraklarını sahnede açarak protesto etti. Alana alınmayan materyaller arasında gökkuşağı renklerini barındıran flamalar, pankartlar, dövizler ve kıyafetler ile ‘Rektöre, patrona, kocaya itaat etmiyoruz’ ‘Susmuyoruz, korkmuyoruz, aşağı bakmıyoruz’ yazılı pankart ve dövizler bulunuyor. 

“EMNİYET TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ HAKSIZ KISITLAMIŞTIR”

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye ilişkin açıklama yapan İletişim Başkanlığının “Türkiye'nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edildiği” şeklindeki değerlendirmeye tepki gösteren Platform açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

“İşte bu homofobik değerlendirme ile 8 Mart mitingimizde bize yaşatılanlar aynı zihniyetin ürünüdür. Bizler bu yasakları, dayatmaları kabul etmediğimizi mitingimizin öncesinde ve miting esnasında da dile getirdik. Alana alınmayan materyallerimizle ilgili olarak Adana Cumhuriyet Başsavcılığına bir suç duyurusunda bulunduk.

Mitingimizde yapılan bu uygulama ile Emniyet Müdürlüğü ve tüm emniyet görevlileri, temel hak ve özgürlüklerimizi haksız ve ölçüsüz olarak kısıtlamış, kamu güçlerini ve görevlerini ayrımcılık yaparak kötüye kullanmışlardır. Bizler bu şekilde hukuka aykırı davranışları ile temel hak ve özgürlüklerimizi elimizden almaya çalışanlarla yargı önünde de hesaplaşacağız.

Devlet eliyle yok sayılmaya, hedef gösterilmeye çalışılan ‘Alışın, buradayız, her yerdeyiz!’ demekten bir an olsun vazgeçmeyenler olarak bir kez daha haykırıyoruz: Gökkuşağının renklerini asla karartamayacaksınız! Hayatlarımızı birlikte savunmak, özgürlüğümüzü birlikte kazanmak için bir aradayız, buradayız, kararlıyız. Tıpkı 8 Mart’ta olduğu gibi gökkuşağının tüm renkleriyle Adana’da olmaya devam edeceğiz. Gökkuşağı her yerde.” (Adana/EVRENSEL)

https://www.evrensel.net/haber/429215/adana-kadin-platformundan-gokkusagi-bayraginin-engellenmesiyle-ilgili-suc-duyurusu


Yaşatmak

Son haftalarda şu iki önemli cümleyi ısrarla kullanıyoruz: “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır”, “Aşı Yaşatır.”

Avcılar Kadın Platformu, 25 Kasım'da Kadıköy'de geçekleştirilecek eyleme çağrı yaptı.

Fatih Sürenkök

Son haftalarda şu iki önemli cümleyi ısrarla kullanıyoruz: “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır”,  “Aşı Yaşatır.”

Yaşatmak için yemin etmiş bir mesleğin temsilcisi olarak, bu cümleleri daha da önemsiyoruz. Sadece biz, sağlık çalışanları değil ülkenin başta kadınları olmak üzere, emekçileri, solcuları, sosyal demokratları, LGBTİ mensupları, yani insanı, yani yaşamayı seven herkes bu cümlelerin anlamını önemsiyor ve bunun için mücadele ediyor.

Aylar önce “İstanbul Sözleşmesi” için sokaklara dökülen kadınlarımıza, copla, gazla saldıran iktidar, sorunu kendince çözdü. Meclisin aldığı karar Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile bir anda yok sayıldı. Türkiye tek taraflı olarak sözleşmeden çekildiğini resmi gazeteden duyurdu. İnsan hakları taleplerine karşı bırakın duyarsızlığı, en şiddetli tepkiyi gösteren iktidar, kadınların hakları konusunda da aynı karşıtlığı gösterdi. Kadınlar, AKP hükümetinin gerçek yüzünü, daha net görmeye başladı. Artık sonu yaklaşan hükümet, toplumun tüm değerlerine saldırmaya devam ediyor. Ancak, bu durum sonlarını daha da yaklaştırıyor.

Bir günde birden fazla kadının erkek şiddeti ile hayatını kaybettiği ülkemizde, kadının toplumsal olarak korunmasının devletin asli görevi olması gerekiyor. Bu konuda muhalefet partilerinin de toplumsal muhalefet cephesinde daha sıkı durması beklentimiz.

Yaşamak için şiddet görmemek tek başına yetmiyor bu ülkede. Salgında virüsün bulaşmaması da gerekiyor yaşamak için. Salgının sonlanması için toplumun yüzde 60’ının aşılanması gerekiyor. Önümüzdeki aylarda binlerce insanın ölmemesi sadece aşılanmaya bağlı. Sağlık bakanlığı dünyadaki aşı çalışmalarını ve üretimini doğru takip edip, zamanında aşı bağlantılarını yapsaydı, bugün 151 kişi hayatını kaybetmeyecekti. Aralık başından beri 100 milyon aşının geleceği ve mayıs sonuna kadar toplumun yüzde 60’ının aşılanacağını defalarca duyuran sağlık bakanı ve hükümetin hesap bilmezliği can kaybettiriyor.

Son hafta içinde bile sağlık bakanı ve Cumhurbaşkanı hâlâ mayısta ‘olmazsa’ haziranda aşının gelebileceğini söyledi. Mayısta ‘olmazsa’ ne demek? 30 gün sonrası. Çin’den ithal oyuncak ya da teknolojik ürün beklemiyoruz. Aşı bekliyoruz sayın bakan, sayın Cumhurbaşkanı, AŞI… Yani günde 150 kişinin ölümüne engel olacak AŞI. Bakanın kurduğu cümle ile “bu aşıyı olanların yüzde 93’ünün yaşamını yitirmeyeceğini” bilirken, şimdi bir hesap yapalım, ama bu hesap Devlet Bahçeli ya da sağlık bakanının aşı hesabı gibi olmasın. Gerçek hesap olsun. Bir günde 150 kişi hayatını kaybediyorsa, bir ayda 4 bin 500 kişinin yüzde 93’ü ölmeyecek. Yani 4 bin 185 kişi yaşayacak. Sayın bakan ve AKP hükümeti, sizin beceriksizliğiniz yüzünden her gün 139 kişi yok yere ölüyor.

AŞI YAŞATIR ama AKP hükümeti yüzünden aşı olamıyoruz ve ölüyoruz. Kadın yaşamak ve yaşatmak istiyor ama AKP hükümeti kadına şiddeti önlemiyor. Kadınlarımız ölüyor.Yıllardır hep şu sloganı atmıştık: “AKP Sağlığa zararlıdır.” Ne kadar haklıymışız. Sağlıkla kalın.

https://www.evrensel.net/haber/429212/yasatmak


O barikat yıkılacak elbet

Seslerimiz yankılanıyor. Bu ses biat ettirilmeye çalışılan bir kuşağın dayanışmasının sesi. Özgür yarınlara olan özlemimizin sesi.

Sarya Toprak

Boğaziçi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rektör atadığı AKP’li Melih Bulu ile oluşturduğu kadrosuna yönelik direniş tüm hızıyla devam ederken ülke gündemindeki yerini de koruyor. Ülkenin dört bir yanında kayyum rektörlere karşı demokratik ve özerk üniversite talebiyle tüm yurttaşların isyanı, öfkesi sokaklara taşıyor. Ancak bu öfkeyi bastırabileceğini sanan sıkışmış, tükenmekte olan AKP iktidarı, hâlâ önümüze barikat kurma çabasında.

İKTİDARLAR HEDEF ALDI

Tarih boyu üniversiteler yalnızca eğitim alınan ve verilen bir kurumdan ibaret olmadı. Özgürce bilim üreten, sosyalleşen, politik tartışmaların yapıldığı ortak bir hayatın kurulduğu üniversiteler, yıllar boyunca özerk alanlar olarak kalma gayreti içerisinde oldu. Ancak her dönemin iktidarı üniversitelerin kontrolü altında olmasını istedi. Dolayısıyla toplumu şekillendirmek ve baskı altına almak isteyen iktidarlar ilk olarak hedefine üniversiteler ve gençliği aldı. Buna karşılık üniversitelerden bu baskı iklimine karşı hep en güçlü ses yükseldi. Yükselen bu güç karşısında iktidarlar ise her dönem gerek polisini gerekse faşistini üzerimize gönderdi. Fakat üniversiteliler ve gençlik isyanıyla ayakta.

AKP tüm toplumu kâr hırsıyla, gerici, neoliberal bir kıskaçta sıkıştırarak iktidarını ayakta tutmaya çalışıyor. Gençliğin rengini, taleplerini dikkate almayanlar kampüslerimizde gözaltına alıyor, evlerimizi basıyor, tutuklamalarla sindirmeye çalışıyor. Seçim zamanı dillerinden düşüremedikleri gençler demokratik hakları için mücadele ettiğinde başı ezilmesi gereken yılanlar oluyor. LGBTİ+’ları, gençleri, kadınları hedef gösteren, yaşama hakkını dahi elinden alma çabasıyla hareket eden bir iktidar var karşımızda. Buna karşı aylardır süren direnişimiz gösteriyor ki umut bizi ayakta tutuyor. Mücadelemiz durgun sanılan bir nehrin nasıl da coşkulu aktığını gösteriyor. Şeriatçı azınlık var gücüyle üstümüze gelirken seslerimiz yankılanıyor meydanlarda: “Birbirimizi bırakmayacağız, arkadaşlarımızı serbest bırakın.”

DAYANIŞMANIN SESİ

Bu cümleler öylesine cümleler değil. Biat ettirilmeye çalışılan bir kuşağın dayanışmasının sesi bu. Özgür yarınlara olan özlemimizin sesi… “Kayyum rektör istemiyoruz” diyerek başlayan bu direniş memleketin dört bir yanındaki gençlerin kendi taleplerini dillendirdiği bir direnişe dönüştü. Ne demiştik: “İstifa yok tek başına ya tüm kayyumlar ya tüm kayyumlar”! Biliyoruz, değiştireceğiz. Onlar da biliyor gidecekler. Tek bir arkadaşımızı bile bırakmayacağız ellerine. Bizim birbirimizden, dayanışmamızdan başka kimsemiz yok. Arkadaşlarımızı almak için adliye önlerinde bekleyenleriz, “Arkadaşlarımız serbest bırakılmadan kampüsü terk etmiyoruz”, “arkadaşlarımız yoksa biz de yokuz derse girmiyoruz” diyenleriz. İktidar sahiplerinin anlayamayacağı bir dayanışma bu. Bize ise işaret ettiği bir yer var. Bu korku duvarları aşılıyor, aşılacak. Gelecek bizim, kazanacağız!

DİRENİŞLE YÜRÜYORUZ

LGBTİ+ bayrağıyla yürüdüğü için gözaltına alınan arkadaşlarımıza destek vermek isteyen arkadaşlarımız da geçen günlerde gözaltına alındı. Arkadaşlarımız şimdi serbest ancak haftalardır süren Boğaziçi direnişi nedeniyle tutuklanan, ev hapsinde olan arkadaşlarımız var. Hepsi aklımızda. Onlar cezaevinde bir koğuşta gözlerini açıp orada direnmeye devam ederken onların direnişini de yanımıza katarak mücadele etmeye devam ediyoruz. İktidarın bize yönelik baskısına her geçen gün yeni bir bahane eklese de taleplerimiz net: Arkadaşlarımıza özgürlük, bilim üreten özgür ve demokratik üniversite ve tüm kayyumlara istifa.

https://www.birgun.net/haber/o-barikat-yikilacak-elbet-339233


Şiddet failinden avukata telefon: İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı, çıkabilir miyim?

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin şiddet faillerini cesaretlendirdiğine dikkati çeken Avukat Rabia Özgökçe, “Arkadaşımın, cezaevindeki müvekkili ‘İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı. Ben de eşime şiddet uyguladığım için cezaevindeyim. Şimdi çıkabilir miyim’ diye sordu” dedi.

Türkiye, ilk imzacısı olmakla övündüğü İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bir gece ayrıldı. Avrupa Konseyi tarafından 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaya açılan sözleşme, Türkiye’de 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi. Sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke olan Türkiye, tarihe imza atarak, ayrılan yine ilk ülke oldu.

Sözleşmeden çekilmeyle birlikte kadına yönelik şiddet, cinayet ve LGBTİ+lara yönelik saldırılar da arttı. Feshin ilk haftasında 9 kadın erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirdi. 

ŞİDDETTE KARŞI YOL HARİTASI 

Tepkiler ülkenin dört bir yanına yayılırken, Van Barosu Kadın Hakları Komisyonu’ndan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Rabia Özgökçe, çekilmeyi değerlendirdi. 

Sözleşmeyi ilk fesheden ülkenin Türkiye olduğunu vurgulayan Özgökçe, o dönem sözleşmenin imzalanmasındaki en büyük etkenin Nahide Opuz davası olduğunu anımsattı. Özgökçe, “Opuz kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen bir karardı. ‘Devlet olarak şiddete uğrayan bir kadını korumak zorundasınız’ dedi. Türkiye’de Avrupa üzerindeki bu olumsuz etkiyi silmek için o dönem bir an önce tüm kadın örgütlerine çağrı yaptı. Bir günde yazılan bir sözleşme değildir. Kadın örgütlerinin, uzun yıllar boyunca verdikleri mücadelenin sonucuyla imzalanan bir sözleşmedir. O dönem hazırlanan bu sözleşmeye bütün kadın hakları alanında çalışan aktivistler, hukukçular katkıda bulundu. Bu şekilde ortaya çıkan bir sözleşmedir. Bugün 6284 Sayılı Kanun, TCK (Türk Ceza Kanunu) ve Medeni Kanun kadınların haklarını içerir. Ancak bu kanunlarda devletin, kadına yönelik şiddeti nasıl önleyeceğine dair bir yol haritası yoktur” diye belirtti.  

DEVLETİ ZORLAYAN YÜKÜMLÜLÜKLER 

6284 Sayılı Kanun’da, 7/24 çalışan bir şiddet hattının kurulması ve 100 bin nüfusu aşan belediyelerde kadın sığınma evinin açılması gibi devletin uyması gereken zorunlulukların yer aldığına işaret eden Özgökçe, “Devlet, İstanbul Sözleşmesi’nden kaynaklı bir bütçe oluşturmak zorundadır gibi yükümlülükler bulunuyordu. Bunlar Türkiye’de maalesef yok” ifadelerini kullandı. 

AYRIMCILIK YASAĞI

Sözleşmede şiddetin hiçbir türünün uygulanmaması gerektiğinin aktarıldığını belirten Özgökçe, “Sözleşme de, ‘dili, dini, ırkı, cinsel yönelimi ne olursa olsun ayrımcılık yapma’ der. Aslında bu ayrımcılık yasağıdır. Ayrımcılık yasağı bizim Anayasamızda da var. Anayasa’daki maddeye karşı çıkılmazken, aynı madde İstanbul Sözleşmesi’nde yer aldığı için şu an kıyametler koparılıyor” diye belirtti. 

FAİLLERİ CESARETLENDİRİYOR

Sözleşmeden çekilmenin failleri cesaretlendirdiğine dikkati çeken Özgökçe, hemen akabinde 9 kadının öldürüldüğünü, İzmit’te Fırat Kaya isimli erkeğin, işitme engelli bir eşcinsele şiddet uyguladığını anımsattı. Özgökçe, “Bir avukat arkadaşımı, cezaevindeki müvekkili arayarak ‘İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı. Ben de eşime şiddet uyguladığım için cezaevindeyim. Şimdi çıkabilir miyim’ diye soruyor. Ne yazık ki anlayış tamamen budur. Birçok fail cezasız kalacağını düşünüyor” dedi. 

İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasını destekleyen kesimin şimdi ise 6284 sayılı yasa ve kadın haklarını koruyan diğer kanunları hedef aldığını ifade eden Özgökçe, şöyle devam etti: “Her dillendirdiklerinde ne yazık ki hayata geçiriyorlar. Bu haklar bir günde alınan haklar değildi. Uzun yıllar kadın mücadelesiyle gelen kazanımlardı. Şimdi bir gecede geri çekilmesi devamında kazandıklarımızı da ne yazık ki tehlikeye koymuş durumda. Yasalar en azından bugün yürürlükte. Bir akşam ya da gecenin ikisinde başka bir yasamızın kaldırılmayacağının bir garantisi yok. Artık hiçbirimiz güvende değiliz.”

YETKİ GASPI

Kadına yönelik şiddetin insan hakları ihlali olduğunun altını çizen Özgökçe, Anayasa’daki 104’üncü maddeyi anımsatarak, temel hak ve ödevlere ilişkin kanunla konulan hakların ve sözleşmelerin yine kanunla kaldırılması gerektiğine dikkat çekti. Özgökçe, “90’ıncı maddeye göre Meclis tarafından imzalanan bir sözleşme yine Meclis tarafından kaldırılması gerekir. Tüm uluslararası sözleşmeler kanunun üstündedir. 104’üncü maddedeki temel hak ve ödevlere ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile tek taraflı olarak geri çekilme olmaz. Hukuken de bu bir fesih değil çekilmedir. Bunu yetki gaspı olarak tanımlıyoruz. Hukuka da aykırı buluyoruz. Tüm bu sebeplerle Danıştay’a dava açtık” ifadelerini kullandı. 

SEÇİM VAADİ Mİ?

Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin arttığı bir dönemde sözleşmeden çekilmeyi şaşkınlıkla karşıladıklarını aktaran Özgökçe, “Erken bir seçim hazırlığı olduğunu düşünüyorum. Bir kesime seçim vaadinde bulunmak için kadın hakları ve hayatlarından vazgeçilmesini dehşet verici buluyorum. Türkiye kadına yönelik şiddetle mücadele ederken, ‘mış’ gibi yapma bir özelliği var. Sadece mücadele ediyormuş gibi bir tablo çiziyor. Kadına yönelik şiddette bunu gerçek anlamda bitirmeyi dilde söylüyorlar ama uygulamada ne yazık ki karşılığını görmediğimiz için samimi değiller” diye belirtti. 

ZİHNİYETİN YANSIMASI OLUR

AKP Genel Başkan Yardımcısı Fatma Betül Sayan Kaya’nın, fesihle ilgili sarf ettiği “İstanbul Sözleşmesi’nin yerine farklı bir sözleşmenin gelmesi zorunlu olmuştur. Ankara Sözleşmesi hazırlıyoruz” sözlerini hatırlatan Özgökçe, şöyle dedi: “İstanbul Sözleşmesi’nin herhangi bir eksikliği yokken ve kadın üzerinden tartışmalar yürütülmüşken, yapılacak bir Ankara Sözleşmesi olsa olsa şu anki zihniyetin bir yansıması olabilir. İçinde kadının beyanını esas alan ya da LGBTİ+ bireyleri bu kadar hedef gösterip, onları koruyacak hükümlerin yer alacağını açıkçası düşünmüyorum.” 

MA / Özlem Yayan 

https://ozgurmanset.net/siddet-failinden-avukata-telefon-istanbul-sozlesmesi-kaldirildi-cikabilir-miyim/


Kadınlar polis saldırısına rağmen vazgeçmedi: “Dövizlerimiz, sloganlarımız ve bayraklarımızla eylem alanındayız”

Dün (27 Mart) "İstanbul Sözleşmesi bizimdir" demek için sokağa çıkan kadınlar Kadıköy'de polisin keyfi tutumu karşısında sessiz kalmayınca polis şiddetine maruz kaldı. Polis saldırısı sonucu burnu kırılıp yaralanan kadınlar oldu. Kadınlar yayımladıkları açıklamada tüm saldırılar karşısında dövizleri, sloganları ve bayrakları eylem alanına soktuklarını ifade etti

Kadınlar polis saldırısına rağmen vazgeçmedi: “Dövizlerimiz, sloganlarımız ve bayraklarımızla eylem alanındayız”

Dün (27 Mart) “İstanbul Sözleşmesi bizimdir” demek için sokağa çıkan kadınlar Kadıköy’de polisin keyfi tutumu karşısında sessiz kalmayınca polis şiddetine maruz kaldı. Polis saldırısı sonucu burnu kırılıp yaralanan kadınlar oldu.

Kadınlar yayımladıkları açıklamada tüm saldırılar karşısında dövizleri, sloganları ve bayrakları eylem alanına soktuklarını ifade etti. Yayımlanan açıklamanın tam metni aşağıdaki gibi:

“İstanbul Sözleşmesi bizim”

İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmeye çalışılmasına karşı 27 Mart Cumartesi günü binlerce kadın yine Kadıköy’deydik. Polis önce keyfi bir uygulamayla eylem alanına getirilen LGBTİ+ dövizlerini ve gökkuşağı bayraklarını içeri almayacağını söyledi. Ardından ise yine keyfi olarak ses sisteminin eylem alanına girişine izin vermemesi üzerine, ses sistemi gelmeden eylemin başlamayacağını söyleyerek arama noktasındaki polis barikatının önünde beklemeye başladık. Barikatta beklerken polis müdahalesi başladı. Polisin fiziksel ve sözlü saldırılarına ve tehdidine maruz kaldık. Pek çok arkadaşımız darp raporu aldı. Tüm bu saldırılara ve engellemelere rağmen bütün dövizlerimizi, sloganlarımızı, bayraklarımızı ve ses sistemimizi alana sokmayı başardık.

Kadınların sesini kısmak, İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek için harcanan bu çabalar, sözleşmeyi uygulamak için harcansaydı katledilen binlerce kadın bugün hala aramızda olabilirdi. İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamakla yükümlü olduğu halde uygulamayanlar, şiddeti önlemeyenler, cezasız bırakanlar, eşitliği sağlamayanlar bu cinayetlerin suç ortağıdır. Kadınların önüne konan tüm engellere rağmen yaşama hakkımızın güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden de tek bir hakkımızdan da vazgeçmiyoruz. Biz buradayız. Her yerdeyiz. İsyandayız. Kararın iptali, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması, kadınlar ve LGBTİ+ların hiçbir ayrımcılığa maruz kalmaması için mücadelemizi, isyanımızı her yerde sürdürmeye devam edeceğiz.

Sendika.Org

https://sendika.org/2021/03/kadinlar-polis-saldirisina-ragmen-vazgecmedi-dovizlerimiz-sloganlarimiz-ve-bayraklarimizla-eylem-alanindayiz-613007/


İsveç'ten Türkiye'ye İstanbul Sözleşmesi tepkisi

İsveç'te 11 kadın örgütü ve siyasi parti açıklama yaparak Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini kınadı. Çeşitli örgütler de sözleşmenin önemine dair açıklamalar yaptı.

Murat KUSEYRİ

Stockholm

Kadına yönelik şiddeti durdurmak amacıyla imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesine tepki gösteren İsveç Eşitlik Kurumu Koordinatörü Anna Collins Falk, “Sözleşme politikleştirildi ve haksız eleştilere uğradı” dedi.

İsveç Devlet Televizyonu’na açıklamalar yapan Falk, İstanbul Sözleşmesi’nin insan haklarını savunan güçlü bir sözleşme olduğunu söyledi. Hukuki olarak da sözleşmenin bağlayıcı olduğuna ve sözleşmeye imza atan ülkelerin sorumluluklarını yerine getirip getirmediğini denetleyen mekanizmalarının olduğuna dikkat çekti.

Falk, “Herşeyden önce sözleşme kadına yönelik şiddet ve yakın ilişkilerdeki şiddeti, eşitlik ve yapısal ve güç ilişkilerine bağlı olarak ele alıyor” dedi.

Sözleşmeye yönelik eleştirilerin insan hakları, kadın hakları ve eşitlik çabalarına karşı estirilen soğuk rüzgarların bir parçası olduğu değerlendirmesini yapan Falk, “İstanbul Sözleşmesi’nin politikleştirdiği" eleştirisinde bulundu.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’Nİ TERK ETMEK YANLIŞ BİR YOLDUR

Feminist İnisiyatif adlı parti “İstanbul Sözleşmesini terk etmek gidilen yanlış bir yoldur” başlıklı bir açıklama yaparak Türkiye’nin kadınlara yönelik şiddeti durdurmayı amaçlayan sözleşmeden çekilmesini eleştirdi.

Türkiye’de kadınlara yönelik baskı ve cinayetlerin arttığına ve geçtiğimiz yıl en az 300 kadının öldürüldüğüne dikkat çekilen açıklamanın altında imzası bulunan Feminist İnisiyaf’in Dış Politika Sözcüsü Jaime Gomez Alcaraz, “Erdoğan’ın sözleşmeyi feshetmesini protesto edenleri; demokratik gelişim, kadın hakları, LGBTİ+’lar, Kürtler ve diğer ezilen grupları destekliyor. Biz İsveç Hükümeti’nden Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini engellemesi, Türkiye’deki kadın ve LGBTİ+’ların güvenliklerinin sağlanması için elindeki imkanları kullanmasını istiyoruz” dedi.

Namus ve töre bahanesiyle işlenen cinayetlere karşı mücadele eden “Ne Fahişe Ne Boyun Eğen” adlı örgüt de yazılı bir açıklama yaparak Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesini kınadı. Erdoğan’ın feminizm karşıtı tutumu ve sözleşmeyi feshetmesini protesto etmek için Türkiye’nin pek çok yerleşim biriminde kadınların sokaklara çıktıkları hatırlatılan açıklamada “Türkiye’deki kadın hareketi ve  Kürt kadınlarının mücadelesini destekleyenler olarak Türkiye’nin aldığı karardan rahatsızız” denildi.

11 ÖRGÜTTEN ORTAK AÇIKLAMA

Öte yandan 11 kadın ve demokratik kitle örgütü ve parti açıklama yaparak Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini kınadı.

İsveç medyasına gönderilen ortak açıklamada “İstanbul Sözleşmesi geri gelecek! Kadınlardan korkuyorlar ve korkmakta da çok haklılar... Ancak gece yarısı alınan kararlarla kadınlara biat ettirebileceklerini, kadın mücadelesini engelleyebileceklerini düşünüyorsalar müthiş bir şekilde yanıldıklarını bilmeliler...” denildi.

Ayrıca, “Kadınların iradesi gasbedilerek alınan karar, bizim için yok hükmündedir diyoruz ve İstanbul Sözleşmesi’ni geri getirinceye kadar sokaklardan çekilmeyeceğimizin altını bir kez daha çiziyoruz” ifadeleri kullanıldı.

Açıklamanın altında Ne Fahişe Ne Boyun Eğen’in yanı sıra Sara Kadın Birliği, Alevi Kadın Federasyonu, Asuri Kadın Federasyonu, Amara Kürt Kadın Meclisi, Kadın Barış İnisiyatifi, Mezopotamya Halk Kongresi, Mezopotamya Özgürlük Partisi, Mezopotamya Dayanışma Derneği ve Adalet Partisi Sosyalistlerin de imzaları bulunuyor.

https://www.evrensel.net/haber/429258/isvecten-turkiyeye-istanbul-sozlesmesi-tepkisi


SYKP İstanbul, LGBTİ+’lara saldırılara karşı Kadıköy’de üst geçide gökkuşağı bayrağı astı

Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) İstanbul, LGBTİ+’lara saldırılara karşı Kadıköy’de üst geçide gökkuşağı bayrağı astı.

Parti, bayrak fotoğraflarını “İktidar LGBTİ+’lara saldırıyor, aktivistleri gözaltına alıp tutukluyor. Boğaziçi öğrencilerinin LGBTİ+ bayrağı taşıdığı için gözaltına alınması bunun göstergesidir. Kadıköy'de LGBTİ+ bayraklarını astık ve yineledik: Susma haykır LGBTİ+'lar vardır!” açıklamasıyla paylaştı.

http://www.gaziantephaberler.com/haber/sykp-istanbul-lgbtilara-saldirilara-karsi-kadikoyde-ust-gecide-gokkusagi-bayragi-asti-haberi-50440.html


Bern ve Basel’de kadınlar ve LGBTİ+lar “İstanbul Sözleşmesinden vaz geçmiyoruz” dedi

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geceyarısı kararnamesiyle Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden imzasını çekme girişimi Türkiye’nin yanı sıra Avrupa’nın ve dünyanın pek çok şehrinde protesto ediliyor.

İsviçre’nin Bern ve Basel şehirlerinde de kadınlar ve LGBTİ+lar biraraya gelecek “İstanbul Sözleşmesi’nden vaz geç geçmişyoruz” dediler.

Bern’de Bern Mizgin Kadın Meclisi’nin çağrısıyla, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Bern Kadın Meclisi, İsviçre Kadın Grevi Bern Kolektifi, İklim Grevi Bern Kadın Kolektifi’nden kadınlar ve LGBTİ+lar Bahnhofplatz alanında bir araya geldi.

Mizgin Kadın Meclisi adına eylemde yapılan açıklamada, “İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmiyoruz; Bizler alınan bu demokrasi dışı kararı kabul etmemekle birlikte erk zihniyetin katliamcı politikalarıyla mücadelemizi sürdüreceğiz” denildi.

Yapılan diğer konuşmaların ardından eylemciler şarkılar söylerek bir süre daha alanda kaldıktan sonra açıkalmalarını sonlandırdılar.

Basel’de İstanbul Sözleşmesi için enternasyonalist dayanışma

Basel’de Ronahi Kadın Meclisi, Tekojin ( Jinén Ciwan en Tekoser) SYKP İsviçre Kadın Meclisi, SKP kadın Meclisi, BASTA (Basel’in Güçlü Alternatifi), PDA (İsviçre Emek Partisi) ve Mor Kızıl Kolektif’ten kadınlar Barfüsserplazt’ta toplandı.

“İstanbul Sözleşmesinden vaz geçmiyoruz” ortak pankartının arkasında Claraplatz’a doğru yürüyüşe geçen kadınlar, şarkılar, sloganlar eşliğinde kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaları protesto ettiler. Basel Kanton Parlamentosunun önünde konuşmalar yapan kadınlar yürüyüşlerini Claraplazt’a kadar sloganlar eşliğinde devam ettirdiler.

https://avrupaforum4.org/bern-ve-baselde-kadinlar-ve-lgbtilar-istanbul-sozlesmesinden-vaz-gecmiyoruz-dedi/


LGBTİ korkusu ne kadar gerçek

“LGBTİ korkusu gerçeğe dayanıyor mu?” Gördüğüm fotoğraf beni buna ikna etmekten çok uzak. Zira, İstanbul Sözleşmesi öncesinde de hatta bütün tarihimiz boyunca da bu ülkede farklı cinsel yönelimi olan kimseler vardı. Bugüne kadar bunlara karşı hiçbir itirazi kayıt düşmeyen, konunun tartışıldığına ya da bir öneri getirildiğine hiç şahit olmadığımız kişilere ne olmuştu da birdenbire ortaya çıkmış ve hangi reel durumdan hareketle sözleşmeyi bunun müsebbibi sayan yaklaşımı benimsemişlerdi?

2011 yılında meclisin tamamının mutabakatıyla alkışlar içinde imzalanan İstanbul Sözleşmesi kamuoyu tarafından da teveccühle karşılanmıştı. Ancak son üç yılda nasıl başladığı belli olmayan bir şekilde, sözleşmeye karşı dozu gittikçe artan itirazların oluşturduğu atmosfer etkili olmuş ve süreç, sözleşmenin feshiyle noktalanmıştır.

Sözleşmeye itiraz edenler, asıl amacın kadına yönelik şiddet olmadığı, ahlaki ve dini değerleri hedef aldığı, toplumu cinsiyetsizleştirme amacına matuf olarak dayatıldığı, LGBTİ+ bireylerin hak ve hukukunu genişletecek gizli bir ajandasının olduğunu ileri sürüyor.

Peki bu konuda sözleşme ne diyor?

İstanbul Sözleşmesi amacını; her türlü şiddete karşı kadınları korumak, şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak şeklinde ifade etmiş, diğer taraftan “mağdur” kimliğine vurgu yapmış, şiddete uğrayan kim olursa olsun korunmasını esas almıştır.

Sözleşmenin 4. maddesi, şiddet ile mücadelede kimseye ayrımcılık yapılmaması gereğine vurgu yapmış; din, dil, ırk, mezhep vb. unsurlarla birlikte toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı şiddeti de kapsamı içine almıştır. Sözleşme farklı cinsel yönelimi olanları içeren başkaca bir maddeye de yer vermemiştir.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin toplumları cinsiyetsizleştirme politikalarının bir parçası olduğunun öne sürülmesine karşın sözleşme 3. maddesinin C bendinde, toplumsal cinsiyet eşitliğini; “Herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler” olarak açıklayarak, cinsiyete değil, sosyolojiye dikkat çekmiştir.

Sözleşmenin hazırlık aşamasından sonuna kadar içinde bulunan, şimdilerde Türkiye’nin Grevio temsilcisi olan Prof. Dr. Aşkın Asan endişeleri giderecek açıklamalarda bulunmuş, sözleşmenin amacının şiddetle sınırlı olduğunu, başka hiçbir amaca hizmet edemeyeceğini, Avrupa Konseyi Sekreteri’nin yaptığı açıklamayı da delil göstererek izah etmiştir. Bu ve benzeri açıklamalara rağmen sözleşmeye yapılan itirazlar sükûn bulmadığı gibi artarak devam etmiştir.  

Sözleşme metninin lafzı ve yetkili ağızlardan yapılan bu açıklamalar ışığında konuya yaklaştığımızda topluma pompalanan korkunun önyargılar, yanlış anlamalar ya da fazladan yapılan yorumlardan kaynaklandığı, eğer bunlardan biri değilse bilinçli bir çarpıtma faaliyeti olduğu düşünülebilir.

Endişe gerçekten aile mi?

Tüm bu açıklamalara rağmen aile elden gidiyor korkusunun katalizörü olan isimler tarafından yoğun bir karalama kampanyası gerçekleştirildi. Düzenlenen toplantılar, atılan twitler, hazırlanan raporlar, etkili kurum ve kişilerle yapılan lobi faaliyetleriyle bir taraftan toplum manipüle edilmeye çalışıldı, diğer taraftan da tarihte hiç görülmediği kadar LGBTİ meselesi gündem yapıldı.

Sonunda durum öyle bir hal aldı ki, yaygınlaşmasından korktukları meseleyi en fazla dillendiren, en fazla görünür kılan da yine onlar oldu. Korkuları, korktukları şeyi çağırıyordu artık. Onlar korktukça daha yüksek sesle bağırıyor, bağırdıkça korku nesnelerine daha fazla yaklaşıyorlardı.

Bu kesimdeki “eşcinsellik korkusu”! kadınların hunharca öldürülmesinden daha fazla öne çıkıyor.  Her vesileyle “aileyi” korumaktan bahsedenler, ironik bir şekilde şiddet dolayısıyla yıkılan yuvaları görmezden geliyor ve işin sonunda ailenin temel bileşenlerinden biri olan kadını koruyan yasalarla mücadele ediyorlardı.

Buradan bakınca, “aile elden gidiyor” korkusu sahici mi yoksa gelecekte kadınlara hükmedememe endişesinin LGBTİ korku ve kaygısına tahvil edilmiş hali mi diye düşünmeden edemiyor insan.

LGBTİ korkusu gerçeğe dayanıyor mu?

Esasen hiçbir hukuki metin amacı dışında uygulanamaz düsturundan hareketle sözleşmenin de amacıyla kayıtlı olduğunu biliyoruz. Yine de sözleşmeye karşı haklı-haksız bir şekilde duyulan endişelerin giderilmesi için Hırvatistan örneğinde olduğu gibi sözleşmeyi nasıl anladığımız ve iç hukukta bunu nasıl uygulayacağımıza dair bir yorum beyanında bulunmak da sorunumuzu çözen bir yöntem olabilirdi.

Maalesef siyasal erk sesi yüksek çıkan küçük bir grubun baskısıyla tercihini fesih yönünde kullanarak siyasal risk aldı.

Peki, “LGBTİ korkusu gerçeğe dayanıyor mu?” meselesine geri dönecek olursak, gördüğüm fotoğraf beni buna ikna etmekten çok uzak.

Zira, İstanbul Sözleşmesi öncesinde de hatta bütün tarihimiz boyunca da bu ülkede farklı cinsel yönelimi olan kimseler vardı. Üstelik öyle gizli saklı da değillerdi. Kamuya açık ve legal bir şekilde örgütlendikleri dernekler, yazdıkları siteler vardı. Her akşam televizyon kanallarında; bir filmin karesinde, bir eğlence programında, bir yarışmada evlerimize kadar giriyorlardı. Seçimlerde aday olup kapı kapı gezen üstelik cinsel yönelimini saklamadan oy isteyen siyasi adaylar, belediyelerde görev alan meclis üyeleri vardı, hala daha varlar.

Bugüne kadar bunlara karşı hiçbir itirazi kayıt düşmeyen, konunun tartışıldığına ya da bir öneri getirildiğine hiç şahit olmadığımız kişilere ne olmuştu da birdenbire ortaya çıkmış ve hangi reel durumdan hareketle sözleşmeyi bunun müsebbibi sayan yaklaşımı benimsemişlerdi?

Acaba kadınlar üzerindeki egemenlik haklarına halel gelmese, 6284 nolu yasa gereği evden uzaklaştırmalar olmasa, kadının canından daha kıymetli olan “onur”ları kırılmasa da LGBTİ meselesini bu kadar dert edecekler miydi?  

Elbette, her bu endişeyi duyanı aynı kefeye koymak mümkün değil. Samimi olarak endişe duyan bir kesimin olduğu da muhakkak. Ancak konuyu bu şekilde ele almak çıkmaz sokaklarda körebe oynamak gibi.

Diğer taraftan cinsel yönelim meselesi, üzerinde ciddiyetle durmayı hak eden bir konu. Çok kapsamlı, reel bir zemin üzerinde, sağduyulu, objektif ve hakkaniyetli bir şekilde meseleyi ele almak, LGBTİ bireyleri hedef gösteren yaklaşımlardan uzak bir strateji geliştirmekte fayda var.  LGBTİ aktivizminin ve LGBTİ lobilerinin çocuklarımızı etkilemesine, ele geçirmesine, cinsel kargaşaya sebep olacak şekilde yayın ve eylem yapmasına, çocuklarımızın bu türden bir propagandaya muhatap olmasına itiraz etmek bizlerin en doğal hakkı ve sorumluluğudur.

Ancak meseleyi sözleşme bağlamında ele almak, konuyu çarpıtmak, çözümsüz bırakmak, kendi sorumluluğumuzdan kurtulmak, kolaya kaçmaktır. Üstelik bunu kadınları koruyan ve can güvenliğini esas alan bir metin üzerinden yapmak daha büyük bir garabet örneğidir, sapla samanı birbirine karıştırmak demektir.  

Sözleşme bağlamında oluşan tartışmaların, neredeyse pandemiye dönüşmüş olan kadın cinayetlerinin önüne geçmesi bir akıl tutulması değilse, nedir?

Ayla Kerimoğlu, STK gönüllüsü, aktivist, Hazar Derneği Kurucu Başkanı

https://serbestiyet.com/yazarlar/lgbti-korkusu-ne-kadar-gercek-55352/


‘Direnme Durağı’nda buluşalım

Ebru Dinçel

Ne kadar uzun bir haftaydı... Yaşadıklarımız karşısında dehşete düşerken hemen kendimizi toparlayıp refleks göstermeyi becerdik neyse ki!

Bir hafta öncesinden Hdp Kocaeli vekili Ö. Faruk Gergerlioğlu’nun hukuksuzca vekilliği düşürüldü, tüm itirazlara rağmen. Daha vahim olanı, sabaha karşı onlarca polisin Meclis’e gelerek Gergerlioğlu’nu tuvalet terlikleriyle, namaz kılmasına, giyinmesine, maske takmasına izin verilmeden yaka paça dışarı çıkardılar. İnsanlığımızdan utandığımız anlar tarihine kazındı bu görüntüler.

Sonrasında Hdp’ye kapatma davası açıldı. 6 milyon seçmenin oy verdiği bir partiyi kapatmak istiyorlar. ‘Bir dükkan sanki’.

Bizler bu gelişmeleri sindirmeye çalışırken, bir gece yarısı bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, T.C.’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini ilan ediyordu. Uyanık olanlarımız saatlerce sosyal medyada itiraz ettik. Ama karar verilmişti belli ki. ‘Ferman verilmişti.’ Ama bu fermanlarla susmayacağımızı tahmin etmeliydiler ki dağlar, taşlar, sokaklar, alanlar, ekranlar ‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ BİZİMDİR’ diye inledi.

Öfkeli, kararlı, hayatlarına ve haklarına sahip çıkmada ısrarlı kadınlar ve LGBTİ+lar her ilden, her ilçeden, her mahalleden ses verdiler. Sokaklara aktılar. Hatta her akşam 21.00’da balkonlardan ses verdiler. Tüm engelleme çabaları öfkeyi arttırmaktan başka bir işe yaramadı.

Sözleşme haberinin geldiği hafta sonu Newroz kutlamaları vardı, memleketin dört bir yanında... Pandemiye rağmen İstanbul’dan Amed’e, Denizli’den Cizre’ye, Aydın’dan Ankara’ ya Kürt halkı başta olmak üzere tüm halklar, kitlesel ve coşkulu bir şekilde katılım sağlayarak siyasi iradelerine sahip çıkacakları mesajını çok net verdiler. Kadınlar ve LGBTİ+’lar rengarenk Newroz alanlarında da İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceklerini en yüksek tondan dillendirdiler. Hem el konulmak istenen siyasi iradelerine hem de haklarına sahip çıkan kitlelerin öfkesi, kararlığı ve coşkusu muktedirlerin dikkatinden kaçmamıştır eminim.

Yanılmıyorsam 78 baro ve farklı kesimlerden hukukçular, ‘çekilmenin’ hukuksuz olduğunu deklare ettiler. Kesk’in ve Chp’nin çekilmenin iptali için Danıştay’a başvurduklarını da biliyoruz. Ayrıca Meclis’te kadın vekillerin tepkilerini her fırsatta dile getirmeleri mücadeleye güç verirken, Chp’li kadın vekillerin kürsüye serdikleri mor örtü ‘bıyıklıları’ deliye döndürdü. Mora tahammül edemezler. Tarih boyu kıramadıkları çelik gibi kadın iradesini hatırlatır çünkü onlara!

İstanbul Sözleşmesi uzun zamandır gündemlerindeydi zaten... İzmir’de, Ağustos’ta ‘İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz!’ diyen kadınların işkence ile gözaltına alındığını unutmadık değil mi? Gerekçeleri ise çok bildik; ‘kutsal ailenin korunması ve eşcinselliğe teşvik!’

Sözleşme’nin feshinin ilanını takip eden 20 saatte 6 kadın katledildi. Katledenler, o kutsallığı batasıca ailenin üyeleri! Topluma verilen mesaj katiller ve potansiyel katiller tarafından net olarak alındı; ‘Sana istediğimi yaparım. Bana bir şey olmaz nasıl olsa. Devlet arkamda. Seni koruyacak yasaları kaldırıyorlar nasılsa!’ Erkek adalet sisteminizin uyguladığı cezasızlık sistemi ile ya çok az ceza alan ya da beraat edenlerin varlığı kadın kırımını takdir ve teşvik etmekte iken şimdi hepten katillere yol verdiniz!

Yine geçtiğimiz hafta sosyal medya engelli bir eşcinsele işkence ettiği videoyu paylaşan Fırat Delikanlı adlı mahlukatla sallandı. Ve yine ‘Sosyal medya Adalet Bakanlığı’nın’ yoğun çabası ile tutuklandı. ‘O sırada pudra şekerini fazla kaçırmıştım’ deyip beraat bile edebilir. Göreceğiz. Asıl mesele bu yaşananların 2015’ten beri Onur Yürüyüşlerini yasaklayan, sokağa çıkanlara şiddet uygulayan, her fırsatta yandaşı medya ile birlikte nefret söylemlerinde bulunan, nefret cinayetlerinin önüne geçmemekte ısrar eden, gökkuşağı bayrağını yasaklamaya çalışan ve son olarak LGBTİ+’ların haklarını da gözeten sözleşmeyi fesih etme girişiminde bulunan muktedirlerin tavrının sonucu olduğudur.

Ve İzmir’de karnındaki çocuğu ile katledilen bir çocuk!

Donup kalıyorum, düşününce bu çocukları...

Belli ki kadınlara, çocuklara ve LGBTİ+’lar başta olmak üzere kendinden olmayan her kesime savaş açılmış durumda. Bu zamana kadar büyüterek getirdiğimiz direniş ve dayanışmanın kapsamını olabildiğince genişletmek, yan yana gelebildiğimiz hiçbir noktayı atlamamak, yöntemlerin çeşitliliğini ve etkisini arttıracak tartışmaları yol yürürken de yapmayı ihmal etmemek ilk elden yapmamız gerekenler sanırım. Kimseye dokunmayıp da bin yıl yaşayan iktidar yoktur, unutmayalım. Sıra herkeste. Ortak kümeler vardır, buluşabileceğimiz. Direnme duraklarında birlikte gökkuşağına bakalım. Haydi!

https://www.izgazete.net/direnme-duraginda-bulusalim-makale,2495.html


Yasaklanamayan gökkuşağı ve dayanışmanın önemi

$
0
0

Ne feminist hareket ne öğrenci hareketi LGBTİ+ları “gözden çıkardı”. Bölemedikleri gibi mücadelemiz hiç olmadığı kadar kesişti ve büyüdü. Newroz’dan Boğaziçi prostetolarına, 8 Mart’tan İstanbul Sözleşmesi eylemlerine kadar her yerde gökkuşağı görmeye başladık

Uğur (Çatlak Zemin)

1 Şubat günü gerçekleşen protestolar sırasında da bir öğrenci Güney Kampüs’ün kapısına çıkarak LGBTİ+ bayrağı açtı, bu nedenle de hakkında disiplin soruşturması açıldı. Dayanışma amacıyla 25 Mart günü Kuzey Kampüs’e çağrı yapıldı; Kuzey Kampüs’e geçmek isteyen öğrenciler polis tarafından durduruldu ve dört öğrenci LGBTİ+ bayrakları nedeniyle gözaltına alındı. Bu durumu protesto eden öğrencilerden ise sekiz kişi daha gözaltına alındı.

Öğlen ve akşam gerçekleşen bu olaylardan önce, sabah saatlerinde yine bir LGBTİ+fobi haberiyle uyanmıştık. Aydın’dan gelen haberde bir eşcinsel erkek işkenceye uğramış ve fail bunu sosyal medyada bile paylaşmıştı! Bu konuda sosyal medyada verilen tepki sonrasında fail yakalandı.

İktidar özellikle İstanbul Sözleşmesi ve Boğaziçi protestoları üzerinden yüksek düzeyde bir LGBTİ+ları düşmanlaştırma ve kriminalize etme politikası yürütüyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali için yapılan resmi açıklamada ve öncesinde medyada iktidar tarafından feminist hareketten LGBTİ+ları dışlamaya çalışan ve feminist hareketi bölmeye yönelik tartışmalar başlatıldı. Boğaziçi protestolarında da ilk haftalarda bayrakların varlığı üzerinden yürüyen tartışmalar, daha sonra yargılanan bir eser, dava sırasında sorulan “lgbt üyesi misiniz?” soruları, 1 Şubat tarihli ablukanın sorumlusu olarak BÜLGBTİ+’nın (Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü) kapatılmasının gösterilmesi ve son olarak bayrak taşıyan öğrenciler gözaltına alınması… Burada da İstanbul Sözleşmesi tartışmalarına benzer bir durum olduğuna inanıyorum ben. Nasıl feminist hareketin bölüneceğine inandıysalar burada da çokça kez öğrenci direnişini kırıp LGBTİ+ları dışlayabileceklerini sandılar. Ancak ne feminist hareket ne de öğrenciler buna izin vermediler.

Tabii dayanışma ne kadar iyi hissettiriyorsa da üst üste gelen saldırılar da artmaya devam ediyor. Türkiye hiçbir zaman LGBTİ+fobinin olmadığı bir yer değildi, Boğaziçi de görece özgür ortamına rağmen fobilerden tamamen arınmış değildi. Ancak—en azından küçüklüğümden beri—bu kadar devlet destekli bir LGBTİ+ları düşmanlaştırmayla karşılaşmamıştım. Konuşulmazdı, tabuydu ancak Onur Yürüyüşü yapılırdı. Onur Yürüyüşü yasaklandığında devlet kademeleri çıkıp açık açık “LGBT sapkınlar” demezdi; en azından ben hatırlamıyorum. Hiçbir zaman kolay değildi, devlet yine karşımızdaydı ancak açık bir savaş ilan etmemişti, en fazla Onur Yürüyüşü “Ramazan” gibi bahanelerle yasaklanırdı. Açıkça bayrakların yasaklanması yeni bir şey. Şu an devlet bizleri hedef gösteriyor, böyle bir ortamda güvende hissetmek imkansız. Kadir Has Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada LGBTİ+lara yönelik “aykırılık” diyenlerin oranı 2020 yılında, daha önceki yıllarda hiç olmadığı kadar arttı. Yani toplumdaki LGBTİ+lara yönelik fobi uzun süredir düşmekteyken (ya da devletin düşmesi için uğraşması gerekirken) devlet desteğiyle hiç olmadığı kadar artıyor. Yapay bir fobi yaratmaya çalışılıyor ve bunu benim görebildiğim kadarıyla en net ve baskın şekilde Boğaziçi protestoları ve İstanbul Sözleşmesi tartışmaları sırasında yaptılar.

İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışmalarda, hem iktidar tarafı hem muhalif tarafta LGBTİ+lar bolca konuşuldu. Ben burada muhalif oluşumlara odaklanmak istiyorum. “Kadın cinayetleri konuşuluyor ancak program erkeklerle dolu!” isyanı gibi, konu LGBTİ+lar olduğunda hiçbir LGBTİ+ aktivisti programlara çağırılmıyor, hiçbir dernek süreçlere dahil edilmiyor. Muhalefetin bu tartışmalarda en büyük eksiği çıkıp açık açık LGBTİ+lardan bahsedemiyor oluşuydu bence. İstanbul Sözleşmesi’ni baştan beri özne olarak savunan bir hareketten hiç söz edilmiyor oluşu büyük bir hata. İstanbul Sözleşmesi’nin yanında sözleşmeyi denetleyen GREVIO raporları var bu raporlara Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmet Bakanlığı’nın sitesinden erişilebiliyor. Bu raporlarda açıkça devletin lezbiyen, biseksüel, Kürt ve trans kadınlar için yetersiz bilgi verdiği ve bu kadınları korumadığına değiniliyor. İstanbul Sözleşmesi uygulanmadığı dönemde bile bu raporların çıkması, bu raporlara bakanlık sitelerinden erişim olması büyük bir kazanımdı. Yani gerçekten LGBTİ+ların varlığının devlet tarafından tanınmasına sebep oluyordu. Sözleşmeyi “Eşcinselliğin propagandasını yapmıyor,” diyerek savunmak, devletin istediği gibi, LGBTİ+ları dışlayan bir feminist harekete kayabilecek tehlikeli bir söylem.

Ben bu yazıyı yazdığım sırada gündem yine değişti tabi… 25 Mart’ta gerçekleşen 26 gözaltıyı protesto etmek için Çağlayan Adliyesi önünde toplanan öğrencilerden 52 kişi daha basın açıklaması bile yapılamadan gözaltına alındı. Gökkuşağı bayrağına açılan soruşturma ve bu soruşturmayı protesto edenlerin gözaltına alınması ile devam eden süreç, böylece bu haksız gözaltıların protestosu sırasında 52 kişinin daha gözaltına alınmasıyla sürdürüldü. Tüm bu gözaltılara karşı Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüs’te öğrenciler toplandı ve kampüsten çıkan bir öğrenci sivil polisler tarafından ifadesi alınmak üzere “yakalandı”. Son durumda 26 kişi adli kontrolle serbest bırakıldı, 47 kişinin ifadeleri sonrasında serbest bırakılacağı söylendi ve altı kişinin 26 Mart gecesini nezarethanede geçireceğini öğrendik.

Ancak yine de umutlu olduğumu belirtmek istiyorum. İktidarın iki denemesi de başarısız oldu. Ne feminist hareket ne öğrenci hareketi LGBTİ+ları “gözden çıkardı”. Bölemedikleri gibi mücadelemiz hiç olmadığı kadar kesişti ve büyüdü. Newroz’dan Boğaziçi prostetolarına, 8 Mart’tan İstanbul Sözleşmesi eylemlerine kadar her yerde gökkuşağı görmeye başladık. Gökkuşağını yasaklamaya çalıştıkça daha önce olmadığı kadar yaydılar. Sadece LGBTİ+ mücadelesi değil her mücadele birbiriyle kesiştikçe, karşılaştıkça büyüyor. Üzerimizdeki baskılar ne kadar artarsa biz de o kadar büyük bir direniş göstermek zorunda kalıyoruz; bir de bu direniş tek başına olmayınca büyük bir güç ve büyük bir umut veriyor. İstanbul Sözleşmesi’nin geri geleceği, kayyumların gideceği, hem Feminist Gece Yürüyüşü’nü hem Onur Yürüyüşü’nü İstiklal Caddesi’nde yapacağımız günler için pes etmemek gerekiyor. Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz!

#KararıGeriÇek #GökkuşağıYasaklanamaz #ArkadaşlarımızaÖzgürlük

Çatlak Zemin

https://sendika.org/2021/03/yasaklanamayan-gokkusagi-ve-dayanismanin-onemi-ugur-catlak-zemin-613050/

Murat: Yüksek sesle "ben buyum" demeye başlamak çok önemliydi

$
0
0

Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber

Pembe Tezkere ve LGBTİ+ bireylerin askerlikle ilgili yaşadığı sorunlar üzerine daha önce Demokrat Haber’de dosya, röportaj ve makalelerim yayınlanmıştı.


“Ercan Bey merhaba. LGBTİ ve askerlikle ilgili yazılarınızı okudum. Şu anda bu konuda çok sıkışmış ve yalnız durumdayım. Gerçekten rahatsız etmek istemem ama bu hafta işlemlerimi yaptırmam gerekiyor ve zaman çok kısıtlı. Beni yönlendirebilirseniz veya konuşabilirsek çok sevinirim” diye bir mesaj aldım.

Murat ile tanışmamız böyle başladı. Bu kaçıncısı bilmiyorum, Türkiye’deki zorunlu askerlik sistemi devam ettikçe böylesi tanışmalar da devam edecek. Durmaksızın devam eden bir şiddet hali. Bu şiddeti yaşayanın dışında da kimsenin umurunda değil. Böylesi bir sürece girenler genelde kendi başlarına ve yapayalnız kalıyorlar. Çoğu zaman en yakınlarındaki aile bireyleri, arkadaşları ve hatta hayatlarındaki kişiler bile; ”devlet ile uğraşılmaz, git yap kurtul” diyor.

“Git, yap, kurtul” ile olamayacağını bir tek bu sürecin içine girenler biliyor. Yukarıdaki satırları Murat bana 11 Şubat 2021 tarihinde yazdı, kendisi ile bir yolcuğumuz başladı. Tam onun hikayesini yazmaya başlarken bu sabah instagram hesabım üzerinden aynı durumdaki B. ulaştı bana. Onunla da yeni bir yolculuğa gireceğiz.

İşte Murat’ın hikayesi…

***

Merhaba Murat, öncelikle kendini biraz anlatmak ister misin? Bu arada Türkiye’de yaşıyor olman, aile ve sosyal çevre baskılarından dolayı yaşadıkların dışında kişi ve yer bilgilerini istediğin gibi düzenleyebileceğimizi söylemek istiyorum.

Tekrardan çok teşekkür ederim. Geriye dönüp size attığım mesajı tekrar okuyunca hem o günlerin buhranını hatırlayıp hüzünlendim, hem de süreci tamamlayabilmiş olduğum için buruk bir sevinç hissettim. Madem bu mesajla konuşmaya başlıyoruz, o halde mesajı attığım sabahın gecesinden anlatmaya başlayayım.

İki ay kadar öncesinde tecilim bitmiş, artık bir an önce şubeye gidip işlemlerimi tamamlamam gerekiyordu. Tecilsiz çalışmak yasak olduğu için işimden istifa etmiştim ve huzursuz şekilde ne yapacağımı bilmeden beklemeye başladım. Çevremdeki herkes "artık git, daha neyi bekliyorsun" diye soruyordu, ama bu soruların cevabını ben de bilmiyordum. Bir hafta sonra, iki hafta sonra... diye diye o mesajı yazdığım güne kadar erteleyip durdum.

Öncesindeki gece yine uyuyamamıştım. Nefes almakta bile zorlanıyordum, sanırım panik atak geçiriyordum. Yaşadığım stres korkunçtu. Dua ediyordum, kafamı dağıtmak için bir şeyler izlemeye çalışıyordum ama korku bir an olsun geçmiyordu. Daha önce de "pembe tezkere" ile ilgili amatör araştırmalarım olmuştu ama internette okuduğum çoğu yazı ya yalan yanlış ya da yirmi yıl öncesine ait deneyimlere, kulaktan dolma haberlere dayalıymış. Bunu yazı dizinizi okuyunca anlamaya başladım. Sabaha karşı telefonu elime alıp durumumla ilgili bulabildiğim her şeyi okumaya başladım ve sizin röportajlarınızı gördüm. Röportajlarda bulunan arkadaşların anlattıkları benim duyduğum-okuduğum şeylerden çok farklıydı. Aylar süren sıkıntılardan sonra ilk defa bir umut olabileceğini hissettim ve o gecenin sabahında cevaplamanız umuduyla o mesajı attım.

Sürecin başında tamamen yalnız olduğunuzu söylüyorsunuz…

Evet sizden gelen cevaba kadar tamamen yalnızdım. Cevap kısa sürede geldi, durumumu konuştuk. İki gün sonra benimle aynı şehirde yaşayan bir LGBTİ aktivistiyle iletişim kurup görüşmemi sağladınız. Kendisiyle günler boyunca saatlerce tüm sıkıntılarımı ayrıntılarıyla konuştuk. Derneklerle iletişim kurmamı sağladı. Bu raporu almış bir arkadaşıyla beni görüştürdü. Bu süreçte hem sizin hem onun bana verdiği destek çok değerli.

Kendi sosyal ortamında, arkadaş çevrende bu süreçleri yaşayan LGBTİ+ bireyi yok muydu?

Anlatacağım. Benim çok az eşcinsel arkadaşım var; aslında biraz içe kapanık biriyim. Birkaç tanesine rapor mevzusunu açtım. Biri çok eski, her derdine koştuğum ailesinden önce arkasında durduğum biri. "Ben yaptım, sen neden yapamayacakmışsın. Biz gay olabiliriz ama senin bu yola girmen, (bana destek olan aktivist arkadaşı kastederek) öyle insanlarla yakınlaşman ahlaksızlık!" dedi. Hakkında hiçbir şey bilmeden hatta adını bile bilmeden, korkunç bir önyargıyla.

Anladığım kadarı ile bu topraklardaki insanlar bir şekilde ahlak otoritesi kesiliyor. Onca nefret ve şiddete rağmen LGBTİ+ bireylerin de bu şekilde ahlak dersleri vermeye soyunması anlaşılır gibi değil, ama bunu da konuşmak iyi. Biz vicdani retçi ve anti militaristlerin bu alanda uzun yıllardır söylediklerimiz oldu. Sorunun temelinde heteronormatif/eril militer sistemin toplumsal mühendislik çalışması var elbette. Militarizm bu toplumda eğitim sisteminin her aşamasında, “aile terbiyesi”nde, sokaklardaki hayatın içinde her şekilde insanın üzerine boca ediliyor.

Çok haklısın, benim arkadaşım ki; benim bir eşcinsel olarak orada yaşayacağım travmaları çok iyi biliyordu ama bunun altında ezilmem ona göre en doğru ve ahlaklı olandı. İkinci şoku yine en yakın arkadaşlarımdan olan, yıllarca hayatımı paylaştığım eski erkek arkadaşımda yaşadım. Çekine çekine bu sürece girmek istediğimi söyledim. Sonrasında duyduklarım hakaretler, küfürler, mantıksız sebeplerdi. O sırada bir parktaydık; durmadan bağırıyordu. Susturamayınca arkamı dönüp ağlaya ağlaya eve gittim.

Zor bir süreç olmuş, ancak kararlıydınız ve sürece başladınız.

Çok zor oldu ama sevdiğim insanlardan gördüğüm nefret dirence dönüşmeye başladı, öyle olmak zorundaydı. Nihayet kafamı kaldırıp işlemlere başladım. Önce online yoklama yaptım, sonrasında aile hekimine gidip psikiyatriye sevkimi aldım. Ertesi gün hastane sürecim başladı. Bu süreç ortalama 3-4 hafta sürdü. Aslında bir haftada da bitebilirdi ama benim bir sağlık sorunum ve kullandığım anti depresanlar yüzünden yapılan ekstra incelemeler sürecin uzamasına neden oldu.

Sürecin başından itibaren muhatap oldukların seni nasıl karşıladılar?

Tabii bir imza veya rapor için günlerce git gel yapmam ve benimle ilgilenenlerin "topu birbirine atmaları" sebebiyle sürecim daha da uzamış oldu. İnsan doktorların karşısına çıkmadan önce düşünüyor, “acaba bana ne sorarlar nasıl davranırlar?” diye. Aralarında çok vicdani, anlayışlı yaklaşan da oldu; azarlamaya kalkan, tiksinerek bakan da oldu. Sürece girecek arkadaşlara tavsiyem karşıdan mutlak bir homofobi veya empati beklemesinler. Bu yaklaşımlar tamamen kişisel ve iki olasılıkla da karşılaşabilirler. Şimdi anlıyorum ki, aslında bu çok da önemli değil. Önemli olan tek şey emin olmak, kararlı olmak. Bu süreçte beklemek tabii ki çok zor ama bir eşcinsel için tek bir sonuç var. Bu sonuca kadar sadece prosedürler uygulanıyor. Burada kimse kendi kişisel görüşleriyle veya değerleriyle karar verme yetkisine sahip değil. Bir eşcinsel için verilmesi gereken karar nihayetinde yerine getiriliyor.

Sürecini tamamlayarak pembe tezkereyi aldın, yaşadıklarından hareketle neler söylemek istersin?

Ben de bu süreci tamamlayıp raporumu aldım. Ayrıntılarıyla anlatsam belki saatler sürer ama kısaca kendim için önemli birkaç not aldım, bunları sayabilirim. Mesela kendi sınırları içinde beni seven "özellikle eşcinsel" yakınlarımın bu süreçte beni terk etmesi, aksine eşcinsel haklarını savunduğu için ahlaksızlıkla suçladıkları birinin (ki beni kısa süre önce tanımasına rağmen hastaneden şubeye kadar neredeyse her gün benimle gelip yanımda olmuştur) ve öcü gibi gördükleri LGBTİ derneklerinin desteğini bir utanç, ahlaksızlık saymaları.

Bir eşcinselin başkasının eşcinselliğini ahlaksız görmesi veya "ne kadar eşcinsel" olması gerektiğinin sınırını belirlemeye çalışması korkunç. Mesela hastane çalışanlarının raporlarımı gördüğünde birbirlerine kaş göz yapıp gülmeleri de çok saçmaydı; ama süreç bittiğinde rahatlamış, başarmış olmak güzeldi ve eminim ki o zaman benim gülümsemem onlardan çok daha tatlıydı. Mesela konuşmaya, yardım istemeye, yüksek sesle "ben buyum" demeye başlamak da çok önemliydi.

Anladım ki haksızlık karşısında susmak, gizlemek karşılaştığım bir ömürlük nefretin kardeşiymiş. Böyle bir kurguya doğduğum için çok kırgınım, üzgünüm. Her şey çok daha vicdani olabilirdi; bu kadar korkuya, nefrete, yalnızlığa mahkum edilmeyebilirdik. Yine de hayat devam ediyor. Son olarak benim durumumda bulunan arkadaşlara seslenmek isterim. Korkmayın, utanmayın, yardım istemekten çekinmeyin. Yardım etmekten de geri durmayın. Dernekleri arayın, doğru bilgiler edinin. İnternetteki çoğu yazı yanlış; bunlar sizi yanıltmasın.

Son sözlerin neler olabilir?

Yalnızlığı, umutsuzluğu kabullenmeyin. Umarım sözlerim benimle benzer sıkıntıları yaşayan arkadaşlara fayda sağlamıştır. Teşekkür ederim…

***

Bu arada sürecini yeni tamamlayan M. ile B.’nin tanışmasına da vesile oldum, iyi bir dayanışma içinde olduklarını şimdiden söyleyebilirim.

Sistemin nefessiz bıraktığı, sosyal/arkadaş çevresinin sistem refleksi ile üzerlerine gittiği, ailelerin hemen hemen hiçbir zaman yanlarında olmadığı bu cesur ve güzel insanları yürekten kutluyorum.

İyi ki varsınız!

https://www.demokrathaber.org/yuksek-sesle-ben-buyum-demeye-baslamak-cok-onemliydi-roportaj,190.html

Eşcinsel düçşmanı Yeni Akit'ten fobiler...

$
0
0

 Gündem  CHP’deki LGBTİ sevdasının altından Soros’un TESEV’i çıktı

Türk aile yapısını ifsad etmeye yönelik hazırlanan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği safsatasının belediyelere nasıl sızdırılacağını anlatan sapkın kılavuzun arkasından da Soros çıktı. Siyonist George Soros’un desteklediği TESEV’in, ‘Belediye ile nasıl iş birliği kurabiliriz?’ başlıklı 40 sayfalık bir kitapçık yayınladığı ortaya çıktı.

CHP’li İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun emriyle personele yönelik cinsiyet eşitliği eğitimi verilmesinde, İzmir’de belediye binasının taşıyıcı kolonlarının LGBTİ renklerine boyanmasında ve Şişli Belediyesi’ne eşcinsel danışman atanmasında bu skandal kitapçıktaki talimatların etkili olduğu öğrenildi.

Kan ve gözyaşı baronu Siyonist George Soros’un desteklediği TESEV, LGBTİ sapkınlığını belediyelere sızdırmak amacıyla “Belediye ile nasıl iş birliği kurabiliriz?” başlıklı skandal nitelikte bir kitapçık yayımlamış. CHP’li İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na danışmanlık desteği veren PKK sevici Dr. Özgün Akduran’ın kaleme aldığı 40 sayfalık kitapçıkta, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği safsatasının belediyelere nasıl sızdırılacağının yolları anlatılıyor.

Kılıçdaroğlu kurucu üye

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kurucu Üyesi olduğu ve Mütevelli Heyetinde yer aldığı TESEV’in yayımladığı kitapçıkta, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği zırvasının belediyelere nasıl sızacağı anlatılıyor. Soros Vakfıyla ilintili olan TESEV tarafından bastırılan kitabın yazarı ise İmamoğlu’na LGBTİ sapkınlığı konusunda danışmanlık desteği veren PKK sevici Dr. Özgün Akduran. 40 sayfalık sapkın kitapçıkta, kadın ve erkek haricinde üçüncü bir cinsiyetin varlığının propagandası yapılıyor. ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitlikçi Yerel Yönetim’ sloganıyla hazırlanan kitapçığa İsveç İstanbul Başkonsolosluğu da destek veriyor.

Sapkınlığı normalleştirme

TESEV’in hazırladığı ‘Belediye ile nasıl iş birliği kurabiliriz?’ başlıklı kitapçıkta, STK görünümlü fitne odaklarının belediyelerle doğrudan ilişki kurabilmelerinin yolları öğretiliyor. Ayrıca, skandal nitelikteki kitapçıkta belediyeler tarafından hazırlanan stratejik planda toplumsal cinsiyet eşitliğinin izini nasıl aranması gerektiği ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Kitapçığın 6. sayfasında “Belediyelerin toplumsal cinsiyet eşitliği konusuyla ilgilenen birimi hangisidir?” gibi yönlendirici sorular yer alıyor.

Belediyelerde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Masası’nın kurulmasını deklare eden kitapçıkta, “Belediye meclisinin toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili çalışan üyelerine nasıl erişebilirim?” sorusu da yöneltiliyor. Kitapçıkta yer alan skandal 30 sorudan bazıları şöyle:

Bütçesi bile hazır

l Toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili fikirlerimi hangi belediye meclis üyelerine anlatmalıyım?

l Toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili önerilerimin belediye meclisinde tartışılması için ne yapmalıyım?

l Toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili dünyadan ilham olabilecek örnekler var mı?

l Belediyenin stratejik planının toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı olması için nasıl bütçe düzenlemesi önerebilirim?

l Belediyenin stratejik planında toplumsal cinsiyet eşitliğini nerede aramalıyım? Stratejik planının toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı olduğunu nasıl anlarım?

https://www.yeniakit.com.tr/haber/chpdeki-lgbti-sevdasinin-altindan-sorosun-tesevi-cikti-1525006.html


Çarpık yaşantının merkez üssü Zillet CHP-İP ve HDPiçerisinde Kürşat Ayvatoğlu gibi nice skandal isimler var

İnançlı, sağduyulu kesim tarafından tasvip edilmeyen münferit olayları ayyuka çıkarmayı alışkanlık haline getiren cenah, şimdi de kokain çektiği görüntüler basına yansıyan ve anında parti ile ilişiği kesilen Hamza Kürşat Ayvatoğlu üzerinden iktidarı ve mütedeyyin kesimi hedef alıyor. Oysa, alkolü gündelik hayatın parçası, zinayı özel hayat, tecavüzü sıradan bir olay gibi yorumlayan zillet ittifakının bünyesinde temizlenmeyi bekleyen onlarca Ayvatoğlu skandalı mevcut. İşte onlardan bazıları...

 Hakkı Bilir  

Türkiye’nin merkez partisi konumundaki AK Parti içerisinde görev yapan Hamza Kürşat Ayvatoğlu’nun kokain çekmesi üzerinden bir hedef gösterme operasyonu yürütülüyor. Seküler yaşam tarzını parti politikası olarak benimseyenlerin, bir tane örnek üzerinden mütedeyyin camiayı hedef alması ise iki yüzlülük olarak yorumlanıyor. Oysa gerçekte CHP, İYİ Parti ve HDP’nin içerisi Ayvatoğlu gibilerden geçilmiyor.

Taciz, tecavüz, dayak

CHP Maltepe İlçe Başkan Yardımcısı Umut Karagöz’ün genç bir kadına tecavüz ettiğinin görüntülerinin ortaya çıkmasından sonra, İstanbul, Konya, Bursa, Giresun, Kırıkkale ve Antalya teşkilatlarında da birçok taciz ve tecavüz vakası peşi sıra patladı. Tecavüz vakalarının ortaya çıkmasının üzerinden 5 aya yakın zaman geçmesine rağmen CHP yönetimi hiçbir açıklama yapmadı.

Lüks içinde yüzüyorlar

İYİ Parti Grup Başkanvekili Lütfü Türkkan’ın kızı Dilara Türkkan’ın kızı da jakoben yaşam tarzıyla topluma kötü örnek oluyor. Düzenlediği ev partisinde LGBTİ bir sapkına dansöz kıyafeti giydiren ve bunu sosyal medya hesaplarından canlı yayımlayan Türkkan’ın kızı, TBMM plakalı araçla da emniyet şeridini ihlal ettiği görüntülerle de gündem olmuştu. Ayvatoğlu isimli kokainman üzerinden AK Partiye saldıran CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın işe aldığı Recep Koyuncu bir kişi de belediye aracıyla eroin ticareti yaparken enselendi.

HDP’li birçok vekilin çocukları da yurt dışında bol şatafatlı bir hayat sürüyor. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın oğlu Neçirvan Buldan, Londra-Paris hattında mekik dokurken, Maldivler’e de uzanıyor. Oğul Buldan, lüks içinde yaşadığı görüntüleri sosyal medya hesaplarından sıklıkla paylaşıyor.

Buldan’ın kızı RİO karnavalında

Neçirvan Buldan’ın sosyal medya hesaplarındaki görüntülerde havuz başı partileri, lüks otomobillerle yaptığı geziler yer alıyor. Kızı Zelal Buldan ise Avrupa’daki lüks yaşantısını sık sık sosyal medya hesabından paylaşıyor. Zelal, Brezilya’da gerçekleşen Rio karnavalına katıldığı görüntüleri sosyal medya hesaplarından paylaşmıştı. Kürtlerin çocuklarını dağa ölüme gönderen HDP’li vekillerin çocukları ise Avrupa ülkelerinde fink atıyor. CHP’li Antalya Muratpaşa Belediyesi’nde bankamatik memuru olarak çalıştığı ortaya çıkan CHP İlçe Gençlik Kolları Başkanı Musa Gül’ün haksız kazançla yaşadığı lüks hayat ise geçtiğimiz günlerde ifşa oldu.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/carpik-yasantinin-merkez-ussu-zillet-chp-ip-ve-hdpicerisinde-kursat-ayvatoglu-gibi-nice-skandal-isimler-var-1524998.html

Reklam Kurulu’nun LGBTİ+ ve Gökkuşağı Temalı Tanıtım Kararlarına İlişkin TTB’den Açıklama

$
0
0

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, Reklam Kurulu’nun LGBTİ+ ve Gökkuşağı Temalı Tanıtım Kararlarına İlişkin Açıklama Yaptı.

TTB Merkez Konseyi Tarafından Yapılan Yazılı Açıklamada Şu Konulara Dikkat Çekildi;

“Türk Tabipleri Birliği Reklam Kurulu’nda bir temsilcisi ile yer almakta olup, cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimler üzerinden ayrımcılık içeren kararlar alındığı iddiaları üzerine Reklam Kurulu’nun 303 sayılı toplantısında LGBTİ+ ve gökkuşağı temalarıyla tanıtımı yapılan ürünlere ilişkin alınan kararların, toplantıda paylaşılandan farklı sonuçlara yol açtığının görülmesi dikkate alınarak açıklama yapma gereği duyulmuştur.

Ürün ve tanıtımlarda cinsellik ve erotizm içeren ürünlerin çocukların korunması amacıyla “18+” ibaresine yer verilerek satışa sunulmasında; “tüm cinsel yönelimlere yönelik” ifadesi kullanılarak herhangi bir ayrımcılığa mahal verilmemesi sağlanmaya çalışıldığı ve bu genel ilke doğrultusunda çok sayıda karar verildiği anlaşılmaktadır.

Kararın yazım dilinden farklı anlam çıkarılması mümkün olmakla birlikte dosyalar değerlendirilirken kadın-erkek-LGBTİ+ ayrımı yapılmaksızın değerlendirildiği belirtilmektedir. Cinsellik ve erotizmin varlığı ve yokluğuna göre “18+” değerlendirmesi yapıldığı, bu konuda da herhangi bir ayrım üzerinden değerlendirme yapmanın mümkün olmadığı bildirilmektedir.

Bu kararlarda da ifade edildiği üzere “tüm cinsel yönelimlere” yönelik cinsellik ve erotizm varlığı belirlenen ürünlerin, çocukların korunması amacıyla “18+” ibaresine yer verilerek tanıtım ve reklamının yapılabileceği ile ilgili ilke kararı doğrultusunda değerlendirme yapılmıştır. Yapılan görüşmelerde yasak kararı kabul edilmeyip sınırlılık tanımlandığı ifade edilmektedir. Para cezası oyçokluğuyla reddedilmiş olup, “18+” kapsamında olması değerlendirilen tanıtımlara ilişkin durdurma kararı verilmiştir.

Cinsellik ve erotizm içeren LGBTİ+ ürünlerinin de “18+” olarak diğer ürünler gibi tanıtım ve satışına ilişkin bir sorun yoktur. Yasal dernek isimleri kullanılması Reklam Kurulu’nun değerlendirme kapsamı dışında olup bu konuda bir yorum yapılmamıştır.

Alınan karar doğrultusunda bu ürünlerin cinsellik ve erotizm içermeyenlerinin reklam ve tanıtımına ilişkin bir sorun bulunmadığı, bu ürünlerin “18+” olarak tanıtım yapmasının gerekli olmadığı açıktır. Kararın gökkuşağı kullanımının yasaklanması şeklinde değerlendirilmesi üzüntü vericidir ve birliğimiz yaklaşımı ile de bağdaşmamaktadır.”

https://www.habereguven.com/reklam-kurulunun-lgbti-ve-gokkusagi-temali-tanitim-kararlarina-iliskin-ttbden-aciklama/

LGBTİ+

$
0
0

AKP Hükümeti gerek nefret söylemleriyle gerek doğrudan ya da dolaylı baskılarla, LGBTİ+ örgütleri eskiden olduğundan da fazla hedef alıyor

LGBTİ+ – Selma Koçak (Feminist Bellek)

Lezbiyen, gey, biseksüel, trans, ve interseks sözcüklerinin baş harflerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş LGBTİ+ kısaltması, eşcinsel mücadelenin öznelerini ifade etmek için kullanılan şemsiye bir terim olarak kabul görüyor. Bu ifadenin LGBTQ (lezbiyen, gey, biseksüel, transgender, interseks, queer), LGBTT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, travesti), LGBTİQ (lezbiyen, gey, biseksüel, transgender, interseks, queer) gibi çeşitlemeleri de kullanılıyor. Tüm cinsel yönelimleri ve cinsel kimlikleri bir arada ifade etmesi ve kapsayıcı olması amacıyla farklı çeşitlemeleri bulunan LGBTİ+ kısaltması, kısmen alfabetik karışıklığı ortadan kaldırmak, belki tümüyle kapsayıcılığın mümkün olmaması nedeniyle de hak mücadelesi yürüten örgütler tarafından daha sık kullanılıyor. Son zamanlarda LGBTİ+’ya alternatif olarak ötekileştirilmiş yönelimler, cinsiyet kimlikleri ve interseks sözcüklerinin kısaltması olan MOGAI önerilse de, bu kısaltmanın henüz ne Batı’da ne de Türkiye’de yaygınlaştığını söyleyebiliriz.

1990’lardan itibaren GLBT olarak kullanılan kısaltma daha sonra kadınlara pozitif ayrımcılık yapılarak lezbiyen sözcüğünün öne alınmasıyla LGBTİ’ye dönüşüyor. LGBTİ+, heteronormativitenin dışında kalan, kendini heteroseksüel olarak tanımlamayan ve ikili cinsiyet rejimine uymayan tüm kişileri ifade etmek için çatı bir kavram olarak kullanılıyor. Tüm LGBTİ+ topluluklar tarafından benimsenmiyor olsa da queer sözcüğü de, cinsel kimliklerin ve yönelimlerin akışkanlığına vurgu yaptığı için sıklıkla LGBTİ+’ya alternatif olarak karşımıza çıkıyor. Ancak kavramların, tanımların mutlak olmadığını, sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olduklarını da aklımızda tutmamız gerekiyor.

Eşcinsellik elbette insanlığın var oluşuyla eşzamanlı bir tarihe sahip olsa da varlığını kabul ettirmek için sürekli verilmesi gereken bir mücadeleyle birlikte anılıyor. Özellikle modern cinsiyet rejimi ve aile biçiminin kurumsallaşmasından günümüze sürekli baskı, yok sayma, dışlama, gizlenmek zorunda bırakılma gibi pek çok zora maruz kalan bir kimlikten söz ediyoruz. Mücadele de, baskılarla eşzamanlı bir tarihe sahip kuşkusuz. Ancak dünyada bu mücadelenin başlangıcını on sekizinci yüzyılın sonlarına, 1897’de Wissenschaftlich-Humanitäres Komitee’nin (Bilimsel-İnsani Komite) kurulmasına tarihlemek mümkün. Bir tıp doktoru ve seksoloji uzmanı olan Magnus Hirschfield tarafından kurulan komite, 1933 yılında Naziler tarafından kapatılıncaya kadar eşcinsel kadınların ve erkeklerin haklarını savunan bir mücadele yürütüyor ve öncü örgüt olarak biliniyor. 1914 yılında İngiltere’de The British Society for the Study of Sex Psychology (İngiltere Seks Psikolojisi Araştırmaları Derneği) kuruluyor. Edward Carpenter’ın başkanlığında kurulan Dernek, eşcinsellere yönelik yasal yaptırımların kaldırılması ve toplumda eşcinsellere yönelik önyargı ve nefreti yok etmek için mücadele veriyor. 1924 yılında da, Chicago’da Henry Gerber tarafından Society for Human Rights (İnsan Hakları Topluluğu) kuruluyor.

İkinci Dünya Savaşı bitiminden 1969 yılına kadarki eşcinsel mücadele, eşcinsellerin kurdukları örgütlenmeler ve izledikleri siyasal stratejiler, homofil hareket olarak adlandırılıyor. 1950’li yılların başında Hary Hay tarafından kurulan Mattachine Society ve 1955’te San Francisco’da kurulan Daughters of Bilitis homofil hareketin en önemli örgütleri olarak biliniyor. Ancak bu gibi örgütlenmeler faaliyetlerini gizli yürüttükleri için sürekli olarak baskı, kapatılma ve tutuklanmaya maruz kalıyorlar. Polis şiddeti, ayrımcılık, nefret gibi sorunlarla mücadele eden bu örgütlenmeler, bir süre sonra dağılsalar da savaşın ve baskıların getirdiği ağır atmosferi dağıtmada önemli bir rol oynadıkları düşünülüyor ve eşcinsel mücadele için büyük önem taşıyor.

28 Haziran 1969 tarihinde ABD’de bir bara yapılan polis baskınından sonra başlayan bir dizi direniş ve mücadele eylemine adını veren Stonewall ayaklanmaları, bu baskılara karşı ilk açık isyan olarak biliniyor. Dolayısıyla eşcinsel hakları hareketinin ivme kazanmasında büyük bir rolü olduğu kabul ediliyor. 1950’ler ve 1960’lar boyunca pek çok eşcinselin tutuklanması, aşağılanması, fiziksel olarak taciz edilmesi, işten atılması, akıl hastanelerine yatırılmasının ardından Stonewall ayaklanmaları, örgütlü bir direnişin güçlenmesinde önemli bir rol oynuyor. Temmuz 1969’da kurulan Gay Liberation Front örgütlü mücadelede yeni bir safhaya girildiğini gösteriyor. Gay Liberation Front, eşcinsellere yönelik önyargının eğitim, aile, hukuk, medya gibi kurumlar aracılığıyla kurulduğuna dikkat çekiyor ve yeni ve özgür bir yaşam için mücadele ediyor.

1970’li yılların toplumsal açıdan hareketli atmosferinde hak mücadelesi veren diğer örgütlerle ittifaklar kuruyor ve bu, eşcinsel mücadelenin çok daha geniş kitlelere yayılmasına yol açıyor. Verilen mücadeleler sayesinde Amerikan Psikiyatri Derneği, 1952 yılında bir sosyopatik kişilik bozukluğu olarak Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’na (DSM) eklediği eşcinselliği 1973’te çıkarıyor.

1980’li yıllar AIDS krizi ve AIDS’in sadece eşcinseller tarafından bulaştırılan bir hastalık olmadığını anlatma mücadelesiyle anılıyor. Bu dönemde eşcinsel mücadele biraz gerilese de bundan sonraki dönem için dayanışma ağlarını güçlendiriyor ve AIDS kriziyle birlikte yeniden yükselen ayrımcılık ve nefret söylemleri ile mücadele konusunda yeni bir döneme giriliyor.

1990’lı yıllar queer aktivizminin yükseldiği bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. Bu dönemde eşcinsel hareket geçmişten gelen deneyimin de etkisiyle daha toplumsal bir karakter kazanıyor. Diğer toplumsal hareketlerle iş birliği yapıyor ve hak mücadelesi konusunda her alanda sözünü söylemeye başlıyor. Akademide de rağbet gören bir alan oluyor ve giderek üzerinde daha fazla yazılıp çiziliyor, bilinirliği, görünürlüğü artıyor. Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliği 17 Mayıs 1990’da hastalık kategorisinden çıkarıyor. 17 Mayıs Onur Haftası’nda yapılan “Onur Yürüyüşü” de bu karar nedeniyle düzenlenen bir etkinliğe işaret ediyor. 2000’li yıllara gelindiğinde ise pek çok ülkede eşcinsel evliliğin yasallaştığını, verilen mücadelenin sonuçlarının alınmaya başlandığını söylemek mümkün.

Türkiye’de ise örgütlü bir eşcinsel hareketten söz etmek için 1970’li yılların sonunu beklemek gerekiyor. Radikal Demokrat Yeşil Hareket’in kurucularından İbrahim Eren’in de içinde yer aldığı ve İzmir Çevre Sağlığı Derneği’nin yürüttüğü yaklaşık 20-30 kişilik eşcinsel grup terapileri, bu dönem için atılan önemli adımlar arasında sayılıyor. 1980 öncesinde bazı başarısız örgütlenme denemeleri de oluyor, ancak 12 Eylül 1980’deki askeri darbe diğer örgütlenmeleri olduğu gibi eşcinsel hareketi de sekteye uğratıyor. Yeniden baskı, gözaltı, tutuklama ve yasaklar gündeme geliyor.

Türkiye’de belirgin bir eşcinsel hareketin temellerinin 1990’larda atıldığını söyleyebiliriz. 1993 yılında Türkiye’de yapılması planlanan ilk uluslararası Gay-Lezbiyen etkinliğinin İstanbul Valiliği tarafından engellenmesi sonucunda bir grup eşcinsel aktivist Lambda adı altında örgütleniyor. Baskıların hedefi olmamak için ilk olarak AIDS Savaşım Derneği ile ortak çalışmalar yürütüyorlar. Lambdaİstanbul 2003’te tüzel kişilik kazanıyor. 1994 yılında çoğunluğu üniversite öğrencilerinden oluşan bir grup, Ankara’da KAOS GL adı altında örgütleniyor, Türkiye’nin ilk gey-lezbiyen dergisini çıkarıyor ve her alanda eşcinsellerin sesini duyurmaya çalışıyor. Kaos GL, 2005 yılında tüzel kişilik kazanıyor ve LGBTİ+’ların hakları için mücadele eden en önemli dernekler arasında yer alıyor. 1996 yılında üniversiteli eşcinseller arası dayanışma ağı LEGATO kuruluyor.

2000’li yıllara gelindiğinde ise örgütlenmenin hız kazandığını ve görünürlüğün giderek arttığını söyleyebiliriz. 2001’de İzmir’de Siyah Pembe Üçgen kuruluyor ve 2009’da tüzel kişilik kazanıyor. 2006’da Ankara’da trans dayanışma örgütü olan Pembe Hayat kuruluyor. Listag, Bursa Özgür Renkler, SPoD LGBT, LGBTT İstanbul, Mersin LGBT 7 Renk, Hevi LGBTİ Derneği, Gökkuşağının Kızılı, Hebun Diyarbakır, Voltrans, Kırmızı Şemsiye, Queer Adana, 17 Mayıs Derneği, Gökkuşağı Aileleri Derneği gibi örgütlenmeler ise 2000’li yıllarda kurulan ve LGBTİ+ mücadelesi yürüten bazı topluluklar ve dernekler. LGBTİ+ hakları konusunda mücadele eden, faaliyet yürüten bu derneklerin temel taleplerinin ülkede yaşayan herkes ile eşit haklardan yararlanmak olduğunu söyleyebiliriz. Bunun için de ayrımcılığın ortadan kalkması, istihdam ve güvenli çalışma alanlarının oluşturulması, seks işçilerinin güvenli alanlarda çalışmasının sağlanması, yerel yönetimlerde hizmetlerin üretimi ve kurum içi istihdamda cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini de kapsayan ayrımcılık karşıtı yönetmeliklerin hayata geçmesi, sağlık hizmetlerinin LGBTİ+’ların ihtiyaçları da gözetilerek ücretsiz sağlanması, cinsel sağlık konusunda farkındalık çalışmalarının yürütülmesi, kadın sığınma evlerinde lezbiyen ve trans kadınların gereksinimleri de dikkate alınarak düzenlemeler yapılması, sosyal hizmetlerden eşit düzeyde yararlanmanın sağlanması gibi çalışmalar önem kazanıyor.

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan darbe girişimi, tıpkı 12 Eylül gibi yeniden baskı ve yasakları gündeme getiriyor. Pek çok dernek kapatılma, ağır para cezaları nedeniyle faaliyetlerini sürdürememe tehdidiyle karşı karşıya kalıyor. AKP Hükümeti gerek nefret söylemleriyle gerek doğrudan ya da dolaylı baskılarla, LGBTİ+ örgütleri eskiden olduğundan da fazla hedef alıyor. Örneğin ilk kez 2003 yılında İstanbul’da düzenlenen “Onur Yürüyüşü” 2015 yılından bu yana valilik yasaklaması nedeniyle yapılamıyor. Derneklerin faaliyetleri durduruluyor, yasaklanıyor, iptal ediliyor. Nefret söylemi, gökkuşağı renklerini yasaklama, depremlerin ve çeşitli felaketlerin sorumluluğunu LGBTİ+’lara yükleme, doğrudan hedef gösterme gibi çok çeşitli baskıların söz konusu olduğunu görüyoruz.[1]

Örgütlenmeler ve dernekler ağır bir baskı altında da olsa mücadelelerini sürdürüyor. Bir mücadele tarihinden beslenen LGBTİ+’lar için yeni yöntemler geliştirmek her zaman mümkün olacaktır.

Dipnot:

[1] Konu cinsiyet/cinsellik olmasa da siyasal iktidarın konuyu LGBTİ+’lara getirmesi ve  hedef göstermesine bir diğer örnek ise Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasıyla birlikte gerçekleştirilen protestolar çerçevesinde LGBTİ+’ların ötekileştirme, marjinalleştirme, hedef gösterme, terörize edilme amaçlı söylemlerin odak noktasına yerleştirilmesidir. Bu süreçte protestolar gerekçe gösterilerek Boğaziçi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün kapatılmıştır, bkz. https://www.gazeteduvar.com.tr/kapatilan-bogazici-lgbti-kulubu-duzenlemedigi-etkinlikten-sorumlu-tutuldu-haber-1512203

https://sendika.org/2021/03/lgbti-selma-kocak-feminist-bellek-613254/

SANA ARTIK SADECE ACIYORUM, ÖZDEMİR!..

$
0
0

İzmir'in o efsane Fuar yılları ve Saffet'in unutulmaz Mogambo Bahçesi'nde biz Modern Folk, o tek başına birlikte çalışırken tanışmış ve yakın arkadaş olmuştuk, Özdemir Erdoğan'la.. O zaman, tek gitarıyla harika Fransız şansonları söylerdi..

O şansonlar onu bir yere getirmedi. Ne zaman, hep karşı olduğu, hatta aşağıladığı "Araçman" diye dalga geçilen akıma uydu ve bir Yunan şarkısına yazılan sözlerle "Duyduk Duymadık Demeyin"i 45'lik yaptı, tavanlara vurdu.

Sonra harika işler alıp, programlar yapmaya başladı..

Yaz bahçelerinde İstanbul'un, 4.5-5 saat söylerdi.. Aynen öyle.. Ali ile (Kocatepe) giderdik. Ali de hayranıydı onun. Kaç Eurovision için onu düşündü. Onun için şarkılar yaptı.. Keman Hocası..

Küçük Bir Aşk Masalı gibi..

Etiler'den Tuzla'ya, Adil'e gittik Özdemir için bir gece.. Bir başladı..

Türkçe pop söyledi.. Fransız şansonları, Amerikan İtalyan melodileri söyledi. Alaturka şarkılar söyledi.. Harika.. Anadolu'yu türkülerle dolaştı.. Coşturdu, kaldırdı oynattı.. Bozlaklar, uzun havalar söyletti, ağlattı.. Bir caz şarkıları sıraladı, olmaz böyle şey..

Rock söyledi.. Her ama her şeyi okuyan ama hep mükemmel okuyan Özdemir'di o!

Şimdi o Özdemir'e bakıyorum. Baştan sona kendi hataları, ters inadı ve ısrarı ile kaybolan popülerliğini ve unutulmuşluğunu hazmedemiyor, heykellere saldıran yobazlar gibi, bu ülkenin müzik anıtlarına balta kazma girip gündem olmaya çalışıyor.

Dün gene bizim Günaydın'a manşet yaptırmış kendini..

Tuba'ya bilgiçlik taslamış.

"Unutmayalım ki, her şarkı bir tiyatrodur. Şarkıları gerçek hayatla karıştırmamalı" diyor.. Ama o her biri "tiyatro" olan şarkıları sahnede her defasında seyircisini şaşırtan kılıklarla okuyan Zeki Müren'e saldırıyor..

Hani "tiyatro" idi, Özdemir?.

Müren'in yaptığı ne peki, hem de en hasından.. Tiyatro!. Şov!.

Özdemir Erdoğan, Las Vegas gazinolarının baş şovmeni Liberace'yi en iyi bilenlerden olmalı.. Üstelik Libarece, şarkıcı da değil, sadece piyanistken ve genelde klasik çalarken, Zeki Müren'e ilham veren süslü, rengârenk kılıklarıyla "star" olmuştu Vegas'ta..

Sen Vegas'ta starlık nedir, onu da iyi bilirsin, Özdemir!.

Star olmak!.. İşte Özdemir'in hazmedemediği bu aslında..

Hayatı boyunca, o muhteşem besteci, söz yazarı ve yorumcu ustalığına rağmen, ters kafası yüzünden hiç "star" olamadı..

Unutuldu sonunda ve şimdi kendini hatırlatmak için anıtlara saldırıyor ve ben artık ona sadece acıyorum..

Nasıl acımam?.

Ertuğrul Özkök köşesinde Zeki Müren'e, "Gençlere kötü örnek oldu, geyliği teşvik etti" diye çağdışı bir ithamla saldıran Özdemir'in, kendi plak kapağını yayınladı, ben buraya koyamıyorum..

Çırılçıplaktı Özdemir, kendi plak kapağında..

Hani "Mini etekli" diye Zeki'ye kızan adam.. Pardon Adem, çırılçıplaktı!.

https://www.sabah.com.tr/yazarlar/uluc/2021/03/11/camlica-gene-siklar-tepesi-oldu

İstanbul Sözleşmesi haberleri

$
0
0

 Sürekli endişeyle yaşamak istemiyoruz!

Sözleşme sadece kadınları değil çocukları, her tür cinsiyet kimliğine ve cinsel yönelimi olan kişileri dil, din, ırk fark etmeksizin korur.

Gül Fidan AVGÖRÜR

Geçtiğimiz günlerde ülkemizin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi ve kadın cinayetlerinin daha çok artması üzerine hükümet büyük bir tepki topladı. Sözleşme, kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddetin faillerinin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılmasına ilişkin hükümler içeriyor. Sözleşme sadece kadınları değil çocukları, her tür cinsiyet kimliğine ve cinsel yönelimi olan kişileri dil, din, ırk fark etmeksizin korur. Aslında bazı muhafazakar kesimin dediği gibi aile yapısını bozmaz aksine aile içi huzuru ve kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yöneliktir ama kadını sadece anne olarak, kadın cinayetlerinin abartıldığını düşünen bu hükümetin sözleşmeden çekilmesi de şaşırılacak bir şey değildir.

CİNAYETLER ABARTI DEĞİL, GERÇEK

Böyle yaparak da ülkede yaşayan 42 milyon kadını (Türkiye nüfusunun yarısı) görmezden gelir ve aslında koruması gereken kadın, çocuk, LGBTİ+ bireyler iken şiddet yanlısı kişilere daha çok güvence verir ve şiddeti meşrulaştırır. Yine geçtiğimiz günlerde yaşanan bir şahsın eşcinsel birini yöneliminden dolayı öldüresiye dövmesi de bunu sosyal medyada paylaşması da bunun sadece bir örneği. Biz kadınlar, çocuklar, LGBTİ’lar olarak öldürülmek değil, yaşamak istiyoruz. Evde, okulda, sokakta, işte; sürekli ya bana zarar verirse korkusuyla yaşamak istemiyoruz.

https://www.evrensel.net/haber/429385/surekli-endiseyle-yasamak-istemiyoruz


Kadınların yaşadığı sorunlar toplum vicdanına bırakılamaz

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri, İstanbul Sözleşmesi’nin feshini değerlendirdi: “Utanç verici” , “yetki gaspı”, “geriye gidiyoruz.”

Zilan KORKUT

Son günlerde gündeme oturan İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ülke çapında ciddi tepkilere sebep olurken aynı zamanda ciddi bir kesimin de bu kararı desteklediği görüldü. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileriyle sözleşmenin feshedilmesine dair konuştuk.

“YENİ BİR SÖZLEŞME KABUL EDİLEMEZ”

İstanbul Sözleşmesi’nin koruma altına aldığı değerlerin, yazılacak yeni bir sözleşmede korunmayacağından duyduğu kaygıları dile getiren Mihriban, “İstanbul Sözleşmesi Türkiye’de kadın mücadelesi adına büyük bir kazanım. 6284 de zaten İstanbul Sözleşmesi esas alınarak düzenlenmiş bir kanun. İçeriklerini okuduğumuzda ne kadar abartıdan uzak, anlaşılır, yerinde çözümler sunan düzenlemeler olduğunu görüyoruz. Şiddet mağduru kişinin hiçbir kişisel durumunun şiddeti makul hale getirmeyeceğini ve hukukun din, ırk, cinsel yönelim vb. ayırt etmeksizin mağdurları koruması gerektiğine vurgular var. Buna karşı çıkmak demek şiddetin makulünün olacağını düşünmek demektir. LGBTİ+ bireylere şiddet uygulanmasında bir sorun görmüyorum demektir. Bu yüzden bu vurgular çıkartılarak hazırlanacak yeni bir sözleşme kabul edilemez. İstanbul Sözleşmesi’ni bir bağımsızlık sorunu olarak görmek oldukça yanlıştır. Bu sözleşme kendi kendimizi denetleyemediğimiz anlamına geliyorsa diğer taraf olduğumuz yüzlerce anlaşma da o anlama gelir” diyerek sözleşmeyi ülkenin bağımsızlığı ekseninde tartışmanın yanlış olduğunu vurguladı.

“ULUSLARARASI HUKUKUN PARÇASIYIZ”

Sözlerine devam eden Mihriban, “Dünya Türkiye’den büyüktür, tabi ki uluslararası hukukun bir parçası olmak durumundayız. Ayrıca bazı konular özellikle iç hukuka bırakılamaz çünkü milli pozitif hukuk ancak toplumun görüşlerinin çerçevesinde oluşur. Toplum ayıpladığı için hukuk da ayıplar. Fakat baktığımızda kadına yönelik şiddetin veya aile içi şiddetin böyle olmadığını görüyoruz. Senelerdir makul görülmüş hatta dilimize yerleşmiş atasözlerimize işlemiş. Bu yüzden kadınların kendilerini bu toplumun vicdanına bırakmak istememesi çok doğal ve mantıklı. Meseleyi hukuki boyutuyla incelemek istemiyorum çünkü doğru kişilerce ve doğru usullerle dahi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını makul görmüyorum” diye belirterek Sözleşme’nin toplumun vicdanına bırakılamayacağını belirtti.

“KADINLARIN SOSYAL YAŞAMDA GÜVENLİĞİ İÇİN GEREKLİ”

Konuştuğumuz bir diğer Hukuk Fakültesi öğrencisi Rabia, en çok dikkatini çeken şeyin Cumhurbaşkanının uluslararası sözleşmeleri kendi kararıyla feshetmesi ve üst düzey devlet adamlarının bunun doğru olduğunu savunması olduğunun altını çizdi ve Sözleşme’nin insan hakları konusunda çok önemli bir adım olduğunu belirtti. “Sözleşme ile eşcinsel evliliklerin meşrulaştırılmaya çalışılması” görüşüne katılmadığını, herkesin ayrım gözetilmeden korunması gerektiğini ve evlilik vb. durumların sözleşmede değil özel hukukumuzda düzenlendiğini belirten Rabia, “Ben İmam Hatip mezunuyum, ilk defa İstanbul Sözleşmesi’ni bir hocamdan duymuştum, bu sözleşmenin önemini ve bağlı kalmamızın ne kadar gerekli olduğunu o anlatmıştı” dedi.

“SÖZLEŞMENİN FESHİ UTANÇ VERİCİ GECELERİN BAŞLANGICI”

Sözü alarak kadın sorununun insani boyutuna dikkat çeken Ahmet, “Ben karanlık bir sokakta yürürken önümdeki kadını korkutmamak adına uzak duracak şekilde hızlanıp önüne geçiyorsam ve yine bir problem yaşamadan o karanlık sokaktan çıksın diye herhangi bir yardım sesine karşı tetikte yürüyorsam o yolu, bu benim şahsi sorumluluk bilincimdir” diyerek bir giriş yaptı. Sonrasında ise tarihi boyutunu ve gelişimini ele alarak, “İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmak ile 1900’lü yıllardan beri kadınlara çocuklara ve genel bağlamda dünyada ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören bütün insanlara karşı eşitleme amacı güden devlet politikası yeni bir refleks daha göstermişti. Bu elbette hepimizin hoşuna giden bir durumdu. Biz devletten bu konularla ilgili eksiklikleri gidermesini yeni adımlarla bu insanı insan olarak yücelten ve eşitleyen sisteme yeni katkılar sunmasını beklerken yönetim adeta Benjamin Button misali hayatı geriye yaşayan bir hale büründü. Kısaca İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi bence utanç verici gecelerin başlangıcı olmakla beraber çirkin düzenin de ilk tohumları.” dedi

“KARARI CUMHURBAŞKANININ ALMASI KAYGI YARATIYOR”

Özellikle bir hukuk öğrencisi olarak bu kararın kendisinde hangi duygulara yol açtığını sorduğumuzda; uluslararası bir sözleşmenin cumhurbaşkanı kararıyla feshedilmesinin ciddi anlamda bir hukuksuzluğu ortaya koyduğunu, özellikle son yıllarda adaletin Twitter gibi sosyal mecralarda aranıyor olmasının adalete olan inancını yok ettiğini ve durum böyleyken meslek hayatında nasıl tutunacağının kaygılarını taşıdığını belirtti. Aynı zamanda bu kararın cumhurbaşkanı kararıyla alınmış olmasının, tek insanın kendi kararlarını topluma dayatma isteğinin bir sonucu olduğunu ve bu keyfiliğin ülkemizde ciddi sorunlara yol açacağını ve bu durumun kendisini kaygılandırdığını ifade etti, ancak bu harekete tepki veren toplulukların çoğunluğunun gençlerden oluşmasının kendini ümitlendirdiğini de ekledi.

“SÖZLEŞMENİN GEREKÇE GÖSTERİLMEDEN FESHEDİLMESİ ENDİŞE VERİCİ”

Konuştuğumuz bir diğer hukuk öğrencisi Berna, 2020 yılında erkekler tarafından 300 kadın öldürüldüğünü, 171 kadın şüpheli şekilde ölü bulunduğunu, 2019 yılında bu sayının 474, 2018 yılında ise 440 olduğunu belirterek, rakamlar böyleyken temel hak ve hürriyetleri düzenleyen bir sözleşmenin feshedilmesinin kendisini üzdüğünü söyledi. Sözleşmenin 1. Maddesi’nin 1. Fıkrası’nın “Kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında fiili eşitliği sağlamak” sözleşmenin amacını özetlediğini söyledi. Bu maddenin aslında yıllardır verdiğimiz mücadelenin İstanbul Sözleşmesi’nde vücut bulduğunu gözler önüne sererken İstanbul Sözleşmesi’nin etkin uygulanması istediğimiz süreçte Sözleşme’nin feshedilmesinin kendisini Türkiye’de yaşayan bir kadın olarak endişelendirdiğini belirtti. Kadın olarak bu açıdan değerlendirirken bir hukukçu olarak ise hukukçu kimliğinin siyasi düşüncesi ve toplum nezdindeki konumundan üstün olduğunu, İstanbul Sözleşmesi’nin CB kararıyla feshedilmesi ile ilgili yapılan açıklamaları tekrar niteliğinde Anayasa madde 90’ı, yani usulüne göre yürürlüğe konulmuş “Milletlerarası sözleşmeler kanun hükmündedir” maddesini öne sürdü. TBMM onayıyla sözleşmeden çıkabileceğini ve göründüğü üzere hukuki açıdan bir yetki gaspının söz konusu olduğunu ifade etti. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetleri düzenleyen bir milletlerarası sözleşmenin CB kararı ile yeterli bir gerekçe gösterilmeden, daha iyi bir seçenek sunulmadan öylece, gece yarısı kaldırılmasının endişe verici olduğunu belirterek sözlerini sonlandırdı.

İstanbul Sözleşmesi bizim, vazgeçmiyoruz!

AKP iktidarında 2010 sonrasında kadın haklarına yönelik hedef alma sistematikleşti. 2011’de Kadın Bakanlığı’nın kapatılıp yerine Aile Bakanlığı’nın kurulması, 2012’de yasal kürtaj hakkının neredeyse tamamen kısıtlanmaya çalışılması ve 2016’da yayımlanan Boşanma Komisyonu raporu ile kadın haklarını hedef almanın yol haritası oluşturuldu. Raporda Ceza Kanunu, Medeni Kanun ve 6284 sayılı Kanun’a yapılacak değişikliklerle, çocuk yaşta, zorla ve erken evlendirmelerin yolunu açacak, kadınların nafaka hakkını gasp ederek boşanmalarını engelleyecek, boşanma davalarında arabuluculuğu zorunlu hale getirecek ve koruma kararlarının alınmasını zorlaştıracak öneriler yer alıyordu. Zamanla birtakım kadın ve toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı, şiddeti savunan köktenci grupların, İstanbul Sözleşmesi’ne de karşı çıkmaya başladığını gördük. Bunların en vahimini Temmuz 2020’de, iktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden çekilebileceğini duyurması üzerine yaşadık. Gelişen süreçte kadın ve LGBTİ+ örgütleri, çeşitli siyasetçiler, belediyeler ve özel sektör başta olmak üzere tüm kamuoyundan gelen güçlü tepkiler üzerine iktidarı geri adım atmak zorunda bırakmıştı.

MEŞRU DEĞİL

Ancak, 20 Mart’ta bir gece yarısı, temel insan haklarımızın geriye alınmasına yönelik bir girişime şahit olduk. Adını İstanbul’dan alan, Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu ve bununla her fırsatta övündüğü İstanbul Sözleşmesi’nden tek bir imza ile çekildiğini Resmi Gazete’de gördük. Çok net ifade etmek gerekir ki bu karar hukuksuzdur, Anayasa’ya aykırıdır ve meşru değildir. Bizler, “Bu karar yok hükmündedir” diyoruz çünkü Cumhurbaşkanı kararı bir idari işlemdir. Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile insan hakları, kişi hakları ve özgürlükleri düzenlenemez. İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlüğe koyan ve Meclis’te oybirliği ile kabul edilen 6251 Sayılı Kanun halen yürürlüktedir. Bu nedenle ortada hukuken sonuç doğurmuş bir çekilme yoktur ve İstanbul Sözleşmesi hâlâ yürürlüktedir.

Ancak şunu belirtmek gerekir ki bu karar, tüm hukuk yolları düzgün işletilmiş olsaydı da meşru değildir. İstanbul Sözleşmesi temel bir insan hakları sözleşmesidir ve insan hakları sözleşmelerinden çekilmek demek, insan haklarını güvence altına alma iradesinden çekilmek demektir. İktidar kanadından peş peşe yapılan yerli ve milli bir sözleşme yapılacağı, şiddetin esas kaynağının alkol, bağımlılık vs. olduğu, iç hukukun kadınlara yönelik şiddeti önlemede yeterli olduğu vb. açıklamalar ise şiddetin kaynağının patriarka ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu kabul etmeyen, dolayısıyla şiddeti önleme yönünde irade gösteremeyecek bir anlayışla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koymaktadır. Sözleşmeden çekilme kararına ilişkin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada yine ve açıkça LGBTİ+’ların nefret söylemiyle hedef alınmış olması da bunun açık bir göstergesidir.

ACİLEN GERİ DÖNÜN

Kadınların yaşama ve şiddetten uzak bir hayat sürmelerinin güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi, hiçbir surette tek bir makamın ya da organın keyfi kararına bırakılamaz. İstanbul Sözleşmesi kadınlarındır, çocuklarındır, göçmenlerindir, LGBTİ’+larındır, engellilerindir, yaşlılarındır. İstanbul Sözleşmesi bizimdir. Haklarımızdan geriye gidiş sonucunu doğuran hiçbir karar, meşru değildir. Bu kararı kabul etmiyor, bu karardan acilen geri dönülmesini talep ediyoruz.

https://www.birgun.net/haber/istanbul-sozlesmesi-bizim-vazgecmiyoruz-339498


Ölümler mi aile kurumunu koruyacak?

"Kadına şiddet suçları bu denli artmışken İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılmasını saçma buluyorum."

Selin/Damla

Cumhur İttifakı’nın 20 Mart gecesi aniden hayata geçirdiği kararlar silsilesiyle karşılaştık. Bu kararların aniden uygulanmasının hızlıca verilmiş kararlar olduğu anlamına gelmediğini biliyoruz. Kadınlara ve çocuklara şiddetin, istismarın önünün açıldığı, kadınların toplumsal ve sosyal hayatının darlaştırıldığı, gerici ve sistematik bu saldırlar yıllardır sürüyor. Biz de Gazi Anadolu Lisesi öğrencilerine İstanbul Sözleşmesinin feshine dair fikirlerini sorduk.

HALK KENDİNİ KORUMAK ZORUNDA

Aleyna “İstanbul Sözleşmesi çoğunlukla kadınlara hak tanıyor ve şiddeti azaltmak için kullanılıyor. Ayrıca LGBTİ’ler kanun üzerinde eşit tutuyor. Hayatlarımızın güvenliğini sorguluyoruz. Sözleşmeden çıkılması halka kendini korumak zorunluluğunu getiriyor, oysa vatandaşı devlet korumalıdır” şeklinde açıklıyor düşüncesini. Şeyda “Karardan sabah haberimiz oldu ve insanların haberi olmadan gece vakitlerinde kararın ilan edilmesi bizleri oldukça şaşırttı. Cumhurbaşkanı’nın bu kararları alması üzücü” derken Zeynep ise “Bence, Sözleşme kaldırılırken insanların tepki verememesi için kararın ilanı gece oldu” diyor. Berrak ise İstanbul Sözleşmesinin feshedilmemişken tam olarak uygulanmadığını ancak en azından ümidinin olduğunu ve bir gecede bütün uğraşların çöpe atıldığını hissettiğini söylüyor.

SES DUYURMAK HAKKIMIZ

Kadın mücadelesinin haklı bir mücadele olduğunu düşünen İkra, “Kadına şiddet suçları bu denli artmışken kaldırılmasını saçma buluyorum. Sosyal medyada ya da sokaklarda sesimizi duyurmanın yanlış olduğunu düşünmüyorum. Toplum açısından zarar doğurmayan bir şekilde ses duyurmamız hakkımız” diyerek güvenli yaşam hakkının elinden alındığını hissettiğini ekliyor. Zeynep “İnsanların Sözleşmeye sahip çıkan tepkilerini haklı buluyorum, hatta daha fazla olması gerekli. Pandemiden dolayı sesimizi pek duyuramıyoruz” diyor. Aleyna çoğu şeyi sosyal medyadan baskı uygulayarak yaptırabildiğimizi söylerken Şeyda sosyal medyada bazı paylaşımlarla kendisini iyi hissettiğini ancak sözleşmeyi desteklemeyen kişilerin paylaşımlarına oldukça şaşırdığını ve bu kişilerin arkasında durduklarının ise homofobik söylemler olduğunu ifade ediyor. Bu durumdan korktuğunu belirten Aleyna ise şunları söylüyor: “Şu an kadın ve LGBTİ bir birey olarak konuşuyorum, İstanbul Sözleşmesi bana bir güvence veriyordu”. Şeyda'nın ilk hissettiği de korku olmuş, toplu taşımalarda tacize uğradığını ifade ederek artık bir korumanın olmamasının kendisini sinirlendirdiğini açıklıyor. Berrak ise bugüne kadar tacize uğramadığını ancak empati yaparak üzüldüğünü ekliyor. Zeynep de “Zaten sözleşme etkin değildi” diye ekliyor.

“Haklarımız ve hayatlarımız için nasıl bir mücadele hattı çizmeliyiz?” bunu konuşuyoruz arkadaşlarımızla. İkra’nın düşünceleri “Sesimizi duyurabilmeliyiz. Kongre, toplantı, seminerler düzenlenebilir ve haklarımız için dernekler açılabilir. Ancak ne yaparsak yapalım yeterince caydırıcı ceza yok ve bunların değişmesi gerekiyor. Yeterince iyi bir ceza olmazsa önüne geçebileceğimizi düşünmüyorum” şeklinde. Aleyna “Ya sanatta, sosyal medyada kendimizi kabul ettirmeliyiz ya da yapılacak olan Ankara Sözleşmesinin iyi olmasını ummalıyız” diyor. Berrak “Erkeklerin de aktif olması gerekiyor.” derken Zeynep “Bence kendimizi korumanın yollarını öğrenmeliyiz ve yaygınlaştırmalıyız. Tepki göstermekten yılmamalıyız. Mücadeleden kaçınmamalıyız.” diyerek mücadelenin yaygınlaştırılmasına çeviriyor okları.

ÖNLERİNDE DURAN TAŞLARI DA KALDIRDILAR

Arkadaşlarımıza Sözleşmenin kaldırılmasından sonra şiddetin nasıl değişeceğini soruyoruz. İkra, “Şiddeti uygulayanların önündeki o caydırıcı taş kalktı ve şiddete teşvik edici oldu. Artık kimsenin bize zarar vermemesi için yeterli unsur yok” diyor. Aleyna da İkra’dan farklı düşünmüyor ve “Biz bu değişikliği şimdiden hissettik. Ülkemizin bu politikayla hata yaptığını ve gerilediğimizi hissediyorum. Cinayetler artacak ve anlaşmanın feshedilmesi bize bir şey kazandırmayacak” sözlerini söylüyor. Zeynep şiddetin çoktan arttığının altını çiziyor “Ağır cezalar ve sözleşme olmadığı sürece azalmayacak gibi gözüküyor. Ok yaydan çıktı ve pek duracak gibi değil” diyor. Berrak ise “Fesih ile şiddetin artmasının bir alakası olduğunu düşünmüyorum. Şiddet olaylarının açtığı tartışmalar, sosyal medya sayesinde insanların haberdar olmasını sağladı. Eskiden saklanan olaylar artık saklanmıyor ya da sesi çıkmayan kesim de artık sesini çıkarabiliyor. Ancak farklı şeyler olacağını sanmıyorum” diyerek sözlerini noktalıyor.

https://www.evrensel.net/haber/429417/olumler-mi-aile-kurumunu-koruyacak


Bir garip fesih hikayesi

Kadınların lehine olan bir sözleşmenin feshedilmesinin toplumda yaratacağı etkiyi daha olayın cereyan etmesinden sonraki 20 saat içerisinde 6 kadın cinayeti işlendiğinde gördük.

Bir gece yarısı kararnamesiyle kadınların yaşam hakkıyla birlikte birçok hakkını koruyan İstanbul Sözleşmesi hukuki prosedülere uymaksızın usulsüzce feshedildi. Bu süreç hem hukukçular olarak hem de kadınlar olarak çift yönlü bir şekilde bizi hezeyana uğrattı. Hukukun güvenliği ve hukuk devleti kaygılarımız bir yana, bir kadın olarak yaşam hakkımızın erkeklerin “vicdanına” bırakılmış olması devletin bu konuda kadın, çocuk, LGBTI+ları dışlayıcı ve yalnızlaştırıcı tutumu bir kere daha aynı gemide olmadığımızı hissettirdi. Kadın cinayetleri bu kadar yükselişteyken kadınların lehine olan bir sözleşmenin feshedilmesinin toplumda yaratacağı etkiyi daha olayın cereyan etmesinden sonraki 20 saat içerisinde 6 kadın cinayeti işlendiğinde gördük.


KAZANILMIŞ HAKLARA SALDIRI

İnsan hakları ile ilgili bir sözleşmeden çekilmenin vatandaşlar üzerindeki kazanılmış haklara etkisine gelecek olursak, öncelikle bu hakların genel özelliklerinden bir kısmını hatırlayalım. İnsan hakları evrenseldir, hiçbir surette bu haklardan vazgeçilemez, kısıtlanamaz ve kişilerin ellerinden öylece çekilip alınamazlar. İnsan hakları sözleşmelerinde, sözleşmeyi imzalayan taraf devletlerin vatandaşları sözleşmede bahsi geçen haklara sahip olurlar. Ve sözleşmede çekilmeye izin verilmesi halinde bile çekilen taraf devletlerin vatandaşları bahsi geçen haklara sahip olmaya devam ederler. Devletlerin insan hakları bağlamında taraf olduğu diğer evrensel sözleşmeler gereği zaten yükümlülükleri vardır. Bunlardan en önemlisi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'dir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kendisine taraf olan devletlere özetle ve net olarak der ki; insan haklarını tanıyın, onları yasalar ile güvence altına alın, tüm vatandaşlarınızın bu haklardan eşit bir şekilde yararlanabilmesi için gerekli yükümlülüklerinizi yerine getirin ve bu haklara dokunmayın. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmek Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin devletlere getirdiği pozitif yükümlülükleri yerine getirmemesi demektir. Dünya insan hakları alanında bu kadar gelişirken, bizim ülke olarak bu alandaki böyle büyük bir geri adımımız Türkiye'deki insan hakları gelişim sürecine maalesef bir kara leke olarak geçmekten başka bir işe yaramayacaktır.

https://www.evrensel.net/haber/429439/bir-garip-fesih-hikayesi


Zor kazandık kaybetmeyeceğiz

İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin ardından ülkenin dört bir yanında isyanını sürdüren kadınlar, “Haklarımızı kaybetmeyeceğiz” dedi. AKP’nin lebaleb kongrelerine verilmeyen ceza eylem yapan kadınlara kesildi.

Kardelen Özdemir

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin ardından ülkenin dört bir yanında protestolar devam ediyor. Kadınlar, sokaklarda İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararının yok hükmünde olduğunu dile getirirken Mersin Kadın Platformu’nun 6 üyesine ise eylemlere katıldıkları gerekçesiyle toplam 21 bin 598 TL ceza kesildi.


İzmir Barosu, İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararının iptali için Danıştay’a dava açtı. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi önünde açıklama yapan İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Perihan Çağrışım Kayadelen, İstanbul Sözleşmesi’nin Meclis iradesi ve kadınlara yönelik şiddet oranlarının yüksekliği yok sayılarak usulsüz, hukuksuz olarak feshedildiğini söyledi. İstanbul Sözleşmesi’nin, şiddetin kaynağı olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dikkat çeken bir yasal düzenleme olduğunu vurgulayan Kayadelen, şunları dile getirdi: “Karar usulsüz ve hukuksuzudur. Karar geçersizdir ve Türkiye İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmaya devam etmektedir ve yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır.”

İktidar tarafından hedef alınan kazanılmış haklarından vazgeçmeyeceklerini söyleyen Artvin, Antalya, Mersin ve İzmir’deki kadın platformlarından kadınlar, BirGün’e konuştu.

AKP’YE SERBEST KADINLARA YASAK

Pandemi koşullarında AKP kongresinin yapıldığı kapalı salonu tıka basa doldurulanlar hakkında işlem yapmayan polisin kadınlara yönelik baskısı sürüyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını protesto eden Mersin Kadın Platformu’nun 6 üyesine sosyal mesafeye uymadıkları iddiasıyla toplam 21 bin 598 bin TL ceza kesildi. Kadınlar tepki gösterdikleri cezayı da yürüyüşle protesto etti.

Pınar Gültekin cinayeti ve İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınmasını protesto için Ağustos 2020’de sokağa çıkan Mersin Kadın Platformu’ndan 25 kadına yaklaşık 70 bin TL ceza kesilmişti.

***

DAHA DA GÜÇLENDİK

“Bizim için bu sözleşmenin feshi artık son noktaydı” diyen Artvin Kadın Dayanışması Gönüllüsü Özlem Akyürek, kentte sözleşmenin feshedilmesine karşı örgütlenmeye başladıklarını aktardı. Pandemi koşullarını gözeterek eylemlerini yaptıklarını belirten Akyürek, “Diğer yerellerden de ilham alarak Artvin’de kadınlar bir araya geldi ve İstanbul Sözleşmesi için sesini yükseltti. Karar yok hükmündedir. Kadın haklarına yaptıkları bu müdahaleyle mücadele daha da güçlendi” dedi.

***

DİRENEREK KORUYACAĞIZ

İstanbul Sözleşmesi’ni de direnişle koruyacaklarını ifade eden Antalya Kadın Platformu’ndan Didem Erkıvanç Türkay da şöyle konuştu: “Fesih kararının ardından üç gün ‘yaşam mücadelesi eylemi’ yaptık. Eylem sırasında polis LGBTİ+ bayrağını aldı. İstanbul Sözleşmesi’ni de aynı direnişle koruyacağız. Vazgeçmiyoruz. İstanbul Sözleşmesi can güvenliğimizdir. Bunu kolay kazanmadık kaybetmeye de niyetimiz yok. Sonuna kadar alanlarda olup mücadeleye devam edeceğiz.”

***

KORKUSUZCA YAŞAMAK İSTİYORUZ

Mersin Kadın Platformu’ndan Tuğçe Mutluay ise şu ifadeleri kullandı: “6 platform üyesine Hıfzıssıhha Kanunu gösterilerek para cezası kesildi. Ancak tüm müdahalelere baskılara rağmen de mücadelemize devam edeceğiz. Kadınlar polis barikatlarını yıktı. Fesihten sonra 6 saatte 12 kadının katledildiğini öğrendik. Fesihten güç alan erkekler LGBTİ+’lara ve kadınlara daha büyük tehdit oldu. Korkusuzca yaşamak istiyoruz. Ama tersine her geçen gün kız kardeşlerimizin ölüm haberini alıyoruz.”

***

SORUMLU SİYASAL İSLAMCI İKTİDAR

“Tek adamın koltuk sevdası biz kadınların yaşam hakkının yanında bir hiçtir” diyen İzmir Kadın Platformu’ndan Zehra Hekimoğlu, “Cinayetlerin, kadına, LGBTİ+’lara, çocuklara yönelik şiddetin sorumlusu, haklarımızı gasp etmeye çalışan siyasal İslamcı, gerici iktidar. Sözleşmeyi mücadeleyle kazandık. Haklarımızdan, hayatlarımızdan ve sözleşmeden vazgeçmeyeceğiz. Kadınlar, LGBTİ+’lar ve çocuklar ülkenin aydınlık tarafındayız. İktidarın yarattığı karanlığa teslim olmayacağız.”

https://www.birgun.net/haber/zor-kazandik-kaybetmeyecegiz-339497


Eryamanlı kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıktı: Mücadelemizi büyüteceğiz

Eryamanlı kadınlardan İstanbul Sözleşmesi tepkisi: Haklarımızdan, hayatlarımızdan vazgeçmemek için mahalle mahalle, semt semt mücadelemizi büyüteceğiz.

https://www.evrensel.net/haber/429511/eryamanli-kadinlar-istanbul-sozlesmesine-sahip-cikti-mucadelemizi-buyutecegiz

Mersin'de kadınlar "Yaşama Nöbeti" eylemi başlattı

Mersin Kadın Platformu, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine tepki göstermek için her çarşamba iki saatlik “Yaşama Nöbeti” eylemi yapacak.

https://www.evrensel.net/haber/429528/mersinde-kadinlar-yasama-nobeti-eylemi-baslatti


Öğrenci İnisiyatifi’nden Galata Köprüsü’ne gökkuşağı bayrağı: Alışın buradayız!

$
0
0

AKP-MHP iktidar bloğunun LGBTİ+’lara yönelik saldırılarına karşı Öğrenci İnisiyatifi üyeleri, Galata Köprüsü’ne “Alışın Buradayız!” yazılı pankart astı. 

Öğrenci İnisiyatifi Twitter hesabından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: Homofobiye, transfobiye ve iktidar bloğunun ayrıştırıcı politikalarına cevabımız net: LGBTİ+lar vardır! Gözaltılar, tutuklamalar, baskılarla Boğaziçi Direnişimiz ve renklerimiz yasaklanamaz. Sanatta, kampüste, sokakta, hayatın her yerindeyiz. ALIŞIN BURADAYIZ!

https://avrupaforum4.org/ogrenci-inisiyatifinden-galata-koprusune-gokkusagi-bayragi-alisin-buradayiz/

Dünün fobikleri

$
0
0

 İzmir Barosu'ndan İstanbul Sözleşmesi açıklaması: Dertleri kadına şiddet değil, sapkınlığa destek!

Avukatların sorunlarından başka her konu ile ilgilenen barolar, İstanbul Sözleşmesi'nin feshini protesto etti. İzmir Barosu tarafından yapılan açıklamada, "LGBTİ bireylerin yanında olmaya devam edeceğiz." ifadeleri kullanıldı.

İzmir Barosu tarafından İstanbul Sözleşmesi'nin feshine ilişkin, Danıştay'a iptal davası açıldı. Danıştay'a yapılan başvurudan sonra, basın açıklaması düzenlendi. Açıklamaya katılan İzmir Barosu avukatları, 'İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmeyeceğiz' yazılı pankartlar açtı.

'Cinsel yönelim sebebi ile ayrımcılık yapılamaz'

Avukatlar adına açıklama yapan İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Perihan Çağrışım Kayadelen, sözleşmenin hukuksuzca iptal edildiğini iddia ederek, eşcinsel sapkınlara şu sözlerle destek verdi:

"Buradan hükümet yetkililerine sesleniyoruz. Aylardır nefret söylemleri ile hedef tahtası haline getirip sözleşmeden çıkma bahanesi olarak kullandığınız LGBTİ yurttaşlarını, İstanbul Sözleşmesi olmasa da korumak zorundasınız. Bilmiyor olamazsınız ki İstanbul Sözleşmesi’nden çıksanız da; CEDAW Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi, Türk Ceza Kanunu, 6284 sayılı yasa, BM İnsan Hakları Sözleşmesi, BM Lanzorette Sözleşmesi, Anayasa'nın 10. maddesi, gereği de hiç kimseye cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcılık yapılamaz ve şiddet uygulanamaz."

'Ayrımcılığa karşı LGBTİ bireylerin yanında olmaya devam edeceğiz'

"Ülkelerin kültürleri ve gelenekleri kadına yönelik şiddetin bahanesi olamaz. Yaşam hakkı tüm uluslararası sözleşmelerde yer alan en temel insan hakkıdır. Haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Bütün kadın hakları dosyalarına bu gerekçelerle müdahil olmaya, kadınların kazanılmış haklarını çoğaltmaya, onları savunmaya kadına yönelik erkek şiddetine karşı kadınların, çocukların ve ayrımcılığa karşı LGBT+ bireylerin yanında olmaya, dayanışmaya ve mücadeleye devam edeceğiz."

https://www.yeniakit.com.tr/haber/izmir-barosundan-istanbul-sozlesmesi-aciklamasi-dertleri-kadina-siddet-degil-sapkinliga-destek-1525188.html


Aileyi Yok Eden Sapkınlık Sözleşmesinden Ayrıldık

Türkiye, kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” adıyla bilinen aslında eşcinselliği meşrulaştırıp aileyi yok eden Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nden Resmi Gazete'de yayımlanan 3718 sayılı Cumhurbaşkanı kararı ile ayrıldı.

Milletimizin bu konudaki şikayetlerini dinleyip geç de olsa bu sapkınlık sözleşmesine son veren Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Bu konuda yazmış olduğum yazılar ile neden karşı çıktığımı ifade etmiştim. Çok sayıda soru ile karşı karşıya kaldığım için tekrar yazmam gerekiyor.

Özellikle İstanbul'da bir Anadolu lisesinde okuyan 11. sınıf öğrencisinin sormuş olduğu soru çok ilgimi çekti. Bu yaşta bu kadar güzel cümle kurup siyasi konularda merakla cevap bekleyen bir okuyucumu elbette cevapsız bırakamazdım.

Bu yaşta siyasetle ilgilenmesinin nedenini de yazan okuyucum şöyle diyor:

“Gelecek seçimlerde oy vereceğimden dolayı, şimdiden elimdeki imkanlarla siyasi partilerin geçmişte ve günümüzde gerçekleştirdiği eylemler ile ilgili fikir edinmeye çalışıyorum. Malum, son zamanlarda gündemi en çok işgal eden konu da İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşmenin feshi. Sözleşme ile ilgili sosyal medya mecralarında çok fazla yorum var fakat neredeyse hiç bilgi yok. Sözleşmeyi okuduktan sonra destekleyen ve karşı çıkan siyasetçi ve toplum bilimcilerinin de görüşlerini göz önünde bulundurarak bir yargıya varmak istedim, sonuçta içinde yaşadığım toplumu ilgilendiren bir konu beni de ilgilendirmeli.

Temmuz 2019'da Yeni Akit'te yayımlanan yazınızda, İstanbul Sözleşmesi'nin aile bilincini yok ettiğinden ve dolayısıyla toplumu da parçaladığından bahsetmişsiniz. Aile toplumun yapı taşıdır ve bu kavram parçalanırsa toplum da birlik olamaz bu konuda size katılıyorum. Ancak sözleşme maddelerinde sağlıklı bir aile yapısının bozulmasına sebep verecek bir gerekçe göremedim. Bu konuda beni aydınlatır mısınız?”

Elbette böyle güzel bir soru cevapsız kalmamalıdır. Bu değerli okuyucuma cevap verdiğim takdirde bir çok insan da bundan istifade edecektir. Bu nedenle Sözleşme maddelerine dikkatlice baktığımızda nasıl bir sapkınlık planlandığı ortaya çıkacaktır. Bunu anlamak için çok da zeki olmaya gerek yoktur.

Eğer sözleşmeden çıkılmayacak ise mutlaka değiştirilmesini istediğim maddeleri daha önceki yazılarımda yazmıştım. Allah’a şükürler olsun ki derin mahfillerde hazırlanıp aileyi yok etmek için kotarılmış bu sözleşmeyi yırtıp attık. İşte sözleşmenin arasına sokulmuş eşcinselliği ve sapkınlığı meşrulaştıran maddeler şu şekildedir:

3/b Madde ve fıkrası, eş yanına bir de “partner” deyimini eklemiş ki, bu deyimle “eşcinsellik ve homoseksüellik” yasal alt yapıya kavuşturulmuştur. Sapıklık; partner ifadesi ile ev arkadaşlığı adı altında meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.

4/3 Madde ve fıkrası, “cinsel yönelim” adı altında sapıklık temel haklar arasına alınmıştır. Bu sayede eşcinsellik, homoseksüellik ve lezbiyenliği de cinsel hürriyet adı altında kabullendirmek için, yasal alt yapı oluşturulmuştur.

4/4 madde ve fıkrasıyla, kadınlar lehine alınacak hiç bir karar ayrımcılık sayılmayacak, denilmektedir. Kısaca kadınları korumak adına tek taraflı ayırımcılık yapılarak aile feda edilmektedir. Hazreti Yusuf Aleyhisselama karşı 2500 yıl önce yapılan ayrımcılık hortlatılmaya çalışılmıştır.

4. Maddede “aile” olarak tercüme edilen kelime; asıl metinde, “domestik” olarak geçmektedir. Domestik, ortak ev arkadaşlığı olup, aile deyimi kalkmaktadır ve eşcinsel ilişkilerle ilgili oluşturulacak ikametleri de kapsamaktadır.

7. Maddeye göre, devletin alacağı tedbirler (ki, aşağıda bu tedbirler gelecek), tüm sivil toplum örgütlerini de kapsayacaktır.

9. Maddeye göre, devlet (LGBTİ gibi) sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına itibar edecek ve onlarla bu konuda her türlü birlikteliği sağlayacak, teşvik edecek ve sapkınlığa güç verecektir. Kısaca hesap büyüktür. Kendi iğrenç emellerine devleti alet etmektedirler.

12/1. Madde ve fıkrasıyla, aile içinde bulunan din, örf ve adetlerimizdeki esasa göre, karı-koca görev ve sorumluluklar, kalkmaktadır. Eşler ve çocuklar, birbirlerine karşı bağımsız ve sorumsuz olacaktır. Yani aile içinde bir düzen ve disiplin kalmamaktadır. Herkesin otel gibi başına buyruk şekilde ve istediği gibi, girip çıkabileceği bir ortam meydana getirilmektedir.

12/1. Madde ve ilgili asıl fıkrada, “ortadan kaldırma” olarak yapılan tercümenin asıl metindeki, kelimenin karşılığı, “kökünden kazıma” olup, böyle tercüme edilmesinden korkulmuş ve yumuşak mana verilmiştir. Kısaca örf ve adetlerin getirdiği kurallar, kökünden kazınmak istenmektedir.

12/5. Madde ve fıkrasına göre, eşcinsellere karşı din, sözde namus ve kültür kuralları gibi bahanelerle karşı çıkılmayacak, denilmektedir. Kısaca sapıklık ve sapkınlık meşrulaştırılmaktadır.

13. Maddeye göre devlet, toplumsal tepkileri önlemek için, bunların dernek ve kuruluşlarına yardım edecek, yanlarında olacak ve işbirliği yapacaktır. Yani eşcinsellere karşı tepkileri yok edecek ve onlara karşı anlayışlı olunmasını esas alacaktır.

14. Maddeye göre, tüm eğitim kurumlarında, cinsel yönelimin (eşcinselliğin) temel hak olduğu işlenecektir. Ayrıca bunlara saygı gösterilmesi gerektiği öğretilecek. Çocukluk çağında, beyinlerine eşcinselliğin normal olduğu işlenecektir. Bu teşvik apaçık yönlendirme olup devleti anayasal suç işlemeye davet etmektedir.

16. Maddesiyle, eşcinsellere karşı tepki ve şiddetin önlenmesiyle ilgili tedbirleri almaktadır. “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin” asıl maksadı da budur. Diğer maddeler yemeklerdeki sos gibi asıl maksadı gizlemek için konulmuştur. Yoksa şiddet zaten kanunlarımızda cezalandırılmakta olup yeterince caydırıcılık vardır.

36. Maddeyle, eş ve partnerlere rızaları olmadan cinsel ilişki kurulamayacak hükmü getirilmektedir. Aile yerine aslında işyeri kuralları tanımı yapılmaktadır.

48. maddeyle, bu sözleşmede tarifi yapılan, şiddete maruz kalanla, şiddet uygulayanların uzlaştırılması ve bu konuda arabuluculuk yapılması, kesinlikle yasaklanmaktadır. Ayrıca bu konunun kanunla düzenlenmesi istenmektedir.

80. Madde, bu sözleşmenin her zaman müeyyidesiz feshedilebileceğini ifade etmektedir. İşte Hükümetimizin elindeki en güçlü koz buydu. Erdoğan bu maddeye dayanarak bu sapıklık sözleşmesinden kurtulmamızı sağlamıştır. Aileyi yıkmayı ve sapık ilişkileri meşrulaştırmayı öngören bu sözleşmeden çekilmek hiç olmaz ise bazı Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi bazı maddelerine şerh koymak gereklidir.  

Aklı başında olan insanlar için bu sözleşmeyi anlamak kolaydır. Küreselci denilen ve  Siyonist emeller taşıyan kuruluşların sinsi bir tuzağıdır. Hayvanlar aleminde bile görülmeyen, erkek erkeğe ve kadın kadına cinsel ilişkiyi meşrulaştırmayı kafaya koymuşlar bir kere. Bu çirkin durumu gördükten sonra ancak yüzü manda derisi ile kaplı insanlar bu iğrenç oyuna kalkışmaktadır.

Allah, haya ve utanma duygusunu insanlara vermiştir. Lakin bazı insanlar aynı hayvanlarda olmayan bu duygudan mahrumdurlar. Bunların yüzleri kızarmaz, utanmak arlanmak diye bir yönleri yoktur.

Asıl maksadı ahlakı çökertmek olan fakat “kadınlara şiddeti önleme” bahanesi ile aralarına serpiştirdikleri maddelerle bunu gizleyen insanlık düşmanları; kadın-erkek ilişkilerini bitirerek, üremeyi ve çocuk yapmayı da ortadan kaldırarak, nüfusları zaman içinde bitirmeyi amaçlamaktadırlar. Bu sözleşme, ne acıdır ki; ilk önce Türkiye tarafından imzalanmıştır.

Bugün dünyanın bir çok devleti, özellikle Rusya ve İngiltere gibi büyük devletler; bu sözleşmeyi reddettikleri gibi, Avrupa Birliği üyesi devletlerin yarısından fazlası kabul etmemektedir. Yakın zamanda Paris’te toplanan G7 zirvesinin 4. maddesi olarak gündeme getirilmek istenmiştir. Fakat anlaşma sağlanamadığı için, bu maddeden hiç bahsedilmemiş ve diğer 3 maddenin deklaresi ile yetinilmiştir.

Siyonist felsefenin temsilcisi ve para babası Soros tarafından da iyice kuşatılan dünya milletleri ve halkımız, her gün yapılan yalan ve sahte haberlerle aldatılmaktadır. Kadınlarımız istismar edilerek, kadın hakları adı altında uluslararası hain emelleri, güzel ülkemizde uygulanmak istenmektedir.

Bu maksatla her gün medya araçları ile milyarlar harcanarak alçakça insanları etkilemeye çalışıyorlar. Diğer bir sahtekarlığı da şöyle yapıyorlar: güya bu sözleşme iptal edilirse, ülkemiz çok büyük tazminatlara maruz kalırmış, müeyyideler uygulanırmış.

Bu sahtekarlara karşı, 80. madde çok açık olup, o maddede, “istediğimiz zaman, Avrupa Konseyi genel sekreterliğine yapacağımız bir yazılı beyanla, tek taraflı olarak ve müeyyidesiz bir biçimde, bu sözleşmeyi feshedebileceğimiz” yazılıdır. İşte bu hain oyunlara kanmamak ve tehlikelerini sadığımız İstanbul Sözleşmesinin bu maddelerine çekince koymamız gereklidir.

Aksi halde, bu sözleşme ve buna dayalı olarak çıkarılan 6284 sayılı kanunun uygulaması devam ederse, yarın gelecek olan LGBTİ derneklerin çalışmalarının da katkısıyla, milletimizin, inançsal ruhsal ve sosyal yapısına uymayan bu uygulamalar; kısa zamanda etkisini gösterecektir. Sapıklık onarılmaz derecede artacaktır. Ayrıca aile cinayetleri niçin artıyor sanıyorsunuz? Vesselam…

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/vehbi-kara/aileyi-yok-eden-sapkinlik-sozlesmesinden-ayrildik-35388.html

Dışişleri'nden ABD'ye "insan hakları" yanıtı: Asılsız iddialar

$
0
0

Dışişleri Bakanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığının "2020 Türkiye İnsan Hakları Raporu'nunda yer alan eleştirilere "asılsız iddialar" diyerek yanıt verdi.

Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, ABD Dışişleri Bakanlığınca her yıl 190'dan fazla ülke için hazırlanan İnsan Hakları Raporlarına değinildi. 

Bakanlık yaptığı yazılı açıklamada "Türkiye İnsan Hakları Raporunun, bu yıl da kaynağı belirsiz iddialar temelinde, objektiflikten uzak bir şekilde kaleme alındığı ve ülkemize yönelik asılsız iddialar ve önyargılı yorumlar içerdiği görülmektedir" denilirken eklendi:

"Demokrasimize kasteden, yüzlerce vatandaşımızı şehit eden, 15 Temmuz hain darbe girişiminin faili FETÖ'den, bu yıl da raporda 'Gülen hareketi' olarak bahsedilmesi, ABD'nin bu terör örgütüyle haklı mücadelemizi halen idrak edemediğini, bu terör örgütüne ilişkin ortaya koyduğumuz somut delilleri gözardı ettiğini, raporu hazırlarken de yine malum çevrelerin görüşlerine alet olduğunu göstermektedir."

"Keza kabul edilemez"

"Suriye'deki terörle mücadele harekatlarımız bağlamındaki iddialar kabul edilemezdir. Bu iddiaların, daha önce çeşitli vesilelerle reddedilmesine rağmen tekrarlanmasının izahı bulunmamaktadır" diye devam eden açıklamada şunlar da yer aldı:

"Öte yandan, raporda muhtelif hak ihlalleri bağlamında atıfta bulunulan PKK/YPG terör örgütünün Suriyelilere yönelik terör eylemlerine değinilmemesi ve Suriye'nin toprak bütünlüğü aleyhine attığı ayrılıkçı adımlarına yer verilmemesi dikkat çekicidir."

Raporda, PKK bağlamında bu örgütün terörist kimliğini gözardı eden ve terörle iltisaklı çevrelerin söylemlerine destek mahiyetindeki iddialara yer verilmesi de keza kabul edilemezdir."

"İnsan hakları irademiz tamdır"

Açıklamada ayrıca, "Ülkemizin, insan haklarının korunması ve geliştirilmesine yönelik iradesi tamdır" denildi ve eklendi: 

"İki yıl önce açıklanan Yargı Reformu Stratejisi'nin ardından ahiren kamuoyuyla paylaşılan İnsan Hakları Eylem Planı, bu iradenin somut göstergesidir. Türkiye, demokrasi ve hukukun üstünlüğü temelinde, kendi vatandaşlarına ilaveten, ev sahipliği yaptığı milyonlarca kişinin haklarının korunması ve geliştirilmesine yönelik çalışmalarını kesintisiz sürdürecektir."

Raporda neler yer alıyor? 

Raporun özet bölümünde, Türkiye'deki önemli insan hakları ihlalleri şu şekilde sıralanmıştı:

Keyfi cinayet vakaları;

Gözaltındaki kişilerin şüpheli ölümleri; zorla kaybetmeler;

İşkence;

Muhalefet politikacıları,eski milletvekilleri, avukatlar, gazeteciler, insan hakları aktivistleri ve ABD Misyonu çalışanları da dahil olmak üzere on binlerce kişinin "terörist" gruplarla bağlantılı olduğu veya barışçıl meşru konuşma yaptığı gerekçesiyle keyfi olarak tutuklanması ve devam eden gözaltılar;

Seçilmiş görevliler de dahil olmak üzere siyasi mahkumların varlığı;

Ülke dışında bulunan kişilere karşı siyasi amaçlı misilleme;

Yargı bağımsızlığıyla ilgili önemli sorunlar;

Gazetecilere yönelik şiddet ve şiddet tehditleri dahil olmak üzere ifade özgürlüğü, basın ve internet üzerindeki ciddi kısıtlamalar, medya kuruluşlarının kapatılması ve gazetecilerin ve diğerlerinin hükümet politikalarını veya görevlilerini eleştirdikleri, sansür, site engelleme ve cezai hakaret yasaları;

Toplanma, dernek kurma ve dolaşım özgürlüklerinin ciddi şekilde kısıtlanması; bazı mültecilerin geri gönderilme vakaları; ve kadınlara ve lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks kişilere ve diğer azınlık üyelerine yönelik şiddet.

(PT) 

https://m.bianet.org/bianet/dunya/241685-disisleri-nden-abd-ye-insan-haklari-yaniti-asilsiz-iddialar

Yeni Akit'ten günün homofobileri

$
0
0

 Çocuklarımız sapkınların kıskacında

Daha önce ‘ilkokullara sızma kılavuzu’ ile öğrencileri hedef alan eşcinsel sapkınların çatı kuruluşu KAOS GL, şimdi de hiçbir bilişsel aidiyeti olmayan çocuklara yönelik propagandayla aymaz tavrını sürdürüyor.

İnternet sitesinden “sor canım” başlığı altında interaktif soru-cevap uygulaması başlatan LGBTİ dernek, cinsel aidiyetin doğuştan ve ya ergenlik sürecinde başladığını iddia ederek büyük bir skandala imza attı.

Çocuklar hedefte!

AB, Alman Vakıfları, Soros ve SIDA’nın fonladığı, CHP’nin açıktan destek verdiği, İstanbul Sözleşmesi ile eşcinsel ahlaksızlığı toplumsal tabana yayma cesareti bulan homolar, şimdi de aidiyet bilinci oluşmamış çocuklarımızı sapkınlıklarının kurbanı haline getirmeye çalışıyor. Türkiye’deki sapkınların çatı kuruluşu KAOS GL, internet sitesinden “sor canım” başlığı altında başlattığı soru-cevap uygulamasıyla, eşcinsellik propagandasına devam ediyor. Daha önce ‘ilkokullara sızma kılavuzu’ ile öğrencileri hedef alan sapkın derneğin, şimdi de 9. baskısına izin verilen Sıkça Sorulan Sorular adlı kitapçıktan her gün bir soru paylaşarak, evlatlarımızı eşcinsel bataklığa sürüklemeye çalışıyor. “Yeni sorular sormaya cesareti arttırmaya” sloganıyla başlatılan uygulamada dün büyük bir skandala imza atıldı.

Eşcinsellik propagandası

Kendilerinden olmayanı ‘homofobik’ yaftasıyla yıldırmaya çalışan sapkınlar şimdi de ifsad faaliyetlerine sorularla devam ediyor. Hiçbir bilinçsel aidiyeti olmayan çocuklara eşcinsel propaganda yapan KAOS GL, internet sitesinden sorduğu, “Bir insan lezbiyen, gey, biseksüel ya da trans olduğunu ne zaman anlar?” sorusuna şu skandal cevabı verdi: “Herkesin kendini keşfetme süreci farklıdır. Bir eşcinsel kendini bildi bileli eşcinsel olduğunun farkında olabilir, bir başka eşcinsel bunu ergenlik yıllarında, bir başkası üniversite yıllarında veyahut daha sonra fark edebilir. Yani, genel bir anlama şekli ve zamanı yoktur, kişiden kişiye değişiklik gösterir.”

Sapkın eşcinsel lobi LGBT'den İP Başkanı Meral Akşener'e teşekkür ziyareti

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararının iptali için Danıştay'a başvurdu. Dünya çapında eşcinselliği yayma görevi üstlenen LGBT örgütü üyeleri ise İP Başkanı Meral Akşener'e teşekkür ziyaretinde bulunarak "Bize cesaretle güç veriyorsunuz" dedi.

Sapkın LGBT'den  Akşener'e teşekkür ziyaretiİYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Başkan Erdoğan'ın İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının iptali için Danıştay'a başvurdu.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/cocuklarimiz-sapkinlarin-kiskacinda-1525994.html


LGBT'DEN AKŞENER'E TEŞEKKÜR ZİYARETİ

Sapkın LGBT dernekleri Akşener'in bu kararı üzerine İYİ Parti'yi ziyaret etti.

Ziyarete ilişkin ayrıntıları A Haber ekibinden Ece Altuğ şu sözlerle aktardı:

Geçtiğimiz dakikalarda bir grup LGBT üyesi hemen arkamızdaki İYİ Parti Genel Merkezi'ndeydi. Bir basın açıklaması yaptılar. Aslında tüm LGBT üyelerinin adına burada olduklarını ifade ettiler. Meral Akşener'e bir teşekkür ziyareti yaptıklarını ifade ettiler.

Neden gerçekleşti bu ziyaret? Hatırlanacaktır; Akşener İstanbul Sözleşmesi kararının iptal edilmesi için Danıştay'a başvurmuştu ve "İstanbul Sözleşmesi hala geçerlidir" demişti. Bunun ardından bu ziyaret gerçekleşti. Yaptıkları basın açıklamasında "Bizlerin kararlığına cesaretle güç veren İP ailesine, başta Meral Akşener olmak üzere ülkemizdeki LGBT topluluğuna sahip çıkan tüm demokrasi güçlerine teşekkürlerimizi sunuyoruz" ifadelerini kullandılar. LGBT üyeleri, "Bizlere desteğini esirgemeyen İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararını Danıştay'a götüren Sn. Akşener'e şükranlarımızı sunuyoruz" dedi.

https://www.takvim.com.tr/guncel/2021/04/01/sapkin-escinsel-lobi-lgbtden-ip-baskani-meral-aksenere-tesekkur-ziyareti


LGBT rezilliğini Genel Merkeze taşıdılar

Eşcinsel sapkınlığı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği zırvası adı altında normalleştirmeye çalışan CHP yeni bir skandala imza attı.

CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği propagandası yapmak amacıyla gerçekleştirdiği, Uluslararası Karikatür Yarışması’nda dereceye giren 62 sözde sanat eseri, CHP genel merkez binasında gösterime açıldı. Sapkın karikatürlerin yer a ldığı sergi, Ankara Büyükşehir, Çankaya ve Yenimahalle Belediyelerinde de sergilenecek.

İzmir Büyükşehir Belediyesince 62 ülkeden 549 çizerin 1672 eserle katıldığı LGBTİ sapıklığının savunuculuğu olarak nitelendirilen “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” temalı karikatür yarışmasında sergilenmeye değer görülen 62 karikatür, İzmir’den sonra ilk defa CHP Genel Merkezinde sergilenmeye başlandı. İzmir’de dikkati çekecek noktalarda sergilenerek toplumsal cinsiyet eşitliği safsatasını yaymayı amaçlayan CHP zihniyeti, hızını alamayarak sergiyi TBMM, siyasi parti genel merkezleri, üniversiteler ve belediyelerde de peyderpey açmayı hedefliyor. Bunu ilk örneği de İzmir’den sonra CHP Genel Merkezi oldu. Serginin daha sonra Ankara Büyükşehir, Çankaya ve Yenimahalle Belediyelerinde halka açılacağı belirtildi.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/lgbt-rezilligini-genel-merkeze-tasidilar-1525678.html

Eşcinsel evliliklerin tanınmasının 20. yılı

$
0
0

 Eşcinsel evliliklerin tanınmasının 20. yılı: Hollanda LGBTİ+ hakları konusunda artık 'öncü ülke değil'

Yusuf Özkan

Dünyadaki LGBTİ+ bireyler için 1 Nisan 2001 gece yarısı, en önemli dönüm noktalarından biri oldu. O gece saat 00:00'ı gösterdiğinde Hollanda'da eşcinsel evlilikler yasallaştı.

Dönemin Amsterdam Belediye Başkanı Job Kohen tarafından gece yarısından sonra nikahları kıyılan Helene Faasen-Anne Marie Thus, Ton Janse-Louis Rogmans ve Dolf Pasker-Geert Kasteel çiftleri, kendi cinsinden biriyle resmen evlenen kişiler olarak tarihe geçtiler.

Aradan geçen 20 yılda Hollanda'da kendi cinsinden biriyle evlenen çiftlerin sayısı 20 bini buldu. Ancak Hollanda artık LGBTİ+ hakları açısından "öncü ülke değil".

Liberal sol eğilimli Demokratlar 66 Partisi (D66) Milletvekili Boris Dittrich'in 1994 yılında gündeme taşıdığı, eşcinsel evliliğin yasallaşması önerisi, başta muhafazakarlar olmak üzere birçok kesimin tepkisini çekti.

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-56614767

Viewing all 15059 articles
Browse latest View live